Powered By Blogger

26 Mart 2020 Perşembe

KURBAĞALAR (1985)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: Özden Çankaya
Hikâye: Osman Şahin
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Yapım: Gülşah Film/Selim Soydan

Müzik: Atilla Özdemiroğlu, Reji Asistanı: Deniz Özden, Kamera Asistanı: Orhan Temizkan, Yar-dımcı Yönetmen: Turgay Aksoy, Set Ekibi: Bedri Uğur, Erdal Sümer, Azmi Yıldız, Işık Şefi: Mustafa Koçyi-ğit, Laboratuar: Ayhan Akat, Yıldı-rım Kumral, Negatif Kurgu: Ziya Pekuysal, Sesleri Alan: Tuncer Aydınoğlu, İhsan Küçüktepe, İsa Yücel, Kurgu: Mevlût Koçak, (Acar Film Stüdyolaraında hazırlanıp ve selendirilmiştir.)

Oyuncular: Hülya koçyiğit, Talat Bulut, Yavuzer Çetinkaya, Yaman Okay, Hikmet Çelik, Metin Çekmez, Cengiz Ekinci, Nesrin Çetinel, Başak Karakartal, Arzu Selin, Mustafa Yavuz, Cemal Orman, Ahmet Hikmet Karayollu, Ayşe Korkmaz, Melâhat Oraloğlu, Saadet Çıracı, Ali Ekinci,

Konu: Kocası öldürülen bir kadınoın yaşam mücadelesini konu alıyor. Hayatını kurbağa toplamakla geçirir. El-mas, Kazandığı parayla kooperatife ve bankaya olan borçlarını ödeyemez duruma düşmüştür. Bu arada kendisine talip olanlarla evlenmeyi reddeder ve yedi yıl hapis yattıktan sonra çıkan Ali'yle evlenmek ister. Ali bu evlilikten annesinin zoruyla vazgeçer.

Ödül:
*Sinema Yazarlarının "en iyi on film" seçiminde (1986), "Kurbağalar" 4.cü oldu. 
*23. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Atilla Özdemiroilu, "en iyi özgün müzik" 
*Fransa'nın Nantes kentinde düzenlenen 3 Kıta Film Festivali'nde (1987) Hülya Koçyiğit, "en iyi kadın oyuncu"

*Kurbağalar", alabildiğine dramatik bir sahneyle başlar: Baş-tan ayağa suya, çamura bulanmış bir adam, sabahın alaca karanlığında, sarsak adımlarla köye doğru gelir, ortalık yerde düşer kalır. Elindeki torbadan küçücük hayvanlar fırlar, hoplaya zıplaya çevreye dağılır; Kurbağadır bunlar... Sonra Elmas Kadın gelir, 'bulaşıcı hastalıktan öldüğü söylenen adamın sırtından vurulduğunu görür ve köylülere gösterir. Halil Pehlivan öldürülmüş, Elmas Kadın genç yaşında dul kalmıştır. Sonra Elmas, ölümden (cinayetten) sorumlu tuttuğu birinin evinin önünde adamı lanet ve de kurbağa yağmuruna tutar...

Bu vurucu başlangıçtan sonra, olayların aynı tempo ile gelişeceğini, Elmas Kadının, vurulan erinin ölümünün gizi ve intikamı peşinde koşacağını kısacası sayısız örneğini gördüğümüz bir 'köy filmi daha izleyeceğinizi sanırsınız. Oysa film, bam-başka yollara sapar, bir Trakya kasabası üstüne bir yığın gözlem içeren neredeyse belgesel tadında bir filme dönüşür.

Şerif Gören'in bir köy melodramdan özellikle kaçınarak, bir tür belgesele dönüştürdüğü fılm, altta kuşkusuz yine cin sellik temasına dayanmakta, böylece Gören'in son yıllarda bu temayı işlediği kimi filmlerle birleşmektedir. Kendine özgü bir ritme sahip, bu sakin, ağır başlı fılm, sonunda oldukça, ilginç bir çağdaş mesaja, kuşkusuz kadınlarımızın da hoşuna gidecek bir bildiriye ulaşmaktadır. Kimi gece çekimlerin yetersiz bir ışıklandırma nedeniyle aksaması, finalin yeterince güçte verilmemesi, yer yer abartılı bölümler (kurban kesme, kurbağa ayıklama), fılmin tam bir başarıya dönüşmesini önlese de, "Kurbağalar", günümüz Türk sineması içinde olsun, Şerif Gören'in filmografısi içinde olsun, önemli, değişik bir yer tutan, üstünde daha uzun boylu durulması gereken bir filmdir. (Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız.


KUL KULDAN BETER (1985)


Yönetmen Yılmaz Atadeniz
Senaryo: Ahmet Soner
Görüntü Yönetmeni Cem Molvan
Yapım Varlık Film

Ses ve Kurgu: Şenol Şentürk, Reji Asistanı: Muharrem Kılıç, (Öz Prodüksiyon Stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Müslüm Gürses, Alev Sayın, Demircan Türkdoğan, Ergun Köknar, Arap Celal, Ali Ateş, Ahmet Balıkçı, Yeşim Yükselen, Reşit Çıldam, Orhan Çoban, A. Rıza Cevizli,

Konu: Cinayet suçundan hapse giren Şehmuz hapisten çıktıktan sonra kendisine bir iş bulur ve yaşamına Zeynep adlı bir dansöz girer. Ancak Zeynep’e ilgi duyan patronu onları rahat bırakmayacaktır. Bu arada Şehmuz’un öldürdüğü adamın çocukları da intikam peşindedir


KÖREBE (1985)


Yönetmen: Ömer Kavur
Senaryo: Barış Pirhasan, Ömer Kavur
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Müzik: Neşet Ruacan
Yapım: Delta Film/Ömer Kavur

Kurgu: Mevlut Koçak, Görüntü Yön. Yardımcısı: Cem Morvan,

Oyuncular : Türkan Şoray, Cihan Ünal, Aykut Sözeri, Tuluğ Çizgen, Tomris Oğuzalp, Ferda Ferdağ, Sevda Aktolga, İsa Çelik, Gözdem Görenler, Dursun Ali Sağıroğlu, Cengiz Tünay, Didem Bülbül, Arslan Kaçar, Cengiz Sezici,

Konu: Meral, altı yaşındaki kızı Elif’le yaşamını sürdüren dul bir kadındır. Elif günün birinde ortadan kaybolur. Tüm aramalara karşın küçük kız bulunmaz. Meral’in eski kocası Halis ve avukatı Turgay da bu aramalara katılırlar. Halis, eski anlaşmazlıklar çerçevesinde kaçırılma olayında karısını suçlar. Avukatı Turgay, onu engellemeye çalışırken, Meral’in duygularını ve acısını paylaşırlar. Bu arayış sırasında Meral ve Turgay, kader birliği yapmış iki insan gibi birbirlerine yakınlaşırlar. İki yalnız insan arasında duygusal bir ilişki başlar. İzler küçük kızın Meral’in kendisi gibi dul bir kadın olan komşusunun, eski kocası tarafından yanlışlıkla kaçırıldığını ortaya koymaktadır.

*Barış Pirhasan’la Ömer Kavur’un ortak çalışması olan senaryonun (sonuca bakılırsa, son yılların en iyi ortak ay'ın çalışması) en sevdiğim yanı bu çevreye ilişkin davranış biçimlerini tam dozunda, çok fazla altını çizmeden ama yeterince da altını vurgulayarak duyurması. (Türk sinemasına Ferda Ferdağ’ın canlandırdığı yaşlı teyze kadar tanıdık bir yan karakter daha gelecek mi acaba? Bu bağlamda oldukça ince bir sosyolojik gerilimi var filmin. Ömer Kavur, Türkan Şoray’ın çocuğunu ararken girip çıktığı kentin o hiç tanımadığı(mız) dünyayı, sefil bekar odalarını, sur diplerini, kent dışı yerleşim bölgelerini, hatta apartman kapıcı dairesini bile film kişilerinin yaşadığı çevreye çok başarılı bir karşıtlık içine sokmuş. (Fatih Özgüven, Ömer Kavur’un “dönüş”ü, Video Sinema, S:: 10, Nisan 1985)

*Ömer Kavur açısından gerilim, Şoray - Ünal çifti açısından melodram olan Körebe, sonuçta üzerinde titizlikle çalışılmış bir üslup denemesi olmaktan ileri gidemiyor. Ve başarısız oluyor. İşte kıyamet de bundan sonra kopuyor. Çünkü basından çıkan yazılara bakılırsa başarısızlık konusunda “tevatür muhtelif’. Çünkü genel eğilim bütün suçun oyuncularda ve özellikle Cihan Ünal’da olduğu yönünde. Daha ufak bir bölüm ise daha “usturuplu” biçimde Ömer Kavur’u eleştiriyor. Ama oyunculuğu suçlayan kesim, Kavur'un sinemasını yere göğe koyamıyor. İşte bütün bu gürültü arasında (Türkan Şoray'ın kilosu, Cihan Ünal'ın zaten tiyatroda da kötü olduğu gibi ucuzluklar) gerçek başarısızlık nedeni aradan sıyrılıveriyor. Barış Pirhasan'ın senaryosu. Kanımızca filmi başından hak etmediği bir başarısızlığa mahkum eden en büyük etken senaryo. (Tuğrul Eryılmaz, Gelişim Sinema, S.: 10, Mayıs 1985)


*Ömer Kavur, sinemamızda çocuğa ve çocukluğa ilgi duyan sayılı yönetmenlerden biri... "Yusuf ile Kenan'la çocukluğun sorunlarına eğilen pek az sayıdaki filmlerin en önemlisini gerçekleştirmiş olan Kavur, "Körebe"de bir çocuğu odak noktası olarak alan bir gerilim öyküsü anlatıyor. Küçük Elif’in kaybolması, öyküye yalnızca bir çıkış noktası oluşturuyor gibi ilişkin değerlendirme fırsatlarını kaçırmıyor. Gerek başlarda Meral’in kızı ile olan ve alabildiğine sevecenlikle verilmiş ilişkileri, gerekse araştırma sırasında Meral'le Turgay karşılaştıkları "İstanbul'dan çocuk manzaraları" anımsanabilir. Özellikle sur kovuklarında, dilenciliğe zorlanan kimsesiz veya kaçırılmış çocuklara değin görüntüler, az etkileyici değil. Ancak "Körebe", temelde bir gerilim öyküsü, bir tür polisiye... Filmin başarısı, bizce öncelikle senaryo ustalığından kaynaklanıyor. Kısır ve tekdüze gözüken, nasıl açımlanacağı bir türlü kesti-rilemeyen konu, ilk denemesini yapan Barış Pirhasan'in elinde sürekli kendi içinde gelişen, beklenmedik bağlantılarla sürekli gerilimi ayakta tutan bir yapıya kavuşturulmuş. Kavur ise bu işlevsel senaryoyu tam bir profesyonellikle çözümlemiş. "Körebe", Kavur'un da sinema dilini oluşturmuş, anlatım sorunlarını çözümlemiş, sinemamızın en güvenilir yönetmenlerinden biri olduğunu kesin biçimde belirtiyor, Meral'in tuzağa düşürülmesi, Turgay'ın küçük kızı kaçıranları izlemesi ve Meral'in kızına kavuşması gibi 'zor' sahnelere Kavur'un getirdiği sinemasal çözümler hayli usla işi... Boş vakitlerinde resim yapan' kahramanlarıyla, kızı kaybolduğunda kendini yerden yere alıp 'ah başım vah başım diye dövünmeyen annesiyle, Kavur'un türlü çeşitli 'alaturkalıkları önleyip her zamanki serinkanlı, ölçülü, aklı başında tavrını koruduğunu da eklemek gerekir,,.

Ayrıca şunu da söylemeli: "Körebe”, hemen yalnızca bir gerilim öyküsü anlatmayı amaçlayan, çok iddialı olmayan bir film... Ama bu Öykü içinde bile, Kavur ilginç şeyler gösteriyor bize, önemli saptamalar yapıyor. "Sur içi" etkinlikleri kadar, İstanbul'un uçsuz bucaksız, oturanlardan başka kimsele-rin bilmediği 'kenar mahallelerinden, gecekondu semtlerinden verilen görünüm de epey ürkütücü... 'Karate okulları', 'tapulanmış kahveleri' ve de iç burucu yoksulluğu ile, büyük kentin kimilerimizin bilmediği, bilmek istemediği yüzü de "Körebe" nin ilgi ve sergileme alanı dışında kalmıyor..

"Körebe"yi ilginç kılan diğer öğelerin arasında Türkan Şoray'ın çok zor, çok tuzaklı bir roldeki alabildiğine denetimli, alabildiğine yalın, ama o ölçüde etkili oyununu da anmak isterim,,, Bİr de Neşet Ruacan'ın son derece etkili, filmin atmosferine büyük katkıda bulunan müziğini,.. "Körebe", büyük şeyler söylemeyen, ama söylediğini iyi söyleyen ve sinemamızın bu tür konularda Balı standartlarına nerdeyse ulaştığını kanıtlayan, düzeyli bir film... “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


KÖFTECİ HOLDİNG (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni Abdullah Gürek
Yapım: Saner Film/Hulki Saner

Set Teknisyenleri: Ekrem Çınaroğlu, Ergun Sımsıkı, Işık Şefi: Haydar, Yardımcısı: Ali Meyit, Renk Uzmanı: Kaya Ören, Laboratuvar: Osman Koşkan, Negatif Montaj: Recep Pala, Senkron: Aram Keskiner, Yapım Yönetmeni Asistanı: Ziya Ilgaz, Görüntü Yönetmeni Asistanı: Mesut Çağdaş, Yardımcı Yönetmen: Arif Erkuş, Yardımcı Yönetmen Asistanı Kenan Uluergüven, Yapım Yönetmeni: Şerif Ablak, (Kaya Ören Renkli Laboratuvarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: İlyas Salman, Pembe Mutlu, Leyla Önder, Bülent Kayabaş, Selma Sonat, Yüksel Gözen, Diler saraç, Ahmet Açan, Nejat Gürsoy, Ahmet Sert, Remzi İrez, Erkan Sımsıkı, Ali Rıza Cevizli, İbrahim Kurt,

Konu: "Ali ile Veli bir araba tamircisinde çalışırlar, beceriksizliklerinden ve aylaklıklarından Patron bunları işten kovar. Kendi işlerini kurmak için para ararlar. Nazlı Ablalarının çalıştığı evin sahibi Mehmet beyden kredi isterler. Ama vermez ve kovar. Çeşitli iş girişimlerinde bulunurlar ama başaramazlar. Mehmet, Nazlı’ya sarkıntılık eder, Nazlı kızar, Ali ile Veli ablalarından borç alarak köfte arabası alırlar ve köftecilik yapmaya çalışırlar. Arkadaşlarının çalıştığı tekneye gidip güneşlenirler. Pınar ve Nesrin teknenin karşısına otururlar, bir yan kesici Pınar’ın çantasını alıp kaçar, Ali ve Veli hemen koşar adamı yakalayıp çantayı alırlar, getirip Pınar’a verirler. Tanışırlar ve kızlar giderler. Mehmet Pınar’"ı oğlu Kenan’a istemektedir. Kenan saf biridir, elinden hiçbir iş gelmez. Pınar ile Nesrin Ali ile Veli’yi zengin zannederler, Zabıta bunları köfte arabası ile yakalarlar, Kızlar onlara mektup yazıp buluşmak isterler. Kızlar gelirler tekneye binip gezerler, Kenan Pınar’"ı gezmeye götürmeye gelir, Pınar gitmez. Kızlar ile Ali ve Velinin buluşmaları iyice artmıştır. Birbirlerine iyice bağlanırlar. Kızlar gazinoya gitmek isterler. Ali ile Veli paraları olmadığı için gitmek istemezler ve onları oyalarlar. Kenan sürekli ders çalışır, Mehmet ona kızar, ders çalışacağına Pınar’ı elde etmenin yollarını öğren der. Yakında Pınar’ın doğum günü partisi vardır, partiye Ali ile Veli de davetlidir. Hediye almak için Yeğenleri para verir. Ali ile Veli evden çıkarlar Nazlı ve Yeğeni ile görüşürler Kenan bunların resimlerini çekerler, onların evli oldukları yalanını söylerler. Resimler Pınar’ın babasına verirler. Babası Pınar’a kızar, resimleri gösterir. Kenan, Ali ile Veli’nin köfte arabasının yanına kızları getirir. Ali ile Veli utanırlar, Pınar gider Nazlı bu duruma üzülür, bu işi Mehmet’in yapabileceğini söyler ve Mehmet’in yanına gider. Mehmet’e kur yapar, onu yatak odasına gönderir ve etrafa bakarak resimleri bulur ve gider. Pınar’ın annesi Kenan’a teşekkür eder. Nazlı gelir duru-mu anlatır. Pınar Kenan’a kızar. Nazlı da Kenan’a vurur. Pınar ve Nesrin de tokat atar. Mehmet gelir o da Kenan’a vurur. Pınar ve Nesrin, Ali ile Veli’nin yanına gelirler ve her şeyi öğrendiklerini, her şeye razı olduklarını anlatırlar, hemen evlenmek üzere nikah salonuna giderler


KIZLAR SINIFI YARIŞIYOR (1985)


Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Erdoğan Tünaş, Haşmet Zeybek, Orhan Elmas
Kamera: Erhan Canan
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk

Yönetmen Yardımcısı: Nezih Tunar, Kamera Yardımcısı: Nusret Öz, Set Şefi: Sonay Kanat, Yardımcısı: Orhan Gök, Cenap Kuşçu, Işık Şefi: Turgut Köse, Işık Yrd.: Ali İnce, Alemdar Keçeci, Montaj-Senkron: Recep Pala, Negatif Montaj: Mustafa Karataş, Laboratuvar: “Helmut” Kâmil Utay, Mehmet Aktaş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Prodüksiyon Yardımcısı: Erol Kesler, Prodüksiyon Müdürü: Abdullah Cataç, (Sineray Film Stüdyo ve laboratuvarlarında seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Neşe Aksoy, Bülent Kayabaş, Mehmet Ali Erbil, Nazan Ayas, Suzan Avcı, Tuluğ Çizgen, Hayri Caner, Ayşegül İşsever, Ümit Yesin, Songül Gündüz, Hülya Günal, Tanju Şarman, Nuray İnal, İsmail Dursun, Mine Ersu, Memduh Ünsal, Sibel Davraz, Faruk Savun,

Konu: Yatılı bir kız kolejinde öğrencilerin öğretmenleriyle olan çatışmalarının gül-dürüsü.

KIRLANGIÇ FIRTINASI (1985)


Yönetmen: Atila Candemir
Senaryo: Halil Ergün
Görüntü Yönetmeni: Selçuk Taylaner
Yapım: Candemir Ltd./Tülin Candemir

Renklendirme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Ses: Serdar Işın, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Sesleri Alan: Ercan Okan, Baskı: Özkan Sevinç, Uğur Orbay, Negatif Yıkama: Ahmet Taşoluk, Abdullah Baran, Arif Şiringöl, Yardımcı Yönetmen: Aytekin Hatipoğlu, Yönetmen Yardımcısı: Ömer Uğur, Kamera Yardımcısı: Ahmet Gürkonak, Sinan Güngör, Işık Yardımcısı: Hüseyin Kılıç, Set Yönetimi: Mustafa Albayrak, Devamlılık: Yeşim Kaya, Makyaj: Corci, Yapım Yönetmeni: : Mustafa Oğuz, Müzik: Engin Noyan, Kurgu: Ömer Sevinç, (Şafak Film Laboratuarlarında renklendirilmiş, Fono film’de seslendirilmiştir)

Oyuncular: Perihan Savaş, Halil Ergün, Hüseyin Kutman, Asuman Arsan, Ayhan Kavas, Sezai Altekin, Defne Halman, Jale Aylanç, Yavuz Kumçay, Tilbe Saran, Göker Ergün,

Konu: Kasaba eşrafının ailelerinden birinin oğlu olan Kemal, kavaf olarak hayatını kazanır. Ancak Kemal'in tüm amacı İstanbul gibi bir büyük kente yerleşmektir. Ne var ki kaymakamlıkta görevli babası, oğlunun bu arzusuna devamlı karşı çıkar. Ve gitmesine engel olur. Bu sırada kasabaya Gönül adlı bir öğretmen atanır. Öğretmen Kaymakam tarafından Kemal'lerin evine yerleştirilir. Gün geçtikçe Kemal ile Gönül arasında duygusal bir ilişki başlar. Bir zaman sonra Kemal ile Gönül İstanbul'a gidip evlenirler. Ama mutlulukları ekonomik sorunlar ve iç çatışmalar nedeniyle giderek çökmeye başlar.

* Kırlangıç Fırtınasını izlerken kaçınılmaz biçimde 10 yıl öncesinin "Merhaba"sını anımsadım. İlk filmin ortak yanı, iki ayrı yönetmenin ilk filmi olmalarının yanı sıra, senaryolarının Halil Ergün tarafından yazılmış olmasıydı. Böylece 10 yıl arayla benzer temalar, kaygılar, dünyaya Halil Ergün çerçevesinden bakma olayı perdeye geliyordu. Kendi adıma, bu bakışı pek paylaştığımı, Ergün'ün dünyasına pek girebildiğimi söyleyemem...

Film, İznikli bir genç adamın, Kemal'in öyküsünü anlatıyor. Kemal, ilk yarıda bize rahatsız, tedirgin, kendisiyle barışık olmayan, pek çok şeye (her şeye?) baş kaldıran biri olarak sunuluyor. Tam bir 'nonkonformist' 

(*) kahraman... Ama perdede, James Dean'den Marlon Brando'ya, '400 Darbe'den 'İf’e, tüm bu tür filmlerdeki kişiliklerin bu tür davranışlarının toplumsal, toplumbilimsel, ruhbilimsel nedenleri belirtir. Oysa, bu filmde belirmiyor. Filmin ilk yarısında Kemal’in 'meselesi', İznik'ten İstanbul'a gidebilmektir. Türk toplumunun milyonlarca insanının dünyanın dört bir yanına savrularak Avustralyalara dek gittiği bir çağda, Kemal'in üç saatlik yoldaki İstanbul'a gitmesi nasıl bir 'mesele', ben anlayamadım. Ola ki, Halil Ergün'ün böyle bir 'mesele'si gerçekten vardır...

İkinci yanda ise, Kemal, aşık olup evlendiği Gönül'le bir türlü mutlu olamıyor. Niye? Kemal'in işleri kötü gidiyor İstanbul'da, iki yakayı bir araya getiremiyor. Ama asıl neden daha çok Kemal'in sevgisizliği, iletişimsizliği olarak beliriyor. Burada kuşkusuz daha bir gerçeklik, İçtenlik kazanıyor senaryo... Çünkü toplumumuzda iletişim kurmaktan, sevmekten yoksun o kadar çok insan var ki... Bu yüzden, yanı başlarındaki mutluluğu yakalayamayan, ömürlerini küçük hesaplar, üzüntüler, sürtüşmelerle harcayıp tüketen..

Ancak Kemal'in baştan beri bir temele oturtulamamış, belirlenememiş kişiliği, burada da bu 'sıradan insanlar' öyküsünün gerçeklikle buluşmasını, seyirciyi etkilemesini Önlüyor. Geriye ise. ilk filmini yöneten Atilla Candemir'in temiz, yer yer baş kişiyle yönetmeni buluşturup konuşturan yenilikçi, araştırmacı anlatımının verdiği sınırlı umutla, birkaç oyuncunun tutturduğu oyun düzeyi kalıyor. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

 (*) nonkonformist : Toplum kurallarına ve geleneklere uymayan, halkın değer yargılarına ayak uydurmayan/ uyduramayan kimse..

KIR ÇİÇEĞİ (1985)


Yönetmen: Artun Yeres
Senaryo Ahmet Soner
Görüntü Yönetmeni: Yılmaz Gürbüz,
Yapım Mine Film/Kadri Yurdatap

Kostümler: Hit Giyim, Set: Giray Alpan, Yaşar Davutoğlu, Aslan Gül, Kurgu: İbrahim Çokişler, Ses Kayıt: Turgut Moralı, Erkan Altınok, Müzik: Kerem Etrağan, Prodüksiyon Amiri: Sabri Aslankara, Mehmet Akdil, Ka-mera Asistanı: Halil Nurdan, Necati Şimşek, Ar Direktör: Fatoş Oran, Yönetmen Asistanı: Binnur Yükseker, (Ulusal Video stüdyola-rında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Tarık Tarcan, Nazan Ayas, Güzin Doğan, Ahmet Kostarika, Ömer Çolakoğlu, Ezgi Anıl, Tankut Baloğlu, Deniz Dümer, Mehmet Akdil, Sevim Ersin, Gamze Yarka, Ali Rıza,

Konu: Ercan (Tarık Tarcan) üniversitede güçlükle okuyan, yoksul bir gençtir. Bir an önce fakülteyi bitirip iş bularak geçimini temin etmesi gerekmektedir. Aynı okulda öğrenim gören Çiğdem ile aralarında duygusal ve romantik bir ilişki vardır. Ercan’ın okulu bitirmek için derslerine yoğunlaşmasının aksine, Çiğdem ve arkadaşları yaşamayı seven ve eğlenceye düşkün bir yapıya sahiptir. Arkadaşları ile birlikte deniz kenarına eğlenmeye giden Çiğdem’in, başka erkeklerle samimi davranışlar içine girmesi Ercan’ı rahatsız eder. Ercan eğlenceyi yarım bırakıp evine döner. Çiğdem’le ilişkisini de noktalar. Bu sırada arkadaşı Ahmet’in köydeki babasının hastalandığı haberi gelir. 

Ercan arkadaşını yalnız bırakmamak için onunla birlikte yola çıkar. Köy yolunda iken önlerine çıkan bir at arabası kaza geçirmelerine neden olur. Ahmet kazadan yara almadan kurtulur. Ama ayağından yaralanan Ercan kendinde değildir. At arabasının sürücüsü Hasan Ahmet ile Ercan’ı kendi evine götürür. Torunu Zehra (Nazan Ayas) ile birlikte Ercan iyileşene dek ona bakacaklardır. Ercan kendine geldiğinde başında bekleyen Zehra’yı görür. İyileşmesi biraz zaman alacaktır. Bir yandan babasını da merak eden Ahmet yoluna tek başına devam eder. Ercan iyileşince yalnız dönecektir. Ama hesap etmediği bir şey vardır. 

Güzel Zehra, evlerine bir ışık gibi düşen bu yakışıklı gençten olağanüstü etkilenmiş, yüreği kıpır kıpır etrafında dönüp durmaktadır. Ercan da Zehra’dan etkilenir ve birbirlerine aşık olurlar. Ercan iyileştiğinde dönmek ister, çünkü sınavı vardır. Sınavdan sonra geri gelecek ve Zehra ile evlenecektir. Şehre döndüğünde olanları Ahmet’e anlatır. Böylelikle durumdan haberi olan Çiğdem’in kıskançlık krizi tutar ve Ercan’ın peşini bırakmaz. Daha da ileri giderek Ercan’ın Zehra ile evlenmesini engelle-mek için ondan hamile olduğunu söyler. Ercan’ın eli kolu bağlanmıştır. Başka bir seçeneği kalmaz ve çaresiz Çiğdem’le evlenmeyi kabul eder. Sınavlar biter ama Ercan köye, Zehra’nın yanına dönmez. Yine de Zehra evinde büyük bir umutla Ercan’ı beklemektedir. Ercan bir avukatın yanında işe başlar. Çiğdem giderek Ercan’ın her şeyine karışmasından sıkılır ve tartıştıkları bir anda aslında hamile olmadığını, yalan söylediğini açıklar. Bu Ercan’ın rahat bir nefes almasını sağlar. Çünkü Zehra’yı sevmektedir ve aklı sürekli onunla meşguldür. Büyük bir sevinçle, köye, Zehra’ya, mutluluğa koşar…

KATMA DEĞER ŞABAN (1985)


Yönetmen: Kartal Tibet
Senaryo : Osman F. Seden
Görüntü Yönetmeni : Orhan Kapkı
Müzik İzzet Öz
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün

Oyuncular: Kemal Sunal, Filiz Ersüer, Reha Yurdakul, Sevda Aktolga, Eray Özbl, Dinçer Çekmez, Seyfi Karadayı, Mürüvver İçsever, Hüseyin Güler, Mamduh Ünsal, Mehmet Yağmur, Ah-met Eskici, Naci Erşan, Mustafa Doğan,

Konu: Konu: Filmde, babasına kurulan tuzağı ortaya çıkarmak için Almanya’dan Türkiye’ye gelen Şaban’ın maceraları anlatılır. Kadir, bir nakliyat şirketinde çalışır. Bir gün iş yerinde kendisine bir tuzak kurulur. Kadir, üzerine atılan iftirayı açıklığa kavuşturması için Almanya’daki oğlu Şaban’dan yardım ister. Ancak Kadir, uzun yıllar görmediği oğluyla ilk karşılaşmasında hayal kırıklığı yaşar. Bununla birlikte Şaban, suçluları bulmak için her şeyi önceden tasarlamıştır. (Suna Topkara)




KATiLLER DE AĞLAR (1985)


Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Kamera: Çetin Gürtop
Yapım: Er Film/Berker İnanoğlu

Oyuncular: Cüneyt Arkın (Yusuf Şahin), Banu Alkan (Bilur), Kenan Kalav (Kenan), Nuri Alço (Alpakon Kerim), Hüseyin Peyda (Şefik), Kadir Savun (Müslim), Aliye Rona (Yusuf’un annesi), İhsan Baysal (Komiser Sedat), Tuğrul Meteer (Sinan), Nejat Gürçen, Hakkı Ivanç (Şakir), Necip Tekçe, Yusuf Çetin, Muhteşem Durukan, Baki Tamer, Kadir Kök,

Konu: Filmde, çok küçük yaşlarda, bir ağabeyinin işlediği suçu üstlenerek suç dünyasına giren bir adamın trajik yaşamı var. Adam, ailesinin daha iyi bir hayat yaşaması adına bu suçu üstlenir. Suçunu üstlendiği adam, sözünde durur ve onun ailesine bakar. Genç adam, hapiste yatarken, gereksiz yere bir cinayet işler. Nedeni, madem ki hapis yatıyorum, boşuna yatmayayım. Günün birinde hapisten çıkar. İşleri ilerletmiştir ve bir kiralık katil çetesinin baş adamı olmuştur. Evlenir. Bir oğlu olur. Ama suç dünyası peşini bırakmaz. Sonunda bu çetenin reisini vurup sakat bırakır. Bu arada annesinin ve kardeşinin onun yaşadığından haberi yoktur. Aradan yıllar geçip hapisten çıkınca, bambaşka bir dünya ile karşı karşya kalır. Oğlu, büyümüştür. Bir moda salonu işletmektedir. Ancak, anormal düzeyde para kazanmaktadır. Araştırdığında oğlunun uyuşturucu ticareti yaptığını öğrenir. Geride bıraktığı karısının da geneleve düştüğünü öğrenir. Karısı intihar eder.

KARANLIĞA DOĞRU (1985)






Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Ali Özdemir
Foto Direktörü: Mehmet Ali Özdemir
Yapım: Özgür Film/ehmet Ali Özdemir

Oyucular: Bülent Sabah, Arzu Aytun, Hülya Esen, Turgut Özatay, Levent Çakır, Gökçe Gürsoy, Dilek Duygu, Ayşe Öztümer, Nevin Ekin, Hüseyin İnan, Süheyl Eğriboz, Metin Ekin, İbra-him Kurt, Ali Demir, Baki Tamer, Küçük Yıldızlar: Gamze Öz, Mustafa Aykol

Konu: Küçük yaşlarda rekedildikten sonra, yaşamını balııkçılıkla sağlayan Ve bu arada kötü yola düşen bir kıza aşık olan delikanlının aşk öyküsü.

KARA ŞİMŞEK (1985)


Senaryo ve Yönetmen: Çetin İnanç
Foto Direktörü: Dinçer Önal
Yapım: Anıt Ticaret/Mehmet Karahafız
Sesleri Alan: Kunt Tulgar, Renk Uzmanı: Arslan Tektaş, Reji Asistanı: Nejat Varbel, Prodüksiyon Amiri: Hasan Demircan, (Kunt Film Stüdyosunda hazırlanmıştır )

Oyuncular: Serdar, Mariuzzuo Martino, Angela Hovvel, Ece Berkant, Hüseyin Peyda, Sümer Tilmaç, Çetin Başaran, Yılmaz Kurt, İbrahim Yıldız, Fuat Okan, Murat İnanç, Selin Seren, Serhan Kebapçılar, İsmet Pekçan, Fuat Aykut, Hasan Terzi, İsmet Pekcan, Remzi Kara,

Konu: Filmde, kardeşinin intikamını almak isteyen bir adamın yaşadıkları anlatılır. Serdar’ın babası yıllar önce kardeşi Serhan ile beraber Almanya’ya gider. Boksör olan kardeşi Serhan, katıldığı boks müsabakasında Avrupa şampiyonu olur. İtalyan boksör Martino’dan altın kemeri alır. Bunu hazmedemeyen Martino bir maç daha yapmak ister. Türkiye’de bir maç yapılmasına karar verilir. Böylece Serhan ve babası Türkiye’ye döner. Ancak maç esnasında Serhan zehirlenerek hayatını kaybeder. Serdar, yıllar sonra kavuştuğu kardeşinin öldürülmesini kabullenemez. Bu yüzden kardeşini öldürenlerden intikam alarak altın kemeri geri almaya çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)


KAPLANLAR/SON DARBE (1985)


Yönetmen: Çetin İnanç
Senaryo: Cüneyt Arkın
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Anıt Film/Mehmet Karahafız

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Bahar Öztan, Gazi Havvas, Hüseyin Peyda, Leyla Somer, Tuğrul Meteer, Aydın Haberdar, Sönmez Yıkılmaz, Mehmet Samsa

Konu: Genç, idealist doktor Nazmi, Mardin’de bir kasabada doktorluk yapmaktadır. Yoksulluk ve imkansızlıklarla kıvra-nan bölge halkına hakkıyla hizmet edebilmek için çabalamaktadır. Bölgede meydana gelen toplu zehirlenme vakası doktoru su kaynaklarını incelemeye yöneltir. Zehirlenmeye, yöredeki bir fabrikanın kimyasal atıklarıyla kirlenen nehir sularının sebep olduğunu anlamıştır. Nazmi gerekli önlemlerin alınana kadar fabrikayı kapattırmaya çalışır. Ancak bu mücadelesi sandığı kadar kolay olmayacaktır. Doktorla sürtüşen fabrika sahibi arkasına aldığı yetkililer sayesinde ona komplo kurup hayatını alt üst etmeyi başaracaktır. Bir komplo sonucu hapse düşen Nazmi’nin hayatı tahmin edemeyeceği kadar büyük acılara sahne olacaktır .

KANUN ADAMI (1985)


Yönetmen: Cüneyt Arkın
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Beyoğlu Film/Erol Şenbecerir

Negatif Kurgu: Ali Berkant, Laboratuvar: Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Işık Şefi: Doğan Atakan, Set Amiri: Orhan Gök, Prodüksiyon Amiri: Adnan İrkut,
Oyuncular: Cüneyt Arkın, Bahar öztan, Gönül Tansel, Hüseyin Peyda, Nilgün Nazlı, Nubar Terziyan, Suna Pekuysal, Tevhit Bilge, Ersun Kazançel, Kadir Sa-vun, Nubar Terziyan, Hüseyin Kaşif

KonuFilmde, arkadaşını idamdan kurtarmaya çalışan bir adamın yaşadıkları anlatılır. Avukat olan Murat’ın yakın arkadaşı Kemal cinayetten yargılanır. Bir süredir hastanede tedavi gören Kemal, suçu kabul eder. Ancak Murat, Kemal’in cinayet işlemeyeceğini iddia eder. Arkadaşının avukatlığını üstlenir. Ardından duruşmanın ertelenmesini sağlar. Murat, arkadaşı Kemal’in suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışacaktır. (Meltem İşler Sevindi)


KAN (1985)


Yönetmen: Şerif Gören
Öykü, Senaryo: Osman Şahin
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Müzik: Zülfü Livaneli
Yapım: Film-Pop/İsmet Kazancıoğlu

Oyuncular: Tarık Akan, Hakan Balamir, Serpil Çakmaklı, Muazzez Kurtoğlu, Alev Sayın, Necmettin Çobanoğlu, Filiz Küçüktepe, Osman Ateş,

 Konu: Kan davası bir at kuyruğunun kesilmesiyle başlar. Seyit Ağa, davetsiz olarak geldiği düğünde atının kuyruğunun kesilmiş olduğunu görünce çılgına döner. Çünkü, Doğu Anadolu’nun namus anlayışına göre “atın kuyruğuna, erkeğin bıyığına, kadının saçına dokunulmaz”. Dokunulursa sonuç ölümdür. İşte bir ruh hastası olan Seyit Ağa, düğün sahibi Mahmut Ağa’yı gözünü kırpmadan vurup öldürür. Böylece aşiretler arasında ölümler birbirini kovalar. Bu arada Seyit Ağa da öldürülür. Bu kez kan davasını ağa oğullan sürdürür. Seyit Ağa’nın oğlu Haydar Ali (Tarık Akan) karısı Besra ile (Serpil Çakmaklı) kaçıp dağlara çıkar. Ölüm korkusuyla bir ma-ğarada gizlenirler. Çünkü Mahmut Ağa’nın iz süren oğlu Battal (Hakan Balamir), babasının intikamını almak için peşlerine düşmüştür, Haydar Ali, elinde silah, gece gündüz uyumadan bekler. Bu ölüm bekleyişi içinde birgün mağara kovuğunda bir kefene sarılı bir kalıp sabun bulurlar. Bu bir ölüm işaretidir... Ve bir süre sonra Haydar Ali paniğe kapılıp kaçarken, Battal onu yakalayıp öldürür. Ama bu bir son değildir. Çünkü kan davası kaçınılmaz biçimde, sıra kime gelmişse bu kara yazgıya boyun eğecektir. Ve sıra şimdi de Battal’dadır...

Ödül:
23. Antalya Altın Portakal Film Şenllği’nde (1986)
► Aytekin Çakmakçı “en iyi görüntü yönetmen’
►Kültür ve Turizm Bakanlığı sinema ödülü olan 4 milyon TL. ile değerlen dirildi

* Kan" gerçekten de görkemli bir sinema örneği olarak başlıyor. Güneydoğu Anadolu'nun insanıyla, töresiyle, gelenekleriyle, mimarisiyle son derece ilginç dünyasında buluveriyorsunuz kendinizi... Arap etkisini sürdüren giysiler, sıcağa karşı başı koruma biçimleri, bembeyaz evlerin düz damları, yüzlerini ve inanılmaz güzellikteki gözlerini bu erkek dünyasında mağrur biçimde gezdiren kadınlar... Uzun, upuzun bir mekân oluşturan bir taraçada, Mahmut Ağanın küçük oğlunun sünnet düğünü için toplanmış çevrenin ünlü ağaları…

Kameranın usta bir geriye kayışla taradığı bu büyük şölende, elden ele gezen, narlarla süslü kızarmış kuzu, tepeleme pilav dolu tepsiler... Çifte minderlerin üstüne bağdaş kurup oturan konukların, içi bıçakla oyulmuş elmadan kadehler-de rakıyı yudumladıktan sonra, bardağı meze yapıp yemeleri... "Lorke" oynayan, halay çeken yeni yetme delikanlılar.,. Ve küçük Hasan'in çevreye bakan korkulu gözleri... Bu şölen ve tören havası, Seyyit Ağa'nın silah sesleriyle bozuluyor. Düğüne çağrılı olmayan, adı kavgacıya, sinirliye çıkmış, gerçekten de bir ruh hastası olan Seyyit Ağa, şölene katılıyor. Ama olay çıkarmakta, huzuru kaçırmakta gecikmiyor. Sonra "tekin olmayan üç kıl"dan (kadının saçı, erkeğin bıyığı, atın kuyruğu) birine dokunulduğu, atının kuyruğu kesildiği için davet sahibi Mahmut Ağa'yı herkesin gözü önünde vuruyor, çekip gidiyor... Bu, doğunun bitmez tükenmez kan davalarından birini daha başlatacak, Seyyit'in oğlu Kâzo, sonunda kendini, peşindeki ölümün korkusuyla bir dağ başında karısıyla birlikte kapanmış bulacaktır... "Kan"ın ilk bölümleri, insana Kurosawa'nın filmlerini ve biraz da İtalyan westernini anımsatan biçimde başlıyor. Sinemada "egzotizm"! ve "Batı için" egzotik film yapmayı elbette savunmuyoruz. Ama sonuçta sinemacı kişiliği bir yana Kurosawa da biraz bunu yapmadı mı, yapmıyor mu, "Raşomon"dan "Ran"a Japon tarihinin, folklorunun öğelerini Batı için yabancılaştırıcı bir öğe olarak kullanmadı mı diye düşünüyorsunuz. 

Ne var ki bu "yerli Kurosawa" düşü fazla sürmüyor, film baştaki görkemini koruyamıyor, oldukça üslupçu, ama içi boş bir kaçıp kovalamaca Öyküsüne ve daha baştan sezilen "spagettiwestern" klişelerine saplanmaktan kurtulamıyor... Oysa "Kan" in ilgi çekici bir hikâyesi ve ön plana çıkardığı temel bir tema var: ölüm korkusu, yaklaşan, kapının önüne dek gelen, adım seslerine dönüşen bir ölüm korkusu... Filmin 2. yarısı da aslında, bu korkuyu duyurma yönünde gelişiyor... Ama Özellikle finalde Hakan Balamir'in yüz ifadesinde adeta somutlaşan bu korkuyu, bu evrensel temayı gereğince du-yuramıyor, dokusuna sindiremiyor film... 

Belki de, gösterişli ve görkemli bir başlangıçtan, destansı, "epik" bir filmi duyuran bir açılıştan sonra filmin, onu da çok iyi başaramadığı bir psikolojik irdelemeye dönüşme tavrı, seyircide önlenemez bir düş kırıklığı yaratıyor. Senaryonun filmin bu dengesizliği, belki de "Kan"ın başarıya erişmesini önlüyor... Ama yine de "Kan" görülecek bir film... Şerif Gören'in özellikle ilk yarım saatte tutturduğu anlatım ustalığı olsun, baştan sona kendim duyuran mekân seçme ve kullanma özellikleri olsun, filmi oldukça ilginç kılıyor. Buna hemen tüm oyuncuların ve özellikle ikili bir rolde (baba-oğul) Tarık Akan'ın oyununu, hele sinemamız içinde bir doruk noktası sayılabilecek nörotik Seyyit Ağa kompozisyonunu ve de Zülfü Livaneli'nin o nefis müziğini de katmak gerekir. "Kan" beklenen düzeye ulaşamasa da (hele Batı için son derece ilginç bir film olma fırsatını heba etse de), seyri zevkli ilgiye değer bir film...”Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

* Kan’ın asıl önemi ise, kan davasına yaklaşımından geliyor. Gören, kan davasını yalnızca ilkel bir öldürme, öç alma eylemi olarak değil, onun da ötelerinde töreler nedeniyle, o yöre insanları için gerekli olabilen bir savaşım olarak yorumluyor. Kan davasının kurallarını, iyi-kötü biçimlendirmesine düşmeden her iki tarafın açısından da yaklaşıyor. Ve en önemlisi, kaçınılmaz ölümün beklentisinden kaynaklanan korkuyu, umutsuzluğu ve fimdeki tanımlamasıyla kara yazgıyı adeta haykırırcasına en çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Bu nedenle Kan, geleneksel bir sorundan da öte, bir korkunun, umutsuz bir bekleyişin, yitirilmek zorunda olan bir yaşamın, gelenek-göreneklerle daha da acılaştırılan, kara yazgıya boyun eğişin bir filmi. (Burçak Evren, Kan ya da at, avrat, silah üçlemesi, Güneş, 5 Aralık 1986)