AVCI (1997)
Yönetmen: Erden Kıral, Öykü ve Senaryo: Osman Şahin Görüntü Yönetmeni: Jurgen Jurges, Müzik: Arto Tunçboyacıyan, Yapım: Film Prodüksiyon /Erden Kıral, Gül Togay, Ahmet Sarpyuener, Frechzi Gabor, Jan Sıkl Kurgu: Mevluıt Koçak, Kostüm: Çağla Ormanlar, Yapım Sorumlusu: Sadık Deveci, Yardımcı Yönetmen: Serdar Akar, Yönetmen Asistanları: Nur Arık, Deniz Kıral, Dekor: Yavuz Fazlıoğlu, Süleyman Kara, (Macar ve Çek ortak Yapımı. Eurimages, Kültür Bakanlığı ve Efes Pilsen'in katkılanyla)
Oyuncular: Fikret Kuşkan,
Ahmet Uğurlu, Jale Ankan, Tomris Oğuzalp, Erol Demiröz, Suavi Eren, Fikret
Fırtına, Mehmet Çepiç, Tamer Yılmaz, Hilal Uç, Nur Kulakoğlu , Kemal Karaboğan,
KONU: İki hikayeden oluşan ve o yöre
halkının dilinde zamanla bir "söylenceye" dönüşen destansı bir aşk
öyküsü. Gelinle damat bataklık, sulak bir alanda sandalla yol almaktadır. Arkadaki
teknede ise yaşlı bir adamla kadın vardır. Yaşlı adam ötmekte olan kuşun sesini
dinlerken, modem giyimli ve torunu olan genç adama kuşlarla konuşup
konuşamadığını sorar. Yaşlı adam, bir kuşun yörenin en güzel kızı Zala hakkında
anlattığı hikayeyi anlatmaya başlar.
Zala, Çolakoğlu Osman'ın karısıdır.
Osmanlıya kafa tutan Çalakoğlu Osman'ın dedeleri Balkanlıdır. Yaşlı adamın
bulunduğu bölgeye, dağlara sürgün edilmiş olan Osman bey, Osman bey aşiretinden
kalan beyliği sürdürmekteymiş. Güzelliği dillere destan olan Zala, bir gün
babasını, köyünü özlediğini söyleyerek Osman beyden kendisini köyüne
götürmesini ister. Osman bey Zala'yı atının terkisine koyup yola koyulur. Yolda
giderlerken onları ormanda yaşayan yakışıklı, genç bir adam takip etmeye
başlar. Hikayeyi anlatmakta olan yaşlı adam o gün bir tufanın olduğunu söyler.
Osman ve Zala metruk bir kulübeye sığınırlar. İçerde kendilerini takip eden
adamla karşılaşırlar. Osman'ın beşli 9 mm'lik mavzeri genç adamın ilgisini
çekmiştir. Osman ve Zala Bolkar' a giderken, genç adam için ise bir yere gitmek
değil yolda olmak önemlidir. Genç adam can yoldaşı şahine, tuzaklarından
yakaladığı kuşlardan, kendileri için de topladığı mantarlardan getirmiştir.
Osman kulübeden dışarıyı teftişe çıkar, döndüğünde adam kulübede yoktur. Gece
olunca yeniden dışarı çıkan Osman ağaçların hareket ettiğini görür. Bu arada
midesi bulanan Zala'yı adam kusturur. İçeri geri dönen Osman ağaçların
yürüdüğünü, kuşların uçmadığını söyler. Adam yürüyen ağaçları bilmediğini ama
yıllardır avcıların peşinde olduğu ağlayan kuştan bahseder. Osman kuşu
gördüğünü, ağacın üzerinde bir ışık beneği olarak belirip göz kamaştırıcı bir
hale geldiğini anlatır. Bu arada teknelerde yol alanlar sazlıkların arasında
kalmış yollarına devam etmekte zorlanmaktadırlar. Adam elindeki iple Osman'a
bir oyun gösterir. Bu arada adam ile Zala arasında bir yakınlaşma
hissedilmektedir. Adam Zala 'ya sıcak bir havada ormanda yürürken gördüğü bir
düşü anlatır. Adam ağaçlardan bir mask oymuştur.
Zala, adama maskın kim olduğunu sorduğunda kendisi olduğunu
öğrenince "ben senin gördüğün gibi değilim" der. Zala arkası dönük
yatmakta olan Osman'a ormanda ağlayanın kuş değil kendisi olduğunu söyler.
Ayaklarına boyayla şekiller çizen Zala'nın açılan bacaklarından adam gözlerini
kaçıramaz. Uyumakta olan Osman'ın ellerini bağlayan adam, Zala'nın arkasından
dışarı çıkar. Zala adamın baştan çıkarma çabalarına dayanamaz ve aralarında
tutkulu bir sevişme başlar.
Bu arada sesleri duyan Osman, bileğindeki
ipleri ateşte yakarak çözüp dışarı çıkar ve adamı silahıyla vurur. Zala çılgın
gibi ağlamaktadır. Osman'ın "kimse görmedi buralardan gidelim"
isteğine "ben gördüm" ya diye yanıt verir. Zala ormanda koşarak
kaçmaya başlar.
Teknede ilerlemekte olan yaşlı adam Osman
beyin çok sonra cesedinin kulübenin yakınlarında bulunduğunu söyler. Zala'ya ne
olduğunu ise kimse bilmemektedir. Zaman zaman ormanda zil sesleri duyulduğunu
söyleyen yaşlı adama yaşlı kadın, anlattıklarının yalan olduğunu söyler. Adam
kadına sözün ve suyun akışı kesilmez diye yanıt verir. Yaşlı adamın
söylediklerinin yalan olduğunu söyleyen yaşlı kadın hikayenin başka versiyonunu
anlatmaya başlar. Zala ile Osman Bey ormanda yol alırlarken karşılarına bir
falcı kadın çıkıp atlarını sakinleştirir. Bu arada oraya gelen genç bir adam
falcının at hırsızı bir cadı olduğunu söyler. Zala ile Osman yollarına devam
ederken adam da onları takip etmeye başlar. Adam onlara eşkıyaların buz tutmuş
bir kuyuya gömdükleri Osmanlı altınlarından bahseder. Zala adamdan hoşlanmaz ve
Osman'a gidelim der. Fakat Osman bey altın lafından etkilenmiştir. Zala'yı
bulundukları yerde bırakarak yakındaki kuyuya giderler. Adam, kuyunun başında
Osman beyin başına vurarak bayıltır ve onu bağlayarak kuyudan sarkıtır. Geri
dönen adam Zala'yı kuyunun yakınına getirip tecavüz etmeye yeltenir. Zala adama
Osman beyi öldürmesini söyler. Adam kuyuya inerken kadın ağaca bağlı olan ipi
keserek ikisini de kuyunun dibine gönderir. Adam Osman beye karısının bir
fahişe olduğunu ve onları bırakıp gittiğini söyler ve Osman'ın iplerini keser.
Osman adama saldırıp bıçakla kulağını kesme girişiminde bulunsa da adamın
konuşmalarının da etkisiyle vazgeçer. Adam Osman'a birbirlerine yardım etmeden
kurtulamayacaklarını söyler.
Birbirlerinin sırtına çıkarak ucunda ilmik
olan urganı kuyunun dışına atarak çıkmaya çalışırlar. İpin kuyunun dışında bir
yere takılmasını sağlayamayan adam vahşi hayvan gibi bağırmaya başlar.
Teknedekiler bataklıkta ilerlemeye devam ederken yaşlı kadın susmuştur. Gelinle
damat öndeki teknede ayakta durarak giderlerken tekne bir yerde durur. Gelin
elinde kalbe benzeyen ve üstünde yıldız ile ay şekli olan bir taşı suya
bırakır. Bu arada yaşlı kadınla adamın teknesinde olan ve onların torunu olan
küçük kız Zala'yı gördüğünü söyler. Diğerleri Zala'yı görmemiştir. Yaşlı kadın,
Zala ananın torununa göründüğüne; kalbi temiz olana, çocuk kısmına her şeyin
mal olduğunu söyler. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran, Doç.Dr. Bülent Vardar, “20.
Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf: 129 131 ”
4 "Avcı",
Kurosawa'nın bir Japon klasiğinden uyarladığı "Raşamon"un, Anadolu
versiyonu olarak nitelendirilebilir. Filmin geçtiği mekan, kişilikler, konu ve
temalar aynı. Bir başka ilginç benzerlik de her iki filmin de yönetmenIerin
tutumunda. Kurosawa'nın "Ran"da çok belirgin olduğu gibi bir Shakespeare
yapıtını (Kral Lear) 'Japonlaştırması' gibi Erden Kıral da sanki bir Japon
yapıtını 'Anadolulaştırıyor'. İnsanın doğasını, duygu ve tutkularının ne
coğrafya ne de zamana göre belirlenmediğini ve temelde hep aynı olduğunu, aynı
kaldığını, şiddet ve cinselliği temel iç güdüler sayan Freudyen bir yaklaşımla
ortaya koyuyor. (Alin Taşçıyan, Milliyet G., 06 Mart 1998)
4Şiddetli
bir yağmur sonrası ormanda yollarını kaybedip sığındıkları kulübede bir avcıyla
karşılaşan Çolak Osman BeyZala çiftinin öyküsünü görüntüler Avcı. Ve
söylencelerden oluşan bir efsaneyle başlar film. Zala'nın öyküsü önce
köylülerden bir erkeğin anlatımıyla verilir, sonra da bir köylü kadının bakış
açısından...
Birbirleriyle
çelişen bu iki anlatının hangisi yalan, hangisi doğrudur? Belki de hiçbiri?
Anlatılan bir efsanedir çünkü. Ve Erden Kıral’a göre de "filmde
herkes yalan söylüyor." Herkesin kendi hayal güçlerine, hatta daha öte
kişisel çıkarlarına göre kurdukları "yalan dünya"da öykü giderek
değişime uğrarken, Zala da kendi gerçeğini yitiriyor böylece.
Birinci
episodda altı çizilebilecek bir "cinsel zorbalık"tan söz edilemez.
Avcının (Fikret Kuşkan) gözleri, Çolak Osman'm karısı Zala'nın (Jale Arıkan)
üzerindedir. Cinsel taciz, avcının bakışlarında, gözlerindedir. Ona saldırarak
değil, bastırılmış cinselliğini uzaktan bakışlarıyla uyararak ona sahip olmak
ister. Aslında Zala da böyle içsel bir beklenti içindedir. Karşıdan gelecek bir
kıvılcıma hazır "saatli bomba" gibidir...
Bir süre sonra şiddetli bir
"cinsel patlama"ya tanık oluruz. Gün doğarken bir sabah avcı, ormanda
Zala'ya yaklaşır. Ona sarılır. Dudak dudağa gelirler. Zala, en küçük bir tepki
göstermez. Tersine arzu doludur. Eğer bu bağlamda bir saldırı, ya da cinsel bir
taciz varsa bu karşılıklıdır. Ve şiddet, Zala ile avcının vahşi sevişmelerinde
vardır yalnızca. Kaldı ki dudak dudağa sert biçimde başlayan bu kucaklaşmaya
kendini kaptırıp, avcıyı azgınca soymaya çalışan da Zala' dır.
Sırtı dev bir ağaç gövdesine dayalı Zala,
oral seks eylemini anımsatan bir davranışla alttan göğüslerine doğru öperek
yükselen avcıyla ayakta sevişir. Ardından onlan bu kez, elleri arkadan bağlı
Çolak Osman'ın (Ahmet Uğurlu) gözüyle izleriz. Avcı, Çolak Osman'ın ellerini
kulübede uyurken bağlamıştır. Çolak Osman, kulübeden dışarıya baktığında her
şeyi görür. Kuş sesleriyle, yerde ve avcının üzerinde sevişen karısının zevk
çığlıkları birbirlerine karışır. Vahşi orman dekoruna uygun hayvansı bir
sevişmedir bu. Şaşkın ve acılı Çolak Osman, kulübe içindeki uzaklıktan nasıl
görüyorsa, biz de öyle, aynı uzaklıktan görürüz. Kamera yakına girmez bu
sahnenin devamında. Çünkü avcı, Zala'nın üzerinde gidip gelirken çıplaktır. Erden
Kıral, pornografinin tuzağına düşmemek için, Fikret Kuşkan’nı bu
sahnede ki çıplaklığını özellikle uzaktan ve soft bir çekimle görüntüler. İki
vücudun birbiri üstünde hayvansı devinimi, bu tür teknik bir uygulamayla
çekildiğinde flulaşır, deformasyona uğrar. Objektiferle "mikroskobik
incelikte bir erotizm anlayışı" egemendir bu "müstehcenlikten kaçış
sahnelerinde. Diğer anlatıyı oluşturan ikinci episodda ise, temel öykü aynı ama
kimlikler değişime uğramıştır. Özellikle de birinci anlatımda kendi isteğiyle
cinsel doyuma ulaşan Zala, bu kez "o Zala" değildir. Ormanda avcının
saldırısına uğradığında karşı çıkar, direnir, "cinsel terör"
karşısında teslim olmaz. Bu mücadele sırasında avcının yumruğuyla bayılır.
Ayıldığında yerde yüzükoyun yatmaktadır. Beline kadar çırılçıplaktır. Avcı
üzerindedir. Ancak cinsel ilişkiye giremediği ve ona sahip olamadığı için büyük
bir panik içindedir. Bir türlü ereksiyona geçemez. Kendi kendine eliyle oynasa
da...
Zala, kaçıp kurtulmak ister. Ancak bıçak
tehditi altındadır. Canını kurtarmak için, avcının cinsel tacizine istemeyerek
de olsa katılmak zorunda kalır. Çıplak bedeninin üzerinde umutsuzca çırpınan,
iktidar savaşı veren avcıyı kendi eliyle uyarmaya çalışır. Ama nafiledir... Ve
örtülü bir biçimde olsa da Türk sinemasının cinsellik literatüründe ilk kez bir
erkeğe kadın eliyle mastürbasyon yaptırıldığını görürüz. Gerçekte bu ilginç bir
sahnedir. Ormandaki "cinsel terör", sonuçta "cinsel
trajedi"ye dönüşürken Zala'yla avcı, yani "kurban"la
"cellat" filmin sonundaki "kuyu fantezisi"yle yer
değiştirirler. (Agah Özgüç, Türk Sinernasında Cinselliğin Tarihi, Syf, 104,
105, 106)
NOT: Agah
Özgüç'ün kitabında; Derman, Kurbağalar, Su, İpekçe, Dönüş, Aşkın Kesişme
Noktası, Ziller filmlerinin de Osman Şahin öykülerinden uyarlandığı
belirtilmektedir. Oysa bu filmlere kaynaklık eden bir öykü yoktur; fakat bu
filmlerin, film öyküleri Şahin tarafından yazılmıştır. Sinema ile ilişkisi,
sırf öykülerinin sinemaya uyarlanmasına bağlı kalmayan Şahin, bu örneklerde
görüldüğü gibi doğrudan film öyküleri de yazmış. (Orhan Ünser)