Senaryo: Çetin Öner (Nevin İnanç'ın bir Hikayesinden)
Kamera: Ertunç
Şenkay
Müzik:
Arif
Erkin
Yapım : Özer Film/Enver Özel
Set: Selçuk Öktem, Ergun
Sımsıkı, Ahmet Çolael, Şaban Derya, Işık: Doğan Atakan, Osman Şentanış,
Mehmet Ali Gündoğdu, Jenerik: Sinefekt, Görüntü Yön. Yardımcısı: Hakan
Gürtop, Yapım Yardımcısı: Sabit Çolael, Yardımcı Yönetmenler: Ai
Kıvırcık, Mehmet Tümer, Özdemir Çiftçioğlu, Yapım Yönetmeni: Hüseyin
Çalışkan,
Oyuncular: Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Mine
Baysan, Eşref Kolçak, Muadelet Tibet, Nezih Tuncay, Barış Altay, Mustafa Yavuz,
Suat Sungur, Ahmet Eskici, Hakkı Kıvanç, Tuncay Halıcıoğlu
Konu: 12 Eylül öncesinde Hüseyin, yasak kitap
okurken tutuklanmıştır. Hapisteyken, arkadaşlarından bir eylemciye istemeyerek
de olsa yardım eden ağabeyi öldürülür. Yengesi ve ailesinin diğer fertleri bu
ölümden Hüseyin'i sorumlu tutmaktadırlar. Küçük yeğeni bile hapisten çıkışta
Hüseyin'le konuşmaz. Hüseyin durumu düzeltmek için ve hiç olmazsa bundan sonra
mutlu yaşayabilmek için didinir.
Ø
Hüseyin (Kadir İnanır), hapisten çıkıyor. Bir otobüse
biniyor. O andan itibaren fonda kim olduğunu çıkaramadığım bir ses, türkü
söylemeye bağlıyor, İnanır, sürekli o "üzgün" bakışlarıyla dolanıyor,
karşılaştığı her insanla o bakışlar, dozu artarak sürüyor ve her konuşmanın
altı, fonda iç bayıltıcı bir müzikle çiziliyor. Kamuya dönük hayatında bir
güldürü ustası olan Zeki Alasya'daki bu hüzün, bu melankoli bu melodram yapma
merakı nereden geliyor diye şaşırıyorsunuz, Allahtan, Alasya'nın bu ağdalı
başlangıcından sonra, hikâye, yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyor. Yeni bir
"12 Eylül filmi", Yalçın Küçük'ün deyişini kullanırsak, bir
"Eylülist film." Tıpkı "Sen Türkülerini Söyle" gibi başlıyor.
Af Yasası'yla içerden çıkan eylemci Hüseyin'in aile ve mahalle çevresine uyura
güçlüklerini izliyoruz. Sonraları hikâye olaya farklı biçimde, kadın ve çocuk
açısından yaklaşmaya başlıyor. Hüseyin, bir arkadaşı yüzünden silahlı eyleme
karışmış, arkadaşının, dolayısıyla kendisinin yüzünden bu işlerle İlgisi
olmayan ağabeyi öldürülmüştür. İçerdeyken, arkadaşının kardeşi Şükran'la
ilişkisi, nikâhla noktalanmıştır. Çıktığında üç mutsuz kadın vardır karşısında:
Kocasının ölümüyle hayatı kararan, genç yaşta dul kalan yengesi, "zifaf
gecesi bile yaşamadan" içerdeki bir adamla yıllardır evli olan Şükran...
Ve büyük oğlunun ölümüne mi yansın, küçüğünün çıkıp geldiğine mi sevinsin,
karar veremeyen anne...
Ø
Bu arada yengenin küçük oğlu
da babasının ölümüyle noktalanan, bir bölümüne tanık olduğu eylemlerin
etkisini hâlâ taşımakta, amcasına ürküntüyle hayranlık arası duygular
beslemektedir. Üç kadın ve bir çocuk, ağabeyin ölümünün acısını ve
"cezalandırma" duygusunu sürdürmek veya geçmişi unutarak yemden bir parça
mutluluk aramak ikilemi ile karşı karşıyadırlar... "Dikenli Yol",
görüldüğü gibi, yakın geçmişin siyasal fırtınalarına ve onun yaptığı tahribata
biraz değişik biçimde, kadın ve çocuklar düzeyinde yaklaşmayı deniyor.
Hikâyenin bir kadına ait olması, bunun yaşanmış, gerçek bir hikâye olabileceği
konusunda ipucu veriyor.
Zeki Alasya,
başlangıç ve final bölümle-rinde melodram tuzağını önleyemiyor, belki de
önlemek istemiyor. Ama arada çok iyi şeyler yakalıyor çok etkili sahneler
gerçekleştiriyor. Özellikle finalde yengenin "bağışlama" sahnesi çok
başarılı. (Ama hemen ar-kasından herkesin ağladığı sulu göz bölümler gelmese!)
Alasya'nın aşikâr duyarlılığını, melodram düşkünlüğünü bizce bir nebze
denetlemesi gerekiyor. "Dikenli Yol", Hülya Koçyiğİt'in çarpıcı
kompozisyonuyla da değerlenen, özellikle bu gibi konuların sinemada nasıl ele
alındığına ilgi duyan bir seyircinin görmesi gereken bir film...”Atilla
Dorsay,” 12 Eylül Yılları ve Sinemamız”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder