Powered By Blogger

13 Mart 2020 Cuma

VE RECEP VE ZEHRA VE AYŞE… (1983)


Yönetmen: Yusuf Kurçenli
Senaryo: Ayşe Sasa, Mahmut Cevher, Yusuf Kurçenli
Görüntü Yönetmeni: Suat Kapkı, Fevzi Özyılmaz
Yapım: Sinema TV Yapımı / Koray Düzgören 
Yönetmen Yardımcısı: Leyla Özalp, Müzik: Cem İdiz

Oyuncular: Necla Nazır (Zehra), Mahmut Cevher (Recep), Pembe Mutlu (Ayşe), Nilüfer Aydan, Mesut Engin (Recep’in kardeşi), Tuncer Necmioğlu, Tanju Tuncel, Mehmet Esen, Hayri Caner, Ani İpekkaya, Haşmet Zeybek, Meral Niron, Erol Şen, Fatih Özses,

KONU: Marmara'nın kıyı kasabasında yaşanan öykü "gelenekler, töreler, tutucu kadın-erkek ilişkileriyle özellikle bir tatil köyü olmanın getirdiği kaçınılmaz mo-dernleşme" kadın-erkek ilişkilerinde ser-bestleşme vb. öğelerin çatışması" temeline dayanır. Liseyi yeni bitiren Ayşe babasının izin vermemesinden dolayı üniversite öğrenimi yapamaz. Öğrenimi engellenen ve istemediği biriyle evlendrilmek istenen Ayşe bunalıma girmiştir. içinde yaşadığı çaresizlik ve baskılar sonucunda evden kaçar Ayşe, yalnızlığını paylaşan iki çocuklu Recep'ten hoşlanır ve bekaretini yitirir. Aşıkların yakalanması sonucu Recep, reşit olmayan bir kıza tecavüz etmekten dolayı hapse girer. Tek çare Recep'in karısı Zehra'dan boşanıp Ayşe ile evlenmesidir. Kocasının hapse düşmesini istemeyen Zehra. durumu kabullenir ama, onun da koşulu evinde çocuklarıyla birlikte kalmaktır. Gelişen olaylar içinde Ayşe yaptığının yanlış olduğuna inanır ve çocuğunu isteyerek düşürür. Ne var ki, Zehra'nın erkek kardeşleri olayı kabullenemezler ve Recep'in kasabayı terk etmesi yönündeki baskıları fiImin trajik bir sonla bitmesine neden olur.

Ve Recep Ve Zehra Ve Ayşe filminin karakterleri de öncelikle geleneksel ve çevresel baskıların kıskancında yaşarlar. Daha kişilik olarak olgunlaşma sürecindeki Ayşe yaşamına yapılan haksız mü-dahaleler sonucu yalnızlığa düştüğü bir anda insancıl bir yaklaşımdan etkilenir. Yaşının da verdiği çocuklukla da kendini Recep'in kollarına bırakır. Kısa zamanda da yaşanan hoşlanmanın bir aşka dö-nüşemeyeceğini anlar. sı,.. Filmin diğer kadın kahramanı Zeliha da yine sevgisinden feragat etmek zorunda kalan olur. Onun tüm dünyası çocuklarıdır ve kocasının geri dönmesini bekler. Recep ise rutinleşen yaşamında olağan dışı bir durumda karısına olan bağılılığını unutup, reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkiye girmekten çekinmeyerek ataerkil bakış açısını sürdürür. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

*  Bir Türk filminin sinemalarda gösterilmeden ilk kez TV’de sunulması, Türk sinemasının tarihinde ve sinema/TV ilişkilerinde ilk kez rastlanan ilginç bir olay. Bu, önemli ölçüde filmin bir türlü gösterime girme fırsatı bulamamış olmasından kaynaklanıyor. Filmin düzeyi göz önüne alındığında, bu olay, sinema piyasamız ve gösterim mekanizmamız için bir utanç vesilesidir. Diğer yandan TRT nin üstelik kendi içinden yetişmiş bir sanatçı olan Kurçenli'ye ilgi göstererek onun sinema için yaptığı ilk filmi göstermesi de, TRT için olsa olsa bir Övünme vesilesidir...

"Ve Recep ve Zehra ve Ayşe", hele bir "ilk film" için oldukça başarılı nitelikler taşıyor. Bir Marmara kıyı kasabasında (Armutlu'da) gelenekler, töreler, tutucu kadın-erkek ilişkileriyle, özellikle bir tatil köyü olmanın getirdiği kaçınılmaz 'modernleşme', kadın erkek ilişkilerinde serbestlenme vb. öğelerin bir tür çelişmesi, giderek çatışmasının öyküsü bu,,. 'Üstsüzlerin bile gitgide yaygınlaştığa öte yandan adetlerin, inançların, geleneklerin baskısını da hala sımsıkı yasayan tüm Ege ve Akdeniz kıyı kasabalarında olduğu gibi... Bu oldukça tipik fonun üstüne, Kurçenli, yine tipik öğeler taşıyan bir öykü yerleştirmiş. Bir pansiyon/ çayhane işleten Recep, karısı Zehra ve iki çocuğuyla yaşayıp giderken, babasının baskısıyla kente, üniversite Öğretimine gitmesi engellendiği için bunalım içinde olan Ayşe ile bir yakınlaşma kuruyor. Ve Ayşe'nin evden kaçtığı gece, ona sahip oluyor. Aşıklar yakalanıyor, Ayşe 'reşit' olmadığı için Recep hapse giriyor... Kurtulması İçin tek çare, Ayşe ile evlenmesidir. Yani karısı Zehra'yı boşama Hikâyenin asıl ağırlığı, ilginç yanı, bundan sonra.,. Zehra, bir çok kadının yapacağının tersine, durumu kabulleniyor. Recep'ten ayrılıyor. Ama evi bırakıp ana-babasının yanına gitmeyi kabullenmiyor. Onun evi, çocukları vardır, onların yanında kalacaktır. Ne var ki Zehra'nın erkek kardeşleri Recep'in kasabayı terk etmesi için baskı yapacaklar, bu da filmin trajik sonunu getirecektir...Geleneksel kalıplar, temalar içinde dolaşmakla birlikte kişilerine, onların davranışlarına özgün, çağdaş biçimde bakmayı, alışılmadık, örmeyi ve toplumsal/çevresel/geleneksel olanla bireysel/kişisel olanın çatışmasını vermeyi amaçlayan ve geniş ölçüde başaran film bu... Oyuncularından beklenebilecek en iyi sonucu almış, özenli bir çalışmanın ürünü... Filmin tam bir başarıya erişmesini engelleyen, bence öncelikle final olmuş; filmin tüm özüyle ve Zehra'nın film boyunca beliren Özveriye dayalı kişiliğiyle çelişen bir final bu... Diğer yandan, Kurçenli kimi önemli sahneleri (Recep'le Ayşe'nin yatışı gibi) gerekli olgunlukta, etkileyicilikte çekememiş. Sanki belli bölümler eksik filmde... Ama tüm bunlara karşın. "... Ve Recep ve Zehra ve Ayşe", sinemamıza yeni ve ilginç bir yönetmen kişiliğinin geldiğini haberli yen alçak gönüllü, ama düzeyli bir film.


VAHŞİ KAN (1983)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Cüneyt Arkın, Çetin İnanç
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Anıt Film/Mehmet Karahafız

Set Teknisyenleri: Mehmet Uğur, Enver Kündem, Mahmut Demir, Anıt Film Işık Servisi, Kamera Asistanı: Mehmet Batıbey, Işık Şefi: Amigo, Prodüksiyon: Cihat Karahan, Sesleri Alan: Kunt Tulgar, Montaj Senkron: Necdet Tok, Renk uzmanı: Aslan Tektaş, (Kunt Film Stüdyosunda seslendirilmiş ve renklendirilmiştir)

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Emel Tümer, Hüseyin Peyda, Arzu Aytun, Oktar Durukan, Necip Tekçe, Osman Betin, Turgut Özatay, Süheyl Eğriboz, Ali Pehlivan, Şinasi Ercan, Yılmaz Kurt, Çetin Başaran, Mehmet Uğur, Baki Tamer, Ali Demir, Murat İnanç, Osman Betyin ve Arkadaşları, Kemal Ustura,

Konu: “Rambo” filminin Türk versiyonu. Emel bir otele erkek arkadaşıyla gelir fakat kimliği belirsiz kişiler erkek arkadaşını öldürürler emel kaçmak ister fakat onu yakalarlar ona tecavüz etmek isterler emel bir tecavüzcünün gözüne bir ağaç dalını sokar ve oradan kaçar ve ıssız bir alanda Cüneyt ile karşılaşır Cüneyt’te emele saldıran kişilerin peşindedir beraberce mücadeleye hazırlanırlar

ÜÇ KABADAYI (1983)






Senaryo ve Yönetmen: Hikmet Eldek
Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı
Yapım: Eldek Film/Hikmet Eldek

Oyuncular: Aziz Kop, Murat Avşar, Tülay Kayacıklı

Konu: Üç arkadaşın casusluk şebekesiyle yaptığı mücadele

TÜRKİYEM (1983)


Yönetmen: Remzi A. Jöntürk
Senaryo: Mehmet Aydın
Foto Direktörü: Orhan Kapkı
Yapım: Tezcan Film / Mahmut Tezcan
Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Renk uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuar: Selahattin kaya, Ziya Uçak, Mustafa Yıldız, Montaj: NUrtettin İrişen, Senkron: Mevlut Koçak, Ne-gatif Montaj: Gültekin Çavuş, Yapım Sorumlusu: Celil Karaca, Prodüksiyon: Faruk Arman, Kameraman: Suha Kapkı, Yardımcı Yönetmen: Kâmil Renklidere, Yeni Lale Film Stüdyosunda seslendirilmiş ve Lâle Film Laboratuarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Müşerref Tezcan, Ahmet Sabahi, Salih Kırmızı, Nilgün Saraylı, Sümer Tilmaç, İbrahim Tezcan, Zülküf Divani, Talat Gözbak, Mine Sun, Baykal Kent, Necip Tekçe, Şadan Yenişafak, Feryal Feray, Sevgi Muslu, Nejat Gürçen, Zülfikar Divani, Ali Ceylan, Küçük Yıldız: Halil İbrahim Tezcan, Barış Aydın,

Konu: Film, Batı Trakya Türklerine uygulanan baskı politikasının yarattığı dramları konu edinir. Yunan devleti uluslararası anlaşmaları çiğneyerek ülkede yaşayan Türkleri üstü kapalı şekilde göçe zorlamaktadır. Bölgedeki Türkler ise arazilerini yok pahasına satarak kaçmaktadır. Türkler için yazılan bu gizli senaryonun ayaklarından biri de Kilya Andreas’tır. Andreas devlet adına örgütlediği adamlarla Türklere komplo kurmaktadır. Bununla birlikte Andreas, Binnaz adında bir Türk kızına âşıktır. Ancak Binnaz’ın gönlü Ahmet adında bir Türk gencindedir. Bu nedenle Andreas, Ahmet’i ortadan kaldırarak Binnaz’a sahip olacağını düşünür. Bunun için bir oyun oynamaya karar verir. (Hasan Sakın)

TOPRAĞIN KANI (1983)


Yönetmen: Cevat Okçugil
Senaryo: Ali Ekdal
Kamera: Şener Işık
Yapım: Yıldır Film/Mehmet Şahin

Oyuncular: Güngör Bayrak, Mehmet Şahin, Kemal Aydan, Yılmaz Köksal, Tugay Toksöz, Eser Işık, Jale Efecik, Talat Gözbak, İ. Hakkı Şen, Feryal Feray, Yük-sel Karakaş, Ali Ekdal, Gül Ayşe, Nilgün Ceylan, Ercan Gündüz, Kudret Karadağ, Yadigar Ejder, Çetin Başaran, Mustafa Dik

Konu Film, ağa zulmüne karşı direnen bir grup insanın yaşadıklarını konu edinir. Mehmet ailesiyle birlikte Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşamaktadır. Çopuroğlu Mahmut Ağa köylünün elindeki topraklara kanundışı yollarla el koymaktadır. Toprağını satmaya yanaşmayan Mehmet ise öteden beri ağanın hedefindedir. Mahmut Ağa son çare olarak Mehmet’in babasını öldürtüp kız kardeşini dağa kaldırır. Mehmet olayın sorumlularını aramaya başlar. Bu sırada Mehmet’in ağabeyi Ali de olanları öğrenerek köye gelir ve iki kardeş intikam yemini eder. Bununla birlikte köydeki olayların failleri bir türlü bulunamaz. Öte yandan ağa ile Mehmet arasındaki sürtüşmeler gittikçe şiddetlenir. (Hasan Sakın)


TOKATÇI (1983)


Yönetmen: Natuk Baytan
Senaryo: Suphi Tekiner
Kameraman: Rafet Şiriner
Yapım: Cem Filmcilik/Yahya A. Kılıç

Reji Asistanları: Kâmil Renklidere, Zühal Üstüntaş, Kamera Asistanı: Soner Saygılı, Dublaj: Saadettin Erbil, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Montaj: Turgıut İnangiray, Senkron: Mevlût Koçak, Selahattin Durmaz, Işık: İsmet Yurtçu, Aydın Uçar, Set Ekibi: Cengiz Ökten, Hüseyin Kını, Mehmet Şenkal, Abdurrahman Menay, Prodüksiyon: Ekrem Gökkaya, (Yeni Lâle film stüdyosunda hazırlanmış Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir).

Oyuncular: Kemal Sunal, Nazan Saatçi, Ali Şen, Şevket Altuğ, Ünal Gürel, Şeref Çoksever, Selahattin Fırat, Zeki Sezer, Zuhal Üstüntaş, Celâl Donat, Süheyl Eğriboz, Çetin Tarzan, Şeref Çokşeker, Hakkı Kıvanç,

Konu: Konu: Osman köydeki sevgilisi Emine ile başlık yüzünden evlenememektedir. Başlık parası için İstanbul’a giden Osman biriktirdiği bütün parasını dolandırıcılara kaptırır. Bu arada Hasan Ağa Osman’ın babasını kandırarak bütün mallarını üzerine geçirir. İstanbul’da askerlik arkadaşı Şevket ile karşılaşan Osman Şevket ile birlikte tokatçılık yapmaya başlar. Büyük para biriktiren Osman köye döndüğünde durumu öğrenir çok hınçlanan Osman intikam almaya yemin eder

*  1980'lerin ortalarına yaklaştığımız günümüzde, Türk sinemasında güldürü nerEde, hangi düzeyde bulunuyor? Güldürünün yazıda büyük ustalarını yetiştirmiş, kendine özgü bir gülmece anlayışını tarih boyuncu sürdürmüş, yergi, alay yoluyla toplumsal eleştirinin dik alasını yapmaya alışkın, Nasrettin Hoca, Neyzen Tevfik ve Aziz Nesin'i yetiştirmiş bir toplumda, sinemanın da güldürü filmleriyle ('Leblebici Horhor', 'Bican Efendi') başlamış olması da, sinemanın güldürüden en bunalımlı dönemlerinde bile vazgeçmemiş olması da şaşırtıcı değil. Bunca yıldan sonra kuşkusuz sinemamızda kendine özgü bir güldürü anlayışından, yerleşik ve ortak bazı özelliklerinden söz edilebilir.Türkiye'de güldürü, tipik bir popüler tür olarak gelişmiş gözüküyor. Çeşitli sözcük oyunları, imalar, çift anlamlı sözcükler, beklenmedik durumlarda beklenmedik biçimde (sözgelimi en soğukkanlı biçimde) davranma gibi Öğelere dayalı, daha aydın işi bir güldürü anlayışını sürdüren İngiliz güldürüsü veya güldürünün tüm öğelerini bir arada kullanarak kendine özgü bir büyük uyuma ve böylece evrensel düzeye varmış klasik Amerikan güldürüsü yanı sıra,

Türk usulü güldürü, daha çok, olabildiğince geniş kesimleri en kolay biçimde güldürmeye yönelik, alabildiğine halka dönük bir güldürü olarak gelişmiştir denebilir. Bu açıdan Türk güldürü sineması, benzer bir anlayışa dayalı İtalyan güldürüsüyle kıyaslanabilir.

Sinemamızda bugün özellikle üç türlü güldürü anlayışı var sanıyorum. Biri, belli bir yönetmenin kendine Özgü bir güldürüyü yarattığı/yürüttüğü filmler... Burda akla elbette Atıf Yılmaz'in o benzersiz köy/kasaba güldürüleri, Ertem Eğilmez'in "aile komedileri" ve "Hababam Sınıfı" dizisi geliyor. Sinemamızda ne baştan beri ne de son yıllarda filme bu derece damgasını vurmuş başkaca önemli güldürü yönetmeni yok denebilir. İkinci tür, oyuncuya dayalı güldürü. Bu alanda bugün Kemal Sunal, onun yolundan giden İlyas Salman, Sunal'la bitlikte tiyatro/sinemaya başlamış olmakla birlikte bugün biraz değişik bir yola sapmış olan Zeki Alasya/Metin Akpınar İkilisi Aydemir Akbaş ilk akla gelen isimler... 

Bir de, bir oyuncu veya yönetmenden çok, belli bir şirketin damgasını taşıyan filmler var. Nasıl 70'lerde Ertem Eğilmez’in "patronajı" altında Arzu Film’in yaptığı, tek bir oyuncuya değil, zengin bir kadroya dayalı "aile güldürüleri" piyasaya egemen olduysa, bugün de aynı yolu sürdüren ve benzer filmleri bazı farklarla gerçekleştiren bir Erler Film güldürücünden söz edilebilir. Kuşkusuz zaman zaman bu üç "tür" birbirine karışıyor: Atıf Yılmaz'ın Kemal Sunal veya İlyas Salman'lı filmleri, Arzu Film'in yine Sunal’lı fimleri gibi...

"Tokatçı" Sunal filmlerinin en iyilerinden değil. Bugün güldürü denince başı çeken bu sanatçılarımızın, iyi hazırlanmış, iyi kotarılmış olmayan senaryo/ filmlerde harcanmasının (veya kendilerini harca-malarının) örneğini getiriyor. "Tokatçı", Kemal Sunal’ı tek tutkusu ağa kızı Emine'yi almak olan saf koy delikanlısı kompozisyonunda perdeye getiriyor. Kentte çalışıp çabalayıp kazandığı "başlık parasını trende yankesicilere kaptıran Osman, bu kez eski bir "askerlik arkadaşı" ile birlikte "tokatçılık" yapmaya başlıyor, "vurduğu" parayla da hem Emine'yi, hem de köyü "satın alıp" ağadan kurtarıyor...

Kemal Sunal, kuşkusuz çok büyük fizik avantajı olan, halkla çok yakın bir ilişki kurmuş: bir güldürü oyuncusu. Ancak "Tokatçı"nın fragmanındaki cümlelerin tersine, filmde Sunal "yepyeni" bir rolde değil, hep bildiğimiz Sunal olarak karşımıza çıkıyor. Aslında ağırı saf olan, ama zaman zaman (şaşırtıcı biçimde) hinoğlu hin kesilen Sunal tiplemesinin gerçek akıl/zekâ düzeyini anlamak kolay değil. "Kötüleri yenip sevdiği kıza kavuşurken, Sunal, benzer özlemler çeken 'gariban" seyircilerine de bir nebze rahatlık sağlıyor. Güldürü anlayışı, biraz durum komedisi, biraz mimik, çokça da argoya yönelik sözlerden kaynaklanıyor. "Tokatçı"da bu tür sözcüklerde bir azalma var, bir denge kurulmuş. Buna karşılık, tekrara dayalı güldürme çabası belirgin... Sözgelimi "kayınpederin başına bİr şeyler gelmesi" esprisi defalarca kullanılıYor. Aynı biçimde; "kulaklarını aç" sözüne dayandırılan ve iyice uzatılan espri, vefalı Sunal seyircisinin bile gülmediği bir "soğukluk" olarak kalıyor. Genelde Sunal filmlerinde bir espri, "gag" yoksunluğu olduğu söylenebilir. Bu oyuncunun, muazzam popülerliğini, daha iyi hazırlanmış, düşünülmüş senaryolara dayandırması kaçınılmaz gözüküyor.”Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


ŞEKERPARE (1983)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Yavuz Turgul
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Kurgu: İsmail Kalkan
Yapım: Arzu Film/Nahit Ataman

Yönetmen Yardımcısı: Sami Güçlü, Ömer Uğur, Kamera Asistanı: Galip Kızılova, Negatif Montaj: Suat İşlek, Gültekin Çavuş, Işık Şefi: Şevket Yılmaz, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon Amiri: Yılmaz Kanat, Set Ekibi: Ahmet Topal, Ahmet Servidal, Adil Kıbıcı, Montaj-Senkron: İsmail Kalkan, Laboratuvar: Selahattin kaya, Ziya Uçak, Fehmi Acar, Şarkıları Düzenleyen: Mutlu Torun, Şarkı Sözleri: Sadık Şendil, Lale Film Stüdyosu’nda hazırlanmıştır.

Oyuncular: İlyas Salman (Cumali), Şe-ner Şen (Ziver), Yaprak Özdemiroğlu (Şekerpare), Şevket Altuğ (Hurşit), Nazan Ayas, Neriman Köksal (Letafet), Hüseyin Kutman (Nazır), Ahmet Turgut-lu (Mevlüt), Serra Yılmaz (Mahmure), Ayşen Gruda (Peyker), Ali Taygun, Galatalı), Berrin Koper (Afet), Hakkı Kıvanç (Müştak), Macit Koper (Mahkum), Ayten Erman (Hamdune), Erkan Esenboğa, Ahmet Servidal, Ercan Gezmiş

& Şekerpare" Türk sineması tutkunlarının en çok sevdiği Atıf Yılmaz güldürülerinden biri. Osmanlı döneminde Galata'da geçen film, rütbe sahibi insanların güçlerini kötüye kullanması fikrine yaslanıyor ve hiç eskimeyecek olan bu ana tema üzerinden oldukça eğlenceli bir öykü anlatıyor seyircisine. Her türlü ahlaksızlığa meyli olan, esnafı haraca bağlayan, çekinmeden rüşvet alan, zor anlarda tüm suçu kolaylıkla yardımcısı Hurşit'in üzerine atan komiser Ziver, her şeyin üstüne evlatlığı Peyker'i hamile bırakınca, içinden çıkılması güç bir duruma düşüyor. Ancak tabii ki deneyimli bir entrikacı olan Ziver'in bu belayı defetmek için de dahiyane bir planı var. Karakola yeni gelen bekçi Cumali'nin saflığından faydalanmayı ve Peyker'i onunla evlendirmeyi düşünen Ziver'in önündeki tek engel ise, prova yapması için geneleve gönderi-len Cumali'nin, güzeller güzeli Şekerpare'ye ilk görüşte aşık olması...

Usta senarist Yavuz Turgul'un kaleminden çıkan bu eğlenceli öykü, Ziver'in şahsında gücün kötüye kullanımını eleştirirken, Cumali'nin aşırı dürüst ve saf karakteri aracılığıyla da doğru olanın eninde sonunda kazanacağı mesajını iletiyor. Filmde seyirciye sunulan dünya, oldukça romantik bir bakış açısıyla tasarlanmış ve bazı teatral öğeler kullanılarak sinema anlatımına özgü özdeşleşme hissi kırılmaya çalışılmış; genelevde çalışan kızlardan oluşturulan koronun sık sık hikayenin gidişatını özetleyen şarkılar söylemesi gibi... Kaldı ki zaten filmin karakterleri çok keskin köşelere sahip ve seyircinin normal şartlarda onlardan biri ile özdeşlik kurabilmesi hayli güç. Bu noktada Yılmaz - Turgul ikilisinin bulduğu çözüm oldukça fonksiyonel.

Filmin en önemli kozlarından bir diğeri ise oyuncu kadrosu kuşkusuz. Şener Şen'in çizdiği Komiser Ziver tiplemesi kadar, İlyas Salman'ın canlandırdığı Bekçi Cumali karakteri de ince ayrıntılarla işlenmiş ve filmin başlıca güldürü unsurları olarak sunulmuş. Ayrıca sürekli gözlerini kırpıştırarak konuşan iyi kalpli fahişe Şekerpare tiplemesi de filmin teatral gerçekliği içinde oldukça başarılı. Film, rütbesi ile saygınlık kazanan Ziver ve Hurşit'in karşısına, hayatlarından oldukça memnun görünen, birbirilerine bir aile gibi bağlı genelev çalışanlarını yerleşti-rerek, alışıldık 'saygınlık' ölçütlerini ile ters yüz ediyor ve namusun gözle görünür bir kıstası olmadığının altını çiziyor.

Eleştirel içeriği, sahnelemesinden senaryo kurgusuna, oyuncu yönetiminden müziğine dek bir ustanın elinden çıkmış olduğu belli olan sineması ile "Şekerpare" modası hiç geçmeyecek güldürü filmlerimizden biri. (P.T.) SİNEMA En İyi 100 Film

ŞAŞKIN ÖRDEK (1983)


Yönetmen: Ümit Efekan
Senaryo: Haşmet Zeybek, /Vural Pakel
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Özgün Müzik: Sadık Gürbüz
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Reji Asistanı: Salih Kalafatoğlu, Yardımcı Yönetmen: Emel Işık, Kameraman: Aytekin Çakmakçı, Set Ekibi: Taci Erşan, Ömer Babu, İbrahim Ön Erdinç Koç, Recep Biçerer, Işık Ekibi: İbrahim Sabuncu Montaj-Senkron: Cevat Sezer, Negatif Montaj: Muzaffer Karataş, Ses: Erkan Aktaş, Prodüksiyon Amiri: Şerif Ablak, Yardımcı: Kemal Altay, (Fono Film stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: İlyas Salman, Pembe Mutlu, Adile Naşit, Münir Özkul, Diler Saraç, Tuncay Akça, Orhan Çoban, Ahmet Açan, Fahriye Tamkan, Fatoş Ar, Fikret Fırtına, Cengiz Kutlu,

Konu: Halil ile Hatice'de bu adetler yüzünden ayrılmak zorunda kalırlar. Az bir maaşı olan Halil ile Hatice evlenmeye karar verirler. Kız tarafı sözlenme ve nişanlanma aşamasında binbir türlü adetin yerine getirilmesini ister. Halil'in baba-sının tüm parası daha düğün olmadan bitmiştir. Parasal isteklere yetişemeyen Halil'in babası felç olur, Halil ise düğünü yapabilmek için gece gündüz çalışır. yapmadığı iş kalmaz, Ama kazandığı para. bir yıl peşin ödenen lüks evin kirasına ancak yeter. Beş parasız kalan Halil'in anası da artık. durumu idare edemez hale gelir, o da hastalanır. Halil sonunda düğünü yapar ama parayı da çalıştığı yerin kasasından çalmıştır. Nikah salonun da evin küçük oğlu abisinin baldızı ile evlenmek istediğini söyleyince Halil'in ana ve babası kriz geçirir, Bu arada polisler de gelmiştir. Tutuklanan Halil. karakula giderken Hatice'nin "adetlere göre gerdeğe girilmedi mi gelin boş sayılır" sözü üzerine yıkılır. Anadolu'nun hemen her yerinde evlilik öncesinden başlayıp yaşamın her aşamasına yayılan ve yörelere göre farklılık gösteren adetler vardır. Günümüzde bile birçok yerde evlilik öncesi sevenlerin yüz yüze iletişim kurmaları hoş karşılanmaz ya da oldukça sınırlandırılmıştır. Bu süreçte hem sevgililer hem de aileler arasında anlaşmazlıklar doğuran ve özellikle erkek evine ağır maddi sıkıntılar yaşatan adetlerin sayısı az değildir: Üstelik bunlara uyulmaması. Alay etmeden. ilişkiyi bitirmeye değin sonuçlar yarabilir. Yaşanılan olumsuzluklar kimi 'zaman aşıkların birlikte dayanışması ve anlayışıyla aşılırken kimi zamanda aşıkların anlayışsızlıklarıyla derinleşmektedir. Filmde Hatice ve ailesi de adetlerin erkek tarafıyla hiçbir iletişim kurmadan yerine getirilmesini istemiştir. Halil'in de yapılanlara seyirci kalması sonucu anlayışsızlıklar üzerine kurulu ve adetler karşısında edilgin kalan ilişki bir aileyi yok ederek bitmiştir. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”


ŞALVAR DAVASI (1983)


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Görüntü: Mükremin Şumlu
Yapım: Sa-Sa Film/Sadık Sarı

Oyuncular: Müjde Ar, Şener Şen, Halil Ergün, Pembe Mutlu, İhsan Yüce, Sevil Üstekin, Gökhan Mete, Haşmet Zeybek, Sevinç Pekin, Sırrı Elitaş, Ayşe Korkmaz, Duygu Ankara, Ayten Erman, Yüksel Örses, Ali Yalaz, Gül Yalaz, Mine Soysal, Fikret Fırtına, Suzan Korkmaz, Adnan Altay, Seval Ayral, Yaşar Güner, Oktay Güzeloğlu, Tuncay Akça, Mehmet Işın, Ergün Işıldar, Azmi Örses,

KONU: Elif köyden çıkmıştır ama okumuş uygar bir kadındır. Bir gün köyüne döner. Bakar ki tüm köylü kadınları erkeklerin boyunduruğu altında, ne derlerse yapıyorlar, kişiliklerini koruyamıyorlar. Elif kadınları uyarır, yol gösterir toplu direnişe geçerler. Daha sonra erkekler teslim olur ve köyde kadın-erkek eşitliği sağlanır.

► Bu ne sürpriz? Şiddet, kan ve ölümün kol gezmediği. insanların bir karış toprak veya bir güzel 'avrat' uğruna birbirini bıçakla doğramadığı bir 'köy filmi' görmek ne değişiklik... Köyümüzün de yüzyılların süzgecinden geçme bir gülmece duygusuna sahip olduğunu, köylerde dramatik olayların dışında başka şeyler de olabileceğini nerdeyse unutmuştuk…

Başar Sabuncu'nun senaryosu, Aristofanes'in ünlü güldürüsü "Lysistrata"yı bir Türk köyüne uyarlıyor. Şalvar Davası", Kartal Tibet sinemasının tüm özelliklerini taşıyan tipik bir güldürü. Tibet, artık oyuncu yönetiminde, ayrıntı yakalamada, güldürüye uygun bir tempo sağlamada hayli ustalaşmış bir yönetmendir... Ama yine Tibet, çok sağlam senaryolara yaşanmamaktan veya prodüksiyon hata-larından gelme bazı yanlışlara da kolayca düşmektedir. Bu filmde daha çok ikincisi söz konusu: Film, bir hayli mekanik biçimde gelişiyor, figüran azlığı, koskoca köyü bir avuç insana indirgerken, köy sorunlarının ve kadın / erkek çatışmasının da yalnızca cinsel ilişki'ye indirgenmesi, her şeyin "onun" çevresinde dönüp durması, filmi şematik kılıyor. Ama ne gam... Şener Şen gibi birinci sınıf bir güldürü ustasının ve Müjde Ar gibi çok rahat bir oyuncunun başını çektiği tüm kadro, öylesine şen, öylesine coşkulu ki, bizi de alıp havaya sokuyorlar... Film Lumpen bir seyircinin cinselliğini gıdıklamakla bir 'aile komedisi' olmanın tam orta yerinde kalmış, dozunu çok iyi ayarlamış gözüküyor. Bu çağdaş Lysistrata, Türk köyüne kentlerde bile kolay rastlanmayacak ateşli bir 'feminist'i gökten zembille inmiş gibi sokuyor, verdiği köy imajı ve köyde olabileceğini varsaydığı değişimler ise, Çetin Altan’ın tenis kortlu köyleri ve 'Amerikan barda votka-limon içen köylüleri kadar ütopik. Ama bir gül-ürünün kendi mantığına sahip olduğu gerçeği bir yana. her utopinin de, yaşa-nan gerçeklikle dolaylı, ama sanılandan sağlam bir bağı olabileceğini unutmamak gerekiyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


SON ADAM (1983)




Yönetmen Taner Oğuz
Kameraman Rafet Şiriner,
Yapım , Cengiz Naçaroğlu

Renk Uzmanı: Tümay Rızai, Laboratuvar: Şems Toksöz, Armağan Köksal, Ar Film stüdyosunda hazırlanmış ve renklendirilmiştir

Oyuncular : Behçet Naçatr, Tevhid Bilge, Arap Celal, Ata Saka, Sadettin Durak, Cengiz Naçar, Oktar Durukan, İhsan Gedik, Kâzım Kartal, Küçük Yıldız: Efe Efecik,

Konu: En yakin arkadası tarafından öldürülen esinin intikamını alan bir adamın öyküsü.

SENİ SEVİYORUM (1983)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Macit Koper
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Delta Film/Atıf Yılmaz

Oyuncular: Türkan Şoray, Cihan Ünal, Bülent Bilgiç, Sevda Ferdağ, Erdal Özyağcılar, Orhan Çağman, Tanju Şarman, Turgut Savaş, Tulu Çizgen, Serra Yılmaz, Türkan Tümay, Cengiz Tünay, Erhan Dilligil

Konu: İskenderun'lu iş adamı Murat, yıllar sonra geçmiş günlerde kalan sevgilisi Selma ile karşılaşıyor. Oysa Selma, artık gençlik yıllarının anılarında kalan kız değildir. Şimdi o pavyon kadını Aygül olmuştur. Murat onu pavyon yaşamından kurtarmak ister. Geçmişteki hatasını da böylece ödemiş olacaktır.

"Filmde Yeşilçam kalıpları dışında çizilmek istenen, pavyona düşerek Aygül olmuş Selma, Türkan Şoray'ın alışılmış pavyon tiplemesi yüzünden başarıya ulaşamamıştır. Bunun yanında pavyondaki diğer kadınlar oldukça gerçekçi verilmiştir. Özellikle, tuvaletçi Sarı Gönül, artmış yüz çizgileriyle, sigaradan kalınlaşmış sesiyle ve görmüş geçirmişliğin verdiği yaşam anlayışıyla ne kadar da etkileyicidir. Aygül’lerin şimdi en güzel olup en çok iş yapan konsomatrislerin, geleceğini yansıtan bir ayna gibi oturmaktadır. Film, eski günlerin güzelliğine dönme umuduyla yola çıkan Selma ve Murat'ın kaza mı, intihar mı olduğu anlaşılamayan ölümleriyle, sona ermektedir.

► Atıf Yılmaz, 'sevgi üstüne çeşitlemelerini sürdürüyor. Özellikle "Selvi Boylum, Al Yazmalım"la başlayıp "Deli Kan" ve "Mine" ile süren son döneminde... Murat'ın (Cihan Ünal) Adana Havalimanı'nda rastladığı 'pavyon kadını' Aygül, onu alıp yılların ötesine götürüyor. Bu bir zamanlar onca sevdiği, ömür boyu mutluluk yeminleri ettiği Selma değil midir? Evet odur kuşkusuz ve 'iş adamı' aşılıyor. Murat, İskenderun sokaklarındaki afişlerde, sonra bir pavyonda Selma'yı yeniden karşısında bulacaktır. Murat'ın bir zamanki zenginlik düşleri, Selma'ya verdiği sözleri tutmasını engellemiş, ilk aşkı kendisinde tadan genç kızın yaşamından gölge gibi çekilip gitmiştir. Şimdi böylesine yoğun biçimde duyumsadığı, yıllar sonra yeniden depreşen aşk mıdır? Yoksa bir insanın, gencecik bir insanın yaşamıyla öylesine acımasız biçimde oynamış, o yaşamı mahvetmiş olmanın getirdiği pişmanlık, 'vicdan azabımı? Murat, Selma Aygül'le yeniden ilişki kurmak, onu Aygül'lükten alıp Selma'lığa geri götürmek ister, Ama Aygül, 'yaşamının tek güzel anısı' olarak sakladığı o günlere geri dönmek istemez, bu geri dönüşün mümkün olmadığının bilincindedir. Murat, her şeyi yaparak, her bedeli ödeyerek Selma'ya kavuşmak istemektedir. Bu bedel, genç kadının karşısına yeni bir Murat olarak çıkan, ona yeniden umut veren genç bir deli-kanlıyı öldürmek bile olsa.,.

"Seni Seviyorum"un konusu, görüldüğü gibi sinemamızın hiç de yabancısı olmadığı temalar çerçevesinde gezinip duruyor. Filmin dörtte üçünün bir 'İskenderun pavyonunda geçtiğini de buna ekleyebilirim. Bunlara karşın film, bilinenlerin yinelenmesine, tek düzeiiğe, uçukluklara düşmüyor. Atıf Yılmaz, filmi üstüne şöyle diyor:

"Senaryonun kurgusundaki özelliklerle melodramatik kalıbı kırdık, zorladık. Melodrama yeni, denenmemiş öğeler kat-maya çalıştık. Film, gerçekten de bu yönde ilginç bir çaba içeriyor. 'Melodramı kırmak', burada ne Brecht'in dramatik yapıyı kırmaya yönelik" epik" çalışmalarına, ne de son yıllarda ilginç örneklerini izlediğimiz Fasbinder'in yeni melodramlarına benziyor. Yılmaz'ın bu denli 'köktenci' (radikal) bir tavrı yok. O, melodramı kendi dediği gibi, senaryo-ya/filme eklenmiş bin bir küçük ayrıntıyla, kişiliği, zenginliğiyle, ruhbilimsel yaklaşımındaki boyutlulukla aşmaya çalışıyor. Benzer. bilinen öğelerden yeni bir kurgu, yeni bir bireşim oluşturulması söz konusu burada.

Yılmaz'ın anlatımında çeşitli ustalıklar gizli yine... 'Pavyon' dekorunun yaratabileceği tekdüzelik, toplumumuzda önemini koruyan bu 'kurumun' insan malzemesinin zenginliği kadar (en azından o ka-dar) Yılmaz'ın dar mekanları bile kullanmadaki ustalığıyla Senaryodaki kişilere, öncelikle Murat ve Selma' ya, ama onlar kadar, onlardan da öte yan kişiliklere verdiği önem ve gerçeklikle sivriliyor film... Murat'ın çevresi denli 'pavyon kadınlarını da birçok özellikleriyle tanıyoruz. Bir 'tuvaletçi' Sarı Gönül, söz gelimi, tüm gerçekliği, geçmişi ve iç burucu öyküsüyle gelip içimize çörekleniyor. Oysa melodram, hep bilindiği üzere bir kaç kişiyle uğraşır, yan kişiliklere boş verir. Yılmaz, kalabalık sahneleri yine ustaca yönetiyor, söz gelimi kadınların, kent erkekleriyle ailelerinin ve de 'gençlerin' karşılaştığı açık hava lokantası sahnesini, İskenderun'un toplumsal yapısını veren kısa, ama özlü bir panoramaya dönüştürebiliyor. Ancak, filmi Yılmaz'ın kendi açıklamalarından değişik yorumladığımı sanıyorum. Bence filmin ana teması 'arınmadır; bir 'gençlik hatasının, bir 'günah gecesinin, "ömrümün tek gecesi" gibi yaşanan tek bir serüvenin bir insanın geri kalan tüm yaşamını etkilemesi giderek yok etmesi gibi, bizim melodram edebiyatımızda ve ondan çokça esinlenmiş sinemamızda çok sık rastlanan bir olguya karşı çıkması, iki insanın yıllar sonra bile, yapılmış 'hata'ların, işlenmiş yanlışların üstünden aşarak istençleriyle, istekleriyle yeniden mutlu olmalarının, 'yeni bir hayata başlamalarının' olanak-sız olmadığını göstermesidir. Çünkü bir 'ilk aşk'ın, bir 'meş'um hata'nın, 'bir günah gecesinin tüm bir ömrü ipotek altına alması, hayatın zaten doğrulamadığı bir melodram 'trük'üdür... Ben filme, bir bedel karşılığı da olsa bir 'arınmanın öyküsü olarak baktım, bu açıdan bildirisini önemli, çağdaş buldum. Ama filmin mutsuz finali, bu düşüncemi doğrulamadı. Doğrulamadığı gibi, Atıf Yılmaz, film üstüne açıklamasın
da,"

... Çökmüş, parçalanmış bir sevginin kalıntıları üstüne aynı duygularla donatılmış bir sevginin yeniden kurulamayacağını anlatmaya çalıştık" diyor. Yazık... Oysa sevgi, her koşulda, her durumda, yeni-den kurulabilmeli. Hele filmdeki gibi 'bedelini ödedikten sonra'... Yoksa yanlışlarımıza 'ömür boyu' ağlamaktan başka elimizde ne kalır? "Seni Seviyorum" çok önemli şeyler söylememesine, pek taze bir ses getirmemesine karşın duyarlı, şiirsel bir yapıyı ustaca bütünleyen bir film, olgun bir sinema çalışması. Yönetmen Atıf Yılımaz'a olan sevgimizi, onun yapıtını genelde beğenmemizi doğrulayan, bunun nedenleri üstüne ipuçları veren ... Türkan Şoray benimsediği bir rolde yine çok iyi. Cihan Ünal'ın sinemamızdaki en iyi kompozisyonu belki de bu... Ferda Ferdağ ve Bülent Bilgİç başta, tüm yan oyuncuları över-ken, Çetin Tunca ve Cahit Berkay'ın çabalarına saygıyı da belirtirim. Ama filmin asıl kazanç, kuşkusuz değerli tiyatrocu Macit Koper'i de senaryo yazarı olarak Türk sinemasına kazandırmış olması... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf: 39”

ÖLÜME SON ADIM /HER ŞEY GELECEK İÇİN (1983)


Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Kamera: Sedat Ülker
Yapım: Anıt Film/Mehmet Karahafız

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Emel Tümer, Nazan Ayaz, Yıldırım Gencer, Hikmet Taşdemir, Baykal Kent, Jale Efecik, Nuri Kırgeç, Osman Betin, Oktar Durukan, Ali Demir


Konu: Film, uyuşturucu kaçakçılarına karşı mücadele veren üç eski dostun öyküsünü konu edinir. Kan kanseri için geliştirilecek olan bir ilaç projesi son aşamaya geldiğinde, projedeki profesörlerden biri kaçırılır. Projeyi yürüten şirket ise kamuoyu güvenini kaybetmemek için olayı basından ve emniyet teşkilatından gizler. Şirket sahipleri, profesörü gizlice bularak geri getirmesi için yeraltı dünyasının ünlü ismi Kaan’a başvurur. Kaan, arkadaşları Ali ve Leyla’yı da yanına alarak profesörü kurtarmak için harekete geçer. Ancak bir süre sonra şirket ile profesörü kaçıranlar arasında gizli bir anlaşma yapılır. Bu durumda üç arkadaş ölüm kalım mücadelesi verecektir. (Hasan Sakın)


NİKAH (1983)


Yönetmen: A. Remzi Jöntürk
Senaryo: Metin Tabak
Kamera: Sertaç Karan
Yapım: Çağatay Film/Yavuz Işıklar

Oyuncular: Hakan Balamir, Meral Orhonsay, Yusuf Sezgin, Ünsal Emre, Salih Kırmızı, Necla Fide, Metin Tabak, Birol Işın

KonuFilm, namus davası yüzünden çatışma yaşayan iki gencin başından geçenleri konu edinir. Fidan karlarla kaplı dağ başındaki bir kulübede yaşamaktadır. Yalçın adında bir adam bir gece yarısı yaralı hâlde kulübeye sığınır. Arabası kara saplanan Yalçın zengin biridir. Kendini toparlayana kadar kulübede kalan Yalçın bir yandan da Fidan’ı elde etmeye çalışır. Sonunda evlilik vaadiyle amacına ulaşarak Fidan’ı iğfal eder ve kaçar. Ancak Fidan, Yalçın’ın peşini bırakmaya niyetli değildir. Fidan kar içinde donmak üzereyken, Rüstem Kaptan tarafından kurtarılır. Rüstem nakliye kamyonuyla Hatay’a gitmektedir. Fidan da aradığı adamı Hatay’da bulacağını öğrenince Rüstem’e katılır. Ancak Hatay’da Rüstem’in yardım teklifini geri çevirince, başına gelmedik kalmayacaktır. (Hasan Sakın)

METRES (1983)


Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Safa Önal (Vizonlu Venüs filminden)
Foto Direktörü: Salih Dikişçi
Yapım: Emek Film/Nazmi Özer

Set Ekibi: Erdal Sümer, Ercan Tuman, Selahattin Süer, Kamera Yardımcısı: Erdal Kahraman Prodüksiyon Yardımcısı: Günay Güner, Yönetmen Yardımcıları: Şahin Gök, Nursan Esenboğa, Prodüksiyon Müdürü: Mustafa Doğan, Montaj, Senkron: İsmail Kalkan, Negatif Montaj: Gültekin Çavuş, Suat İşlek, Seslendirme Yönetmeni: Esen Günay, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Laboratuvar: Selahattin Kaya, Ziya Uçak, Mustafa Yıldız, Şarkılar Söz ve Müzik: Selami Şahin, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz,
Lale Film Stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

Oyuncular: Türkan Şoray (Feride), Can Gürzap (Orhan), Neriman Köksal (Nurten), Metin Serezli (Kenan), Nevra Serezli (Müzeyyen), Hüseyin Kutman (Kapıcı İsmail), İhsan Devrim (Necip), Sami Özaltın (Doktor), Ahmet Açan (Doktor), Hakkı Kıvanç (Kaptan), Turgut Savaş (Turgut) Salih Öz, Saadet Cırkanlı,Küçük Yıldız: Cem Ermiş (Kerem),

Konu: Film, evli bir iş adamıyla bir hayat kadını arasındaki aşkı konu edinir. Büyük bir şirketin sahibi olan Orhan’ın başarılı bir iş hayatı vardır. Ancak iş hayatında elde ettiği başarıyı evliliğinde yakalayamamıştır. Bu nedenle evliliğinde bulamadığı mutluluğu tek gecelik ilişkilerde arar. Bununla birlikte tek gecelik ilişkilerini ilerletmez. Orhan’ın bu prensibi günün birinde tanıştığı Feride yüzünden bozulur. Karısının durumdan şüphelenmesi nedeniyle sözünü bozarak Feride’yle birkaç kez görüşmek zorunda kalır. Bu görüşmeler ikili arasında bir aşkın doğmasına neden olacaktır. (Hasan Sakın)



* Türkan Şoray sinemamızda artık doruklara çıkmış bir oyuncudur. Bir 'yıldız', katıksız bir stardır..... Şoray, aynı zamanda, yüksek düzeyde bir oyuncudur. En zor rollerin altından bile ustaca kalkan.,. Cihan Ünal'la olan evliliği ise toplumumuzda görülmemiş bir ilgiyle izlenmiş, son ayların 'magazin alanındaki en büyük olayı olmuştur. Ve "Metres", tam bu olayların üstüne gösterime çıkarak, sinemamıza şimdiye dek gördüğü en büyük hasılatı getirmiş, çeşitli çevrelerden (özellikle 'sosyetemizden) birçok kişi ise, alışkanlıklarının tersine izledikleri bu yerli filmimizi çok 'güzel' bulmuşlardır. Ve unutmadan söylemeli, Türkan Saray, bir 'telefonlu fahişe'yi oynadığı bu filmde her sahnede giysi değiştirmekle, Bu arada 'namus' konularında hepsini de kendine pek yakıştırdığı kıyafetlerin birini çıkarıp Öbürünü giymektedir pek duyarlı olan toplumumuz, Şoray'ı bu filmdeki rolüyle bile bağrına basmak-tan, sonunda yaptığı 'fedakârlık' için Şoray'la birlikte gözyaşı akıtmaktan geri durmamıştır...

Ama ünlü öyküdeki gibi, birinin çıkarda 'krala çıplak olduğunu' söylemesi gerekiyor. Biz bunu yapalım ve "Metres"in son derece kötü bir film olduğunu söyleyelim. Yapımcıları, istedikleri güncelliğe cuk oturmasına borçlu olduğu iş başarısıyla övüne dursunlar. "Metres yüzeysel konusuyla Şoray dahil herkesin müsamere düzeyini aşmayan iğreti oyunuyla, sinemamızda şimdiye dek sayısız kez kullanılan tüm klişe söz, durum ve davranışları utanmazcasına birer kez daha yağmalamasıyla seyri zor, ilkel, boyutsuz bir filmdir. Selami Şahin'İn güzel sarkışını dinleyip Şoray'ın açılmış saçılmış halini ve birbirinden güzel giysilerini İzlemeyi 'sinema' sananlara bir sözümüz yok zaten... Ama sinema, bizim gönül verdiğimiz, savunduğumuz insan gerçeğine yönelik onurlu sinema bu değil... En büyük iş başarıları bile, bu gerçeği sinema tarihinden saklamayı sanırım ki başaramayacak...(Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”)