SOKAKTAKİ ADAM (1995) "Man in the Street"
Oyuncular: Metin Belgin
(Hasan), Suna Yıldızoğlu (Meryem), Selda Özer (Ayhan), MUstafa Avkıran, Ali
Sürmeli, Süeda Can, Erdoğan Seren, Ayton Sert, Civan Canova, Tunca Yönder, Oktay
Korunan, Erkan Can, Erdal Tosun, Sigrid Seberich, Cemal Ünlü, Muammer
Ketencoğlu
Konu: 1950'li yıllar ... Hasan,
"ne istediğini bilmeyen, fakat ne istemediğini bilen" aydın biridir.
Üniversite öğrenimini, kişisel sorunları sonucu yarım bırakmış, yük gemilerinde
kamarat olarak çalışmaya başlamış ve kaçakçılık işine bulaşmıştır. Müthiş
sıkıntılar içinde, yaşama sevincini yitirmiş halde geldiği İstanbul'da da bela
peşini bırakmaz. Bir yandan eski sevgilisi Ayhan'ın hayaliyle yaşarken, bir
yandan da kaçakçılarla işbirliği yapan ünlü fahişe Meryem'le tutkulu bir
ilişkiye girer. Bu arada polis, aldığı bir ihbar sonucunda kaçakçılık düğümünü
çözmektedir. Olayların üzerine korkusuzca giden Hasan, suç ortağı Yakupla
birlikte ihbarcının peşine düşer ama çember giderek daralmaktadır. O,
"mekansız bir kurt" gibi sokaktadır. Oysa gerçek sokaktaki adamın
dertleri ve sorunları çok daha farklı ve gerçektir.
ÖDÜL:
32. Antalya Altın Portakal Film Festivalilnde (1995)
►Mustafa AVkıran "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu"
9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1995)
► Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Özel ödüllü film
8. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1996)
►Yudum Yontan "En İyi Sanat Yönetmeni",
► Ali SÜrmeli "En İYi Yardımcı Erkek Oyuncu"
►Süeda Can "Umut Veren En İyi Ka dın Oyuncu"
Çasod (Çağdaş Oyuncular derneği) seçiminde (1996)
►Ali Sürmeli, "En İyi Erkek Oyuncu",
7. Orhon Murat Arıburnu ödülleri seçiminde (1996)
► Kadir Savun “En İyi Film Jüri Özel Ödülü"
SİY AD (Sinema Yazarları Derrneği) seçiminde (1996)
► "En İyi 3. Film",
► SUna
Yıldızoğlu "En İyi Kadın Oyuncu"
► Mustafa Avkıran
ile Ali SÜrmeli 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".
&
Attila İlhan'ın ilk romanı Sokaktaki Adam' dan uyarlanan filmi izlemek tuhaf
bir duygu veriyor. Sanki bir Attila İlhan romanı okur ya da 1940 sonları/50
başlarının avantgarde bir Türk filmini, örneğin Yalnızlar Rıhtımı'nı izler gibi
oluyorsunuz. İyi ve kötü yanlarıyla ilginç ve yaşamaya değer bir deneyim bu ...
Roman/film bizlere "neyi istemediğini bilen, ama neyi istediğini
bilmeyen" ya da yine kendi deyimiyle "Mohikanların sonuncusu
olan" kamarot Hasan'ın öyküsünü anlatıyor. 1940 sonlarının İstanbul'unda
bir garip ve kolay tanımlanamaz serüven yaşıyor Hasan ...
Bir kaçakçılık işine
karışıyor, yandaşları birer birer tutuklanıyor, o da yakalanmanın eşiğine
geliyor. Ama aslında, tüm bu yapay polisiye entrikanın hiçbir önemi yok. Aynı
biçimde, Hasan'ın daha ilkokulda başlayan bir sevgiyle gönlünü kaptırdığı,
sürekli düşünüp her yerde hayalini gördüğü, ama yeniden karşılaştığında da
hiçbir sağlam ilişki kuramadığı Ayhan ya da her Türk erkeği gibi koynunda
dertlerini unutmaya çalıştığı görmüş geçirmiş bir hayat kadını, kürkçü Leon'un
metresi biseksüel Meryem de, gerçek birer anlam ve derinlik taşımıyorlar.
Tüm bu olay ve kişilikler,
oldukça soyut bir maceranın görünürdeki unsurları... Derinde ise yazar ozan
Attila İlhan'ı özellikle gençlik yıllarında etkilemiş bir dizi öğenin iç içe
girmesinden oluşan ayrıksı bir dünya ve farklı bir yapıt var. Sartre ve Camus
varoluşçuluğu, Paris'te öğrenilip İstanbul'a ataşınmış gözüpek (en azından öyle
gözüken) bir cinsellik anlayışı, Osmanlıcadan olduğu kadar kara film
klasiklerinden ve dünyasından da gelen güçlü etkiler ...
Ve tüm bunların savaş sonrasının o eşsiz
İstanbul'unda kaynaşması... Henüz azınlıklarını kovmamış ve güzelliklerini
hoyratça çiğnememiş bir kentte, Rum meyhanecileri, yoğurtçu, şerbetçi ve
hallaçları, seksek oynayan küçük kızlarıyla beliren ve yaşamlarımıza damgasını
vuran bir atmosfer... Hafif "ecnebi" kokan bir varoluşçuluk bunalımı
içinde kendi öz gerçeğiini arayan, zaman zaman, "Seni seviyorum ... Ve
senin için yokum... Beni affet ... Ve benden af dile," diye bulmaca
diliyle konuşan bir kahraman ... Biraz bol tutulmuş bir lezbiyenlik ilişkisi.
" Sık sık araya girip seyirciye seslenen ve kimi gerçekler fısıldayan
"sokaktaki adam" figürü ... Ve Colin Mounier tarafından saptanmış ve
temelde edebi bir yapıta görkemli bir görsel yatak oluşturan şaşırtıcı bir
İstanbul “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”
&
5O, ler Türkiye’si ... Bir gemi, İstanbul limanına demirliyor. Mürettebat,
karaya çıkacağı için sevinçli. Kamarot Yakup'un ağzı kulaklarında. Çünkü
Apostol'un meyhanesine uğrayacak, sonra da doğruca genelevin yolunu tutacak.
Yakın arkadaşı Hasan'ı da sürüklüyor yanında. Fakat Hasan'ın tuhaf bir hali
var. Her şeyden sıkılıyor gibi. İçmeye gönüllü ama genelev konusunda Yakup
kadar istekli değil. Gizli bir derdi var sanki. Dalıp dalıp gidiyor.
Bu arada iki arkadaşın
kaçakçılarla işbirliği yaptığını da fark ediyoruz. Yaptıkları "kirli
iş" de, o dönem için önemli sayılan kürk kaçakçılığı. Kapalıçarşı'nın ünlü
kürk tüccarlarından Leon'la bağlantılı çalışıyorlar. Düğümün bir ayağında da
randevuevi işleten Meryem var. Meryem, orta yaşlı, son derece alımlı bir kadın.
Ve de bi seksüel. Olaylar akıp giderken Hasan Meryem'le ilişkiye giriyor.
Meryem'e göre Hasan'ın ciddi bir derdi var. Asla kamarot olacak biri değil o.
Hatta filozof demek daha doğru. Meryem, derdini deşiyor Hasan'ın. Bu esnada
bizler de, Meryem'le birlikte Hasan'ın geçmişine yolculuk yapıyoruz. Fakülte
döneminde Ayhan adlı bir kızı sevmiştir Hasan. Ama bu ilişkiyi, daha doğrusu bu
hayat biçimini sürdüremiyeceğini düşünmüş ve çözümü bu ortamdan kaçmakta
bulmuştur. Fakat geçmişi onu bırakmaz ..
Attila
İlhan'ın 1951'de yazdığı ve 1953'te kitap olarak basılan "Sokaktaki
Adam", Biket İIhan imzasıyla sinemada. Senaryo haline 1990'da dönüştürülen
roman, çeşitli mali sorunlar nedeniyle ancak 1995'te filme alınabildi. Ve ilk
olarak Antalya Film Festivali sırasında gösterildi. Biket İIhan'ın yapıtı,
öncelikle klasik "eli yüzü düzgün film" tanımlamasını hak eden bir
çalışma. Her sezon büyük ümitlerle vizyon şansı elde eden ama sadece
"hayal kırıklığı" hanesini dolduran filmlerin yanında, fazlasıyla
çizgi üstünde seyrediyor "Sokaktaki Adam". Romanın 1950'lerde
geçmesi ve yönetmenin bu tarih dilimine sadık kalarak yola çıkması, ilk aşamada
bir handikap gibi gözüküyor. Çünkü artık değil 50'lerin İstanbul’unu, bulmak ve
sinemaya aktarmak bile çok zor. Dolayısıyla mekan problemini baştan kabul
ederek filme başlamış İlhan ve ekibi. Ama sonuçta kimi küçük rötuşlarla bu
sorun çözülmüş. Filmin tamamına sinen hava içerisinde, dönemin atmosferi
seyirciye yansıtılıyor. Filmin başındaki, kahramanın
iç sesleri eşliğinde verilen diyalogların yaşattığı "yine mi şairane,
hayattan kopuk kopuk konuşan tipler göreceğiz" korkusu, kısa bir süre
içinde atlatılıyor.
Zaman
zaman diyalog sorunu yaşansa da, "Sokaktaki Adam", benzerleri arasında
bu problemi en az hissettiren filmlerden. Filmin bir başka artısı da
oyuncuları. Başta Metin Belgin olmak üzere herkes üzerine düşen görevi yerine
getiriyor. Ama özellikle Suna Yıldızoğlu, bugüne kadar kendisine yüklenen tüm
imajları silercesine aynı zamanda iyi bir oyunculuk kumaşına sahip olduğunu
gösteriyor. Ayrıca tiyatro kökenli Mustafa Avkıran, Ali Sürmeli ve Civan Canova
onlara tanınan hareket alanı içinde, "karakter sineması"ndan mükemmel
pasajlar sunuyorlar.
Yine de "Sokaktaki
Adam", Türk sinemasının uzun süredir beklediği, onu ve hepimizi
"kurtaracak" olan film değil. Türk yönetmenlerinin gereksiz bir
paranoya içinde düşman bellediği Amerikan sinemasına yakın dursanız bile, belli
tatlar bulacağınız, en azından sinirle salonu terketmeyeceğiniz bir yapım. Son
zamanların yükselişe geçen trendi "milliyetçiliğe" de sıcak
bakıyorsanız, bu "yerli malı"nı kaçırmayın deriz. (Uğur Vardan
Aktüel, 1420 Aralık 1995)
&
Farklı bir dünyayla karşı karşıya olduğumuzu daha ilk dakikadan anlarız Gemi,
bir ejderhaya benzetilen İstanbul'a yaklaşmaktadır. İnsanı yutacakmış gibi
duran bu şehir, filmin fonunu oluşturacak; bir ev, bir kadın ve çocuk hayaliyle
yaşayan, genelevdeki bir kadının deyişiyle hiç de kamarota benzemeyen, ölecekmiş
gibi canı sıkılan Hasan'ın macerasına ev sahipliği yapacaktır.
( .. .) Kamarot Hasan;
kaçakçılık işleri yaparken Filistin'e gitme hayalleri kuran, azınlıkların
sonuncularından kürkçü Leon'un güzel metresi Meryem'in tabiriyle, garson değil,
bir filozof; kendi tabiriyle ise insan haline dönüşmüş bir sıkıntıdır. Sadece
gösterişe itibar edilen, kepazeliklerle dolu bir çevrede sıkışıp kalmanın
baskısı altında ezilen Hasan, tepkili bir insan olmak ister, ancak farklı bir
tutkuyla sevdiği gençlik aşkı Ayhan'dan ayrıldığından beri adeta ölüdür.
Ayhan'la yeniden buluşması, yaşayan bir ölüye benzeyen Hasan'ı önce yeniden
hayata dönmeye zorlayacak, sonra da ejderhayı andıran şehrin derin mavi gözleri
gibi onu yutacaktır.
Duvardaki afişler, dönemin
gazeteleri gibi küçük ayrıntılarla ve Colin Mounier'nin iyi çerçevelenmiş
görüntüleriyle (keşke Üniversite'de çekilen sahnelere de biraz daha özen
gösterilseymiş) bizi adeta 1950'lerin İstanbul'una götürüp, Attila İlhan'ın
derin dünyasına sokan "Sokaktaki Adam", Biket İhan'ın ilk filmi
...Enflasyondan, gelecek umuduyla yaşayanlardan ya da sürekli geçmişin daha iyi
olduğunu söyleyenlerden dert yanan bir filozof da "sokaktaki adam".
Böyle bir filme, "sokaktaki adam" esprisini oturtmak, gerçekten zor
görünen bir iş, ancak Biket İlhan, bu sorunu da aşmış görünüyor. Hatta Hasan,
Meryem'in evine girerken, sokakta kazı yapan adamda olduğu gibi gayet hoş
sahneler de yakalıyor ve böylece sokaktaki adam da filme ayrı bir renk katıyor.
Buz gibi aşkların ve ölümlerin ruhsuz ve
beceriksizce anlatıldığı filmler ödüllendirilirken, Antalya Altın Portakal ve
Adana Altın Koza Film Festivalleri'nde hakkının yendiğine inandığım filmin
oyuncuları da birinci sınıf performanslar çıkarıyorlar. Eserin içerdiği
toplumsal eleştirileri perdeye yansıtmayı ve 1950'lerin İstanbul atmosferini
yaratmayı başaran "Sokaktaki Adam", başarılı görüntüleri ve oyuncularıyla
sivrilen, eli yüzü düzgün, yılın farklı ve en başarılı yerli yapımlarından
biri. .. (Ersan Congar Antrakt, Ocak 1996)
_________________________________
Subject: 1950's ... Hasan is an intellectual who "does
not know what he wants, but knows what he does not want". He left his
university education unfinished due to personal problems, started to work as a
cabin crew on cargo ships and got involved in smuggling. Trouble does not let
up in Istanbul, where he came to Istanbul with great troubles and lost his joy
of life. While living with the dream of his ex-girlfriend Ayhan, he also enters
into a passionate relationship with the famous prostitute Meryem, who
cooperates with smugglers. Meanwhile, the police untie the smuggling knot after
a tip-off. Fearlessly, Hasan goes after the whistleblower with his accomplice
Yakup, but the circle is getting narrower. He is on the street like a
'placeless wolf'. However, the problems and problems of the real man on the
street are much different and real.