Powered By Blogger

5 Nisan 2020 Pazar

UMUTSUZLAR (1986)


Yönetmen: Yücel Uçanoğlu
Senaryo: Mehmet Aydın, Selami Şahin
Kamera: Sedat Ülker
Yapım: Burak Film/Sungur Esen, İbrahim Mertoğlu

Oyuncular: İsmail Hazar, Özlem Onursal, Nazan Ayas, Şebnem Karlıdağ, Ümit Yesin, Diler Saraç

Konu: Konu: Film, para ile inançları arasında sıkışıp kalan bir gencin öyküsünü konu alır. İsmail, ailesiyle birlikte kenar mahallede yaşayan fakir bir delikanlıdır. Üniversitede okuyan İsmail, geceleri bir pavyonda sahneye çıkarak para kazanmaya çalışır. Okul arkadaşlarından Sibel ise varlıklı bir aileye mensuptur ve İsmail’e âşıktır. Ancak İsmail aradaki uçurumun farkındadır. Bu nedenle Sibel’in duygularına karşı tereddütlü davranır. Bununla birlikte çevresinin de baskısıyla Sibel’e evlenme teklif eder. Ancak Sibel’in İsmail’e olan ilgisinin ardında başka gerçekler vardır. (Hasan Sakın)

UMUT SOKAĞI (1986)


Yönetmen: Şerif Gören
Senaryo: İlhan Engin, Şerif Gören
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Müzik: Hasan Yükselir
Yapım: Umut Film/Abdurrahman Keskiner

Oyuncular: Kadir İnanır (Aliş Silvan), Şehnaz Dilan (Yonca), Bülent Bilgiç (Bülent Alper), Kazım Kartal (Arap Hasan), Baki Tamer (Abdurrahman), Songül Ülkü (Bülent), Ali Tutal (Mafya), Selahattin Fırat (Topal Recep), Ali Ceylan (Dilaver Uyanık), Hasan Yıldız (Tetikçi), Akif Kilman, Seyfettin Karadayı, Muhteşem Durukan, Dündar Aydınlı, Salih Eskioğlu, Turgay Aksoy, Bedri Uğur, Metin Osmanoğlu, Yılmaz Kurt, İsmail Kurt, Ni-yazi Gökdere, Yaşar Kutbay

Konu: Kadırgalı Ali Silvan , bir haksızlık sonucu çalıştığı fabrikadan atılır. Bu yiğit, güçlü, kendine güvenli genç adam, mafya örgütünün ilgisini çeker. Ve kısa zamanda babalar arasına katılır. Gençlik arkadaşı Bülent'i yanına alarak işçilerin ve kazandığı büyük paraların yönetimini ona verir. Ancak Bülent, ona ihanet edecek ve imparatorluğunu kurmaya kalkacaktır. Artık iki arkadaşın hesaplaşması kaçınılmaz olur.

v    Umut Sokağı" sansür kurulunca yasaklandığı için Antalya Şenliği'ne katılamamıştı. Bu kez Danıştay kararıyla gösterilebiliyor. Sansür, “kara para" sahipleri, giderek resmen mafya örgütleriyle iş bayatımızın bir bölümünü yönetenlerin özdeşleştirilmesine, yıldırım hızıyla yükselen kimi iş çevrelerinin, kimi şirketlerin ardında ne dümenler döndüğünün ima edilmesine mi kızmış? Kapitalizmin tümüyle sütten çıkmış kasık olmadığının, paranın mutlaka namuslu biçimde kazanılmadığının gösterilmesine mi kızmış? Bilinmez... Bilinen, filmin senaryosunun, belki gerçekten ilginç şeyler göstermek, söylemek ister gibi olduğu... Ancak sonuç olarak yüzeyselliğe saplanıp kalan, klasik mafya klişelerinde boğulan önemsiz bir film çıkmış ortaya... Ne emekçilikten gelip babalığa sıçrayıveren, sürekli optolidon içip, öfke krizleri geçiren Ali Silvan'ın ne de diğerlerinin kişilikleri belirgin...

Film, öte yandan tipik bir Şerif Gören filmi... Gören, porno film seyreden "aile kadınlarından seks filmleri oynatan sinemalarda kendi kendini tatmin eden gençlere, günümüz Türkiye’sinden çeşitli saptamalar yaparken, Bülent'in sürekli Beethoven 5. Senfoni dinlemesi gibi buluşlarla da aydınlara göz kırpmaya çalışıyor. Ama aydın bir seyirciye seslenmeyi de amaçlayan bir filmde, söz gelimi holding toplantısı aile kavgası, "Baba'nın dert dinlemesi" gibi sahnelerin sanki bir karikatür düzeyinde verilmesi neden ola ki? “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”

UÇURUM (1986)


Yönetmen: Samim Utku
Senaryo: Ahmet Ündağ
Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan
Yapım: Metro Film/Zeki Kafalı

Oyuncular: Kenan Kalav, Selin Dilmen, Nalan Türkoğlu, Orhan Atasoy, Kenan Pars, Erdo Vatan, Ece Berkant

Konu: 
Film, kiralık bir katille dansçı bir kızın aşk öyküsünü konu alır. Kenan, ülkenin en büyük uyuşturucu kaçakçısının damadıdır. Kayınpederi hesabına tetikçilik yapan Kenan, işi bırakmaya karar verir. Üstelik son dönemde bir dizi cinayet işlediği için polise yakalanma korkusuyla yaşamaktadır. Bir gün tesadüfen tanıştığı Selin adında bir kız Kenan’ın hayatını değiştirir. Kenan kısa sürede Selin’e âşık olur. Mafya içinden çekilerek sakin bir yaşam sürmeye karar verir. Ancak yeraltı dünyasında Kenan’ın ölüm emri verilmiştir.

TOKATÇILAR (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Aykut Düz
Kamera: Şener Işık
Yapım: Burç Film/Fedai Öztürk
Yönetmen Yardımcısı: Muharrem Özabat, Laboratuvar: Yahya Öztürk, Zekeriya Şahin Işık Şefi: Ömer Ekmekçi, Ses Kayıt: Erkan Aktaş, Prodüksiyon Asistanı: Erol Kesler,

Oyuncular: Cüneyt Arkın, Bülent Kayabaş, Oya Demir, Hayri Caner. Hüseyin Kutman, Yadigâr Ejder, Mümtaz Alpaslan, Hikmet Şirin

Konu: Film, para için mücadele eden bir grup soyguncunun hikâyesini konu alır. Hırsızlık ve dolandırıcılık yaparak büyük paralar elde eden Cüneyt, zengin yaşlı kadınları ve mafya babalarını dolandırmakla kalmaz. Bir yandan da zengin iş adamlarını soyar. Ancak girdiği işlerden biri yüzünden Cüneyt’in başı derde girer. Dolandırdığı mafya babalarından biri, Cüneyt’e kaptırdığı parayı geri alması için Neşe adında bir soyguncuyla anlaşır. Neşe ise Cüneyt’in eski ortağı Havlu Hüseyin’e başvurur. İki çete arasında kıyasıya bir mücadele başlayacaktır. (Hasan Sakın)


TEYZEM (1986)


 Yönetmen: Halit Refiğ
Senaryo: Ümit Ünal
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Müzik: Atilla Özdemiroğlu
Sanat Yönetmeni: Betül İnced
Yapım : Burç Film/Fedai Öztürk

Oyuncular: Müjde Ar (Üftade), Tomris Oğuzalp (Anne, Semiha), Haldun Ergüvenç (Haşim), Yaşar Alptekin (Erhan/Orhan), Mehmet Akan (Baba, Recep), Necati Bilgiç (Niyazi), Ayşe Demirel (Azade), Serra Yılmaz (Şenay), Uğur Yücel, Kamuran İnselel, Ümit Ünal (Süleyman), Reha Kıral, Ferit Ferman (Küçük Umur), Ali Demiel (Doktor), Dilek Pakalın (Rüya), Arif Kilman (Kasap İhsan), Elif Turut (Küçük Fulya), Esra Çeşmeci (Büyük Fulya), Hakkı Üstün (doktor)

Konu: Sinemamızm usta yönetmenlerinden Halit Refiğ'in imzasını taşıyan "Teyzem", psikiyatrik bir bozukluğu; şizofreniyi ele alan az sayıda filmimizden biri. Genel olarak Türk sinemasının psikiyatrik bozuklukları ve anomalileri işlemede kısır kaldığı ve bu konuda sık sık klişelere saplandığı bir gerçek. Refiğ'in yapıtı ise hastalığı tanımlayışı, öykünün içinde konumlandırıp yöntemi ve gerçekçi bakış açısıyla ayrılıyor benzerlerinden. Filmin ana karakteri olan Üftade'nin bilinmezliklerle dolu yaşamı, onu hayal meyal anımsayan küçük yeğeni Umur'un gözünden anlatılıyor film boyunca. Bu durum, zaten hayal ve gerçeği birbirinden ayıramayan Üftade'nin öyküsüne, bir de 'çocuk hafızası'nın muğlaklığını ekliyor ve giderek çoğalan soru işaretleri seyirciyi ister istemez öykü üzerinde düşünmeye zorluyor. Üvey babasının baskısı altında büyüyen, diğer kardeşleri gibi evden uzaklaşmanın yolunu bulamayan, ilk aşkının acısını hafifletmek için alelacele evlenen Üftade, kucağında bebeği ile baba ocağına döndükten sonra ciddi biçimde kopmaya başlıyor gerçeklikten. Kendi deyimiyle evin dışında da görülecek bir şey olmadığını fark eden ve kurtuluşu hayal dünyasında arayan genç kadının çırpınışı ise, daha hızlı batmasına yol açıyor. Ümit Ünal'ın detayları incelikle işleyen senaryosu, hem şizofreni gibi açıklanması zor bir hastalığı betimlemekte hem de kendi ayakları üzerinde duramayan bir kadının dramını ortaya koymakta son derece başarılı. Üftade'nin giderek sıklaşan aralıklarla geçirdiği sinir krizleri, geçmişe dönük sanrıları, içinde biriken zehri kustuğu yazıları, resimleri, kendi gerçekliğini çevresine kabul ettirmeye çalışmaktaki ısrarcılığı, kimsenin ona inanmadığı bu dünyadaki yalnızlığı, çaresizliği, karakteri yaşayan, kanlı canlı bir insan olarak var ediyor. Seksen darbesinden hemen sonra başlayan öykü, her ne kadar Üftade'nin iç fırtınalarına odaklanmış olsa da, satır aralarında döneme dair oldukça önemli ve gerçekçi tespitler bulmak da mümkün. Son derece tutarlı biçimde çizilen yan karakterler, darbenin yarattığı kaos ortamını, ardından gelen hızlı liberalleş-me sürecini, sadece yaşam şekilleri değil, karakterleri de değişmeye başlayan insanların bocalayışlarını ustaca aktarıyor seyirciye. "Teyzem" senaryosu, sinemasal anlatımı, kurgusu ve oyuncu performansları ile sinemamızın en yetkin örneklerinden biri. Müjde Ar'ın Üftade rolündeki başarısının yanı sıra, üvey babayı canlandıran Mehmet Akan ve delişmen erkek kardeş rolün-deki Necati Bilgiç'i de kesinlikle anmak gerekir... (P.T.) Sinema En İyi Yüz Film”

v    Türk sinemasında yeni bir gelişme var. Eskinin, filmin türü ne olursa olsun, her özelliği, her davranışı bilinen, önceden kestirilebilen kalıplaşmış, klişe kahramanlarının yerine, değişik "farklı" özel-likleri olan, başkalarına benzemeyen kişiler geliyor. "Birey" kavramı gelişiyor, buna bağlı olarak da, belki ilk kez "psikoloji" ve psikolojik kaygılar, araştır-malar geliyor sinemamıza...

"Teyzem" bu türden araştırmacı bir senaryo... Milliyet Sanat Dergisi senaryo yarışmasında özellikle Selim İleri dostumun kadirbilir dikkatiyle değerlenmiş ve oy birliğiyle birinci seçilmişti. Ama o zaman bunu bir "senaryo taslağı" diye değerlendirmiş ve üzerinede uzun boylu çalışılması gereğini belirtmiştim. Çalışılmış da!.. Ve senaryo, gerçi etlenip kanlanmış, ama özünden de özelliklerinden de bir şeyler yitirmiş.,,

"Teyzem" kuşkusuz1 o beklediğim, hayal ettiğim film değil... İlk senaryonun vaat ettiği tüm incelikler kırılıp yok olmuş sanki... Üftade'nin düğününde çalan gitarcnıın Erhan olması veya düğün gecesi kaynana-görümce ikilisinin kapı dinlemeleri gibi "ince" (!) buluşları kim dahil etti, bilemem. Üftade'nin yıllar sonra rastladığı adamın gerçekten Erhan olup olmadığı veya üvey babasının gerçekten ona saldırıp saldırmadığı gibi sorular ise, ne kesin bir yanıta kavuşabiliyor, ne de (gerekli düşsel - fantastik atmosfer yaratılmadığından) düş gibi algılanabiliyor.. Film bu haliyle "Arabulucu" bir yana bir "Adı Vasfiye" bile olamıyor, ancak bir tür "Fahriye Abla" çeşnisi olarak kalıyor... Çünkü temel bir yanlış var. O da kuşkusuz Halit Refîğ'in yönetmenlik yetenekleri bir yana bu tür bir konuya/filme yatkın olmaması.

"Bireyci" tavrı böylesine "tu kaka" eden bir yönetmenin günün birinde kendisini böyle bir hikâye karşısında bulmasının bütün çelişkisini taşıyor. "Teyzem".. Ve Halit Refiğ’in, İlginç bir başlangıçla etkili bir final arasında yer yer kendini duyuran ustalığına kargın, hiç bir anında inandırıcı, doyurucu bir film olamıyor, örnekse Atıf Yılmaz’dın sön dönemindeki yarı fantastik denemelerinin tadına ve kıvamına ulaşamıyor,,.

"Teyzem" başta sözünü ettiğim gelişme doğrultusunda iyi niyetli ve ilginç bir çalışma, ama amacına pek ulaşamamış...”Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


v    Kaba, çarpık aile düzeni ve ilişkileri, çevre baskısı, kenar mahalle yaşamı, terk edilmişlikle ilgili psikolojik anlatımı, "içtenliği" sayesinde ilgiyle izlenen bir film. Sansürün yasaklılığını saptadığımız bazı sahnelerin yokluğuyla şizofreninin çıkış noktalarının anlaşılmaması, önceleri olumlu çizilen Umur'un anne-babasının (Üftade'ye göre abla-enişte) kişiliklerinin sonlarda ani deforme edilmesi (çok doğal aslında ama, seyirci hazırlıksız); uzun bir süre Umur'un anlatım dışı kalması, Ar'ın sevgilisini canlandıran oyuncunun kötü oyunuyla iyice silikleşen bir aşığın "neredeyse" gereksiz hale gelmesi; 70 ve 80'li yıllardaki değişimleri çevre mekan açısından eksik yansıtma (bu konuda bütçe ile ilgili sorunlar etkin olabilmekte) gibi kusurlarını örten bir "duyarlılığa" sahip "Teyzem". Atilla Özdemiroğlu'nun müziği ve intihar sahnesinden de çok etkilendiğimi belirtmeliyim. (Bkz.: Ali Ulvi Uyanık, Müjde Ar'lı iki film, Milliyet Sanat, S.: 157, 1 Aralık 1986).

TARZAN RIFKI (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Natuk Baytan
Görüntü Yönetmeni: Rafet Şiriner
Yapım Cem Film/Yahya Kılıç

Yardımcı Yönetmenler: Adem Erul, Zuhal Üstüntaş, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Dublaj: Saadettin Erbil, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşses, Laboratuar Şefi: A. Tümay Rızai, Kurgu: Mevlüt Koçak, Set Ekibi: Cengiz Ökten, Hüseyin Kını, Mehmet Şenkal, Abdurrahman Menay, Işık Ekibi: İsmet Yurtçu, İsmail Dinçer, Yapım Yönetmeni: Ekrem Gökkaya, Adnan Karabacak, (Sineray Stüdyo ve Laboratuarlarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Kemal Sunal, Suna Yıldızoğlu, Saadettin Erbil, Dinçer Çekmez, Asuman Arsan, Ece Berkant, Hipi Coşkun, Hayri Caner, Ekrem Dümer, Hakkı Kıvanç, Celâl Donat, Süheyl Eğriboz

Konu: Filmde, şehirde kendine yer bulamadığı için ormana yerleşen bir adamın hayatı anlatılır. Rıfkı sakar bir kahvecidir. Uzun zamandır mahalleden tanıdığı Gül’e âşıktır. Genç kızın evlenmek için tek şartı vardır. Kendi evinde yaşamak ister. Günlerce ev arayan Rıfkı, kendi gelirine uygun bir yer bulamaz. Gül onu terk edince de ormana yerleşmeye karar verir. Kendini Tarzan zannetmektedir. Gazeteye ilân vererek Jane’i aramaya koyulur. Ancak evlilik randevusuna beklediği kadın yerine mafyanın adamları gelir. Rıfkı’nın neye bulaştığı hakkında hiçbir fikri yoktur. (Ayşe Adlı)

TABANCAMIN SAPINI/TESELLİM OLSUN (1986)



Yönetmen: Savaş Eşici
Senaryo: Savaş Eşici, İsmail Hakkı Şen
Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu
Yapım: Mutlu Film/Müfit İlkiz, Fatih Pekmutlu

Oyuncular: Erkan Ocaklı, Deniz Uğur, Ümit Acar, Hikmet Taşdemir, Tevhit Bilge, Şebnem Arcan, Hakkı Şen, Rafet Kalkan, Tevhid Bilge, İnci Atıllgan, Murat Özdemir, Özlem Çağla, Recep Bülbül, Fehmi Durguner, Nur İncegül, Ethem Temizkan,

Konu: Meşhur ettiği bir şarkıcıya aşık olan bir gazino patronunun aşkı.

ŞALVAR BANK (1986)


Senaryo ve Yönetmen: Hulki Saner
Görüntü Yönetmeni Mengü Yeğin
Yapım: Saner Film/Hulki Saner
Renk Uzmanı: Osman Koşkan, Montaj, Senkron, Negatif Montaj: Recep Pala, Dublaj Yönetmeni: Barış Ören, Set Teknisyenleri: Şef: Ekrem Çınaroğlu, Yardımcısı: Adnan Gürkonak, Işık Şefi: Mehmet Vural, Yardımcısı: Emin Uysal, Prodüksiyon Yardımcısı: Yunus Yakışıklı, Ka-mera Asistanı: Turgut Yamaç, Yar-dımcı Yönetmen: Kenan Uluergüven, Yardımcı Yönetmen Asistanı: Zühal Demiryürek, Prodüksiyon Amiri: Şerif Ablak, Kaya Ören Stüdyosunda hazırlanmış ve Ören Stüdyosunda seslendirilmiştir

Oyuncular: Sadri Alışık, Göksel Kortay, Selma Poyraz, Ergun Köknar, Nami Esatgil, Aysel Kiper, Damla Coşkunoğlu, Yüksel Gözen, Yılmaz Tuncay

Konu: "Reşit Ağa ile Karısı Güllü İstanbul’a gelirler. Akrabası Selahattin’in evini adres eksikliğinden dolayı çok arayarak sonunda bulurlar. Selahattin karısı ve kızı ile yaşamaktadır, kız sevdiğine kaçmıştır Polislere haber verirler ve genç sevgileri polis getirir. Selahattin’in karısı huysuz biridir,

Reşit Ağa ve Güllü’yü küçük görerek onları evde istemediğini söylemiştir. Selahattin onları gizlice kömürlükte yer göstererek orada kalabileceklerini söylemiştir. Sessiz olmalarını ve burada idare etmelerini söyler. Selahattin gençten şikayetçi olmayarak genci bıraktırmıştır. Sabah Reşit Ağa erkenden kalkar Selahattin ve karısı ile kızları için konuşmaya gider onlar daha uyumaktadırlar, uyandırır, Selahattin onları odadan kovar. Reşit ile Güllü gezerler, paraları kalmamıştır. Paraları olsa köye gideceklerini söylerler. Lokantada yemek yerler paraları olmadığı için bulaşıkları yıkarlar. Yatmak için gizlice kömürlüğe gidip yatarlar, ertesi gün tekrar lokantaya giderler lokanta kapatılmıştır, sokaklarda aç susuz dolaşırlar tekrar kömürlüğe gelirler. Güllü hamile olduğunu ve acıktığını söyler. Reşit de yiyecek bir şey bulmak için sokaklarda dolaşır, sahile gelir, sahilde martının biri üzerine pisler. Elini şalvarının cebine atar mendil çıkarmak için cebinden para çıkar. Parayla yiyecek bir şeyler alır karısına götürür Durumu karsına anlatır. Elini cebine attıkça para çıkartır. Paraları çuvallara doldururlar. Artık zengin olmuşlardır, üzerlerine kıyafet, karısına mücevherler alır. Selahattin""in işleri iyi gitmemektedir. Evi Reşit satın almıştır. Reşit bir araba alır birde şoför bulur. 

Selahattin’in evine gelir karısı Güllü’yü tanımaz. Güllü tanıtır, Reşit ve Karısı onlarla alay ederler. Reşit ve Güllü restoranda yemek yerler. Güllü bir banka kurmasını ister. Bankanın adını da Şalvar bank koyarlar. Selahattin’in kızının sevgilisi artık tahammül edemez ve evi silahla basar annesini ve babasını öldü-receğini söyler. Reşit Ağa gelir mani olur, ona ne iş yaptığını sorur o da işsiz olduğunu söyleyince onu bankasına Müdür yapar. Durum böyle olunca Selahattin kızını verir. Gençler evlenir. Genç bankanın işlerine alışır. Banka kar etmeye başlamıştır. Diğer bankaların Müdürleri telaş içindedir ve çare ararlar ve paranın kaynağını öğrenmek için sekreterlerini Reşit Ağayı yardım bahanesi ile evine çağırır para ister, Kadın Müdürlere durumu anlatır, inanmazlar, ama kadın onları ikna eder. Adamlar şalvarı çalmak için plan yaparlar. Hırsız eve girer şalvarı çalır ve Müdürlere getirir. Müdürler tek, tek deneler ama şalvardan para çıkartamazlar. Bu defa Reşit’i kaçırmak için plan yapar ve kaçırırlar, Reşit elini şalvarın cebine sokunca yine para çıkarır diğerli tekrar dener ama çıkaramazlar Çare olarak şalvarı yakmaya karar verirler. Şalvar bankın önünde yakarlar, Reşit üzüntü içerisinde izlemektedir. Sonra elini pantolonun cebine atar yine para çıkınca sevinir. Etrafa para serpe, serpe gider."

SÜREYYA (1986)


Yönetmen: Yılmaz Duru
Senaryo: Sabah Duru
Kamera Erhan Canan
Yapım: Türk-Kan Film/Servidal Film, Sabri Demirdöğen, Semih Servidal

Işık Direktörü: Erol Karaşıray, Topsy Operatörü: İ. Halil Öner, Jenerik: Oktay Cengiz, Teknik Yönetmen: Ertan Küçükoktay, Prodüksiyon Amiri: Turgut Yamaş,

Oyuncular: Bulut Aras, Süreyya Mertoğlu, Erdo Vatan, Yıldırım Gencer, Yaşar Yağmur, Nuran Aksoy, Necati Er, Nuri Tuğ, Renan Fosforoğlu, Niyazi Gökdelen, Erdo Vatan,

Konu: Film, sevgilisinin şöhretinden yararlanmaya çalışan saplantılı bir adamın öyküsünü konu edinir. Yönetmen olma hayalleri kuran Faruk, bütün çabalarına rağmen amacına ulaşamaz. Günün birinde tesadüfen tanıştığı Süreyya adında genç bir kız, Faruk için bir umut ışığı olur. Faruk, Süreyya’yı meşhur ederek hayallerini gerçekleştirmek ister. Ancak zamanla bazı şeylerden feragat etmek zorunda kalan Faruk, gün geçtikçe hırçınlaşır. Faruk’un bu durumu çevresindekileri zorlamaya başlayacaktır. (Hasan Sakın)





SULTANOĞLU (1986)


Yönetmen: Temel Gürsu
Senaryo: Safa Önal
Görüntü Yönetmeni: Abdullah Gürek
Yapım: Burak Film/Sungur Esen,İbrahim Mertoğlu,
Laboratuar: Tümay Rızai, Şems Tokgöz, Armağan Köksal, Renk Uzmanı: Sabahattin Hoşsöz, Ses Mü-hendisi: Demir Arakon, Negatif Montaj: Ali Berkant, Ömer Aksu, Kurgu ve Eşleme,: Sedat Karadeniz, Set Ekibi: Ekrem Ülgey, Bedri Uğur, Murat Kaçar, Işık Şefi: İbrahim Sabuncu, Kamera Asistanı: Mesut Çağdaş, Yönetmen Yardımcısı: Arif Erkuş, Prodüksiyon Amiri: Günay Tümer, Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmıştır

Oyuncular: Kadir İnanır, Pınar Avşar, Neslihan Acar, Merih Fırat, Ali Sururi, Hüseyin Peyda, Baki Tamer, Haluk Kurtoğlu, Hüseyin Kutman, İhsan Baysal, Ali Tutal, Demircan Türkdoğan, Oktar Durukan, Yaşar Kutbay, Erdoğan Seren, Yılmaz Kurt, Akif Kilman, Aysel Kiper,

Konu: Filmde, babasının intikamını almak isteyen bir adamın yaşadıkları anlatılır. Murat babasının yaptığı kanunsuz işlerden rahatsızlık duyar. Bu yüzden babasından uzaklaşır ve kendi işini kurar. Buna rağmen babası el altından Murat’ın işlerini kontrol eder. Bir gün babası bir düşmanı tarafından öldürülür. Babasının katillerinden intikam almak isteyen Murat, uygun zamanı bekleyecektir. (Meltem İşler Sevindi)


SUÇUMUZ İNSAN OLMAK (1986)


Yönetmen: Erdoğan Tokatlı
Senaryo: Mehmet Aydın, Erdoğan Tokatlı
Eser: Oktay Akbal
Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı
Müzik: Bora Ayanoğlu
Yapım: Varlık Film/Lokman Kondakçı

Oyuncular: Kadir İnanır, Pınar Avşar, Gül Erda, Nilüfer Aydan, Savaş Yurttaş, Engin İnal, Güzin Özipek, Selçuk Uluergüven,

Konu: Erdoğan Tokatlı romanın özüne, edebi niteliğine oldukça sadık kalmış. Akbal'ın üslubu, anlatımının lezzeti filme sindirilmeye çalışılmış, yer yer de başarılmış. Alabildiğine sıradan bir yaşam süren evli bir erkeğin, Nuri'nin, evli bir kadınla, Nedret ile olan ilişkisi, Akbal'ın romanında belli bir döneme, 1950'lere oturtulmuş ve o dönem, İstanbul veya Beyoğlu betimlemelerinden "Kapri Aşıkları" filmi veya "Jezabel" şarkısı gibi kültürel verilere, birçok şeyle romana yerleştirilmişti. Tokatlı'nın bizce başlıca yanlışı, yapıtı döneminden soyutlamak, ayırmak, alıp günümüze getirmek olmuş.

v Tokatlı'nın yapıtın özüne sadık kalma tedirginliğinden yola çıkarak başta ve sonda uzun monologlara yer vermesi ve gereksiz betimlemeleri filmin içinde gelişi güzel kullanması, ‘Suçumuz İnsan Olmak'ı romanı görüntüleyen bir çizgiye getirme yanlışlığına sürüklemiş. Bu arada filmin diyaloglarının da fazla kitabi olduğunu ve işlevsellikten oldukça uzak kaldığını söyleyebiliriz. Örneğin Nuri'nin eşinin hoş geldin demeden, parlak ve de cümlelerle eski günlere uzanması, sanırım yalnızca Tokatlı'dan değil, birazın da ötesinde Akbal'ın yapıtından kaynaklanıyor. (Burçak Evren, Sinema Edebiyat yakınlaşmasının, başarıya ulaşamayan bir örneği, Güneş 23 Ocak 1987) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

v    Oktay Akbal'ın hikâyeleri gibi küçük olaylardan, büyük bir duyarlıkla yaşamdan derlenmiş gözlem parçacıklarından, hayatı tüm şiir ve hüznü ile kavrama yeteneğinden doğmuş ilgi çekici romanı "Suçumuz İnsan Olmak", ilk yayımlandığı 1957 yılından beri tam yedi baskı yapmış bir roman, kendi tarzında edebiyatımızın baş yapıtlarından biridir bence... Böyle bir romanı filme almak, kuşkusuz iddialı bir iş, gözü pek bir çaba... Elbette ki her şey filme alınabilir, her tür yazılı metnin görüntüye dönüştürülmesi düşünülebilir. Erdoğan Tokatlı, romanın özüne, edebi niteliğine oldukça sadık kalmış. Akbal’ın üslubu, anlatımının lezzeti filme sindirilmeye çalışılmış, yer yer de başarılmış... Alabildiğine sıradan bir yaşam süren evli bir erkeğin, Nuri'nin, evli bir kadınla. Necdet'le olan ilişkisi, Akbal'ın romanında belli bir döneme, 1950'lere oturtulmuş ve o dönem, İstanbul veya Beyoğlu betimlemelerinden "Kapri Aşıkları" filmi veya "Je Zabel" şarkısı gibi kültürel verilere, birçok şeyle romana yerleştirilmişti. Tokatlı'nın bizce başlıca yanlışı, yapıtı döneminden soyutlamak, ayırmak, alıp günümüze getirmek olmuş. "İstanbul kaçamağı" olayı da, bir Marmaris kaçamağına dönüşmüş. Son yıllarda Batı kıyılarımızda ne denli çok aşk filmi çekildiği düşünüldüğünde, bu hem filmi Akbal'ın yarattığı toplumsal/tarihsel temelden koparıp almış, hem de sıradanlaştırmış olmuyor mu?

'Suçumuz İnsan Olmak", ayrıca yer yer de olsa Yeşilçam duyarlıklarına teslim olmuş, kimi klişeleri yineler gibi gözüken bir film. Sanki Akbal duyarlığına, senaryodan müziğe, belli belirsiz bir arabesk sinmiş gibi... Ama tüm bunları Akbal'ın o çok sevdiğimiz romanıyla kıyaslayınca söyleyebiliyoruz. Kendi başına ele alındığında, "Suçumuz İnsan Olmak", tertemiz, dürüst, düzeyli bir çalışma, ağızda hüzünlü, karamsar, edebi yanı da olan bir tat bırakan bir film... Ah, bir de, hemen aynı konuyu işleyen "Geç Kalan Sevgi - Falling in Love" adlı filmle ayni zamanda gösterime çıkmak bahtsızlığına uğramasaydı!.. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


SUÇLU KİM (1986)


Yönetmen: Mehmet Arslan
Senaryo: Sevim Tosunoğlu
Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Ererez
Yapım: Hayat Film/Şevki Tosun, Aydın Haberdar, Adnan Mersinli

Sesleri Alan: Necip Sarıcıoğlu, Gültekin Çavuş, Renk Uzmanı: Kamil Kutay, Montaj, Senkron: Recep Pala, Negatif Montaj: Mustafa Karataş, Müzik Direktörü: Ali Avaz, Set Ekibi: Cumali Öner, Songül Karacan, Yönetmen Asistanı: Nejat Gürsoy, Kamera Asistanı: Mehmet Ererez,
Helmut Film stüdyolarında hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir.

Oyuncular: Yıldıray Çınar, Yılmaz Köksal, Selma Poyraz, Havva Kopan, Abdullah Yüce, Nuran Aksoy, Adnan Mersinli, Nrcati Er, Aydın Haberdar, Erol Tezeren, Hülya Günal, Mehmet Uğur, Mehmet Samsa, Yılmaz Kurt,

Konu: Yıldıray bir çiftlik sahibidir. Selma kız kardeşidir ve çiftlikleri bir adam tarafından çok ucuza alınmak istemektedir. Bunun üzerine Yıldıray bir akrabasının teşvikiyle fedai tutar. Fedai Yılmaz otobüsten indiğinde çok sarhoştur kendine bile faydası yoktur. Yıldıray ve Selma onu çiftliğe götürürler Yılmaz bu defa da çiftliğin hizmetçisiyle ilişkiye girer olaylar gelişir fedai sonunda çiftliği kurtarır.

SU DA YANAR (1986)


Yönetmen: Ali Özgentürk
Senaryo: Işıl Özgentürk
Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay
Müzik: Sarper Özsan
Yapım: Asya Film / Ali Özgentürk

Gör. Yön. Yardımcısı: Mahmut Yumuşak, Set Ekibi: İsmail Kündem, Enver Kündem, Bekir Yenigün, Işık Ekibi: Doğan Atakan, Yavuz Kar, Osman Gündem, Dekor, Kostüm görevlisi: Deniz Özen, Seslendirme yönetmeni: Mustafa Alabora, Kurgu Teknisyeni: Cevat Sezer, Laboratuar Şefi: Yusuf Özbek, Ses Mühendisi: Ercan Okan, Tanıtma Yazıları: Ateş Benice, Efekt Sudi Yılmaz, Yapım Müdürü: Mete Türkben, Yapım yardımcısı: Maren Schulte, Yapım Sorumlularaı: Yusuf Niş, Ziya Ilgaz, Yönetmen Yardımcıları: Ahmet Sezerel, Eray Özbal, Yeşim Kaya, Sadık Karlı, Salon Efektleri: Erkan Okan, Eşleme: Christina Schulz, Kurgu revizyon teknisyeni: Christiane Fazlagiç, Kopya Baskı: Contrast Film (Berlin)Sinefekt Laboratuarında hazırlanmış, Fono Film stüdyosunda seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Tarık Akan (yönetmen), Şahika Tekant (Yönetmenin karısı), Ayberk Çölok, Turgut Savaş (baba), Nathalia Duverne (sevgili), Suna Selen, Meral Çetinkaya, Haşmet Zeybek, Gökhan Mete, Fahriye Pınarcı , Turgay Betil, Erol Özkök, Ahmet Yürür, Celal Hosrovşahi, Emel Kurma, Muzaffer Kargı, Talip Kargı, Arif Yalın, Mehmetv Ali Altın, Suna Tanrıver, Attila Oğultekin, Mehmet Akyol, Özgür Özbilgiç, Ahmet Tekdemir, Mehmet Akyol, Kerem Kurtoğlu, Metin Göksel, Dilek Güvel, Cüneyt Yalar, Fatih Erdoğan, Yardımcı

 Oyuncular: Bora Onat, Sedat Savlak, Hikmet Karagöz, Erol Şen, Yavuz Seçkin, Filiz Ekinci, Serdar Sönmemiş, Mutlu Polat, Ragıp Taranç, Funda Oskay, Cem Duygulu



v    ….Işıl Özgentürk'ün senaryosu Ali Özgentürk'ün filmi, daha neler neler anlatmaya sıvanmıyor ki? Yönetmenin deyişiyle, "Yalnızca bir Türk yönelmenin bireysel hesaplaşması değil, aynı za-manda bir kuşağın toplumsal hesaplaş-ması" da olması istenen film-de, neler neler yok ki!.. Kırsal kesim - kent kültürleri, Doğu - Batı kültürleri çatışması; demokratikleşme yolunda çekilen sancılar; 27 Mayıs Öncesi Beyazıt meydanında akan kandan bir diğer mayısta, 1968 in Mayısında Paris'ten İstanbul'a yaşanana yakın geçmişin çeşİtli olayları; baskı, kıyım, işkence, hapis; toplatılan şiir, yakılan film, yasaklanan düşünce... Ve tüm bunları vermek için, yalnızca sanki bir Resnais sinemasının belleği izleyen zaman dizimden bağımsız tutumu veya bir Fellini sinemasının öz yaşamsal nostalji tutkusu değil, aynı zamanda Bunuel'den, PasoIinİ'den çıkıp bir Ali Özgentürk filmine konmuş duygusu veren çeşitli simgesel gerçeküstü.

Alegorik" sahneler: Ellerinde ölü oğullarının resmiyle dağ başlarında yürüyen köylü kadınları, şafağa karşı yakılan meşaleler, tarlalarda yakılan filmleri kurtarmaya çabalayan yönetmen... vb. Bu anlatılması zor (ayrıca bir filmi anlatmak da gerekli sayılmayabilir) filmin, bunca ilginç, önemli, toplumumuz için yaşamsal şeyi anlatmayı denemesine karşın, insanı iki saat boyunca adeta bu gibi soğutan, mıh gibi yerine çakan, kımıldamaya korkutan, bilince de sanki ayaklarının ucuna basarcasına salondan çıkıp gitme duygusu veren bir filme dönüşmesine ne demeli? Sinemanın, giderek sanatın gizlerinden biri de bu olsa gerek!.. Yoksa bizim yönetmenlerimizin yazgısı mı bu? Yıllar yılı en zor, olumsuz koşullardaki çabalarına alkış tuttuğumuz, o ilkel koşullarda kotardıkları belki çok daha sade. yalın, alçak gönüllü, ama çok daha içten (en azından bizim öyle bulduğumu?) çabalarını desteklediğimiz yönetmenlerimizin, Zeki Ökten'in veya Özgentürk'ün, elbette haklı olarak daha yükseklere erişmek, daha önemli, daha kişisel bir sinema yapmak, "auteur" statülerini adeta kanıtlamak islediklerinde başarıya erişememelerini nasıl açıklamalı? Türk sineması, elbette ömür boyu geri kalmışlık öyküleri anlatmayacak. Çağdaş sanayi toplumunun düşünen insanlarının, aydınlarının çok daha bireysel arayışlar, özlemler peşinde koşan öykülerine benzer öyküler, elbette bizde de gündeme (ve perdeye) gelecek...

Ama "Su da Yanar" gibi. hemen hiç bir sahnesi gerçeklik, içtenlik duygusu vermeyen, hemen her sahnesinde "etkili olmak", seyirciyi "tavlamak", siyasal özden estetik kaygıya, her şeyiyle seyirciye bir "tuzak kurmak" duygusu ileten bir filmle değil. Türk sineması, belki de şimdiye dek gördüğü ilgiyi, oldukça "naif konuları yine naif bir anlatımla vermesiyle kazandı. Bu tür konulardan kurtulmayı İstemek, elbette ki Türk sinemasının hakkı. Ama daha karmaşık, yoğun konulara benzer bir naif tutumla yaklaşmak, ancak fiyasko doğuruyor. Siz, beş dakikada bir "Bu filmi yapamayacağım, yaptırmayacaklar, bırakmayacaklar, bırakmayacaklar" diye konuşan bir yönetmen ve her rastladığı kişinin ona, "Bu filmi yapmalısın, yapacaksın, hepimiz bekliyoruz" demesini düşünebiliyor musunuz? Ali Özgentürk ya sinemayı ya kendini (veya ikisini birden) fazla ciddiye alıyor gibi geldi bize!,

"Su da Yanar” kimi usta işi sahneler yok değil, Özgentürk'ün has bir sinemacı olduğunu duyuran... Ama Film sonuç olarak tümüyle yapay tümüyle sentetik duruyor. Tarık Akan'ın inanmadığı, anlamadığı bir roldeki çabası göz yaşartıcı,.. Nathalie bilmem ne adlı Fransız kızı sanki bir müsamerede oynuyor!.. Bu badire-den filmin tek yaşayan, inandırıcı kişisi olarak "eş" rolündeki Şahika Tekand kendini kurtarıyor. "Şaire adanmış bir film üzerine bir film" düşüncesinin içerdiği incelik ise, yönelmenin bir sahnede Fransız sevgilisine şairin adını heceletmesi sahnesinde adamakıllı kabalaşıyor.,. Evet, "şair"in (Nâzım'ın) adını İlk kez bir Türk filminde duyanlar, kimi sahnelerin içerdiği ilerici özü yürekli bulanlar (ki öyle), "karı - koca - Fransız sevgili" üçgeninin ilişkilerini ilginç bulacak "feministler" vb. seyirci kategorileri, filme belli bir seyirci başarısı bile sağlayabilir... Ama birilerinin çıkıp, "kralın çıplak olduğunu" söylemesi de kaçınılmaz,,. Bu filmin sonuç olarak en büyük kusuru, en küçük bir denetimden bile geçirilmemiş duyarlılığı... Aklın denetiminden geçmeyen ham duyarlığın sanatta olsa ûlsa geri teptiğine kendi adıma içtenlikle inanıyorum.,.

Bu arada, filmin belki en olumlu yanı olan ve özellikle gece sahnelerinde şimdiye dek hiç bir Türk filminde görmediğimiz bir görüntü kalitesi sağlayan Ertunç Şenkay'ın çabası ise, en azından benim izlediğim Kent sinemasında rezalet bir projeksiyon nedeniyle güme gidiyor. Yazık!.. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


SONSUZ AŞK (1986)


Yönetmen: Ertem Göreç
Senaryo: İhsan Yüce
Görüntü Yönetmeni: Orhan Kapkı
Yapım: Mutlu Film/Fatih Pekmutlu, Müfit İlkiz

Oyuncular: Adnan Şenses, Çiğdem Tunç, Efgan Efekan, İhsan Yüce,

Konu: Kanserli bir genç adamla, kör bir kızın aşkları.