Powered By Blogger

26 Mart 2020 Perşembe

KÜÇÜK MUSTAFA HAYAT SOKAKLARINDA (1985)



Yönetmen: Oğuz Gözen
Senaryo: Nadire Zeybel
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Müzik: Cengiz Tekin
Yapım: Ajans Arı/Taner Öz

Oyuncular: Mustafa Açıkses, Mahmut Cevher, Leyla Somer, Tugay Toksöz, Gül Ünal, Jale Öz, Baki Tamer, Turgut Özatay, Ali Demir, Alpay Ziyal, Kemal Çapraz

Konu: Kız kardeşiyle birlikte üvey anne yanında yaşayan onlardan türlü kötülükler gören bir ailenin gazetedeki haberine dayalı bir senaryodur.

*Bu yıllarda Çocuk şarkıcılar furyası alıp yürümüş, bunlardan Emrah’ın yaptığı film piyasada büyük iş yapmaya başlamıştır. Emrah’a karşılık bir çocuk sanatçı olan ve ismi yeni yeni parlamaya başlayan kasetleri oldukça fazla satan Mustafa Açıksöz, Emrah’ın karşısına rakip olarak çıkartılır ve ilk filmini çeker.


KUYUCAKLI YUSUF (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Feyzi Tuna (Sabahattin Ali’nin aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni : Çetin Tunca
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Yönetmen Yardımcıları: Biket İlhan, Selma Akçura, Görüntü Yönetmeni yardımcısı: Fisun Salen, Müzik: Timur Selçuk, Kurgu/Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan, Ses Çekimi ve Miksaj: Erkan Aktaş, Eyüp Yıldız, Laboratuar: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Yahya Öztürk, Negatif Montaj: Adnan Şahin, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Çevre Düzeni: İsmail Kündem, Enver Kündem, Bekir Aslan, Giydirici: Sabahat İzgü, Nakliye: Erol Kaya, Aydınlatma: Kenan Eryılmaz, Yardımcıları: Bekir Toyar, Ahmet Eskigölge, Yapım Sorumlusu: Sabri Aslankara; Makyaj: Suzan Oruç, (Fono Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır).

Oyuncular: Talat Bulut, Derya Arbaş, Ahmet Mekin, Ferda Ferdağ, Sema Çeyrekbaşı, Engin İnal, Melih Çardak, Atilla Yiğit, Seda Yıldız, Nilgün Nazlı, Kemal İnci, Bülent Oran, Ali Osman Okumuş, Meltem Çavuşoğlu, Savaş Ustay, Fuat Okan, Nuri Tuğ, Savaş Akova, Fatoş Sezer, Ali Erdoğan, Ertaç Ünsal, Hikmet Karagöz, Tosun Bayrı, Kemal Tok, Yüksel Tanık,

Konu: Bir köyde tüm ailesi eşkıyalar tarafından öldürülüp yetim kalan Yusuf’u (Talat Bulut) idealist bir kaymakam olan Selahettin Bey (Ahmet Mekin) evlat edinir. Kaymakamın huysuz karısı buna karşıdır, ama çaresiz kalır. Ve Yusuf, kaymakamın kızı Muazzez'le (Derya Arbaş) birlikte büyür. Yusuf, ne yaşadığı kasabayı sever, ne de o insanlarla uyum sağlayabilir. Çünkü bir süre sonra kasaba eşrefindan Hilmi Bey'in oğlu Şakir, Muazzez'le e kafayı takıp evlenmek isteyince, Yusuf’la aralarında büyük bir çatışma başlayacaktır. Yusuf çeşitli olaylardan sonra, kendisini gizlice seven Muazzez'le evlenir. Kayınpederi Selahattin Bey'in aracılığıyla da kaymakamlıkta iş bulur. Ne var ki bir süre sonra Selahattin Bey ölünce, Yusuf en büyük desteğini yitirir. Yusuf, tahsildarlık göreviyle köyleri dolaşırken, bir yandan ekonomik durumlarının giderek kötüye gitmesiyle, bir yan dan da kötü ruhlu kayın validesi Şahende Hanım'ın, karısı Muazzez'i en büyük düşmanları Hilmi Bey ve oğlunun evleri-ne götürüp alemlere katılmaları, acı bir sonu hazırlar. Yusuf, böyle bir alem sırasında karısını, ırz düşmanları Hilmi Bey'i, oğlu Şakir ve kayın validesi Şahende'yi birlikte öldürüp elini kana bular.

Feyzi Tuna, zaman içinde genişliğine kurulu bir romanı, aslına sadık kalarak ve romancının öngördüğü çizgide geliştirmeye çalışmış, araya kitaptan koyduğu pasajIarın zaman geçişini verirken romancının yapıtına bağlı kaldığını, sık sık izleyiciye anımsatmıştır. Bir açıdan bu yaklaşım, yönetmenin sinema dilini zedelemiş, günümüzden elli yıl önceki roman tekniği ile yazılan "Kuyucaklı Yusuf"tan uyarlanan filmi de, elli yıl öncesinin tartımına taşımıştır. Hatta, kolay okunan bir romandan ağdalı bir film çıkarmıştır. (Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 140, 15 Mart 1986) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

► Sabahattin Ali’nin "Kuyucaklı Yusuf'unu sinemalaştırmak yıllar yılı kim bilir kaç senaryo yazarının, kaç yönetmenin düşlerine girmişti. Bu iş sonunda Feyzi Tuna'ya nasip olmuş. Tuna, üstelik romanı senaryolaştırmak çabasını da kimselere bırakmamış. Böylece filmin tüm günahını ve sevabını yüklenmiş. Ancak "Kuyucaklı Yusuf’u gördükten sonra, bu önemli romanın aynı önemde bir film olarak sinemamıza kazandırıldığını söylemek zor. Feyzi Tuna'nın sevapları hanesine yazılacak şeyler çok. Ama günahları hanesi de oldukça zengin... Özetlemek gerekirse, "Kuyucaklı Yusuf edebiyatımızdaki ağırlığıyla sanki bir pehlivan Koca Yusuf a dönüşerek Feyzi Tuna'yı da, filme katkıda bulunan herkesi de ezmiş denebilir...

Önce şunu söylemeli: Tuna, romana büyük bir saygıyla yaklaşmış, oldukça 'sadık' bir uyarlamayı, oldukça ağırbaşlı bir tavrı yeğlemiş. Bu, yalnız romanın yer yer kimi önemli satırlarıyla kimi bölümlere 'yol göstermesi' tarzında belirmiyor. Bir-çok önemli, anahtar sahnede de, Tuna, Sabahattin Ali'nin anlattıklarını ve anlatma biçimini, diğer bir deyişle, üslubunu korumaya, bu üslubu 'ayniyle' görselleş-tirmeye çalışmış. Örneğin filmin en zor sahnelerinden biri olan sondaki kıyım bölümünde, S. Ali'nin anlattığı hemen her şeyi kullanmış: Meşin kamçının kalkıp inmesi, lambanın kırılarak odanın yarı karanlığa gömülmesi, körü körüne ateş, Muazzezdin kırık--dökük bir sesle yaşadı-ğım belli etmesi, vs. Ama bu sahnede ve daha kimi sahnelerde ortaya çıktığı gibi, romana 'sadakat', filmin inandırıcı olmasını, sahnenin (sinemanın) dramatik eylem bakımından, gerçeğe uygunluk bakımından doyurucu olması sonucunu getirmiyor illa da... Roman (edebiyat) gerçeğiyle film (sinema) gerçeği mutlaka birbirleriyle örtüşmüyor çünkü... Farklı değerlerle yaklaşmak, yazının uygun görsel karşılıklarını bulmak, uyarlama sorunları üstünde daha çok kafa yormak gerekiyor.

"Kuyucaklı Yusuf’u okumuş olun veya olmayın... Filmde insanı doyurmayan şeyler var. Senaryo aşamasında başlayan kimi eksik, yetersiz şeyler... Örnekse, filmde kimi temel davranışların nedeni belirmiyor.,, Niye Kübra kızın annesi, gözünün önünde olan bir olayı (Yusuf’un Hacı Etem tarafından vurulması) Yusuf’un yakınlarına Örneğin Kaymakam Selahattin beye anlatmaz? Aynı kaymakam, ilçedeki onca etkinliğine ve iyiliğin, adaletin savunucusu yanına karşın, düğünde herkesin gözü önünde İmlenmiş bir cinayetin ört-bas edilmesi olayına karşı çıkmaz? Hilmi beyin ne mal olduğunu onca iyi bildiği halde onun adamlarıyla kumar masasına oturmayı kabul eder? Hilmi beyin ve oğlu Şakirİn Muazzez'de ne denli gözleri olduğunu. Şakir'in Muazzez için elini kana bulamaya dek gidecek tutkusunu bildiği halde, Yusuf nasıl olur da açıkça bir tuzak olduğu belli olan bir işi, kendisini uzaklaştırmaya amaçlayan ‘tahsildarlık' görevini kabul eder? Romanda da böyle olması mazeret değil, çünkü yazıyla inandırıcı kılınabilen kimi şeyler, görüntüyle aynı sonucu vermeyebiliyor. Yoksa "Kuyucaklı Yusuf", kahramanlarının, sonucunu bilseler bile kimi eylemleri, kadere boyun eğercesine yaptıkları bir 'tragedya'mıdır? Kuskusuz ki toplumcu S. Ali'nin romanına, bu tür bir nitelik yakıştırmak doğru da olmaz...

Tüm bu olumsuz eleştirilerime karşın, "Kuyucaklı Yusuf'u sonuç olarak yine de saygıyla selamlıyor ve görülecek bir film olarak niteliyorum. Niye? Çünkü Feyzi Tuna, yapıta büyük bir ciddilikle, saygıyla yaklaşmış, filmini mekân seçiminden görüntünün kalitesine, ışıklandırmadan kalabalık sahnelerin yönetimine, özenle, dikkatle çekmiş. Kurgu, seslendirme gibi çekim sonrası işlemleri de üst düzeyde... Klasik bir yapıt, böylece, kimi yeteneksiz yönetmenlerin elinde, ticari amaçlı bir uyarlamanın düşebileceği çeşitli tuzaklardan saplanabileceği bayağılıklardan, verebileceği ödünlerden ırak biçimde, temel boyutlarıyla sinemalaşmış oluyor. Her ne kadar "Kuyucaklı Yusuf, bize başarılı bir filmden çok bir TV dizisinin tadını verdiyse de, en azından gündemde bir soru olan edebiyat/sinema ilişkileri üstüne düşünmek ve S. Ali'nin baş yapıtının olası uyarlamalarından birini izlemek için, görülmesi gerekli bir yapıt deriz. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

KURŞUN ATA ATA BiTER (1985)


Yönetmen:Ümit Elçi
Senaryo: Tarık Dursun K, Şener Gezgen Ümit Elçi (Tarık Dursun’un aynı isimli romanından “Roman 1984 yılında “Orhan Kemal Ödülü” almıştır.”
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Özgün Müzik: Mehmet Teoman, Vedat Sakman
Yapım: Ares Film/Ümit Elçi, /Şener Gezgen

Oyuncular: Hakan Balamir, Meral Orhonsay, Zuhal Olcay, Ahmet Mekin, Selahattn Bilal, Lütfü Seyfullah

Konu: Uzer (Ahmet Mekin), Cevahir (Hakan Balamir) ve Tahir (Selahattin Bilal) Güneydoğu sınırında kaçakçılık yapan üç arkadaştır Tahir, bu kaçak sırasında mayın tarlasında yaşamını yitirir. Karısı Hediye (Zuhal Olcay) yalnız kalmıştır. Hediye'ye Cevahir yıllardan beri gizlice tutkundur. Uzer ise Gazel'le (Meral Orhonsay) birlikte yaşar. Uzer'i seven Gazel'in düşlerinde de bir kent yaşamı vardır. Gazel bu düşler içinde yaşarken Uzer'in arkadaşı Cevahir, sınır boyunda pusuya düşürülüp bacağın-dan vurulur. Kangren olan ayağı kesil-dikten sonra Cevahir sakat kalır. Böylece kaçakçılık hayatı sona eren Cevahir'e yardımcı olur. Ve arkadaşının bir bakkal dükkanı açıp geçimini temin etmesi için ağadan para alır. Bu arada da Gazel ile Uzer de Cevahir'i tutkunu olduğu Hediye ile evlendirirler. Ama sonunda Cevahir'in kim olduklarını bilmeden sının geçmeleri için . yardım ettiği iki militan ağayı kurşun yağmuruna tutarlarken Cevahir'de yaşamını yitirir…

*Güneydoğu sınırında kaçakçılık yaparak yaşayan üç arkadaştan biri, Tahir bir geçiş sırasında mayına basarak ölür. Geride genç ve güzel karısı Hediye kalmıştır... Arkadaşlardan Üzerine yapıp edip İstanbul'a yerleşmek ve "Küçükçekmece'de bir ev almak" düşlerini sürdüren Gazel'le birlikte yaşamaktadır. Cevahir Hediye'ye eskiden beri tutkundur. Ancak Hediye, ölen kocasının etkisinden kurtulamaz, geceleri, hatta gündüzleri yanı başında onun hayali belirir, Hediye onunla konuşur, ona haberler verir, haberler alır... Bu arada Cevahir bacağından vurulur, kangren olan ayağı kesilir. Bu durumda artık "kaçağa gitmesi" olanaksızdır. Bir bakkal dükkânı açmak için gereken parayı, kaçakçılık işlerini yürüten Kasım Ağa'dan Üzer zorla alır, arkadaşı için... Tahir'in hayali de Hediye'nin Cevahirle evlenmesine izin verince, bu evlilik gerçekleşir,

"Kurgun Ata Ata Biter", Kaçakçılık olayını çağdaş bir bakış açısıyla işleyen, bu olayın kurbanlarından gerçek, yaşayan portreler verirken, olayın başındaki güçleri ve bunların son dönemde Türkiye'yi allak bullak eden yasadışı örgütlerle, giderek uluslararası siyasal şebekelerle ilişkisine de değinmeye çalışan bir yapıt bu... Tarık Dursun'un tüm romanları gibi, biraz senaryo tekniğinden esinlenmiş, sinemasal öğeler içeren, sinema yapmaya uygun.

Ümit Elçi'nin ilk filmini böyle sağlam bir yapıta yaslamış olması, kendi hesabına iyi bir seçim. Ancak “Kurşun Ata Ata Biter", tümüyle başarılı bir film olamamış. Oldukça şaşırtıcı, yer yer çok ilkel, yer yer gerçek bir sinemacının dokunuşunu taşıyan, sürprizlerle dolu bir film... Elçi ödüllü görüntü yönetmeni Orhan Oğuz'un ters bir dönemine gelmesinden mi "bayat film"den mi yoksa laboratuar işlemlerinden mi, bilinmez, görsel düzeyi düşük, ışıklandırması yanlış eksik, renkleri soluk bir film sunmak zorunda kalıyor seyircisine... Kimi anahtar sahneler, örneğin baştaki ilk "kaçakçılık" ve Tahir'in vurulması sahnesi, son derece etkisiz bir mizansenle verilmiş. Oysa bu sahnenin etkisi, tüm film boyunca söz konusu ola-cak. "Pusu" ve Cevahirin vurulması sah-nesi için de benzer şeyler söylenebilir.

Buna karşılık Elçi, filmine oldukça sağlam bir ruhbilimsel boyut katmış. "Zor" mizansenlerde başaramadığını, kişilerini yaşar, canlı kılmada, onlara insan boyutları katmada başarabilmiş. Tahir'in sık sık, güpegündüz ortalarda (yalnız Hediye'ye) gözüktüğü sahneleri, düşle gerçeğin karıştığı bu zor sahneleri de olağanüstü bir rahatlıkla çözümlemiş. İnsan ilişkilerinde, kaçakçılığın zor, sert yaşam koşullarının yanı sıra egemen olan, yumuşak, sevecen niteliği filmine sindirebilmiş. Örnekse. Üzerle Gazel’in ilişkisi, Gazel’in bitmeyen İstanbul düşleri feodal değerlerin egemen olduğu bir yörede kadın-erkek ilişkisine beklenmedik düzeyde insancıl, sevgi dolu bir bakış. Romanın (filmin) belki anahtar kişiliği olan, geçmişe bağlığı vefa, bir kocaya (ölmüş de olsa) sadakat vb. duygularla, bugünü, giderek geleceği yaşamak kurmak zorunda olan Hediye'nin kişiliği ise günümüz Türk sinemasının yeni ve önemli buluşu Zühal Olcay’ın birinci sınıf oyunuyla, boyutlu biçimde beliriyor...

"Kurşun Ata Ata Biter", ismiyle, konusuyla sizi yanıltmasın. Bu, aslında göründüğü gibi bir "erkek filmi" değil. Bir kadın filmi, asıl sorunsalını, geri kalmış yörelerimizdeki kadın-erkek ilişkilerine, giderek kadına, kadının durumuna yönelten... Bu açıdan, filmin en güzel sahnesi olan final bölümü çok anlamlı... Kasım Ağa'yı vururken, hayattaki gerçek arkadaşı, dostu Cevahir'i de öldüren, üstelik biri akrabası olan iki gencin peşinden sınıra doğru yollanır Üzer... Çünkü birlikte büyüdüğü, yakın biçimde yaşadığı kavramlar, onur, dostluk, İntikam vb, kavramlar, onu istese de işlemese de gitmeye zorlamaktadır. Ön planda bu gidiş-ten üzgün, mutsuz Gazel'i gösteren kamera, ustaca bir geriye kayışla evin içine girer, pencerenin ardında kendi dramını, kendi üzüntüsünü (Cevahir'in ölümünü) yaşamakta olan Hediye'ye uzanır.

İki kadını da bir anda aynı çerçeveleme içine getiren bu çekim, filmin özünü, bildirisini de vurgular. Bu tür ilişkiler içinde erkek, hep bir şeyleri korumak, savunmak için gidecek, kadın ise ona engel olamamanın, bir şey yapamamanın çaresizliği içinde onu bekleyecektir. Yalnız bu final bile, bizce "Kurşun Ala Ata Biter"i görmeye ve Ümit Elçi'ye bel bağlamaya yeterli bir neden oluşturur, “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


KURBAĞALAR (1985)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Özden Çankaya
Hikâye: Osman Şahin
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Yapım: Gülşah Film/Selim Soydan

Müzik: Atilla Özdemiroğlu, Reji Asistanı: Deniz Özden, Kamera Asistanı: Orhan Temizkan, Yar-dımcı Yönetmen: Turgay Aksoy, Set Ekibi: Bedri Uğur, Erdal Sümer, Azmi Yıldız, Işık Şefi: Mustafa Koçyi-ğit, Laboratuar: Ayhan Akat, Yıldı-rım Kumral, Negatif Kurgu: Ziya Pekuysal, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, İhsan Küçüktepe, İsa Yücel, Kurgu: Mevlût Koçak, (Acar Film Stüdyolaraında hazırlanıp ve selendirilmiştir.)

Oyuncular: Hülya koçyiğit, Talat Bulut, Yavuzer Çetinkaya, Yaman Okay, Hikmet Çelik, Metin Çekmez, Cengiz Ekinci, Nesrin Çetinel, Başak Karakartal, Arzu Selin, Mustafa Yavuz, Cemal Orman, Ahmet Hikmet Karayollu, Ayşe Korkmaz, Melâhat Oraloğlu, Saadet Çıracı, Ali Ekinci,

Konu: Kocası öldürülen bir kadınoın yaşam mücadelesini konu alıyor. Hayatını kurbağa toplamakla geçirir. El-mas, Kazandığı parayla kooperatife ve bankaya olan borçlarını ödeyemez duruma düşmüştür. Bu arada kendisine talip olanlarla evlenmeyi reddeder ve yedi yıl hapis yattıktan sonra çıkan Ali'yle evlenmek ister. Ali bu evlilikten annesinin zoruyla vazgeçer.

Ödül:
*Sinema Yazarlarının "en iyi on film" seçiminde (1986), "Kurbağalar" 4.cü oldu. 
*23. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Atilla Özdemiroilu, "en iyi özgün müzik" 
*Fransa'nın Nantes kentinde düzenlenen 3 Kıta Film Festivali'nde (1987) Hülya Koçyiğit, "en iyi kadın oyuncu"

*Kurbağalar", alabildiğine dramatik bir sahneyle başlar: Baş-tan ayağa suya, çamura bulanmış bir adam, sabahın alaca karanlığında, sarsak adımlarla köye doğru gelir, ortalık yerde düşer kalır. Elindeki torbadan küçücük hayvanlar fırlar, hoplaya zıplaya çevreye dağılır; Kurbağadır bunlar... Sonra Elmas Kadın gelir, 'bulaşıcı hastalıktan öldüğü söylenen adamın sırtından vurulduğunu görür ve köylülere gösterir. Halil Pehlivan öldürülmüş, Elmas Kadın genç yaşında dul kalmıştır. Sonra Elmas, ölümden (cinayetten) sorumlu tuttuğu birinin evinin önünde adamı lanet ve de kurbağa yağmuruna tutar...

Bu vurucu başlangıçtan sonra, olayların aynı tempo ile gelişeceğini, Elmas Kadının, vurulan erinin ölümünün gizi ve intikamı peşinde koşacağını kısacası sayısız örneğini gördüğümüz bir 'köy filmi daha izleyeceğinizi sanırsınız. Oysa film, bam-başka yollara sapar, bir Trakya kasabası üstüne bir yığın gözlem içeren neredeyse belgesel tadında bir filme dönüşür.

Şerif Gören'in bir köy melodramdan özellikle kaçınarak, bir tür belgesele dönüştürdüğü fılm, altta kuşkusuz yine cin sellik temasına dayanmakta, böylece Gören'in son yıllarda bu temayı işlediği kimi filmlerle birleşmektedir. Kendine özgü bir ritme sahip, bu sakin, ağır başlı fılm, sonunda oldukça, ilginç bir çağdaş mesaja, kuşkusuz kadınlarımızın da hoşuna gidecek bir bildiriye ulaşmaktadır. Kimi gece çekimlerin yetersiz bir ışıklandırma nedeniyle aksaması, finalin yeterince güçte verilmemesi, yer yer abartılı bölümler (kurban kesme, kurbağa ayıklama), fılmin tam bir başarıya dönüşmesini önlese de, "Kurbağalar", günümüz Türk sineması içinde olsun, Şerif Gören'in filmografısi içinde olsun, önemli, değişik bir yer tutan, üstünde daha uzun boylu durulması gereken bir filmdir. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız.


KUL KULDAN BETER (1985)


Yönetmen Yılmaz Atadeniz
Senaryo: Ahmet Soner
Görüntü Yönetmeni Cem Molvan
Yapım Varlık Film

Ses ve Kurgu: Şenol Şentürk, Reji Asistanı: Muharrem Kılıç, (Öz Prodüksiyon Stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Müslüm Gürses, Alev Sayın, Demircan Türkdoğan, Ergun Köknar, Arap Celal, Ali Ateş, Ahmet Balıkçı, Yeşim Yükselen, Reşit Çıldam, Orhan Çoban, A. Rıza Cevizli,

Konu: Cinayet suçundan hapse giren Şehmuz hapisten çıktıktan sonra kendisine bir iş bulur ve yaşamına Zeynep adlı bir dansöz girer. Ancak Zeynep’e ilgi duyan patronu onları rahat bırakmayacaktır. Bu arada Şehmuz’un öldürdüğü adamın çocukları da intikam peşindedir


KÖREBE (1985)


Yönetmen: Ömer Kavur
Senaryo: Barış Pirhasan, Ömer Kavur
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Müzik: Neşet Ruacan
Yapım: Delta Film/Ömer Kavur

Kurgu: Mevlut Koçak, Görüntü Yön. Yardımcısı: Cem Morvan,

Oyuncular : Türkan Şoray, Cihan Ünal, Aykut Sözeri, Tuluğ Çizgen, Tomris Oğuzalp, Ferda Ferdağ, Sevda Aktolga, İsa Çelik, Gözdem Görenler, Dursun Ali Sağıroğlu, Cengiz Tünay, Didem Bülbül, Arslan Kaçar, Cengiz Sezici,

Konu: Meral, altı yaşındaki kızı Elif’le yaşamını sürdüren dul bir kadındır. Elif günün birinde ortadan kaybolur. Tüm aramalara karşın küçük kız bulunmaz. Meral’in eski kocası Halis ve avukatı Turgay da bu aramalara katılırlar. Halis, eski anlaşmazlıklar çerçevesinde kaçırılma olayında karısını suçlar. Avukatı Turgay, onu engellemeye çalışırken, Meral’in duygularını ve acısını paylaşırlar. Bu arayış sırasında Meral ve Turgay, kader birliği yapmış iki insan gibi birbirlerine yakınlaşırlar. İki yalnız insan arasında duygusal bir ilişki başlar. İzler küçük kızın Meral’in kendisi gibi dul bir kadın olan komşusunun, eski kocası tarafından yanlışlıkla kaçırıldığını ortaya koymaktadır.

*Barış Pirhasan’la Ömer Kavur’un ortak çalışması olan senaryonun (sonuca bakılırsa, son yılların en iyi ortak ay'ın çalışması) en sevdiğim yanı bu çevreye ilişkin davranış biçimlerini tam dozunda, çok fazla altını çizmeden ama yeterince da altını vurgulayarak duyurması. (Türk sinemasına Ferda Ferdağ’ın canlandırdığı yaşlı teyze kadar tanıdık bir yan karakter daha gelecek mi acaba? Bu bağlamda oldukça ince bir sosyolojik gerilimi var filmin. Ömer Kavur, Türkan Şoray’ın çocuğunu ararken girip çıktığı kentin o hiç tanımadığı(mız) dünyayı, sefil bekar odalarını, sur diplerini, kent dışı yerleşim bölgelerini, hatta apartman kapıcı dairesini bile film kişilerinin yaşadığı çevreye çok başarılı bir karşıtlık içine sokmuş. (Fatih Özgüven, Ömer Kavur’un “dönüş”ü, Video Sinema, S:: 10, Nisan 1985)

*Ömer Kavur açısından gerilim, Şoray - Ünal çifti açısından melodram olan Körebe, sonuçta üzerinde titizlikle çalışılmış bir üslup denemesi olmaktan ileri gidemiyor. Ve başarısız oluyor. İşte kıyamet de bundan sonra kopuyor. Çünkü basından çıkan yazılara bakılırsa başarısızlık konusunda “tevatür muhtelif’. Çünkü genel eğilim bütün suçun oyuncularda ve özellikle Cihan Ünal’da olduğu yönünde. Daha ufak bir bölüm ise daha “usturuplu” biçimde Ömer Kavur’u eleştiriyor. Ama oyunculuğu suçlayan kesim, Kavur'un sinemasını yere göğe koyamıyor. İşte bütün bu gürültü arasında (Türkan Şoray'ın kilosu, Cihan Ünal'ın zaten tiyatroda da kötü olduğu gibi ucuzluklar) gerçek başarısızlık nedeni aradan sıyrılıveriyor. Barış Pirhasan'ın senaryosu. Kanımızca filmi başından hak etmediği bir başarısızlığa mahkum eden en büyük etken senaryo. (Tuğrul Eryılmaz, Gelişim Sinema, S.: 10, Mayıs 1985)


*Ömer Kavur, sinemamızda çocuğa ve çocukluğa ilgi duyan sayılı yönetmenlerden biri... "Yusuf ile Kenan'la çocukluğun sorunlarına eğilen pek az sayıdaki filmlerin en önemlisini gerçekleştirmiş olan Kavur, "Körebe"de bir çocuğu odak noktası olarak alan bir gerilim öyküsü anlatıyor. Küçük Elif’in kaybolması, öyküye yalnızca bir çıkış noktası oluşturuyor gibi ilişkin değerlendirme fırsatlarını kaçırmıyor. Gerek başlarda Meral’in kızı ile olan ve alabildiğine sevecenlikle verilmiş ilişkileri, gerekse araştırma sırasında Meral'le Turgay karşılaştıkları "İstanbul'dan çocuk manzaraları" anımsanabilir. Özellikle sur kovuklarında, dilenciliğe zorlanan kimsesiz veya kaçırılmış çocuklara değin görüntüler, az etkileyici değil. Ancak "Körebe", temelde bir gerilim öyküsü, bir tür polisiye... Filmin başarısı, bizce öncelikle senaryo ustalığından kaynaklanıyor. Kısır ve tekdüze gözüken, nasıl açımlanacağı bir türlü kesti-rilemeyen konu, ilk denemesini yapan Barış Pirhasan'in elinde sürekli kendi içinde gelişen, beklenmedik bağlantılarla sürekli gerilimi ayakta tutan bir yapıya kavuşturulmuş. Kavur ise bu işlevsel senaryoyu tam bir profesyonellikle çözümlemiş. "Körebe", Kavur'un da sinema dilini oluşturmuş, anlatım sorunlarını çözümlemiş, sinemamızın en güvenilir yönetmenlerinden biri olduğunu kesin biçimde belirtiyor, Meral'in tuzağa düşürülmesi, Turgay'ın küçük kızı kaçıranları izlemesi ve Meral'in kızına kavuşması gibi 'zor' sahnelere Kavur'un getirdiği sinemasal çözümler hayli usla işi... Boş vakitlerinde resim yapan' kahramanlarıyla, kızı kaybolduğunda kendini yerden yere alıp 'ah başım vah başım diye dövünmeyen annesiyle, Kavur'un türlü çeşitli 'alaturkalıkları önleyip her zamanki serinkanlı, ölçülü, aklı başında tavrını koruduğunu da eklemek gerekir,,.

Ayrıca şunu da söylemeli: "Körebe”, hemen yalnızca bir gerilim öyküsü anlatmayı amaçlayan, çok iddialı olmayan bir film... Ama bu Öykü içinde bile, Kavur ilginç şeyler gösteriyor bize, önemli saptamalar yapıyor. "Sur içi" etkinlikleri kadar, İstanbul'un uçsuz bucaksız, oturanlardan başka kimsele-rin bilmediği 'kenar mahallelerinden, gecekondu semtlerinden verilen görünüm de epey ürkütücü... 'Karate okulları', 'tapulanmış kahveleri' ve de iç burucu yoksulluğu ile, büyük kentin kimilerimizin bilmediği, bilmek istemediği yüzü de "Körebe" nin ilgi ve sergileme alanı dışında kalmıyor..

"Körebe"yi ilginç kılan diğer öğelerin arasında Türkan Şoray'ın çok zor, çok tuzaklı bir roldeki alabildiğine denetimli, alabildiğine yalın, ama o ölçüde etkili oyununu da anmak isterim,,, Bİr de Neşet Ruacan'ın son derece etkili, filmin atmosferine büyük katkıda bulunan müziğini,.. "Körebe", büyük şeyler söylemeyen, ama söylediğini iyi söyleyen ve sinemamızın bu tür konularda Balı standartlarına nerdeyse ulaştığını kanıtlayan, düzeyli bir film... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


KÖFTECİ HOLDİNG (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni Abdullah Gürek
Yapım: Saner Film/Hulki Saner

Set Teknisyenleri: Ekrem Çınaroğlu, Ergun Sımsıkı, Işık Şefi: Haydar, Yardımcısı: Ali Meyit, Renk Uzmanı: Kaya Ören, Laboratuvar: Osman Koşkan, Negatif Montaj: Recep Pala, Senkron: Aram Keskiner, Yapım Yönetmeni Asistanı: Ziya Ilgaz, Görüntü Yönetmeni Asistanı: Mesut Çağdaş, Yardımcı Yönetmen: Arif Erkuş, Yardımcı Yönetmen Asistanı Kenan Uluergüven, Yapım Yönetmeni: Şerif Ablak, (Kaya Ören Renkli Laboratuvarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: İlyas Salman, Pembe Mutlu, Leyla Önder, Bülent Kayabaş, Selma Sonat, Yüksel Gözen, Diler saraç, Ahmet Açan, Nejat Gürsoy, Ahmet Sert, Remzi İrez, Erkan Sımsıkı, Ali Rıza Cevizli, İbrahim Kurt,

Konu: "Ali ile Veli bir araba tamircisinde çalışırlar, beceriksizliklerinden ve aylaklıklarından Patron bunları işten kovar. Kendi işlerini kurmak için para ararlar. Nazlı Ablalarının çalıştığı evin sahibi Mehmet beyden kredi isterler. Ama vermez ve kovar. Çeşitli iş girişimlerinde bulunurlar ama başaramazlar. Mehmet, Nazlı’ya sarkıntılık eder, Nazlı kızar, Ali ile Veli ablalarından borç alarak köfte arabası alırlar ve köftecilik yapmaya çalışırlar. Arkadaşlarının çalıştığı tekneye gidip güneşlenirler. Pınar ve Nesrin teknenin karşısına otururlar, bir yan kesici Pınar’ın çantasını alıp kaçar, Ali ve Veli hemen koşar adamı yakalayıp çantayı alırlar, getirip Pınar’a verirler. Tanışırlar ve kızlar giderler. Mehmet Pınar’"ı oğlu Kenan’a istemektedir. Kenan saf biridir, elinden hiçbir iş gelmez. Pınar ile Nesrin Ali ile Veli’yi zengin zannederler, Zabıta bunları köfte arabası ile yakalarlar, Kızlar onlara mektup yazıp buluşmak isterler. Kızlar gelirler tekneye binip gezerler, Kenan Pınar’"ı gezmeye götürmeye gelir, Pınar gitmez. Kızlar ile Ali ve Velinin buluşmaları iyice artmıştır. Birbirlerine iyice bağlanırlar. Kızlar gazinoya gitmek isterler. Ali ile Veli paraları olmadığı için gitmek istemezler ve onları oyalarlar. Kenan sürekli ders çalışır, Mehmet ona kızar, ders çalışacağına Pınar’ı elde etmenin yollarını öğren der. Yakında Pınar’ın doğum günü partisi vardır, partiye Ali ile Veli de davetlidir. Hediye almak için Yeğenleri para verir. Ali ile Veli evden çıkarlar Nazlı ve Yeğeni ile görüşürler Kenan bunların resimlerini çekerler, onların evli oldukları yalanını söylerler. Resimler Pınar’ın babasına verirler. Babası Pınar’a kızar, resimleri gösterir. Kenan, Ali ile Veli’nin köfte arabasının yanına kızları getirir. Ali ile Veli utanırlar, Pınar gider Nazlı bu duruma üzülür, bu işi Mehmet’in yapabileceğini söyler ve Mehmet’in yanına gider. Mehmet’e kur yapar, onu yatak odasına gönderir ve etrafa bakarak resimleri bulur ve gider. Pınar’ın annesi Kenan’a teşekkür eder. Nazlı gelir duru-mu anlatır. Pınar Kenan’a kızar. Nazlı da Kenan’a vurur. Pınar ve Nesrin de tokat atar. Mehmet gelir o da Kenan’a vurur. Pınar ve Nesrin, Ali ile Veli’nin yanına gelirler ve her şeyi öğrendiklerini, her şeye razı olduklarını anlatırlar, hemen evlenmek üzere nikah salonuna giderler


KIZLAR SINIFI YARIŞIYOR (1985)


Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Haşmet Zeybek, Orhan Elmas
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Yönetmen Yardımcısı: Nezih Tunar, Kamera Yardımcısı: Nusret Öz, Set Şefi: Sonay Kanat, Yardımcısı: Orhan Gök, Cenap Kuşçu, Işık Şefi: Turgut Köse, Işık Yrd.: Ali İnce, Alemdar Keçeci, Montaj-Senkron: Recep Pala, Negatif Montaj: Mustafa Karataş, Laboratuvar: “Helmut” Kâmil Utay, Mehmet Aktaş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon Yardımcısı: Erol Kesler, Prodüksiyon Müdürü: Abdullah Cataç, (Sineray Film Stüdyo ve laboratuvarlarında seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Neşe Aksoy, Bülent Kayabaş, Mehmet Ali Erbil, Nazan Ayas, Suzan Avcı, Tuluğ Çizgen, Hayri Caner, Ayşegül İşsever, Ümit Yesin, Songül Gündüz, Hülya Günal, Tanju Şarman, Nuray İnal, İsmail Dursun, Mine Ersu, Memduh Ünsal, Sibel Davraz, Faruk Savun,

Konu: Yatılı bir kız kolejinde öğrencilerin öğretmenleriyle olan çatışmalarının gül-dürüsü.

KIRLANGIÇ FIRTINASI (1985)


Yönetmen: Atila Candemir
Senaryo: Halil Ergün
Görüntü Yönetmeni: Selçuk Taylaner
Yapım: Candemir Ltd./Tülin Candemir

Renklendirme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Ses: Serdar Işın, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Sesleri Alan: Ercan Okan, Baskı: Özkan Sevinç, Uğur Orbay, Negatif Yıkama: Ahmet Taşoluk, Abdullah Baran, Arif Şiringöl, Yardımcı Yönetmen: Aytekin Hatipoğlu, Yönetmen Yardımcısı: Ömer Uğur, Kamera Yardımcısı: Ahmet Gürkonak, Sinan Güngör, Işık Yardımcısı: Hüseyin Kılıç, Set Yönetimi: Mustafa Albayrak, Devamlılık: Yeşim Kaya, Makyaj: Corci, Yapım Yönetmeni: : Mustafa Oğuz, Müzik: Engin Noyan, Kurgu: Ömer Sevinç, (Şafak Film Laboratuarlarında renklendirilmiş, Fono film’de seslendirilmiştir)

Oyuncular: Perihan Savaş, Halil Ergün, Hüseyin Kutman, Asuman Arsan, Ayhan Kavas, Sezai Altekin, Defne Halman, Jale Aylanç, Yavuz Kumçay, Tilbe Saran, Göker Ergün,

Konu: Kasaba eşrafının ailelerinden birinin oğlu olan Kemal, kavaf olarak hayatını kazanır. Ancak Kemal'in tüm amacı İstanbul gibi bir büyük kente yerleşmektir. Ne var ki kaymakamlıkta görevli babası, oğlunun bu arzusuna devamlı karşı çıkar. Ve gitmesine engel olur. Bu sırada kasabaya Gönül adlı bir öğretmen atanır. Öğretmen Kaymakam tarafından Kemal'lerin evine yerleştirilir. Gün geçtikçe Kemal ile Gönül arasında duygusal bir ilişki başlar. Bir zaman sonra Kemal ile Gönül İstanbul'a gidip evlenirler. Ama mutlulukları ekonomik sorunlar ve iç çatışmalar nedeniyle giderek çökmeye başlar.

* Kırlangıç Fırtınasını izlerken kaçınılmaz biçimde 10 yıl öncesinin "Merhaba"sını anımsadım. İlk filmin ortak yanı, iki ayrı yönetmenin ilk filmi olmalarının yanı sıra, senaryolarının Halil Ergün tarafından yazılmış olmasıydı. Böylece 10 yıl arayla benzer temalar, kaygılar, dünyaya Halil Ergün çerçevesinden bakma olayı perdeye geliyordu. Kendi adıma, bu bakışı pek paylaştığımı, Ergün'ün dünyasına pek girebildiğimi söyleyemem...

Film, İznikli bir genç adamın, Kemal'in öyküsünü anlatıyor. Kemal, ilk yarıda bize rahatsız, tedirgin, kendisiyle barışık olmayan, pek çok şeye (her şeye?) baş kaldıran biri olarak sunuluyor. Tam bir 'nonkonformist' 

(*) kahraman... Ama perdede, James Dean'den Marlon Brando'ya, '400 Darbe'den 'İf’e, tüm bu tür filmlerdeki kişiliklerin bu tür davranışlarının toplumsal, toplumbilimsel, ruhbilimsel nedenleri belirtir. Oysa, bu filmde belirmiyor. Filmin ilk yarısında Kemal’in 'meselesi', İznik'ten İstanbul'a gidebilmektir. Türk toplumunun milyonlarca insanının dünyanın dört bir yanına savrularak Avustralyalara dek gittiği bir çağda, Kemal'in üç saatlik yoldaki İstanbul'a gitmesi nasıl bir 'mesele', ben anlayamadım. Ola ki, Halil Ergün'ün böyle bir 'mesele'si gerçekten vardır...

İkinci yanda ise, Kemal, aşık olup evlendiği Gönül'le bir türlü mutlu olamıyor. Niye? Kemal'in işleri kötü gidiyor İstanbul'da, iki yakayı bir araya getiremiyor. Ama asıl neden daha çok Kemal'in sevgisizliği, iletişimsizliği olarak beliriyor. Burada kuşkusuz daha bir gerçeklik, İçtenlik kazanıyor senaryo... Çünkü toplumumuzda iletişim kurmaktan, sevmekten yoksun o kadar çok insan var ki... Bu yüzden, yanı başlarındaki mutluluğu yakalayamayan, ömürlerini küçük hesaplar, üzüntüler, sürtüşmelerle harcayıp tüketen..

Ancak Kemal'in baştan beri bir temele oturtulamamış, belirlenememiş kişiliği, burada da bu 'sıradan insanlar' öyküsünün gerçeklikle buluşmasını, seyirciyi etkilemesini Önlüyor. Geriye ise. ilk filmini yöneten Atilla Candemir'in temiz, yer yer baş kişiyle yönetmeni buluşturup konuşturan yenilikçi, araştırmacı anlatımının verdiği sınırlı umutla, birkaç oyuncunun tutturduğu oyun düzeyi kalıyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

 (*) nonkonformist : Toplum kurallarına ve geleneklere uymayan, halkın değer yargılarına ayak uydurmayan/ uyduramayan kimse..

KIR ÇİÇEĞİ (1985)


Yönetmen: Artun Yeres
Senaryo Ahmet Soner
Görüntü Yönetmeni: Yılmaz Gürbüz,
Yapım Mine Film/Kadri Yurdatap

Kostümler: Hit Giyim, Set: Giray Alpan, Yaşar Davutoğlu, Aslan Gül, Kurgu: İbrahim Çokişler, Ses Kayıt: Turgut Moralı, Erkan Altınok, Müzik: Kerem Etrağan, Prodüksiyon Amiri: Sabri Aslankara, Mehmet Akdil, Ka-mera Asistanı: Halil Nurdan, Necati Şimşek, Ar Direktör: Fatoş Oran, Yönetmen Asistanı: Binnur Yükseker, (Ulusal Video stüdyola-rında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Tarık Tarcan, Nazan Ayas, Güzin Doğan, Ahmet Kostarika, Ömer Çolakoğlu, Ezgi Anıl, Tankut Baloğlu, Deniz Dümer, Mehmet Akdil, Sevim Ersin, Gamze Yarka, Ali Rıza,

Konu: Ercan (Tarık Tarcan) üniversitede güçlükle okuyan, yoksul bir gençtir. Bir an önce fakülteyi bitirip iş bularak geçimini temin etmesi gerekmektedir. Aynı okulda öğrenim gören Çiğdem ile aralarında duygusal ve romantik bir ilişki vardır. Ercan’ın okulu bitirmek için derslerine yoğunlaşmasının aksine, Çiğdem ve arkadaşları yaşamayı seven ve eğlenceye düşkün bir yapıya sahiptir. Arkadaşları ile birlikte deniz kenarına eğlenmeye giden Çiğdem’in, başka erkeklerle samimi davranışlar içine girmesi Ercan’ı rahatsız eder. Ercan eğlenceyi yarım bırakıp evine döner. Çiğdem’le ilişkisini de noktalar. Bu sırada arkadaşı Ahmet’in köydeki babasının hastalandığı haberi gelir. 

Ercan arkadaşını yalnız bırakmamak için onunla birlikte yola çıkar. Köy yolunda iken önlerine çıkan bir at arabası kaza geçirmelerine neden olur. Ahmet kazadan yara almadan kurtulur. Ama ayağından yaralanan Ercan kendinde değildir. At arabasının sürücüsü Hasan Ahmet ile Ercan’ı kendi evine götürür. Torunu Zehra (Nazan Ayas) ile birlikte Ercan iyileşene dek ona bakacaklardır. Ercan kendine geldiğinde başında bekleyen Zehra’yı görür. İyileşmesi biraz zaman alacaktır. Bir yandan babasını da merak eden Ahmet yoluna tek başına devam eder. Ercan iyileşince yalnız dönecektir. Ama hesap etmediği bir şey vardır. 

Güzel Zehra, evlerine bir ışık gibi düşen bu yakışıklı gençten olağanüstü etkilenmiş, yüreği kıpır kıpır etrafında dönüp durmaktadır. Ercan da Zehra’dan etkilenir ve birbirlerine aşık olurlar. Ercan iyileştiğinde dönmek ister, çünkü sınavı vardır. Sınavdan sonra geri gelecek ve Zehra ile evlenecektir. Şehre döndüğünde olanları Ahmet’e anlatır. Böylelikle durumdan haberi olan Çiğdem’in kıskançlık krizi tutar ve Ercan’ın peşini bırakmaz. Daha da ileri giderek Ercan’ın Zehra ile evlenmesini engelle-mek için ondan hamile olduğunu söyler. Ercan’ın eli kolu bağlanmıştır. Başka bir seçeneği kalmaz ve çaresiz Çiğdem’le evlenmeyi kabul eder. Sınavlar biter ama Ercan köye, Zehra’nın yanına dönmez. Yine de Zehra evinde büyük bir umutla Ercan’ı beklemektedir. Ercan bir avukatın yanında işe başlar. Çiğdem giderek Ercan’ın her şeyine karışmasından sıkılır ve tartıştıkları bir anda aslında hamile olmadığını, yalan söylediğini açıklar. Bu Ercan’ın rahat bir nefes almasını sağlar. Çünkü Zehra’yı sevmektedir ve aklı sürekli onunla meşguldür. Büyük bir sevinçle, köye, Zehra’ya, mutluluğa koşar…