Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan (Reşat Nuri
Güntekin'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun
Yönetmen Yrd: Leyla Özalp,
Yardımcıları: Sevgi Saygı, Eray Özbal, Kamera Yardımcısı: Necdet
Kaygın, Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak, Sanat Yönetmeni: Mete Yılmaz,
Zepur Hanımyan, Gökhan Yücesal, Müzik: Arif Erkin, Seslendiren: Erkan
Aktaş, Aydınlatma Yönetmeni: Recep Biçer, Yardımcıları: Remzi Biçer,
Şevki Gezer, Set Ekibi: İsmail Kündem, Erdal Sümer, Enver Kündem, Kostüm:
Niyazi Er, Makyaj: Ehat Alinçe, Negatif Kurgu: Zeynep Tor,
Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Baskı: Zekeriya
Şahin, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, Prodüksaiyon Yardımcısı:
Ahmet Altunterim (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)
Oyuncular: Şener Şen, Serap Aksoy Ali Erkazan,
Tarık Pabuçcuoğlu, Orhan Çağman, Taner Barlas, Erol Durak, Necdet Yakın, Cihat
Tamer, Oktay Sözbir, Uluer Süer, Kemal İnci, Bilgehan Oğuz, Nuri Tuğ, Suna
Tanrıver, Ayhan Tanrıver, Ekrem Dümer, Levent Yılmaz, Azmi Ersöz, Yalçın
Güzelce, Niyazi Er, Atilla oğltekin, Ehat Alinçe, Server Mutlıu, Kemal Aygen,
Cem Meto, Mehmet İnce, Eylem Tanrıver, Nazan Uygun, Çeşminaz uygun, Fulya
Turantaş, Sema Özaydın, Mahmut Gönlübol, Hicri Yıkılan, Melih Kançelik, Ferda
Kançelik, Erdal Dinçer, Hüseyin Çalışkan, Mehmet Aktol, Nizamettin Şen, Erdinç
Özdemir, Mustafa Tezeren, Ali Kudret Çetin, Fatih Uygan,
KONU: Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin
deyimiyle "hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki
yozlaşmasını Sarıpınar kasabasın-da tarihsel bir güldürü türünde odaklarının
bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile
ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve icrk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin
çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek
surun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki
ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda
kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi
Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı
karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle
karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek
atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile felekten
gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir
felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasarrıf, derken iş
şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne
dek Sarıpınar'ın haritadaki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o
günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak
Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer.
Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği
ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil
Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine
lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise
Naciye île yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına
düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.
Ø Değirmeni yalnızca bunlar mı
anlatı-lıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular yapmadıkça bu memleket
kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgele-nen aydın softa
çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile su yüzüne
çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini
ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş
başlıca eleştiri odakları oluyorlar Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik
zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi
Bey'e "evlerinin damları fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka
zelzele bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen'in acı
eleştirisini bir çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günü-müze de bazı göndermeler
yapmış. Film boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve
kurumların işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.
Tüm bunlara rağmen Atıf
Yılmaz'ın Değirmen"i içerdiği onca yüklü malzeme-ye karşın, ne yazık ki,
başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca
malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman
aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip
harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan
ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor.
İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci
yanda birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimliğe bürünüveriyor.
Bu ani
değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen gerçekçilik
duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki tiplemesiyle,
her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun gücünü yakaladığını
söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba diyen Serap Aksoy
için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap Aksoy'un fiziğiyle, oynak
kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını oluşturan imajı, hiç mı hiç
bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un oyunundan çok, oyuncu
seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf Yılmaz, onca ustalığına
rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de kotarılması çok zor olan üstün
yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini kurtaramamış. Toplama figüranlarla
kotarılmaya çalışılan konak önündeki sahneler ve özellikle istasyondaki
karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki kargaca bu sığlığın en belirgin
örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde. Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine
de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya da hak kazanıyor tabi.” (Burçak Evren,
Türk Sinemasında Yeni Konumlar”)
► Barış Pirhasan/Atıf Yılmaz
ikilisinin Re-şat Nuri mizahına ne denli sadık kaldıklarını, neler
eklediklerini tam bilemiyorum. Ancak bu haliyle film, kuşkusuz ilginç bir
"politik satir" veya (Türkçesiyle "siyasal taşlama")
niteliği alıveriyor... Geleneksel ahlak koruyuculuğu görünümü allında kadının
erişilmez olduğu bir toplumda sosyal mevkii ne olursa olsun, gelip geçen her
erkeği etkisi allına almayı baka-ran "hafif kadın" hikâyesi, doğrusu
bu tür bir hicve gerekli ortamı hazırlıyor,,. Her ciddi olay karşısında ''Matbuat
yasağı koyun efendim" diyen kamu görevlisi, tümüyle depremden çıkmış gibi
duran kasabanın durumuna, ancak bir dep-rem haberi ele güne yayıldığında ilgi
duyan bir yönetim anlayışı, merkezi yönelimi temsilen ancak çok gerekliğinde
halkın ayağına gelen "şehzade"ler, Osmanlıdan bugüne çok değişen
şeyler mi acaba? Hele kaymakamın, tüm gülünçlüğü içinde en sağduyu sahibi kişi
olarak, sonunda "halkın Milli zelzele şuuruna sığınmayı önermesi, kuşkusuz
filmin mizahi tonlarını doruğa çıkarıyor...
"Değirmen",
sinemamızda az yapıla gelen türden ilginç, keskin bir siyasal taslama,
anlattıkları günümüz Türkiye'siyle koşutluklar kuran çok düzeyli bir ince
güldürü... Zengin bir oyuncu kadrosunu kısa, ama anlamlı rollerde ustaca yöneten
Atıf Yılmaz'ın oyuncu yönetimi, çok akıcı ve işlek anlatımı denli övgüye
değer... Şener Şen ise, alabildiğine ekonomik, ama yine de çok
"komik" bir kişilik canlandırarak, çok has bir oyuncu olduğunu
gösteriyor... Filmin başlıca kusuru -ne yazık ki yine teknik!.. İç sahnelerde
sanırım yetersiz aydınlatma nedeniyle bir çok plan aşırı karanlıkta kalıyor, Ne
olup bittiğini bile göremez oluyorsunuz. Böylesine savlı, basın bildirisinde
"üstünyapım" diye sunulan ve dış şenlik-lere gönderilmesi tasarlanan
bir film için gerçekten yazık...”Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”
Ø
Atıf Yılmaz-Barış Pirhasan ikilisi, çağdaş
kadının günümüzdeki değişimini irdeleyen, zumun zurnan da düşsel/fantastik
durumlarım İroni yolluyla özümlemeye çalıları (Adı Vasfiye, Aaahh Belinda vb.)
bir dizi filmden sonra, bu kez de sinemamıza belki de en fazla kaynaklık etmiş
edebiyatçılarımızdan Reşat Nuri Günlekin'e (1889-1956) el atıyorlar. Kuşkusuz
bu el atış, gerek Atıf Yılmaz'ın ve gerekse Reşat Nuri'nin kimi yapıtları
anımsandığında, sinemaseverlerin pek yabancısı olmadığı bir karşılaşma olarak
tanımlanabilir. Gerçekten de, her iki sanatçı en özgün yapıtlarını Anadolu
kasabalarına ilişkin konularda vermişler, halktan kişileri içtenlikle anlatmayı
yeğlemişlerdir. Daha önceleri sahnelerde (AST'ın unutulmaz yorumuyla) Sarıpınar
1914 adıyla sergilenen Değirmen, belki de bu iki farklı dalın sanat-çısının
ortak özelliklerini içeren yegâne yapıtlardan biridir. Geç de olsa Atıf Yılmaz
ile sinemamıza onca ürün vermiş Reşat Nuri'nin 1987'de buluşması en azından
edebiyatımız ve sinemamız açısından sevinilecek bir olaydır.
Ø
Gerçekten
de, Reşat Nuri sinemamızın hemen her devrinde güncel olmayı başarabilen bir
edebiyatçımız. Tiyatrocular döneminin tek sanatçısı Muhsin Ertuğrul bu
yazarımızdan yararlanırken (Ankara Postası 1928), Geçiş Çağı'nın en tipik
temsilcilerinden Faruk Kenç de Taş Parçası (1939) ile bu yazarımıza kayıtsız
kalmamıştır. Daha sonraları ise Reşat Nuri'nin Bir Dağ Masalı. Dudaktan Kalbe,
Yaprak Dökümü, Çalıkuşu yapıtları ikişer kez sinemaya aktarılarak, neredeyse
edebiyatımızdan çok, sinemadaki yansımalarıyla bu dalın yapıtları olarak
anımsanır olmuştur.
Değirmen ile bir kez daha
kasaba gerçeğine dönen Atıf Yılmaz ise, son dö-nemdeki bir dizi başarılı
yapıtını hesaba katmazsak en özgün çalışmalarını bu çevreye ilişkin filmlerde
ortaya koymuştur. Gelinin Muradı (1957), Kumpanya, Yarın Bizimdir (İ963),
Dolandırıcılar Şahı (1961) ve Mine ilk akla gelen ve kasaba gerçeğini kimi
zaman keskin bir eleştiri ile ele alıp İşlediği filmler olmuştur.
Bir eleştiri
yazısının normlarına biraz ters düşen bu kısacık ansiklopedik değinmeden sonra
biz tekrar Değirmen'e dönelim. Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin deyimiyle
"hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki
yozlaşmasını Sarıpınar kasabasında tarihsel bir güldürü türünde odakla-rının
bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile
ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve terk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin
çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek
sorun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki
ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda
kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi
Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı
karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle
karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek
atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile
felekten gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir
felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasar-rıf, derken iş
şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne
dek Sarıpınar'ın haritada-ki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o
günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak
Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer.
Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği
ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil
Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine
lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise
Naciye ile yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına
düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.
Atıf Yılmaz, zaman zaman
günümüze göndermeler yaptığı bu tarihsel güldürüsünde, Osmanlı devletinin son
dönemlerine ilişkin yozlaşmasını, ufak bir kasabanın rutin görünümü içinde
eleştiri süzge-cinden geçirmiş. "Bugün git yarın gel" esprisi ile
bürokratik anlayışı bir kez daha gündeme getirirken, halktan kopuk bir yönelim
anlayışının, hangi koşullarda halkla bütünleşmesi gerektiğini (!) de ironik bir
yaklaşımla gözler önüne sermiş.
Değirmeni
yalnızca bunlar mı anlatılıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular
yapmadıkça bu memleket kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgelenen
aydın softa çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile
su yüzüne çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini
ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş
başlıca eleştiri odakları oluyorlar. Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik
zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi
Bey'e "evlerinin damlan fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka zelzele
bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen 'in acı eleştirisini bir
çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günümüze de bazı göndermeler yapmış. Film
boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve kurumların
işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.
Tüm bunlara rağmen Atıf
Yılmaz'ın Değir-men"i içerdiği onca yüklü malzemeye karşın, ne yazık ki,
başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca
malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman
aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip
harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan
ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor.
İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci yanda
birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimli-ğe bürünüveriyor.
Bu ani
değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen
gerçekçilik duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki
tiplemesiyle, her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun
gücünü yakaladığını söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba
diyen Serap Aksoy için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap
Aksoy'un fiziğiyle, oynak kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını
oluşturan imajı, hiç mı hiç bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un
oyunundan çok, oyuncu seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf
Yılmaz, onca ustalığına rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de
kotarılması çok zor olan üstün yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini
kurtaramamış. Toplama figüranlarla kotarılmaya çalışılan konak önündeki
sahneler ve özellikle istasyondaki karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki
kargaca bu sığlığın en belirgin örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde.
Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya
da hak kazanıyor tabi.