Powered By Blogger

29 Mart 2020 Pazar

FİYAKALI ENİŞTE (1986)


Yönetmen: Ertem Göreç
Senaryo: Halit Aysan
Kameraman Salih Dikişçi
Yapım: Mutlu Film/Fatih Pekmutlu

Işık Şefi: Fevzi Eryılmaz, Laboratuvar: Selahattin Kaya, Mustafa Yıldız, Renk Uzmanı: Hikmet Kuyucu, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, Montaj, Senkron: Necdet Tok, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Yusuf Aldırmaz, Prodüksiyon Amiri: Mehmet Gonca, Reji Asistanı: Leyla Altın, Koordinatör: Müfit İlkiz
Yeni lale Stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

Oyuncular: Erkan Ocaklı, Nilgün Saraylı, Tevhit Bilge, Cem Erman, Zeynep Erman, Serap Katkıcı, Baki Tamer, Hakkı Kıvanç, Gönül Bayhan, Nişan Hançer, Gülten Ceylan, Nilgün Ceylan,, Ahmet Eskici, İhsan Kurt,

Konu: Sinema oyunculuğu tutkusuyla artist olmayı düşleyen ancak sonunda hayal kırıklığına uğrayarak köyüne dönen bir adamın maceralı öyküsü.


FATMAGÜL'ÜN SUÇU NE (1986)


Yönetmen: Süreyya Duru
Senaryo: Vedat Türkali
Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Murat Film/Süreyya Duru

Oyuncular: Hülya Avşar, Aytaç Arman, Ayberk Çölok, Cengiz Sezici, İhsan Yüce, Menderes Samancılar, Güzin Özipek, Sevim Çalışgir, Gülsen Tuncer, Nurtekin Odabaşı, Burhan Gökan, Hakan Ökten, İsmail Tak, Murat Ersan, Reşit Çıldam, Kazım Eryüksel, Seyfi Havaeri,

Konu: Fatmagül deniz kenarında çamaşır yıkarken beş gencin saldırısına uğrar. Kısa bir süre sonra tecavüze neden olan gençler yakalanırlar. Gençler için tek çıkar yol aralarından birinin Fatmagül ile evlenmeyi kabul etmesidir. Saldırganlardan üçünün zengin aile çocuğu. birinin de evlenemeyecek kadar fakir oluşu Kerim'in evlenmesi zorunluluğunu doğurur. Yasalardan dolayı en az beş yıl sürecek evliliğe. yatalak bir baba ve bilincini yitirmiş kardeşten başka kimsesi olmayan Fatmagül'ün de razı olmaktan başka çaresi yoktur. Kirletilmiş bir kızla evlenmek zorunda kalış ve çevreden gelen. alaycı, küçümseyici bakış, Kerim'in hırçınlığını artırır. Aşağılanan, horlanan Fatmagül'ün ise acılara katlanmaktan başka yapacak bir şeyi yoktur. Elinden geldiğince Kerim'i kızdırmamaya ona hakvermeye çalışır. Fatmagül'ün bu tavrı, zamanla Kerlm'i etkiler, karısının suçu olmadığının bilincine varan Kerim onu sevmeye başlar. Kasaba erkeklerinin Fatmagül'e yönelik tacizkar tavırlarına karşı ona arka çıkar. Kerim'in insancıl davranışlar göstermeye başlaması ve onu sahiplenmesi Fatmagül'ü de etkiler. Tecavüzle başlayan, baskı ve horlama ile süren birliktelik Fatmagül'ün her şeye karşın sevgi dolu oluşu sonucu karşılıklı sevgiye dönüşür. Psikolojik engellerin asılmasıyla dışsal engellere karşı çift yürekli savaşım (mutluluk) süreci başlar.

Geleneksel namus anlayışı içinde kadının yazgısını ele alan film, erkek egemenliği üzerine kurulu toplum düzenini sergilemektedir. Tecavüze uğrayan kadın kasabalının gözünde namussuzdur, kirlenmiştir. Bunun içinde dışlanmaya horlanmaya dahası taciz edilmeye layıktır. Kadına tecavüz edenler olayın bedelini Fatmagül kadar ödememektedirler. Her türlü baskıya rağmen Fatmagül'ün gösterdiği direnç ve sevgi, Kerim'in insan onuruna yakışmayan davranışlarına son verir. Sevginin kazandığı film, sonuçta "kimsesiz ve güçsüz her kadının başından geçebilecek gerçeklikte bir öyküyü sinemasallaştırmıştır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk””

► "Fatmagülün Suçu Ne?", Vedat Türkali'nin eski bir göz ağrısı olan ve yıllar önce "çalınarak" bir Orhan Gencebay filmine ("Batsın Bu Dünya") konu edilen bir senaryoya dayanıyor. "Umutsuz Şafaklar" adlı senaryonun "çalınması", bir dava konusu olmuştu. (Türkali, bu davayı kazandı. ) Hikâye Gencebay'in filmiyle hem benzerlikler hem de temel farklılıklar içeriyor.

Bir kıyı kasabasında, kendi halinde bir köy kızı, bir grup gencin tecavüzüne uğruyor. Yerli mütegalibe ile işbirliği içindeki burjuva çocuklarının arasına, ortak okulları nedeniyle iki de köy genci karışmıştır. Bunlardan Kerim, kurnaz hukukçuların önerisiyle, hem kendini hem arkadaşlarını hapisten kurtarmak için kızla evleniyor. Önceleri küçük gördüğü, aşağıladığı, hakaret,hatta eziyet ettiği bu kıza gitgide gönülden bağlanıyor. Giderek onu, tüm bir çevrenin düşmanlığına, nefretine ve kör şehvet duygularına karşı koruma işini de yükleniyor.

"Fatmagül'ün Suçu Ne?" erkek egemenliği üzerine kurulu toplum düzenimizi, hep erkeği kollayan ahlak anlayışımızı oldukça ağır biçimde eleştiren bir film... 'Zalim erkek dünyasında ezilen bir kadın' öyküsü bu... Kadın her türlü saldırının, aşağılamanın nesnesi olabilecek ikinci sınıf bir yaratık olarak görülmeye devam ettiği sürece, Türkiye'de çağdaş, İnsanca bir toplum düzeni kurmak mümkün mü? Elbette değil... Fatmagül'ün acılı ve acıklı öyküsü bunu ortaya koyarken, alabildiğine hayvansı davranışlardan gitgide "İnsan" olmaya doğru geçen Kerim'in durumu ise, bu konuda ilgi çekici bir bilinçlenme örneği oluşturuyor...

"Fatmagül'ün Suçu Ne?", kimi önemli anlatım yanlışları, en azından eksiklikleri içeriyor. Kavga sahneleri veya Kerim'in sarhoşluk sahnesi gibi bölümler hiç inandırıcı değil. Süreyya Duru, bu bölümlerde açık yorgunluk işaretleri gösteriyor. Buna karşılık, "intimiste" sahneler, iki kişi arasında geçen bölümlerde, eski filmlerinin sıcaklığına erişiyor. Oldukça yetersiz teknik nitelikler (çekimden mi, yoksa baskıdan mı geliyor) yine yetersiz bir ses bandıyla birleşince, filmin izlenmesini kolaylaştırmıyor. Film bu haliyle, pırıl pırıl parlayan, önemli bir yapıt değil... Ama rahatça seyredilebilen, içerdiği insan dramını ve ahlaksal bildirisini seyircisine ulaştırabilen bir film... Hülya Avşar ve Aytaç Arman'ın oyunları da, eksiklikleri kapatan ve filme büyük katkıda bulunan birer çaba olarak anılmalı. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”



ERKEK MİLLETİ (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Görüntü Yönetmeni: Muzaffer Turan
Yapım: Umut Film/Abdurrahman Keskiner

Oyuncular: Ayşe Mine, Bülent Bilgiç, Murat Soydan, Sümer Tilmaç, Selahattin Fırat, Diler Saraç, Sibel Işık 
Konu: Erkeklerden kazık yiyen dürüst, temiz bir şarkıcı kızın öyküsü.

28 Mart 2020 Cumartesi

DÜŞTÜM ÇIKMAZLARA (1986)




Yönetmen: Kemal Kan
Senaryo: Gazanfer Dirlik
Kamera: Ahmet Demir
Yapım: Yaşam Film / Gazanfer Dirlik

Oyuncular: İzzet Altınmeşe, İpek Pınar, Eyüp Dirlik, Sırrı Elitaş, Turgut Özatay

Konu: Pavyonda çalışan bir kadını, bu hayattan kurtarıp köyüne götüren bir adamın öyküsü.

DÖNME DOLAP (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Hidayet Pelit
Görüntü Yönetmeni: Soner Saygılı
Kurgu: Necdet Tok
Yapım: Pelit Film/Hidayet Pelit

Oyuncular: Hidayet Pelit, Emel Tümer, Haluk Hazar, Erkan Terçin, Anette Person

Konu: Almanya’da çalışan Türk işçilerinin öyküsü.


DİLAN (1986)


Yönetmen: Erden Kıral
Senaryo: Ömer Polat
Görüntü Yönetmeni: Martin Gressmann
Ses: Michel, Hemmerling
Yapım: Hakan Film/Hakan Balamir (Türk –Alman Ortak yapımı)

Oyuncular: Derya Arbaş, Hakan Balmir, Yılmaz Zafer, Mehmet Erikçi, Güler Ökten, Dilaver Uyanık, Kerim Ulusoy

Konu: Dilan (Derya Arbaş), köyün en yoksul kızıdır. Ama güzeldir... İki sevdalısından Mirza (Mehmet Erikçi), kendi gibi yoksul bir gençtir. Bir atı ile beş koyunundan başka bir şeyi yoktur. Dilan’ın öteki sevdalısı ise köy ağasının oğlu Paşo’dur (Yılmaz Zafer). Ama Dilan, yalnızca Mirza’ya tutkundur. Aralarında söz kesilir. Mirza başlık parası derdine düşerken, Paşo rakibini ortadan kaldırma çareleri arar ve seyis Kero ile tuzak hazırlar. Kero kaçakçıdır. Mirza’yı kaçağa git-meye razı eder. Dönüş yolunda Paşo, Mirza'yı vurur. Mirza'nın tek varlığı -atı ve evi- Keroya kalmıştır. Bir süre sonra Paşo ile evlenen Dilan, gerdek gecesi Paşo'yu vurarak, kaçar. Filmde Mirza olarak kullanılan Dilan'ın sevgilisinin adı romanda Mirkan'dır. Köyün yoksul kızı Dilan, öksüz ve yetim köyün çobanı Mirkan ve ağanın oğlu Paşo tarafından sevilir; Dilan Mirkana daha yakınlık duyarsa da Paşo'nun zenginliği de aklına takılmaktadlı", Mirkan Dilan'ı ister tüm zenginliğine rağmen köyde yalnızlık çeken Paşo Mirkan'a ilgi duyan ve Dilan'ı kıskanan Bitli Hazo tarafından kışkırtılır...

Paşo'nun babasının yanında çalışan Kero ise kısa süre yaptığı kaçakçılık dışında ağanın (Paşo'nun babası Zübet Bey) boyunduruğunda yaşamıştır. Mirkan'm Altay'ında da gözü vardır, tayı elde ettikten sonra peşine takacağı adamları ile Zübet Beyin düzenini yıkıp, evini barkını dümdüz edip tarla olarak kullanmayı düşlemektedir, Mirkan'ının Dilan'ı istediğini ve istenen başlığı verebilmek için düşünce· lere daldığını öğrenen Paşo, Kero'yu bulup onu kandırıp (İran'a) gitmeye ikna etmesini ister, sonunda evi ve atı onun olacaktır. Mirkan, Kero ile İran'a gider, dönüşü tek başına yapan Mirkan pusu kuran Paşo tarafından öldürülür. Dilan günlerce Mirkan'ın yolunu bekler, günler sonra Mirkan'ın Al tayı binicisiz geri gelir, günlerdir zaten perişan halde bulunan Dilan iyice kendini dağlara vurur. Kero Mirkan'ın evine yerleşir, Altay'ı elde etme uğraşına gırer. Günler sonra Dilan bir sabah kalkıp Mirkan'ın acısını içine gömer gündelik yaşamına döner, bu işe en çok babası Apo Eho memnun olur, Dilan o gün yine yoluna çıkan Paşo'ya eğer hala gönlü varsa gelip istemelerini söyler. Köyden birileri Apo Erıo'ya hayırlı bir iş için o gece evlerine geleceklerini söylerler. Dilan, babasına kendini Paşo'ya istemeye geleceklerini, isterlerse vermesini söyler. Dilan'ı o gece Paşa'ya isterler, İstenilen başlık verildikten sonra düğün yapılma-dan Dilan'ı alıp götürürler. Gerdek gecesi Paşo sağdıcı tarafından gelinin yanına yollarıır, heyecanlıdır, soyunup tam yanına 'gideceği sıra Dilan tarafın-dan; babasının koyun kırpmak için kul-andığı 'kırklık' ile göğsünden vurulur, gerdek yatağına düşer, ölür. Sağdıcı tarafından bulunur, Dilan ise ortada yoktur. Köy ayağa kalkar, evinde ikinci karısı ile odasına çekilmiş Zübet Bey'e, Paşo'nun anası haber verir, bey deliye döner, kaçan Dilan'ın aranmasını kanlı donunun ve canının getirilmesini ister, peşine iz sürücüler ve adamlar düşer, Dilan'ın babasını getirttirir, adamın ha-beri yoktur, öldürmelerini söyler, Apo Eho oracıkta vurulup öldürülür, olaylardan neden sonra haberi olan Kero, sonunda Al taya binerek Dilan'ın peşine düşenleri aramaya gider, bir süre sonra bulurda, adamlar Dilan'ı bulmuşlar elle-rinde kanlı donu ile Zübet Bey'e gitmektedirler, Kero biraz sonra Dilan'ın cesedini bulur, üzerin örter, pişmanlık içindedir, hep hayalini kurduğu adamlarının çevreSinde toplandığını görür ve Zübet Bey' in evini basmaya gider ve kapısını kurşunlar, Bey neye uğradığını şaşırır, adamları Kero'yu vururlarken, Kero'da tek başına oluğunu anlar. “Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye”

► "Dilan", Erden Kıral sinemasının artık bildik sayılan özelliklerini bir kez daha yineliyor. Bu "bildik olma" olgusunu, olumsuz bir eleştiri olarak değil daha çok bir övgü olarak belirtiyorum. Çünkü Kıral, her filminde değişik bir anlatım tutturmaya çalışan yönetmenlerden çok, kendi kişisel üslubunu oluşturmayı ve her filminde bu üsluba yeni ayrıntılar katmayı deneyen bir yönetmen tavrını yeğliyor. Nedir Erden Kıral üslubu? Ben şöyle diyeceğim: Genelde geri kalmışlık süreci içinde yakaladığı insanlara, onların göründüğünden çok daha zengin olan iç dünyalarını araştıracak biçimde yaklaşmak ve böylece temel İnsancıl tavırlara, çelişkilere, İkilemlere evrensel düzeyde bir yaklaşım getirmek... Bu genel tavır, biçim tutarak alabildiğine yalın, duru, şiirsel, ama şiirselliğini süsle-yen değil sadelikten alan bir anlatımla somutlaşıyor,

"Dilan", bu açıdan tipik bir Kıral filmi... Hele ilk yarıda, gerek konunun ve tiplerin "bildikliği” gerek Kıral üslubunun (belki biraz aşırı) yalınlığı, insana belli bir sıkıntı ve düş kırıklığı vermiyor da değil... Ne var ki bu yalınlığın, özellikle ikinci yarıda ger-çek bir üsluba dönüştüğünü fark etme-mek olanaksız. Sabırlı bir yönelmen Kıral; insanlara, onların dünyalarına yaklaşma-da alabildiğine sabırlı. Ancak seyircisinden de, benzer bîr sabrı istiyor. Geri kalmışlık sürecini yaşayan insanlara, çevredeki her türlü pitoresk ve egzotik öğeyi alarak, yalnızca birer insan olarak yaklaşmak ve böylece öykülerdeki evrensel-liği vurgulama tavrını, aynı zamanda özenli, dikkatli ve aranmış kamera hareketleriyle mantıklı bir biçimcilikle esleştirmek, Kıral'ın sinemasının artık ayrılmaz bir özelliği. Ne yazık ki "Hakkâri'de Bir Mevsim" gibi "süper" bir filmden sonra Kıral'dan hep daha iyisini bekleyen bir seyirci de var. Kıral, bizce iyi şeyler yapıyor. Giderek son 10 yılda sinemaya başlayan yönetmenler arasında kişisel bir üsluba doğru giden tek isim bizce... Ancak "Hakkâri" başarısını bir "yük" gibi sırtında taşıması da Kıral’ın yenmesi gereken bir engel. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

DELİ DELİ KÜPELİ (1986)


Yönetmen: Kartal Tibet
Senaryo: Osman F. Seden,
Eser: Cevat Fehmi Başkut "Buzlar Çözülmeden" adlı oyunundan
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Müzik: Cahit Berkay
Yapım: Uğur Film/Memduh Ün

Kurgu: Mevlut Koçak, Sabri Arslankaya Yapım Sorumlusu, Nevzat Dişiaçık Negatif Kurgu) Selahattin Kaya Laboratuvar Şefi, Ziya Uçak Laboratuvar, Armağan Köksal laboratuvar, Hikmet Kuyucu Renk Düzenleme, Recep Biçer Işık Şefi, Gültekin Çavuş Ses Kayıt, İsmail Kündem Set Amiri, Enver Kündem

Oyuncular: Kemal Suna (Deli kaymakam)l, Melike Zobu (Hatice), Yavuzer Çetinkaya (Deli Hakim), Yaman OKay (Eşkiya Yılanoğlu), İhsan Yüce (Deli Çavuş), Uluer Süer (Tüccar Hacı Karamuratoğlu), Reha Yurdakul (Av.Şref Haktanır), Sırrı Elitaş (Tefeci Mahmut Ağa), Renan Fosforoğlu (Tahrirat Katibi Şükrü), Fatoş Sezer (Çukurovalı Çengi Afet), Aynur Aydan, Hakkı Üstün (Akıl Hastanesi Başhekimi), Gafur Uzuner (Darağacını kuran Cellat), Hakkı Kıvanç (Komutan),

Konu: Kar yüzünden yolları kapanan çevre ile ilgisi kesilen bir kasabaya, civarda ki bir akıl hastanesinden kaçıp gelerek biri kaymakam sanılan iki akıl hastasının, idareyi ele alarak çarpık bir düzenin hüküm sürdüğü kasabada tüm dengeleri bozmasını, kasabayı kontrol altında tutan tüm çıkar ilişkilerine çomak sokmasını anlatır'.

► Yolların açılma haberini alan kaymakam 'düzeltilecek yeni yerlere' gitmek üzere kasabadan ayrılır. "Toplum yönetiminde ne mucizeye, ne de dehaya ihtiyaç olmadığını iyi niyet ve bir dürüst davranışın çok defa her şeyi başarmaya yettiğini göstermek ister. Film başarıyı delilere nasip etmekle akıllı geçinen toplumun hicvini yaparken; Saydam'ın filminde oyunun komediliğinden drama-tik yapıya eklenen serüven unsuru ile (finalde kaymakamın, kasaba ileri gelenlerinin tuttuğu eşkıya ile çatışması vb.) uzaklaşılmıştır. Fikret Hakan, dikkat çekici, abartılı oyunu ile bu tutuma destek verir. (Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye” syf, 52)

DİKENLİ YOL (1986)


Yönetmen: Zeki Alasya
Senaryo: Çetin Öner (Nevin İnanç'ın bir Hikayesinden)
Kamera: Ertunç Şenkay
Müzik: Arif Erkin
Yapım : Özer Film/Enver Özel

Set: Selçuk Öktem, Ergun Sımsıkı, Ahmet Çolael, Şaban Derya, Işık: Doğan Atakan, Osman Şentanış, Mehmet Ali Gündoğdu, Jenerik: Sinefekt, Görüntü Yön. Yardımcısı: Hakan Gürtop, Yapım Yardımcısı: Sabit Çolael, Yardımcı Yönetmenler: Ai Kıvırcık, Mehmet Tümer, Özdemir Çiftçioğlu, Yapım Yönetmeni: Hüseyin Çalışkan,

Oyuncular: Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Mine Baysan, Eşref Kolçak, Muadelet Tibet, Nezih Tuncay, Barış Altay, Mustafa Yavuz, Suat Sungur, Ahmet Eskici, Hakkı Kıvanç, Tuncay Halıcıoğlu

Konu: 12 Eylül öncesinde Hüseyin, yasak kitap okurken tutuklanmıştır. Hapisteyken, arkadaşlarından bir eylemciye istemeyerek de olsa yardım eden ağabeyi öldürülür. Yengesi ve ailesinin diğer fertleri bu ölümden Hüseyin'i sorumlu tutmaktadırlar. Küçük yeğeni bile hapisten çıkışta Hüseyin'le konuşmaz. Hüseyin durumu düzeltmek için ve hiç olmazsa bundan sonra mutlu yaşayabilmek için didinir.

Ø    Hüseyin (Kadir İnanır), hapisten çıkıyor. Bir otobüse biniyor. O andan itibaren fonda kim olduğunu çıkaramadığım bir ses, türkü söylemeye bağlıyor, İnanır, sürekli o "üzgün" bakışlarıyla dolanıyor, karşılaştığı her insanla o bakışlar, dozu artarak sürüyor ve her konuşmanın altı, fonda iç bayıltıcı bir müzikle çiziliyor. Kamuya dönük hayatında bir güldürü ustası olan Zeki Alasya'daki bu hüzün, bu melankoli bu melodram yapma merakı nereden geliyor diye şaşırıyorsunuz, Allahtan, Alasya'nın bu ağdalı başlangıcından sonra, hikâye, yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyor. Yeni bir "12 Eylül filmi", Yalçın Küçük'ün deyişini kullanırsak, bir "Eylülist film." Tıpkı "Sen Türkülerini Söyle" gibi başlıyor. Af Yasası'yla içerden çıkan eylemci Hüseyin'in aile ve mahalle çevresine uyura güçlüklerini izliyoruz. Sonraları hikâye olaya farklı biçimde, kadın ve çocuk açısından yaklaşmaya başlıyor. Hüseyin, bir arkadaşı yüzünden silahlı eyleme karışmış, arkadaşının, dolayısıyla kendisinin yüzünden bu işlerle İlgisi olmayan ağabeyi öldürülmüştür. İçerdeyken, arkadaşının kardeşi Şükran'la ilişkisi, nikâhla noktalanmıştır. Çıktığında üç mutsuz kadın vardır karşısında: Kocasının ölümüyle hayatı kararan, genç yaşta dul kalan yengesi, "zifaf gecesi bile yaşamadan" içerdeki bir adamla yıllardır evli olan Şükran... Ve büyük oğlunun ölümüne mi yansın, küçüğünün çıkıp geldiğine mi sevinsin, karar veremeyen anne...
Ø     Bu arada yengenin küçük oğlu da babasının ölümüyle noktalanan, bir bölümüne tanık olduğu eylemlerin etkisini hâlâ taşımakta, amcasına ürküntüyle hayranlık arası duygular beslemektedir. Üç kadın ve bir çocuk, ağabeyin ölümünün acısını ve "cezalandırma" duygusunu sürdürmek veya geçmişi unutarak yemden bir parça mutluluk aramak ikilemi ile karşı karşıyadırlar... "Dikenli Yol", görüldüğü gibi, yakın geçmişin siyasal fırtınalarına ve onun yaptığı tahribata biraz değişik biçimde, kadın ve çocuklar düzeyinde yaklaşmayı deniyor. Hikâyenin bir kadına ait olması, bunun yaşanmış, gerçek bir hikâye olabileceği konusunda ipucu veriyor.

Zeki Alasya, başlangıç ve final bölümle-rinde melodram tuzağını önleyemiyor, belki de önlemek istemiyor. Ama arada çok iyi şeyler yakalıyor çok etkili sahneler gerçekleştiriyor. Özellikle finalde yengenin "bağışlama" sahnesi çok başarılı. (Ama hemen ar-kasından herkesin ağladığı sulu göz bölümler gelmese!) Alasya'nın aşikâr duyarlılığını, melodram düşkünlüğünü bizce bir nebze denetlemesi gerekiyor. "Dikenli Yol", Hülya Koçyiğİt'in çarpıcı kompozisyonuyla da değerlenen, özellikle bu gibi konuların sinemada nasıl ele alındığına ilgi duyan bir seyircinin görmesi gereken bir film...”Atilla Dorsay,” 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


DEĞİŞİM (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Aykut Düz
Görüntü Yönetmeni: Sedat Ülker
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Işık Şefi: Ergun Şimşek, Işık Ekibi: Selahattin İlhan, Levent Karanfil, Yönetmen Yardımcıları: Gülin Tokat, Ufuk Ahıska, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Ses Müzik: Ca-hit Berkay, Yapım Amiri: Ranazan Denizhan, Mühendisi: Demir Arakon, Negatif Montaj: Ali Berkan, Ömer Aksu,

Oyuncular: Serpil Çakmaklı (Cemile), Yılmaz Zafer (Ahmet), Yıldırım Gencer (Av. Ekrem), Nur İncegül (Sekreter), Ferda Ferdağ (Kadriye), Ali Demirel (Polis), Ali Ceylan (meyhanedeki adam), Erol Emerli (piyanist)

Konu: İFilm, âşık olduğu iki adam arasında bocalayan bir kadının öyküsünü konu alır. Sefalet içinde bir yaşam süren Ahmet günün birinde karıştığı bir soygun nedeniyle tutuklanır. Ahmet’in sevgilisi Cemile ise bu olay karşısında ne yapacağını bilemez. Ünlü ceza avukatı Ekrem’e başvurur. Ekrem’in davayı üstlenmesinden soran Ahmet salıverilir. Öte yandan Cemile ile Ekrem arasındaki ilişki, Ahmet’in tahliye olmasından sonra devam eder. Ancak Cemile yaşadıklarını bir türlü kabullenemez. Ekrem’in nezaketi ile Ahmet’in aşkı arasında kalan Cemile, psikolojik olarak zorlu bir sürece girecektir. (Hasan Sakın)


DEĞİRMEN (1986)


Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senaryo: Barış Pirhasan (Reşat Nuri Güntekin'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz
Yapım: Odak Film/Cengiz Ergun

Yönetmen Yrd: Leyla Özalp, Yardımcıları: Sevgi Saygı, Eray Özbal, Kamera Yardımcısı: Necdet Kaygın, Kurgu-Eşleme: Mevlüt Koçak, Sanat Yönetmeni: Mete Yılmaz, Zepur Hanımyan, Gökhan Yücesal, Müzik: Arif Erkin, Seslendiren: Erkan Aktaş, Aydınlatma Yönetmeni: Recep Biçer, Yardımcıları: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Set Ekibi: İsmail Kündem, Erdal Sümer, Enver Kündem, Kostüm: Niyazi Er, Makyaj: Ehat Alinçe, Negatif Kurgu: Zeynep Tor, Laboratuar: Yahya Öztürk, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Baskı: Zekeriya Şahin, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, Prodüksaiyon Yardımcısı: Ahmet Altunterim (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Şener Şen, Serap Aksoy Ali Erkazan, Tarık Pabuçcuoğlu, Orhan Çağman, Taner Barlas, Erol Durak, Necdet Yakın, Cihat Tamer, Oktay Sözbir, Uluer Süer, Kemal İnci, Bilgehan Oğuz, Nuri Tuğ, Suna Tanrıver, Ayhan Tanrıver, Ekrem Dümer, Levent Yılmaz, Azmi Ersöz, Yalçın Güzelce, Niyazi Er, Atilla oğltekin, Ehat Alinçe, Server Mutlıu, Kemal Aygen, Cem Meto, Mehmet İnce, Eylem Tanrıver, Nazan Uygun, Çeşminaz uygun, Fulya Turantaş, Sema Özaydın, Mahmut Gönlübol, Hicri Yıkılan, Melih Kançelik, Ferda Kançelik, Erdal Dinçer, Hüseyin Çalışkan, Mehmet Aktol, Nizamettin Şen, Erdinç Özdemir, Mustafa Tezeren, Ali Kudret Çetin, Fatih Uygan,

KONU: Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin deyimiyle "hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki yozlaşmasını Sarıpınar kasabasın-da tarihsel bir güldürü türünde odaklarının bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve icrk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek surun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile felekten gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasarrıf, derken iş şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne dek Sarıpınar'ın haritadaki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer. Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise Naciye île yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.

Ø    Değirmeni yalnızca bunlar mı anlatı-lıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular yapmadıkça bu memleket kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgele-nen aydın softa çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile su yüzüne çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş başlıca eleştiri odakları oluyorlar Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi Bey'e "evlerinin damları fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka zelzele bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen'in acı eleştirisini bir çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günü-müze de bazı göndermeler yapmış. Film boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve kurumların işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.

Tüm bunlara rağmen Atıf Yılmaz'ın Değirmen"i içerdiği onca yüklü malzeme-ye karşın, ne yazık ki, başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor. İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci yanda birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimliğe bürünüveriyor.

Bu ani değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen gerçekçilik duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki tiplemesiyle, her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun gücünü yakaladığını söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba diyen Serap Aksoy için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap Aksoy'un fiziğiyle, oynak kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını oluşturan imajı, hiç mı hiç bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un oyunundan çok, oyuncu seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf Yılmaz, onca ustalığına rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de kotarılması çok zor olan üstün yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini kurtaramamış. Toplama figüranlarla kotarılmaya çalışılan konak önündeki sahneler ve özellikle istasyondaki karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki kargaca bu sığlığın en belirgin örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde. Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya da hak kazanıyor tabi.” (Burçak Evren, Türk Sinemasında Yeni Konumlar”)

► Barış Pirhasan/Atıf Yılmaz ikilisinin Re-şat Nuri mizahına ne denli sadık kaldıklarını, neler eklediklerini tam bilemiyorum. Ancak bu haliyle film, kuşkusuz ilginç bir "politik satir" veya (Türkçesiyle "siyasal taşlama") niteliği alıveriyor... Geleneksel ahlak koruyuculuğu görünümü allında kadının erişilmez olduğu bir toplumda sosyal mevkii ne olursa olsun, gelip geçen her erkeği etkisi allına almayı baka-ran "hafif kadın" hikâyesi, doğrusu bu tür bir hicve gerekli ortamı hazırlıyor,,. Her ciddi olay karşısında ''Matbuat yasağı koyun efendim" diyen kamu görevlisi, tümüyle depremden çıkmış gibi duran kasabanın durumuna, ancak bir dep-rem haberi ele güne yayıldığında ilgi duyan bir yönetim anlayışı, merkezi yönelimi temsilen ancak çok gerekliğinde halkın ayağına gelen "şehzade"ler, Osmanlıdan bugüne çok değişen şeyler mi acaba? Hele kaymakamın, tüm gülünçlüğü içinde en sağduyu sahibi kişi olarak, sonunda "halkın Milli zelzele şuuruna sığınmayı önermesi, kuşkusuz filmin mizahi tonlarını doruğa çıkarıyor...

"Değirmen", sinemamızda az yapıla gelen türden ilginç, keskin bir siyasal taslama, anlattıkları günümüz Türkiye'siyle koşutluklar kuran çok düzeyli bir ince güldürü... Zengin bir oyuncu kadrosunu kısa, ama anlamlı rollerde ustaca yöneten Atıf Yılmaz'ın oyuncu yönetimi, çok akıcı ve işlek anlatımı denli övgüye değer... Şener Şen ise, alabildiğine ekonomik, ama yine de çok "komik" bir kişilik canlandırarak, çok has bir oyuncu olduğunu gösteriyor... Filmin başlıca kusuru -ne yazık ki yine teknik!.. İç sahnelerde sanırım yetersiz aydınlatma nedeniyle bir çok plan aşırı karanlıkta kalıyor, Ne olup bittiğini bile göremez oluyorsunuz. Böylesine savlı, basın bildirisinde "üstünyapım" diye sunulan ve dış şenlik-lere gönderilmesi tasarlanan bir film için gerçekten yazık...”Atilla Dorsay “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

Ø    Atıf Yılmaz-Barış Pirhasan ikilisi, çağdaş kadının günümüzdeki değişimini irdeleyen, zumun zurnan da düşsel/fantastik durumlarım İroni yolluyla özümlemeye çalıları (Adı Vasfiye, Aaahh Belinda vb.) bir dizi filmden sonra, bu kez de sinemamıza belki de en fazla kaynaklık etmiş edebiyatçılarımızdan Reşat Nuri Günlekin'e (1889-1956) el atıyorlar. Kuşkusuz bu el atış, gerek Atıf Yılmaz'ın ve gerekse Reşat Nuri'nin kimi yapıtları anımsandığında, sinemaseverlerin pek yabancısı olmadığı bir karşılaşma olarak tanımlanabilir. Gerçekten de, her iki sanatçı en özgün yapıtlarını Anadolu kasabalarına ilişkin konularda vermişler, halktan kişileri içtenlikle anlatmayı yeğlemişlerdir. Daha önceleri sahnelerde (AST'ın unutulmaz yorumuyla) Sarıpınar 1914 adıyla sergilenen Değirmen, belki de bu iki farklı dalın sanat-çısının ortak özelliklerini içeren yegâne yapıtlardan biridir. Geç de olsa Atıf Yılmaz ile sinemamıza onca ürün vermiş Reşat Nuri'nin 1987'de buluşması en azından edebiyatımız ve sinemamız açısından sevinilecek bir olaydır.
Ø     
Gerçekten de, Reşat Nuri sinemamızın hemen her devrinde güncel olmayı başarabilen bir edebiyatçımız. Tiyatrocular döneminin tek sanatçısı Muhsin Ertuğrul bu yazarımızdan yararlanırken (Ankara Postası 1928), Geçiş Çağı'nın en tipik temsilcilerinden Faruk Kenç de Taş Parçası (1939) ile bu yazarımıza kayıtsız kalmamıştır. Daha sonraları ise Reşat Nuri'nin Bir Dağ Masalı. Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü, Çalıkuşu yapıtları ikişer kez sinemaya aktarılarak, neredeyse edebiyatımızdan çok, sinemadaki yansımalarıyla bu dalın yapıtları olarak anımsanır olmuştur.

Değirmen ile bir kez daha kasaba gerçeğine dönen Atıf Yılmaz ise, son dö-nemdeki bir dizi başarılı yapıtını hesaba katmazsak en özgün çalışmalarını bu çevreye ilişkin filmlerde ortaya koymuştur. Gelinin Muradı (1957), Kumpanya, Yarın Bizimdir (İ963), Dolandırıcılar Şahı (1961) ve Mine ilk akla gelen ve kasaba gerçeğini kimi zaman keskin bir eleştiri ile ele alıp İşlediği filmler olmuştur.

Bir eleştiri yazısının normlarına biraz ters düşen bu kısacık ansiklopedik değinmeden sonra biz tekrar Değirmen'e dönelim. Değirmen, Osmanlı'nın Frenklerin deyimiyle "hasta adam" yakıştırmasına hedef olduğu çöküş dönemindeki yozlaşmasını Sarıpınar kasabasında tarihsel bir güldürü türünde odakla-rının bir film. Sarıpınar, kendi halinde, onca depremi, yoksulluğu ve açlığı ile ezelden beri yaşaya gelen unutulmuş ve terk edilmiş kasabalardan biri. 1914'iin çalkantıları bile, bu kasabadan öylesine uzak ki. Kasaba için tek gerçek ve tek sorun, muzur faaliyetlerde bulunan, Bulgar asıllı Kızancıklı Naciye. Kasabadaki ehli namus herkesin sürülmesini istediği Naciye'ye ilişkin sorunlar, sonunda kaymakam Halil Hilmi Bey'e dek yansır. Kasabanın namusundan sorumlu Halil Hilmi Bey (Şener Şen) ise, bu yakınmaları dinleyip Kızancıklı Naciye ile karşı karşıya kalıp da onun göz süzmeleri, gerdan kırmaları ve dudak bükmelerimle karşılayınca bir daha iflah olmaz. Hele, Naciye'nin bağ evindeki göbek atmalarından sonra gelen müthiş deprem (!) olunca, yalnız Halil Hilmi ile felekten gece çalmayı deneyen eşraf değil, tüm Osmanlı, savaştan daha büyük bir felaketle karşı karşıya kalır. Önce kaymakam, sonra mutasar-rıf, derken iş şehzade efendiye dek bir felaketler zincirlemesi halinde uzayıp gider. O güne dek Sarıpınar'ın haritada-ki yerinden bile haberdar olmayan onca zevat, o günlere özgü bürokrasinin işleyiş çarklarındaki paslanmışlıktan kurtularak Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile yarattığı yapay depremle harekete geçer. Soruşturmalar, suçlamalar, kazançlar ve soygunlar Kızancıklı Naciye'nin göbeği ile tekrar, bu kez bir şefkat ve yardım kimliğinde Sarıpınar'ı sarar. Halil Hilmi Bey bir gecelik zamparalığının bedelini zat-ı şahanelerinin kendisine lütuf buyurduğu nişan ile öderken, Sarıpınar'a dek gelen şehzade efendi ise Naciye ile yetinmek zorunda kalır. Onca depremden habersiz Sarıpınar halkına düşen ise, bu kez Kızancıklı Naciye'siz katmerli bir yoksulluktur.

Atıf Yılmaz, zaman zaman günümüze göndermeler yaptığı bu tarihsel güldürüsünde, Osmanlı devletinin son dönemlerine ilişkin yozlaşmasını, ufak bir kasabanın rutin görünümü içinde eleştiri süzge-cinden geçirmiş. "Bugün git yarın gel" esprisi ile bürokratik anlayışı bir kez daha gündeme getirirken, halktan kopuk bir yönelim anlayışının, hangi koşullarda halkla bütünleşmesi gerektiğini (!) de ironik bir yaklaşımla gözler önüne sermiş.

Değirmeni yalnızca bunlar mı anlatılıyor? "Softaların sarığını hayvanlara yular yapmadıkça bu memleket kurtulmaz" diyen mühendis Deli Kâzım ile simgelenen aydın softa çatılması, kekeme reisi ile tüccar efendi arasındaki alış veriş ile su yüzüne çıkan geleneksel vurgunculuk, değinen güç dengelerine göre kendilerini ayarlayan çıkarcı eşraf, idare-i maslahatçılık filmin içine serpiştirilmiş başlıca eleştiri odakları oluyorlar. Hele hele yaşlı bir köylünün bir gecelik zamparalığını yapay bir depremle özdeşleştirmek isteyen kaymakam Halil Hilmi Bey'e "evlerinin damlan fukaralıktan çökmüş, buraları sarkan başka zelzele bey..." deyişi, güldürü türünde de olsa Değirmen 'in acı eleştirisini bir çırpıda özetlemeye yettiği gibi, günümüze de bazı göndermeler yapmış. Film boyunca Sarıpınar 1914 ile Türkiye 1987 arasında (bazı kişi ve kurumların işleyiş düzeninde) bir benzerlik de yok değil sanki.

Tüm bunlara rağmen Atıf Yılmaz'ın Değir-men"i içerdiği onca yüklü malzemeye karşın, ne yazık ki, başarılı bir tarihsel güldürü olmanın sınırlarını pek fazla zorlamıyor. Onca malzemeyi kaymakam Halil Hilmi Bey' in (daha doğrusu Şener Şen'in) kimi zaman aşırılığa ve abartıya kaçan oyunculuğuna, güldürme yeteneğine yükleyip harcayıveriyor. Filmin belirli bir yerinden sonra, sorunların ve insan ilişkilerinin yerini Halil Hilmi Bey'in gereksiz ve Ölçüsüz gösterisi alıyor. İlk yarıda orta oyunu serbestliği içinde tuluat yapan Halil Hilmi Bey, ikinci yanda birdenbire ciddileşip adeta ayrı bir kimli-ğe bürünüveriyor.

Bu ani değişme de hiç kuşkusuz, güldürü türünde de olsa kişilikle bütünleşen gerçekçilik duygusunu oldukça zedeliyor. Bu arada Şener Şen'in. Bu filmdeki tiplemesiyle, her zamanki ölçülü ve abartıya ödün vermeyen o güzelim oyun gücünü yakaladığını söylemek de oldukça zor. Sinemaya ilk kez bu filmle merhaba diyen Serap Aksoy için de olumlu bir şeyler mi) İçmek olanaksız. Serap Aksoy'un fiziğiyle, oynak kahpe Kızancıklı Naciye'nin filmin odak noktasını oluşturan imajı, hiç mı hiç bağdaşmamış Kuşkusuz bu uyuşmazlığı Serap Aksoy'un oyunundan çok, oyuncu seçimindeki yanlışlığa bağlamak gerek. Üstelik Atıf Yılmaz, onca ustalığına rağmen, sinemamızın sınırlı olanakları için de kotarılması çok zor olan üstün yapıma ilişkin sığlığa düşmekten de kendini kurtaramamış. Toplama figüranlarla kotarılmaya çalışılan konak önündeki sahneler ve özellikle istasyondaki karşılama töreni ile yıkım sahneler indeki kargaca bu sığlığın en belirgin örnekleri utarak sırıtıyor filmin içinde. Değirmen, bu kusurlarına rağmen, yine de kayıtsız kalınmayacak bir film olmaya da hak kazanıyor tabi.

DAYAK CENNETTEN ÇIKMA 1986


Yönetmen: Ertem Göreç
Senaryo: Bülent Oran
Görüntü Yönetmeni: Erdoğan Engin
Yapım: Elif Film/Mehmet Taluğ

Yapım Sorumlusu: Sabri Aslankara, Set Ekibi: Ali Zebil, Aslan Gül, Alaattin İzgü, Işıklar: Ozan Işık Servisi, Şef: İsmail Sandancıoğlu, Ferdi Eskici, Hakan Canan, Yönetmen Yar-dımcısı: Yasemin Yazıcı, Görüntü Yönetmen Yrd.: Haluk Bener, Kurgu, Eşleme: Nevzat Dişiaçık, Laboratuvar: Adnan Şahin, Zekeriya Şahin, Yahya Öztürk, Negatif Kurgu: Peri Okan, Seslendirme Yönetmeni: Ersan Uysal, Müzik: Cahit Berkay, Jenerik: Yaşar Tonguç, Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır

Oyuncular: Yılmaz Zafer, Neslihan Acar, Münir Özkul, Suzan Avcı, Tevhid Bilge, Ali Şen, Cem Özer, Alev Altın, Coşkun Kemer, Diler Saraç, Hakkı Kıvanç, Mehmet Akdil, İsmail Hakkı Şen, Perihan Sayın, Seyfettin Karadayı, Ayten Mutlu, Muazzez Kaya, Birsen Kararlı, Sevinç Sunar (Ankara Gemisi Solisti),

Konu: Yeni evlenen gençlerle aile fertlerinin anlaşmazlıklarının irdelenmesi.

Not: Bu film “Elmayı Kim Isırdı” filminin devamı niteliğinde çekilmiş bir film.



DAVACI (1986)


Yönetmen: Zeki Ökten
Senaryo: Umur Bugay “Avukat Cenap Güven’in Bir Mahkeme Öyküsü” yapıtından esinlenme ”
Kameraman: Orhan Oğuz
Yapım: Cem Film/Yahya Kılıç

Kamera Asistanları: Necdet Kaygın, Ercüment Süngü, Reji Asistanları: Ahmet Sezerel, Eray Özbal, Yeşim Kaya, Halil Ergün, Müzik: Ali Haydar, Kurgu: Mevlut Koçak Işık: Recep Biçer, Remzi Biçer, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Sultan Yıldı-rım, Laboratuar: A. Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Kurgu Yardımcıları: Metin Çeşmebaşı, Mustafa Kalkan, Soner Şenbecerir, Dublaj Yönetmeni: Saadettin Erbil, Set: Cengiz Öktem, Yusuf Avcı, Salim Çetin, Prodüksiyon Amiri: Ekrem Gökkaya,
(Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır).

Oyuncular: Kemal Sunal, Savaş Yurttaş, Güzin Özipek, Serra Yılmaz, Necati Bilgiç, Bahri Selin, Gülümser Gülhan, Demet Akdağ, Yavuzer Çetinkaya, Meltm Sayar, Gül Sazanker, Müşerref Kardeş Alev Gökkaya, Yıldız Balıkoğlu, Mehmet Manya, Faruk Tayşi, Orhan Bayraktar, Necdet Kaygın, Kemal Kadakal, Dursun Ali Sağıroğlu, Ali Cağaloğlu, Yaşar Güner, Remzi Biçer, Ferdi Tercanlıoğlu, Sabahattin Bostancıoğlu, Kemal Kocatürk, Serhat Özcan, Erkan Can, Selahattin Fırat, Çocuk Oyuncular: Uğur Esen, Banu Sençelli, Erdi Yetişkol, Ezgi Yetişkol, Ulaş Balıkoğlu, Burcu Balıkoğlu, Evrem Gökkaya, Aşkım Geylani,

Konu: Film, aynı köyde yaşayan iki adamın birbirlerine açtıkları davaların bürokrasi çıkmazına girmesini hikâye eder. Yunus ve Ahmet komşudur. Yunus’un oğlunun güttüğü koyunlar Ahmet’in bahçesine girip sebzelere zarar verir. Ahmet buna kızıp Yunus’un oğlunu dövünce, Yunus ve Ahmet kavga ederler. Yunus, Ahmet’le barışmaya niyetlense de Ahmet’in dava açtığını görünce o da ona karşı dava açar. Birbirlerine dava açan ikili, bürokrasi sebebiyle sürekli adliyeye gidip gelmek zorunda kalır. Bu koşuşturmadan maddi zarar görmeye başlayan iki komşu zaman geçtikçe pişman olacaktır. (Celil Civan)