Senaryo: Macit Koper
Görüntü Yönetmeni: Çetin
Tunca
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Delta Film/Atıf
Yılmaz
Oyuncular: Türkan Şoray, Cihan Ünal, Bülent Bilgiç,
Sevda Ferdağ, Erdal Özyağcılar, Orhan Çağman, Tanju Şarman, Turgut Savaş, Tulu
Çizgen, Serra Yılmaz, Türkan Tümay, Cengiz Tünay, Erhan Dilligil
Konu: İskenderun'lu iş adamı Murat, yıllar
sonra geçmiş günlerde kalan sevgilisi Selma ile karşılaşıyor. Oysa Selma, artık
gençlik yıllarının anılarında kalan kız değildir. Şimdi o pavyon kadını Aygül
olmuştur. Murat onu pavyon yaşamından kurtarmak ister. Geçmişteki hatasını da
böylece ödemiş olacaktır.
"Filmde
Yeşilçam kalıpları dışında çizilmek istenen, pavyona düşerek Aygül olmuş Selma,
Türkan Şoray'ın alışılmış pavyon tiplemesi yüzünden başarıya ulaşamamıştır.
Bunun yanında pavyondaki diğer kadınlar oldukça gerçekçi verilmiştir.
Özellikle, tuvaletçi Sarı Gönül, artmış yüz çizgileriyle, sigaradan kalınlaşmış
sesiyle ve görmüş geçirmişliğin verdiği yaşam anlayışıyla ne kadar da
etkileyicidir. Aygül’lerin şimdi en güzel olup en çok iş yapan
konsomatrislerin, geleceğini yansıtan bir ayna gibi oturmaktadır. Film, eski
günlerin güzelliğine dönme umuduyla yola çıkan Selma ve Murat'ın kaza mı, intihar
mı olduğu anlaşılamayan ölümleriyle, sona ermektedir.
► Atıf
Yılmaz, 'sevgi üstüne çeşitlemelerini sürdürüyor. Özellikle "Selvi Boylum,
Al Yazmalım"la başlayıp "Deli Kan" ve "Mine" ile süren
son döneminde... Murat'ın (Cihan Ünal) Adana Havalimanı'nda rastladığı 'pavyon
kadını' Aygül, onu alıp yılların ötesine götürüyor. Bu bir zamanlar onca
sevdiği, ömür boyu mutluluk yeminleri ettiği Selma değil midir? Evet odur
kuşkusuz ve 'iş adamı' aşılıyor. Murat, İskenderun sokaklarındaki afişlerde, sonra
bir pavyonda Selma'yı yeniden karşısında bulacaktır. Murat'ın bir zamanki
zenginlik düşleri, Selma'ya verdiği sözleri tutmasını engellemiş, ilk aşkı
kendisinde tadan genç kızın yaşamından gölge gibi çekilip gitmiştir. Şimdi
böylesine yoğun biçimde duyumsadığı,
yıllar sonra yeniden depreşen aşk mıdır? Yoksa bir insanın, gencecik bir
insanın yaşamıyla öylesine acımasız biçimde oynamış, o yaşamı mahvetmiş olmanın
getirdiği pişmanlık, 'vicdan azabımı? Murat, Selma Aygül'le yeniden ilişki
kurmak, onu Aygül'lükten alıp Selma'lığa geri götürmek ister, Ama Aygül,
'yaşamının tek güzel anısı' olarak sakladığı o günlere geri dönmek istemez, bu
geri dönüşün mümkün olmadığının bilincindedir. Murat, her şeyi yaparak, her
bedeli ödeyerek Selma'ya kavuşmak istemektedir. Bu bedel, genç kadının
karşısına yeni bir Murat olarak çıkan, ona yeniden umut veren genç bir
deli-kanlıyı öldürmek bile olsa.,.
"Seni Seviyorum"un
konusu, görüldüğü gibi sinemamızın hiç de yabancısı olmadığı temalar
çerçevesinde gezinip duruyor. Filmin dörtte üçünün bir 'İskenderun pavyonunda
geçtiğini de buna ekleyebilirim. Bunlara karşın film, bilinenlerin
yinelenmesine, tek düzeiiğe, uçukluklara düşmüyor. Atıf Yılmaz, filmi üstüne
şöyle diyor:
"Senaryonun
kurgusundaki özelliklerle melodramatik kalıbı kırdık, zorladık. Melodrama
yeni, denenmemiş öğeler kat-maya çalıştık. Film, gerçekten de bu yönde ilginç
bir çaba içeriyor. 'Melodramı kırmak', burada ne Brecht'in dramatik yapıyı
kırmaya yönelik" epik" çalışmalarına, ne de son yıllarda ilginç
örneklerini izlediğimiz Fasbinder'in yeni melodramlarına benziyor. Yılmaz'ın bu
denli 'köktenci' (radikal) bir tavrı yok. O, melodramı kendi dediği gibi, senaryo-ya/filme
eklenmiş bin bir küçük ayrıntıyla, kişiliği, zenginliğiyle, ruhbilimsel
yaklaşımındaki boyutlulukla aşmaya çalışıyor. Benzer. bilinen öğelerden yeni
bir kurgu, yeni bir bireşim oluşturulması söz konusu burada.
Yılmaz'ın
anlatımında çeşitli ustalıklar gizli yine... 'Pavyon' dekorunun yaratabileceği
tekdüzelik, toplumumuzda önemini koruyan bu 'kurumun' insan malzemesinin
zenginliği kadar (en azından o ka-dar) Yılmaz'ın dar mekanları bile
kullanmadaki ustalığıyla Senaryodaki kişilere, öncelikle Murat ve Selma' ya,
ama onlar kadar, onlardan da öte yan kişiliklere verdiği önem ve gerçeklikle
sivriliyor film... Murat'ın çevresi denli 'pavyon kadınlarını da birçok
özellikleriyle tanıyoruz. Bir 'tuvaletçi' Sarı Gönül, söz gelimi, tüm
gerçekliği, geçmişi ve iç burucu öyküsüyle gelip içimize çörekleniyor. Oysa
melodram, hep bilindiği üzere bir kaç kişiyle uğraşır, yan kişiliklere boş
verir. Yılmaz, kalabalık sahneleri yine ustaca yönetiyor, söz gelimi
kadınların, kent erkekleriyle ailelerinin ve de 'gençlerin' karşılaştığı açık
hava lokantası sahnesini, İskenderun'un toplumsal yapısını veren kısa, ama özlü
bir panoramaya dönüştürebiliyor. Ancak, filmi Yılmaz'ın kendi açıklamalarından
değişik yorumladığımı sanıyorum. Bence filmin ana teması 'arınmadır; bir
'gençlik hatasının, bir 'günah gecesinin, "ömrümün tek gecesi" gibi
yaşanan tek bir serüvenin bir insanın geri kalan tüm yaşamını etkilemesi
giderek yok etmesi gibi, bizim melodram edebiyatımızda ve ondan çokça
esinlenmiş sinemamızda çok sık rastlanan bir olguya karşı çıkması, iki insanın
yıllar sonra bile, yapılmış 'hata'ların, işlenmiş yanlışların üstünden aşarak
istençleriyle, istekleriyle yeniden mutlu olmalarının, 'yeni bir hayata
başlamalarının' olanak-sız olmadığını göstermesidir. Çünkü bir 'ilk aşk'ın, bir
'meş'um hata'nın, 'bir günah gecesinin tüm bir ömrü ipotek altına alması,
hayatın zaten doğrulamadığı bir melodram 'trük'üdür... Ben filme, bir bedel
karşılığı da olsa bir 'arınmanın öyküsü olarak baktım, bu açıdan bildirisini
önemli, çağdaş buldum. Ama filmin mutsuz finali, bu düşüncemi doğrulamadı.
Doğrulamadığı gibi, Atıf Yılmaz, film üstüne açıklamasın
da,"
... Çökmüş,
parçalanmış bir sevginin kalıntıları üstüne aynı duygularla donatılmış bir
sevginin yeniden kurulamayacağını anlatmaya çalıştık" diyor. Yazık... Oysa
sevgi, her koşulda, her durumda, yeni-den kurulabilmeli. Hele filmdeki gibi
'bedelini ödedikten sonra'... Yoksa yanlışlarımıza 'ömür boyu' ağlamaktan başka
elimizde ne kalır? "Seni Seviyorum" çok önemli şeyler söylememesine,
pek taze bir ses getirmemesine karşın duyarlı, şiirsel bir yapıyı ustaca
bütünleyen bir film, olgun bir sinema çalışması. Yönetmen Atıf Yılımaz'a olan
sevgimizi, onun yapıtını genelde beğenmemizi doğrulayan, bunun nedenleri üstüne
ipuçları veren ... Türkan Şoray benimsediği bir rolde yine çok iyi. Cihan
Ünal'ın sinemamızdaki en iyi kompozisyonu belki de bu... Ferda Ferdağ ve Bülent
Bilgİç başta, tüm yan oyuncuları över-ken, Çetin Tunca ve Cahit Berkay'ın
çabalarına saygıyı da belirtirim. Ama filmin asıl kazanç, kuşkusuz değerli
tiyatrocu Macit Koper'i de senaryo yazarı olarak Türk sinemasına kazandırmış
olması... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” syf: 39”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder