Powered By Blogger

26 Mart 2020 Perşembe

14 NUMARA (1985)


Yönetmen: Sinan Çetin
Senaryo: Sinan Çetin, Ömer Uğur (İrfan Yalçın'ın "Genelevde Yas" adlı romanından)
Görüntü Yönetmeni : Cem Molvan
Özgün Müzik: Barış Manço, “Kurtaran Ekspres
Yapım: Plato Film/Sinan Çetin

Oyuncular: Hakan Balamir, Serpill Çak-maklı, Bülent Bilgiç, Keriman Ulusoy, Nilüfer Aydan, Özlem Tekçe, Hikmet Gül

KONU: Yaprak köyünden gelip geneleve sermaye olmuştur. Çalıştığı evin en genç ve güzel kızıdır. Aynı evde çalışan Zargananın hasta ruhlu dostu Arap Yaprak ile ilgilenilr. Zargana ölünce Arap, Yaprağın başına dert olur. Kaba kuvvetle himayesine alır, Yaprak çaresizdir. Yaprak genelevde tanıştığı önce müşterisi sonra sevgilisi olan Necmi’yi sever. Necmi de Yaprak'a aşıktır. Evlenmek istemektedir. Arap buna karşı çıkar, Necmi’yi tehdit eder, Yaprak'ı döver. Yaprak Necmi ile düğün hazırlığı yaparken, Arap tarafından bıçaklanarak yaşamını yitirir.

22. Antalya Film Şenliği'nde "En iyi fim" seçildi.

►Sinan Çetin "En iyi Yönetmen" ,
►Hakan Balamir ise "En Başarılı Erkek Oyuncu" ödülü aldı.

*Antalya Şenliği birincisi "Dul Bir Kadın'dan sonra, bu kez ikinci gelen film "14 Numara" gösterime girdi. Ve tıpkı "Dul Bir Kadın" gibi, belli sinemasal nitelikler içerse de, yine de Türk sinemasının günümüzde eristiği düzey içinde, ilginç olmanın ötesine geçip tam bir başarıya erişemiyor bu film... Sinan Çetin, oldukça uzun bir aradan sonra yaptığı filmini, İrfan Yalçın'ın "Genelevde Yas" isimli romanına da-yandırmış. Taşradan gelip geneleve düşmüş Yaprak isimli bir kadının serüveni bu... Yaprak, çalıştığı evin en genci, en güzeli. Hikâyesi, diğer genelev kadınlarınkinden pek farklı değil. Sonu da... Görmüş geçirmiş genelev kadını Zargana'nın bin bir numarayla başa çıkabildiği, yarı kaçık Arap, Yaprak'la ilgilenmekte gecikmiyor. Zargana'nın ölümü üzerine bu ilgi bir ilişkiye dönüşüyor. Diğer yandan, kadınsız toplumumuzda kimileyin genelev kadınlarına bile yönelebilen delikanlı sevgilerinden biri Yaprak'ı buluyor, temiz bir genç, Necmi, onu teliyle duvağıyla genelevden alıp evinin kadını" yapmak istiyor. Ali Yapraklın "kötü kaderi", onu kapıda beklemektedir...

"Genelevde Yas", okuduğumda beni pek etkilemeyen, oldukça düz, yalın, giderek sığ bir roman denemesiydi. Sinan Çetin, bundan coşkulu, "pitoresk", yüreği atan bir film yapmayı denemiş. Çetin'in o heyecanlı, yerinde duramaz, kıpır kıpır kişiliği füme de sinmiş sanki. Sinema yaşamı aralıklarla süren, kendini bir türlü Yeşilçam’a tam anlamıyla kabul ettiremeyen Sinan Çetin, sanki bu filmle "yönetmenliğini kanıtlamak", sinema bilgisini göstermek, hem özgün, hem de "iş yapacak" bir film kotarabileceğini kanıtlamak islemiş." Sinan Çetin, "14 Numara"da belki bunları gerçekten de kanıtlıyor. Filmi ödüller aldı, Antalya'da ikinciliğin yanı sıra en iyi yönetmen de seçildi. Ayrıca filmi duyduğuma göre iyi iş de yapıyor. Ama insan filmi izledikten sonra geriye baktığında ne türden bir hikâye izlemiş olduğunu düşününce düş kırıklığına uğruyor. Çetin, ilginç, değişik, kendine özgü birkaç kişilik yaratmayı, bunların arasındaki ilişkileri gergin, sinirli, gerilim dozu yüksek sahnelerle vermeyi, genelev gibi Türk toplumu için hala çok önemli bir kuruma, geçmişteki "Vesikalı Yarim", "Baraj" vb. gibi filmlerden daha gerçekçi biçim-de yaklaşmayı bilmiş. 

Ancak anlatılan hikâye, asıl özüne indirgendiğinde, Türk yazını ve sineması içindeki tipik, alışılmış "genelev duyarlığının ötesine geçip çağdaş bir çizgiye ulaşamıyor. Sonunda belalısı tarafından, teli duvağı İçinde vurulan genelev kadını, "kader değişmez" temasının "genelev kadınının kaderi hiç değişmez" çeşitlemesini bir kez daha işleyen geleneksel, giderek tutucu bir öykü değil mı? Sinan Çetin, kimi genelev filmlerinin "pembe gerçekçiliğinden uzaklaşmak istemiş. Ama bu kez ters yönde bir abartmaya düşmüş. Sokağın çamurundan evin pisliğine, her şey öylesine çirkin, kötü. iç burucu ki! Filmin açılış bölümündeki çok ilginç belgesel çaba, bu nedenle aşırı bir dram atizasyona, haydi sözcükten korkmayalım, melodrama gelip dayanıyor. Her şey, etkili olsun, "pitoresk" olsun diye uğraşılmış... Zargana'nın "patetİk" kişiliğinden Arap'ın çılgın öfkesine, bu tutum kişilere de yansımış. Her şey bir doz fazla, bir doz abartılmış gibi... Sinan Çetin trenleri de çok seviyor anlaşılan (ben de severim). Ama habire yinelenen tren motifi, aşırı kullanımı bir yana, işlevsel bile değil. Çünkü sonunda Yaprak'ın "kaderini belirleyen, trenle aile namusunu temizlemek için İstanbul'a gelen ağabey değil... Final bölümü ise, oldukça uzun tutulmuş bîr ağır çekim içinde, sanki geç kalmış bir Feckİnpah etkisini sinemamıza taşıyor. Ama son dönemde daha çok, yalın, sade, "ekonomik" anlatımlara yönelen kişisel beğenimiz nedeniyle "14 Numaraya belki biraz haksızlık ettik. Sinan Çetin'in bu heyecanı, içtenliği, "patetik" olanı arayışı, sinemamız için aslında önemli bir kazanç. Biraz denetlenmesi kaydıyla. Biraz 'rol kesen" Keriman Ulusoy pek değil, ama Özellikle Hakan Balamir, çok zor bir rolün hakkım veren usta işi bir oyun veriyor. Barış Manço'nun müziği de, Çetin'in amaçladığı stilize, destansı anlatıma uymuş. Kuşkusuz son söz yine seyircinin olacak... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


ONLAR DA SEVDİLER (1985)



Senaryo ve Yönetmen: Oksal Pekmezoğlu
Görüntü Yönetmeni: Serdar Servidal
Yapım: Metro Film/Zeki Kafalı

Oyuncular: Vahdet Vural, Şehnaz Dilan, Yılmaz Köksal, Meral Boduroğlu, Gönül Bayhan, Turgut Özatay

Konu: Film, bir pavyonda dansözlük yapan kadınlara âşık olan iki köylü gencin öyküsünü konu alır. Vahdet ve Kasım küçük bir köyde çiftçilik yapan iki gençtir. Ürettikleri sebzeleri satmak amacıyla sık sık şehre giden iki arkadaşın şehirdeki tek eğlencesi ise hovardalık yapmaktır. Bu seferlerden birinde bir pavyona giren ikili dansözlük yapan Arzum ve Nihal’e âşık olunca başlarına gelmedik kalmaz. Pavyondan olaylı şekilde kovulan iki genç, âşık oldukları kadınlara ulaşmaya çalışır. Bu yüzden pavyona yeniden girebilmek için türlü yollara başvuracaktır. (Hasan Sakın)



O KADINLARDAN BiRi (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Ülkü Erakalın
Foto Direktörü: Mükremin Şumlu
Koordinatör: Aziz Sarıkaya
Yapım: Metro Film/Zeki kafalı

Yapım Yönetmeni: Cihat Karahan, Set Teknisyenleri: Ahmet Kavak, Cavit Aydın, Işık Mazhar Eröz, Şef: Hüseyin Kılıç, Yardımcısı: Osman Koşkan, Reji Asistanı: Handan Adalı, Laboratuvar: Tümay Rızai, Şemsi Tokgöz, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Montaj, Senkron: Cevat Sezer, Negatif Montaj: Ali Berkan, Ömer Aksu, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Seslendirme Yönetme-ni: Ayşin Atav, Koordinatör: Aziz Sarıkaya, (Sineray Stüdyolarında hazırlanmış ve renklendirilmiştir)

Oyuncular: Bulut Aras, Deniz Akbulut, Nuri Alço, Saltuk Kaplangı, Handan Adalı

Konu: Filmde, kocasının ilgisizliği yüzünden farklı arayışlar içerisine giren bir kadının hikâyesi anlatılır. Büyük bir şirketin sahibi olan Turgut sürekli iş seyahatlerine çıkar. Seyahatleri bir süre sonra karısı Serpil’le sorun yaşamasına neden olur. Serpil kocasından bulamadığı ilgiyi şirketin elemanlarından Yalçın’da aramaya başlar. Turgut, karısının kendisini aldattığını öğrense de bilmiyormuş gibi davranır. Bununla birlikte karısına karşı öteden beri kin duyan Turgut, farklı hesaplar peşindedir. (Hasan Sakın)


NOKTA VİRGÜL, DEH DEH DÜLDÜL (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Sırrı Gültekin
Görüntü Yönetmeni: Orhan Kapkı
Yapım: İlker Film/Çetin Dağdelen

Oyuncular: Abdullah Şahin (Nokta), Enver Demirkan (Virgül), Mesut Engin, Suna Yıldızoğlu, Yıldırım Gencer, Kâzım Kartal,

Konu: Parasız iki gençle, zengin bir kızın macerası.

MUHTEŞEM (1985)



Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Aslan
Foto Direktörü: Hüseyin Ererez
Yapım: Metro Film/Zeki Kafadar

Oyuncular: Mecit Yavuz, Mustafa Gülen, Pembe Mutlu, Sevim Özün, Orhan Aydın, Adnan Mersinli

Konu: Bir ajanla, korumasını üstlendiği genç kız arasındaki aşk ilişkisi.


MELEK YÜZLÜM (1985)


Yönetmen: Şahin Gök
Senaryo: Sungur Esen
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Set Teknisyenleri: Halil Dede, Kadir Çil, Metin Erdoğdu, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Yardımcı Yönetmen: Jan Brendizi

Oyuncular: Gökhan Güney, Bahar Öztan, İnci Saner, Yıldırım Gencer, Erdinç Akbaş, Ümit Yesin, Hakkı Kıvanç,

Konu: Filmde, zengin olmak isteyen ve büyük şehre göç eden bir adamın hikâyesi anlatılır. Küçük bir kasabada yaşayan Gökhan, zengin olup rahat bir yaşam sürmek ister. Bu yüzden sürekli büyük şehre gitme hayalleri kurar. Bir dostunun tavsiyesiyle kasabadan ayrılıp şehre taşınır. Bir fabrikada iş bulur. Ancak kazandığı parayı yetersiz bulur. Daha rahat bir yaşam sürmek isteyen Gökhan, bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)



MAVİ MAVİ MASMAVİ (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Yalçın Erkan
Görüntü Yönetmeni: Mehmet Ali Özdemir
Yapım: Deniz Film/Ömer Özçelik

Oyuncular: Azer Bülbül, Aynur Aydan, Nilgün Ersoy, Baki Tamer, Ahmet Kara-ca, Murat Avşar, Hülya Öz

Konu: Şarkıcı bir kızla Almanya’ya giden bir gencin aşkları.

MAVİ MAVİ (1985)


Yönetmen: İbrahim Tatlıses
Senaryo: Mehmet Aydın
Kameraman: Erdoğan Ererez
Hikaye: Nami Dilbaz
Özgün Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Orkestrasyon: Oğuz Abadan, Reji Asistanları: Sevda Aktolga, Sema Öztüzün, Prodüksiyon Amiri: Erol Emerle, Fikret Ertuğrul, Set Ekibi: Halil Dede, Ekrem Çınaroğlu, Işık Şefi: Aslan Yıldız, Işık Ekibi: Gürcan Küçüker, Mehmet Söyler, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Senkron: Sedat Karadeniz, Negatif Montaj: Ali Berkan, Ömer Aksu, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Laboratuvar, Rıza Tümai, Armağan Köksal, Şemsi Tokgöz, Selahattin Kılıç, Montaj: İsmail Kalkan, Seslendirme Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu, (Sineray Stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Pembe Mutlu, Şükriye Atav, Neslihan Acar, Tuncay Akça, Diler Saraç, Aslan Altın, Sabit Çolael, Ahmet Kavak,Murat, Ergun,

*Bu yazı Almadovar'ın Atame’'sinde (Bağla Beni) ve Tatlıses'in Mavi Mavi'sindeki yazarlık, arzunun işlenişi ve kendine dönük parodinin işlevlerini karşılaştırmalı olarak irdelemeyi amaçlıyor. Eş derecede önemli bir amaç da gerçekçi, modernist ve postmodern olarak sınıflandırılabilecek filmlerin, sinemasal yazarlık bağlamında içerdikleri farklılaşmaları Kuramlaştırmaktır. Özellikle anlatısallık zincirini oluşturan olayların gelişimi ideolojik bir benzerlik içerirken anlatımsal işleniş birbirinden tamamen farklı iki yazarlık örneği sunmaktadır.

Filmler iki açıdan birbirlerine benziyorlar: Filmlerde kızlar kaçırılıyor ve kendilerini kaçıranlara aşık oluyorlar. Buna karşılık kaçırma olayının meşrulaştırılma şekli, bu iki filmin en önemli farklılığını oluşturuyor. Bağla Beni'de Ricki (Antonio Banderas) Marina'yı (Victoria Abril) bir gün kendisine aşık olacağı inancıyla kaçırır ve yatağa bağlar. Mavi Mavi'de kaçıranın kendisi, Sibel (Hülya Avşar) tarafından kandırılarak baştan çıkartılan ve ardından partide eğlenen insanlar önünde aşağılanan bir kurban-kahramandır. Bunun sonucunda Kerim (İbrahim Tatlıses), Sibel'i ona bir ders vermek için kaçırır.

Kaçırma olayını meşrulaştırma konusundaki benzerlikleri ve ayrılıkları dışında Atamel ve Mavi Mavi aynı zamanda yazarlarının kişisel katkıları açısından da farklılıklar gösteriyor… Bağla Beni'deki yazarsal katkı, gelişen olayların inandırıcılığını ortadan kaldırmaya yönelik kendinden parodi olarak ortaya çıkmakta-dır. Bu saptama ise Bağla Beni'nin anlatımına ilişkin iki düzeyi işaret etmektedir: İlk düzey olayların düz bir mantıkla anlatıldığı "hedef alınan" metindir. Birinci düzeyle iç içe var olan ikinci metin ilkinin meşruluğunu sorgulayan bir yabancı metin olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, Bağla Beni'de hedef metin kaçırılma olayı, yabancı metin ise birinci düzeyde sunulan olayları yadsıyan stilize edilmiş, kendine dönük parodidir. Bağla Beni'nin bu iki boyutlu yapısına karşılık Mavi Mavi'nin anlatımı tamamen tek boyutludur. Öykülemede, yazarsal katkı da tek boyuta indirgenmiştir ve hiçbir yazarsallık veya bilinçli bir parodik anlatım ön planda gözükmemektedir. Film genel geçer sinemasal kalıplara dayanmakta, hem popüler sinemanın hem de gerçekçi anlatımın kalıplarından dayanak almaktadır.

Bütün diğer filmler gibi Bağla Beni de Mavi Mavi de seyirciye perdede yaşanan fantazmayı, onun kendisinin ürettiği izlenimini veriyor. Tüm filmler düşü görenin gerçek kimliğini, açıkçası yönetmeni perdeden saklamanın bir yolunu bulur. Seyirciye de seyrettiğinin bir düş ürünü olduğu unutturulmalıdır.

Bağla Beni ve Mavi Mavi 'de perdeye yansıtılan ve seyircinin kendi fantezisi olarak özümsediği, aslında yönetmenlerin bilinçaltı fantezilerinden başka bir şey değildir. Fakat bu dönüştürme süreci ve yönetmenin rolünü silme biçimi her iki filmde de önemli farklılıklar gösteriyorlar.

Bağla Beni bizzat kaçırma olayını parodiye dönüştürerek, yönetmenin olası fantezilerini filmden soyutlar. Adeta film seyirciye olup bitenleri ciddiye almamasını öğütler. Parodinin işlevi, yönetmeni filmiyle bütünleştirmek değil, tersine ona ironik bir mesafe ile bakıldığını ima etmektir. Parodik anlatımın ön plana çıkartılması Almadovar'ın yazarlığının da altını çizen bir öğedir. Öte yandan Bağla Beni'de öyle anlar vardır ki parodik anlatım yiter ve film kendini ciddiye almaya başlar. Böylesi anlarda parodinin, yönetmeni temize çıkarma işlevi biter ve fantasmasını örten maske düşer. Daha önce belirttiğim gibi, Mavi Mavi-de bu tür bir parodi gözükmez. Tam tersine olaylar tümüyle ciddiye alınmış-tır. Burada kişisel onur ve ahlaki değerler, kaçırma olayını meşrulaştırıyor. Olayların sunuluş biçimi alternatif bir metin ile parodileştirilmiyor. Daha da ileri giderek Mavi Mavi'nin yönetmeninin film ile tümden özdeşleştiğini söylemek olası. Tatlıses'in diğer filmleri ve şarkıları ile pekişmiş imajı kendisinin de aynı şeyi yapabileceği izlenimini verir. Mavi Mavi'nin en ilginç özelliği, Tatlıses'i hem gecekondu mahalleri arasında mekik dokuyan yoksul ama onurlu bir minibüs şoförü olarak, hem de film ötesi, "sınıf atlamış", popüler bir şarkıcı olarak aynı anda mitleştirmesi….

Mavi Mavi'nin anlatımı bir yanda müzikal türünün anlatım özellikleriyle, diğer yanda Yılmaz Güney sineması uzantısı yoksul mahallelerin çıplak gerçeğini ön plana çıkaran, bir fotoğrafik anlatıma dayalı, zengin ve fakir yaşamı çelişkileri ile gösteren "gerçekçi" sinemanın harmanlanmasıdır….

Başlangıcında Mavi Mavi iki uç kültür ve sınıfa ait iki bebeği paralel kurgu ile gösteriyor. Birini gecekondu mahallerinde büyürken, diğerini de sayfiye yerlerinde ve plajlarda görüyoruz. Büyüdüklerinde biri toples güneşleniyor, diğeri de Aksaray'da minibüsçülerin arasında yaşıyor. Çocuklar bir taraftan büyürken, bu mekanlar sınıfsal göstergelere dönüşerek film boyunca leitmotif (laytmotif) olarak işlevlerini sürdürürler. Bu sahneler aynı zamanda erkek ve kız çocuğunun ilerde buluşacak da olsalar farklılıklarının ciddi bir engel oluşturacağını ima ediyor.

Öte yandan, Bağla Beni karakterlerini sınıf farklılıkları içinde göstermez. Aslında hem Rick hem de Marina işçi sınıfi kökenlidir. kız Rick'in çocukluğu önce yetimler yurdunda sonra da akıl hastanesinde geçerken Marina pavyonlarda, ucuz seks filmlerinde oyuncu olarak yetişmiştir. Dolayısıyla sınıfsal uyumluluk bu filmde belirleyici rolü oynamaktadır. Buna karşılık daha farklı bir etken Bağla Beni'de karşıtları karşı karşıya getirmiştir. Yalnızlık, yitirilen değerler ve iş ahlakı ile aile kurmak, çoluğa çocuğa karışmak ve saygın bir iş sahibi olmak gibi arzular karşı karşıya konmuştur. Dolayısıyla, filmin beklenen finalinde iki karakter aynı değerler şemsiyesi altında birleşiyor ve bunu mutluluğun temeli olarak görüyorlar.

Bu bağlamda, her iki filmin de sınıfsal ilişkiler üzerine kurulduğu söylenebilir. Mavi Mavi'de içselleşen arzu, her iki sınıfın diğerinde çekici bir yan bulması üzerine kuruludur. Kerim öğrencileri minibüsüyle okullarına götürürken, BMW'si ile kız kardeşini bırakan Sibel, sabırsızlıkla arkadan korna çalar. Bunu Kerim'in Sibel'e verdiği bir ahlak dersi izliyor. Böylelikle film, işçi kökenli insanların yoksul da olsa namuslu dürüst ve hatta "ülkeye yararlı", zenginlerinse, şımarık, israfkar ve sefih oldukları saptamasını yapar. Kerim'in verdiği dersten etkilenen Sibel, kız kardeşini okula minibüs ile göndermeye başlar. Bu filmde de, ulaşılmazlık, bir kadın-nesnenin ötesine geçerek sınıfsal üstünlük, yaşam biçimi ve daha önemlisi yaşama biçiminin kendisini de belirleyen bu sınıfsal konumun ulaşılmazlığıdır. Kerim 'in Sibel'in ait olduğu sınıfla özdeşleşmesi ulaşılmazlığın oluşturduğu arzu olarak görülebilir.

Mavi Mavi'deki paralel sahne Sibel'in kaçırılışının hemen ardından gelir. Fakat bu filmdeki kız kaçırmanın Bağla Beni den kültürel açıdan önemli bir farkı var: Kız kaçırma Türk kültüründe bir sapkınlık değil bir gelenek olduğu için sonuçta bir kız kaçırma olayını kendini ciddiye alarak göstermek mümkün. Kız kaçırma nedeninin normal olarak algılandığı bu sahnede ön plana çıkan asıl sapkınlık,olayın fetişistik sunumunda yatıyor.

Kerim'in minibüsündeki genel görüntüsünü izleyen yakın çekimde Sibel'in yüksek topuklu ayakkabıları ve çapraz olarak bağlanmış ayak bilekleri görülür. Bu sah-nede de diğer minibüs sahnelerinde olduğu gibi direksiyondaki Kerim, tonda Tatlıses'in bir şarkısı ve arkada (bu sefer tamamen savunmasız) bir kadın üçlüsü bir arada görülür. Fakat Bağla Beni'den farklı olarak mutlu son ile bağlanabilecek bir fantezi senaryosu sunulmaz. Tam tersine Sibel 'in kaçırılması aşık olduğu kadınlararından aldatılarak aşağılanmış ve artık yitireceği hiçbir şey kalmamış birinin yapabileceği umutsuz bir eylem olarak sunulmuştur. Sahnenin en belirgin özelliği amaçsızlığıdır. Bu aşamada Kerim'in bile Sibel'i ne yapabileceğini bilmesi mümkün değildir. Sibel zengin yaşamın fetişistik ve iç gıdık-ayıcılığının da kendisi gibi sunulmuştur. Fetişizm bağlamında yüzIeşilmek istenmeyen ve dolayısıyla kaçınılan travma karakterlerin "ayrı dünyalara ait" oluşlarının bilincidir. Sonuç olarak film, bu bilinçten tüm sınıf ve kültür duvarlarının aşıldığı bir evliliğe, kısacası bir düşe inanarak sıyrılır. Filmin üç düzeyinde de (öyküleme, seyretme ve yazarlık) karşılıklı olarak paylaşılan ve duyumsanan ortak öğeler görülür. Öykü düzeyinde Sibel de Kerim de bir diğerinin neden yoksun olduğunun farkındadır. Ve bu yoksunluk her zaman sınıf farkının değişik sonuçları olarak ortaya çıkar. Ama bu yalnızca ahlak ve kültür farkıyla sınırlı olmakla kalmayıp cinsel arzu ile de ilgilidir. Keza hem Sibel hem de Kerim evlenmek istemedikleri kişilerle evlenmekle yükümlüler ve bu da yine ait oldukları sınıfların bir yaptırımıdır.

Sibel'in tutsaklığının betimlenişi seyirciyi sahnenin fetişizmini paylaşmaya davet eder, niteliktedir. Dolayısıyla bu isyan fantezisi, karakterlere olduğu kadar seyirciye de fetişizmin tüm aşamalarını duyumsatır. Seyirci de Sibel'in elde edildiği izlemine kapılmaz; bununla birlikte Kerim'in yerinde olsa aynı şekiIde davranacağını düşünerek Sibel-'in kaçırılmayı hak ettiği sonucuna varır, dahası yol açabileceği mutlu son gibi alternatifler hayal eder. Dolayısıyla seyirci Sibel'in bağlı halini fetiş düzeyin-de algılar; fakat aynı zamanda bundan kendini sıyırarak, kaçırmanın gerçekten ne kadar uzak ve mantık dışı olduğunu da düşünür ve "gerçeklere" geri döner. Mavi Mavi'nin yönetmeni de bu ortaklaşa duyumsanan fetişistik deneyimden payını alır. Fakat yönetmenin bunu duyumsayışı seyircininkinin tam tersi yönünde gerçekleşir, çünkü öyküsel durumu hayal eden yine kendisidir. Ancak belli bir toplumsal gerçeğin inkarı böylesi bir fetişistik fantezinin yaratımına yol açar. Dolayısıyla, yönetmenin fetişist senaryodan ve özdeşleyimden sıyrılması bir bakıma Tatlıses’in kendine model olarak seçtiği minibüs şoförü imajını korumasıyla sınırlıdır. Son aşamada yönetmenin arzuları ile filme ait olan yazınsal arzu yazarın mesafesini kaybetmesiyle sonuçlanan bir ittifaka dönüşüyor. Bu arzu Mavi Mavi'de olduğu gibi sınıf değiştirmekten çok, bir kadını pornografi batağından kurtarıp ehlileştirmek, evlenip çoluk çocuk sahibi olmaya ikna etmek, kısacası ahlak dışı bir yaşamdan çıkarıp mazbut bir hayat tarzını benimsetmek-tir. (Selim Eyüboğlu) “Sinema Yazıları, “Hazırlayan: Seçil Büker

MAHŞERDE BULUŞALIM (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen
Kamera Mükremin Şumlu
Müzik: Kadir Şeker
Yapım: Soner Film/Muzaffer Sönmez

Stüdyo: Kısmet Film, Renk Uzmanı: Hayati Akbulut, Prodüksiyon Amiri: Cemal Orman, Dublajı İdare Eden: Hikmet Eldek, Müzik: Kadir Şeker, Ar Direktör: Ahmet Daymaz,

Oyuncular: Malatyalı İbrahim, Zahide, Tugay Toksöz, Engin Aksu, Halit Arkan, Baki Tamer, Muzaffer Sönmez, Yılmaz Kurt, Cemal Orman,

Konu: Film, bir mafya babası ile genç bir kız arasındaki aşkı konu edinir. Para kazanmak amacıyla İstanbul’a gelen Mustafa, İhsan adında bir mafya babası hesabına çalışmaya başlar. Kısa sürede patronun dikkatini çeken Mustafa çete içinde önemli bir konuma gelir. Bu arada Mustafa’nın patronu İhsan ile rakip çete lideri Hikmet arasında bir çatışma çıkar. İhsan öldürülür ve çetenin başına Mustafa geçer. Ancak İhsan’ı öldüren Hikmet cezaevine girdikten sonra yerine oğlu Arif geçmiştir. Arif, Mustafa’yı alt etmek için fırsat kollayacaktır. (Hasan Sakın)



MAHKUM (1985)


Yönetmen: Cüneyt Arkın
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Beyoğlu Film/Erol Şenbecerir

Prodüksiyon Yönetim: Adnan İrkut, Yılmaz Eşsiz, Teknik Direktör: Nurettin İrişen, Set Amiri: Yılmaz Kanat, Yardımcıları: Kemal Kundak, Orhan Gök, Işıklar: Doğan Atakan, Yardımcıları: Cavit Aydın, Erdem İstanbullu, Ahmet Kalay, Reji Asistanı: Tarık Günlü, Kameraman: Ali Utku, Laboratuvar: Armağan Köksal, Şemsi Tokgöz, Fehmi Acar, İzzet Tatlıcı, Renk uzmanı: A. Tümay Rızai,
Sineray Film Stüdyo ve Laboratuvarlarında hazırlanmıştır

Oyuncular: Cüneyt Arkın (Yakup), Bahar Öztan (Hemşire Ayşe), Salih Kırmızı (Salih), Erol Taş (Cemil), Kadir Savun (Hüsam), Hüseyin Peyda (Derviş Bey), İhsan Baysal (Avukat), Orhan Elmas (Savcı), Mehmet Uğur (Dervişin adamı), İbrahim Kurt (Davut), Necip Tekçe (Necip), Cihan Alp, Kadir Kök, Kamer Sadık (hasta), Çetin Başaran (Fedai Derviş), Kadir Kök (Osman)i Hüseyin Kaşif (Şeref), Mesut Sürmeli (Mustafa), Hüseyin Güler (mühendis), Kadri Küçükakdere, Cihan Alp, Mehmet Uğur,

Konu: Film, biri mafya babası diğeri balıkçı olan iki kardeşin öyküsünü konu alır. Yakup küçük bir sahil kasabasında balıkçılık yapan genç bir adamdır. Sevgilisi Ayşe ile nişan hazırlıkları yapan Yakup huzurlu bir yaşam sürer. Ancak Ayşe’nin kardeşi Salih, ikilinin mutluluğunu gölgelemektedir. Salih, Yakup’un ağabeyi Cemil hesabına tetikçilik yapar. Yakup, Salih’i yeraltı dünyasının kirli işlerinden uzaklaştırmak için elinden gelen çabayı gösterir. Ancak giriştiği işler sayesinde büyük paralar kazanan Salih bir türlü karanlık işler yapmaktan vazgeçmez. Bununla birlikte kasabayı son ziyaretinde ailesinden gördüğü muamele Salih’i düşünmeye sevk eder. Bu süreç sonunda Cemil’in çetesinden ayrılmaya karar verir. Ancak bu karar aynı zamanda onun ölüm emrini de çıkarır. Yakup ise Salih’i korumak için elinden geleni yapacaktır. (Hasan Sakın)


KÜÇÜK MUSTAFA HAYAT SOKAKLARINDA (1985)



Yönetmen: Oğuz Gözen
Senaryo: Nadire Zeybel
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Müzik: Cengiz Tekin
Yapım: Ajans Arı/Taner Öz

Oyuncular: Mustafa Açıkses, Mahmut Cevher, Leyla Somer, Tugay Toksöz, Gül Ünal, Jale Öz, Baki Tamer, Turgut Özatay, Ali Demir, Alpay Ziyal, Kemal Çapraz

Konu: Kız kardeşiyle birlikte üvey anne yanında yaşayan onlardan türlü kötülükler gören bir ailenin gazetedeki haberine dayalı bir senaryodur.

*Bu yıllarda Çocuk şarkıcılar furyası alıp yürümüş, bunlardan Emrah’ın yaptığı film piyasada büyük iş yapmaya başlamıştır. Emrah’a karşılık bir çocuk sanatçı olan ve ismi yeni yeni parlamaya başlayan kasetleri oldukça fazla satan Mustafa Açıksöz, Emrah’ın karşısına rakip olarak çıkartılır ve ilk filmini çeker.


KUYUCAKLI YUSUF (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Feyzi Tuna (Sabahattin Ali’nin aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni : Çetin Tunca
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap

Yönetmen Yardımcıları: Biket İlhan, Selma Akçura, Görüntü Yönetmeni yardımcısı: Fisun Salen, Müzik: Timur Selçuk, Kurgu/Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan, Ses Çekimi ve Miksaj: Erkan Aktaş, Eyüp Yıldız, Laboratuar: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Yahya Öztürk, Negatif Montaj: Adnan Şahin, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Çevre Düzeni: İsmail Kündem, Enver Kündem, Bekir Aslan, Giydirici: Sabahat İzgü, Nakliye: Erol Kaya, Aydınlatma: Kenan Eryılmaz, Yardımcıları: Bekir Toyar, Ahmet Eskigölge, Yapım Sorumlusu: Sabri Aslankara; Makyaj: Suzan Oruç, (Fono Film Stüdyosunda Hazırlanmıştır).

Oyuncular: Talat Bulut, Derya Arbaş, Ahmet Mekin, Ferda Ferdağ, Sema Çeyrekbaşı, Engin İnal, Melih Çardak, Atilla Yiğit, Seda Yıldız, Nilgün Nazlı, Kemal İnci, Bülent Oran, Ali Osman Okumuş, Meltem Çavuşoğlu, Savaş Ustay, Fuat Okan, Nuri Tuğ, Savaş Akova, Fatoş Sezer, Ali Erdoğan, Ertaç Ünsal, Hikmet Karagöz, Tosun Bayrı, Kemal Tok, Yüksel Tanık,

Konu: Bir köyde tüm ailesi eşkıyalar tarafından öldürülüp yetim kalan Yusuf’u (Talat Bulut) idealist bir kaymakam olan Selahettin Bey (Ahmet Mekin) evlat edinir. Kaymakamın huysuz karısı buna karşıdır, ama çaresiz kalır. Ve Yusuf, kaymakamın kızı Muazzez'le (Derya Arbaş) birlikte büyür. Yusuf, ne yaşadığı kasabayı sever, ne de o insanlarla uyum sağlayabilir. Çünkü bir süre sonra kasaba eşrefindan Hilmi Bey'in oğlu Şakir, Muazzez'le e kafayı takıp evlenmek isteyince, Yusuf’la aralarında büyük bir çatışma başlayacaktır. Yusuf çeşitli olaylardan sonra, kendisini gizlice seven Muazzez'le evlenir. Kayınpederi Selahattin Bey'in aracılığıyla da kaymakamlıkta iş bulur. Ne var ki bir süre sonra Selahattin Bey ölünce, Yusuf en büyük desteğini yitirir. Yusuf, tahsildarlık göreviyle köyleri dolaşırken, bir yandan ekonomik durumlarının giderek kötüye gitmesiyle, bir yan dan da kötü ruhlu kayın validesi Şahende Hanım'ın, karısı Muazzez'i en büyük düşmanları Hilmi Bey ve oğlunun evleri-ne götürüp alemlere katılmaları, acı bir sonu hazırlar. Yusuf, böyle bir alem sırasında karısını, ırz düşmanları Hilmi Bey'i, oğlu Şakir ve kayın validesi Şahende'yi birlikte öldürüp elini kana bular.

Feyzi Tuna, zaman içinde genişliğine kurulu bir romanı, aslına sadık kalarak ve romancının öngördüğü çizgide geliştirmeye çalışmış, araya kitaptan koyduğu pasajIarın zaman geçişini verirken romancının yapıtına bağlı kaldığını, sık sık izleyiciye anımsatmıştır. Bir açıdan bu yaklaşım, yönetmenin sinema dilini zedelemiş, günümüzden elli yıl önceki roman tekniği ile yazılan "Kuyucaklı Yusuf"tan uyarlanan filmi de, elli yıl öncesinin tartımına taşımıştır. Hatta, kolay okunan bir romandan ağdalı bir film çıkarmıştır. (Yavuzer Çetinkaya, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 140, 15 Mart 1986) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

► Sabahattin Ali’nin "Kuyucaklı Yusuf'unu sinemalaştırmak yıllar yılı kim bilir kaç senaryo yazarının, kaç yönetmenin düşlerine girmişti. Bu iş sonunda Feyzi Tuna'ya nasip olmuş. Tuna, üstelik romanı senaryolaştırmak çabasını da kimselere bırakmamış. Böylece filmin tüm günahını ve sevabını yüklenmiş. Ancak "Kuyucaklı Yusuf’u gördükten sonra, bu önemli romanın aynı önemde bir film olarak sinemamıza kazandırıldığını söylemek zor. Feyzi Tuna'nın sevapları hanesine yazılacak şeyler çok. Ama günahları hanesi de oldukça zengin... Özetlemek gerekirse, "Kuyucaklı Yusuf edebiyatımızdaki ağırlığıyla sanki bir pehlivan Koca Yusuf a dönüşerek Feyzi Tuna'yı da, filme katkıda bulunan herkesi de ezmiş denebilir...

Önce şunu söylemeli: Tuna, romana büyük bir saygıyla yaklaşmış, oldukça 'sadık' bir uyarlamayı, oldukça ağırbaşlı bir tavrı yeğlemiş. Bu, yalnız romanın yer yer kimi önemli satırlarıyla kimi bölümlere 'yol göstermesi' tarzında belirmiyor. Bir-çok önemli, anahtar sahnede de, Tuna, Sabahattin Ali'nin anlattıklarını ve anlatma biçimini, diğer bir deyişle, üslubunu korumaya, bu üslubu 'ayniyle' görselleş-tirmeye çalışmış. Örneğin filmin en zor sahnelerinden biri olan sondaki kıyım bölümünde, S. Ali'nin anlattığı hemen her şeyi kullanmış: Meşin kamçının kalkıp inmesi, lambanın kırılarak odanın yarı karanlığa gömülmesi, körü körüne ateş, Muazzezdin kırık--dökük bir sesle yaşadı-ğım belli etmesi, vs. Ama bu sahnede ve daha kimi sahnelerde ortaya çıktığı gibi, romana 'sadakat', filmin inandırıcı olmasını, sahnenin (sinemanın) dramatik eylem bakımından, gerçeğe uygunluk bakımından doyurucu olması sonucunu getirmiyor illa da... Roman (edebiyat) gerçeğiyle film (sinema) gerçeği mutlaka birbirleriyle örtüşmüyor çünkü... Farklı değerlerle yaklaşmak, yazının uygun görsel karşılıklarını bulmak, uyarlama sorunları üstünde daha çok kafa yormak gerekiyor.

"Kuyucaklı Yusuf’u okumuş olun veya olmayın... Filmde insanı doyurmayan şeyler var. Senaryo aşamasında başlayan kimi eksik, yetersiz şeyler... Örnekse, filmde kimi temel davranışların nedeni belirmiyor.,, Niye Kübra kızın annesi, gözünün önünde olan bir olayı (Yusuf’un Hacı Etem tarafından vurulması) Yusuf’un yakınlarına Örneğin Kaymakam Selahattin beye anlatmaz? Aynı kaymakam, ilçedeki onca etkinliğine ve iyiliğin, adaletin savunucusu yanına karşın, düğünde herkesin gözü önünde İmlenmiş bir cinayetin ört-bas edilmesi olayına karşı çıkmaz? Hilmi beyin ne mal olduğunu onca iyi bildiği halde onun adamlarıyla kumar masasına oturmayı kabul eder? Hilmi beyin ve oğlu Şakirİn Muazzez'de ne denli gözleri olduğunu. Şakir'in Muazzez için elini kana bulamaya dek gidecek tutkusunu bildiği halde, Yusuf nasıl olur da açıkça bir tuzak olduğu belli olan bir işi, kendisini uzaklaştırmaya amaçlayan ‘tahsildarlık' görevini kabul eder? Romanda da böyle olması mazeret değil, çünkü yazıyla inandırıcı kılınabilen kimi şeyler, görüntüyle aynı sonucu vermeyebiliyor. Yoksa "Kuyucaklı Yusuf", kahramanlarının, sonucunu bilseler bile kimi eylemleri, kadere boyun eğercesine yaptıkları bir 'tragedya'mıdır? Kuskusuz ki toplumcu S. Ali'nin romanına, bu tür bir nitelik yakıştırmak doğru da olmaz...

Tüm bu olumsuz eleştirilerime karşın, "Kuyucaklı Yusuf'u sonuç olarak yine de saygıyla selamlıyor ve görülecek bir film olarak niteliyorum. Niye? Çünkü Feyzi Tuna, yapıta büyük bir ciddilikle, saygıyla yaklaşmış, filmini mekân seçiminden görüntünün kalitesine, ışıklandırmadan kalabalık sahnelerin yönetimine, özenle, dikkatle çekmiş. Kurgu, seslendirme gibi çekim sonrası işlemleri de üst düzeyde... Klasik bir yapıt, böylece, kimi yeteneksiz yönetmenlerin elinde, ticari amaçlı bir uyarlamanın düşebileceği çeşitli tuzaklardan saplanabileceği bayağılıklardan, verebileceği ödünlerden ırak biçimde, temel boyutlarıyla sinemalaşmış oluyor. Her ne kadar "Kuyucaklı Yusuf, bize başarılı bir filmden çok bir TV dizisinin tadını verdiyse de, en azından gündemde bir soru olan edebiyat/sinema ilişkileri üstüne düşünmek ve S. Ali'nin baş yapıtının olası uyarlamalarından birini izlemek için, görülmesi gerekli bir yapıt deriz. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

KURŞUN ATA ATA BiTER (1985)


Yönetmen:Ümit Elçi
Senaryo: Tarık Dursun K, Şener Gezgen Ümit Elçi (Tarık Dursun’un aynı isimli romanından “Roman 1984 yılında “Orhan Kemal Ödülü” almıştır.”
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Özgün Müzik: Mehmet Teoman, Vedat Sakman
Yapım: Ares Film/Ümit Elçi, /Şener Gezgen

Oyuncular: Hakan Balamir, Meral Orhonsay, Zuhal Olcay, Ahmet Mekin, Selahattn Bilal, Lütfü Seyfullah

Konu: Uzer (Ahmet Mekin), Cevahir (Hakan Balamir) ve Tahir (Selahattin Bilal) Güneydoğu sınırında kaçakçılık yapan üç arkadaştır Tahir, bu kaçak sırasında mayın tarlasında yaşamını yitirir. Karısı Hediye (Zuhal Olcay) yalnız kalmıştır. Hediye'ye Cevahir yıllardan beri gizlice tutkundur. Uzer ise Gazel'le (Meral Orhonsay) birlikte yaşar. Uzer'i seven Gazel'in düşlerinde de bir kent yaşamı vardır. Gazel bu düşler içinde yaşarken Uzer'in arkadaşı Cevahir, sınır boyunda pusuya düşürülüp bacağın-dan vurulur. Kangren olan ayağı kesil-dikten sonra Cevahir sakat kalır. Böylece kaçakçılık hayatı sona eren Cevahir'e yardımcı olur. Ve arkadaşının bir bakkal dükkanı açıp geçimini temin etmesi için ağadan para alır. Bu arada da Gazel ile Uzer de Cevahir'i tutkunu olduğu Hediye ile evlendirirler. Ama sonunda Cevahir'in kim olduklarını bilmeden sının geçmeleri için . yardım ettiği iki militan ağayı kurşun yağmuruna tutarlarken Cevahir'de yaşamını yitirir…

*Güneydoğu sınırında kaçakçılık yaparak yaşayan üç arkadaştan biri, Tahir bir geçiş sırasında mayına basarak ölür. Geride genç ve güzel karısı Hediye kalmıştır... Arkadaşlardan Üzerine yapıp edip İstanbul'a yerleşmek ve "Küçükçekmece'de bir ev almak" düşlerini sürdüren Gazel'le birlikte yaşamaktadır. Cevahir Hediye'ye eskiden beri tutkundur. Ancak Hediye, ölen kocasının etkisinden kurtulamaz, geceleri, hatta gündüzleri yanı başında onun hayali belirir, Hediye onunla konuşur, ona haberler verir, haberler alır... Bu arada Cevahir bacağından vurulur, kangren olan ayağı kesilir. Bu durumda artık "kaçağa gitmesi" olanaksızdır. Bir bakkal dükkânı açmak için gereken parayı, kaçakçılık işlerini yürüten Kasım Ağa'dan Üzer zorla alır, arkadaşı için... Tahir'in hayali de Hediye'nin Cevahirle evlenmesine izin verince, bu evlilik gerçekleşir,

"Kurgun Ata Ata Biter", Kaçakçılık olayını çağdaş bir bakış açısıyla işleyen, bu olayın kurbanlarından gerçek, yaşayan portreler verirken, olayın başındaki güçleri ve bunların son dönemde Türkiye'yi allak bullak eden yasadışı örgütlerle, giderek uluslararası siyasal şebekelerle ilişkisine de değinmeye çalışan bir yapıt bu... Tarık Dursun'un tüm romanları gibi, biraz senaryo tekniğinden esinlenmiş, sinemasal öğeler içeren, sinema yapmaya uygun.

Ümit Elçi'nin ilk filmini böyle sağlam bir yapıta yaslamış olması, kendi hesabına iyi bir seçim. Ancak “Kurşun Ata Ata Biter", tümüyle başarılı bir film olamamış. Oldukça şaşırtıcı, yer yer çok ilkel, yer yer gerçek bir sinemacının dokunuşunu taşıyan, sürprizlerle dolu bir film... Elçi ödüllü görüntü yönetmeni Orhan Oğuz'un ters bir dönemine gelmesinden mi "bayat film"den mi yoksa laboratuar işlemlerinden mi, bilinmez, görsel düzeyi düşük, ışıklandırması yanlış eksik, renkleri soluk bir film sunmak zorunda kalıyor seyircisine... Kimi anahtar sahneler, örneğin baştaki ilk "kaçakçılık" ve Tahir'in vurulması sahnesi, son derece etkisiz bir mizansenle verilmiş. Oysa bu sahnenin etkisi, tüm film boyunca söz konusu ola-cak. "Pusu" ve Cevahirin vurulması sah-nesi için de benzer şeyler söylenebilir.

Buna karşılık Elçi, filmine oldukça sağlam bir ruhbilimsel boyut katmış. "Zor" mizansenlerde başaramadığını, kişilerini yaşar, canlı kılmada, onlara insan boyutları katmada başarabilmiş. Tahir'in sık sık, güpegündüz ortalarda (yalnız Hediye'ye) gözüktüğü sahneleri, düşle gerçeğin karıştığı bu zor sahneleri de olağanüstü bir rahatlıkla çözümlemiş. İnsan ilişkilerinde, kaçakçılığın zor, sert yaşam koşullarının yanı sıra egemen olan, yumuşak, sevecen niteliği filmine sindirebilmiş. Örnekse. Üzerle Gazel’in ilişkisi, Gazel’in bitmeyen İstanbul düşleri feodal değerlerin egemen olduğu bir yörede kadın-erkek ilişkisine beklenmedik düzeyde insancıl, sevgi dolu bir bakış. Romanın (filmin) belki anahtar kişiliği olan, geçmişe bağlığı vefa, bir kocaya (ölmüş de olsa) sadakat vb. duygularla, bugünü, giderek geleceği yaşamak kurmak zorunda olan Hediye'nin kişiliği ise günümüz Türk sinemasının yeni ve önemli buluşu Zühal Olcay’ın birinci sınıf oyunuyla, boyutlu biçimde beliriyor...

"Kurşun Ata Ata Biter", ismiyle, konusuyla sizi yanıltmasın. Bu, aslında göründüğü gibi bir "erkek filmi" değil. Bir kadın filmi, asıl sorunsalını, geri kalmış yörelerimizdeki kadın-erkek ilişkilerine, giderek kadına, kadının durumuna yönelten... Bu açıdan, filmin en güzel sahnesi olan final bölümü çok anlamlı... Kasım Ağa'yı vururken, hayattaki gerçek arkadaşı, dostu Cevahir'i de öldüren, üstelik biri akrabası olan iki gencin peşinden sınıra doğru yollanır Üzer... Çünkü birlikte büyüdüğü, yakın biçimde yaşadığı kavramlar, onur, dostluk, İntikam vb, kavramlar, onu istese de işlemese de gitmeye zorlamaktadır. Ön planda bu gidiş-ten üzgün, mutsuz Gazel'i gösteren kamera, ustaca bir geriye kayışla evin içine girer, pencerenin ardında kendi dramını, kendi üzüntüsünü (Cevahir'in ölümünü) yaşamakta olan Hediye'ye uzanır.

İki kadını da bir anda aynı çerçeveleme içine getiren bu çekim, filmin özünü, bildirisini de vurgular. Bu tür ilişkiler içinde erkek, hep bir şeyleri korumak, savunmak için gidecek, kadın ise ona engel olamamanın, bir şey yapamamanın çaresizliği içinde onu bekleyecektir. Yalnız bu final bile, bizce "Kurşun Ala Ata Biter"i görmeye ve Ümit Elçi'ye bel bağlamaya yeterli bir neden oluşturur, “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”