Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

USTA BENİ ÖLDÜRSENE (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Barış Pirhasan Görüntü Yönetmeni: Jurgen Jurges, Müzik: Simple Minds, Yapım: Med Yapım Televizyon ve Filmcilik A.Ş Fatih Aksoy, Pit Riethmüller Eser: Bilge Karasu’nun “Göçmüş Kediler Bahçesi” kitabında yer alan masallardan biri, Ortak yapımcılar: Focus Film Ltd (Macaristan), Medias Res Berlin FilmUnd Fernsehproduktions Gmb (Almanya), (Eurimages'ın katkılarıyla)

Oyuncular: Karoly Eperjes, Hugh O'Connor, Yulia Brendler, Haluk Bilginer, Meltem Cumbul, Cem Özer, Hale Soygazi, Tuncel Kurtiz, David Harries, Hürdem Gürel, Robert Alföldi, Michael Alexander Mehlmann, Michael Schenk, Andras Stohl, Neal Xach, (TürkAlmaMacar Ortak yapımı)

Konu: Film, zor dönemlerde varlığını sürdürmenin ve her şeye rağmen yaşanan bir ilk aşkın gücü üzerine düşsel ve zamansız bir öyküyü perdeye yansıtıyor. Toplumsal çöküş ve eşikteki bir savaşla zedelenmiş ebedi bir tarafsız bölgede IOLA Sirki çalışanları, onları tehlikeden kurtarıp daha iyi bir dünyaya götürecek olan gizemli Rupert'in gelmesini bekler. Yaşlı, bilge ip cambazı Abib, her an orduya alınacağından kaygılandığı, oğlu gibi sahiplendiği genç çırağı İshak'a bir gelecek hazırlamaya çalışmaktadır. Ancak İshak, sirkte bir karavanda kötü koşullar altında sergilenen "deniz kızı"na aşık olunca ustasının kendisine ilişkin planlarını alt üst eder. Ve usta bu aşkı engellemeye çalışır...

Bu arada Albay Hammond'un birliğinden firar eden Naum, sirke sığınmıştır. Sirkin bıçak atıcısı Aaron'un karısı ve yardımcısı Katya, Naum'u perişan bir halde bulur ve onu soytarı kılığına sokar. Sağır dilsiz numarası yapmasını önererek sirkte iş bulmasını sağladığı Naum'la aralarında çok geçmeden bir yakınlaşma olur. Bu arada Albay Hammond asker kaçağının peşindedir ve sirk çalışanlarını rahat bırakmaz... Rubert'in gelişiyse sürekli gecikmektedir. (Türsak Sinema Yıllığı, 97/98)


ÖDÜL:

34. Antalya Altın Portakal Film Festivali:

► "En İyi Senaryo" (Barış Pirhasan),

►"Behlül Dal Özel Ödülü

& Usta Beni Öldürsene Bilge Karasu'nun aynı adlı 'Masal'ından esinlenerek senaryolaştırılmış. Yer aldığı 'Göçmüş Kediler Bahçesi' kitabındaki tüm masallar gibi 'Usta Beni Öldürsene'de ölüme götüren tutkuyu, Eros ile Thanatos arasındaki ince sınır üzerinde kurulmaya çalışılan bıçak sırtı dengeyi konu ediniyor... Filmde birbirinin zıddı gibi gözüken ama her ikisi de şiddetle yoğrulmuş iki farklı dünya var. Bir yanda askeri diktatörlüğün disiplinli, duygusuz, soğuk ve sistematik şiddeti, diğer yanda yanılsamalar mekanı sirkin, bu sonsuz karnaval diyarının ateşli tutkularının şiddeti... 'Usta Beni Öldürsene', kahramanımız İshak'ın gergin ip üstünde dengede kalmaya çalışarak, adımlarını denk atarak ilerleyişiyle açılıyor. İshak ustasına doğru temkinli ilerleyişini sürdürürken, bebekliğini, ilk kez yürümeyi öğrendiği anı ve hemen ardından babasının ani ölümünü anımsıyor. Kendi ayakları üzerinde ilk yeltenişinin nasıl ölümüne yol açtığını hatırlayan İshak'ın ayakları dolaşıyor, düşüyor ve ustası onun elinden tutup yaşama döndürüyor. Bu olayın üstüne usta, cambazların ne geçmişe dair anıları ne geleceğe ilişkin düşlerinin olabileceğini, dünyanın sadece şimdiki zamandan ve usta ile çıraktan ibaret olduğunu söylüyor İshak'a" İshak onu yetiştiren ve aralarında sıkı bir sevgi ve sadakat bağı olan ustasıyla ilişkisini koparmasının zamanı geldiğini ve bunu sağlamanın ancak ölüm olduğunu da biliyor: "Ya ustası ölüp onu özgür kılacak ya o özgürlükten vazgeçip ölecek.. Sirkte ölümle dans eden başka duygularda var. Tutkuyla sevdiği, kendisini sürekli aldatmasına göz yummak zorunda kaldığı karısına her gece bıçak atmayı iş edinmiş bıçak ustası. Bıçakçının karısı ile öldürmeyi reddederek ölümü kabullenen kaçak asker arasındaki olanaksız ilişki ve hepsinin bir simgesi niteliğindeki avlanıp kafese kapatılmış seyirliğe dönüştürülmüş deniz kıızı. Bu tutku tutsakların ortak özelliği ise konuşamamak, kendini ifade edememek. İshak ustasına 'bana her şeyi öğrettin ama konuşmayı öğretmedin' diyor, deniz kızı iki kelimeyi bir araya güç bela getirebiliyor, kaçak asker dilsiz rolü yaptığı için, ağzını açamıyor. Konuşmak tutkuyla yek vücut olmuşlar için bir tehdit.

Konuşmak, iki ayrı insan varsaydığı için birlik yanılsamasını bozuyor... Sonu da bu hassas dengeyi bozup, kaçınılmaz sonu getirenin ne olduğu da muğlak bırakılıyor. Belki İshak ustasını öldürmek istiyor veya ölmesinden korkuyor, belki usta İshak'ı 'elinden kaçırmaktansa' ölmesini yeğliyor. Belki de usta, İshak için askere alınmanın ölümden beter, deniz kızınınkine benzer bir kader olduğunu düşünüyor. Ya da belki İshak adına yakışır bir kurbandır.

... (Tevrat'daki tanımın kendisini sınaması için, İbrahim'in oğlu İshak'ı kurban etmesi telmih ediliyor. Hıristiyan ve Museviler Kuran'a rağmen İsmail'in değil İshak'ın kurban edileceğini kabul ederler). Usta Beni Öldürsene, ışıktan görüntü yönetmenliğine, dekordan kurguya her yönden başarılı bir film ama özellikle oyuncu seçimine tam not vermek gerekiyor... Başta İshak ile Deniz Kızı olmak üzere, balıkçıdan bıçakçıya, Rupert’den ustaya kadar herkes rolüne cuk oturuyor" (Erdem, Gazete Pazar, 16. 1997) . Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 118”

4 Şairlikle adını duyurup yazdığı senaryolarla ('Körebe', 'Adı Vasfiye', Ah Belinda') sinemaya bulaşan ve ilk yönetmenlik denemesi 'Küçük Balıklar Üstüne Bir Masal'dan yaklaşık 10 yıl kadar sonra ikinci uzun filmiyle karşımıza çıkan Barış Pirhasan, bu kez her bakımdan başarılı bir iş çıkarmış. Macar, Alman, İngiliz, Türk oyuncuları ve teknik kadroyu bir araya getiren, çok uluslu bir ortak yapım niteliğinde, Türk filminden çok bir Avrupa filmi gibi duran “Usta Beni Öldürsene'" .. yurt dışında nice engeli göğüsleyerek, 23 yılda ve 22.5 milyon Amerikan Doları'na mal ettiği, sıradışı bir yapıt sonuçta. Eninde sonunda birinin düşeceği, aynı ipte oynamaya çıkmış, ustaçırak iki cambazın odağına yerleştirildiği, çatısı oldukça yalın ve sağlam çatılmış filmin görsel düzeyi, ünlü Alman kameraman Jürgen Jürges'in ustalığından kaynaklanan bir mükemmelliğe erişmiş. Görselliğinin yanısıra, başarılı oyunculuğu, rol dağıtımı, mekan kullanımı, müzik çalışması, montajı, ışığı ve teknik düzeyiyle de yerli isimlerden alabildiğine farklı duruyor. Özetle 'Usta Beni Öldürsene', sinemacı Barış Pirhasan'ın hanesine kuşkusuz artı olarak yazılacak, ilgiyle izlenen, incelikli, özenli bir çalışma"... (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 21.11.1997) “” Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 119”

  "80'li yıllarda, Atıf Yılmaz filmleriyle usta senaryocu olarak sivrilen Barış Pirhasan, ilk filmi 'Küçük Balıklar Üzerine Bir Masal'la 'umut veren yönetmen' olarak tanınmıştı. Çeşitli zorluklarla tamamlayabildiği, hatta bir süre ara vermek zorunda kaldığı bu filmin ardından sanatçıdan uzun süre ses çıkmamış, en sonunda' 10 Yönetmen 2 Film projesi kapsamında yer alan, 'Gül ile Adem' başlıklı kısa filmini izlemiştik. Başta senaryo ve rejisi, tüm öğeleriyle eni konu usta işi bir çalışma olan film, temaları ve karakterleriyle de Türk sinemasının genel düzeyinin çok üstünde yer alıyordu.. Macaristan'da 'Usta Beni Öldürsene'yi çekmeye başladığı haberinin yayılmasıyla birlikte, Pirhasan adı yeniden sinemamızın gündemine geldi... Çeşitli açılardan 'Usta Beni Öldürsene', beklenen umutları boşa çıkarmayan, Antalya Altın Portakal Film Festivalinde verilen En İyi Senaryo ödülüne gölge düşürmeyen bir film .. Sanatçının 'Gül ile Adem'de kaldığı yerden devam ettiği söylenebilir rahatlıkla. Pirhasan, bir Eurimages filmi yapmanın avantajlarını iyi değerlendirip ülkemizde özellikle Zülfü Livaneli filmleriyle tanınan, Jürgen Jürges'in bildiğimiz ustalığını bir kez daha kanıtladığı görüntülerini, dünya sinemasından geri kalmayan bir teknik düzeyde ve çoğunu ilk kez seyrettiğimiz bir dizi yabancı oyuncunun performansıyla tamamlıyor. Başta son iki ulusal festivalde aldığı ödüllerle, sinema gündemimizin tepesine oturan 'Masumiyet'teki performansıyla hayranlık uyandıran Haluk Bilginer olmak üzere, irili ufaklı rollerle karşımıza gelen Türk oyuncular da, yabancı meslektaşlarından aşağı kalmıyorlar. Bu açılardan filme kusur bulmak mümkün değil. Bir dizi minik öykünün iç içe örülmesinden oluşan filmde, Isac'ın deniz kızına duyduğu aşk ve ölecek olanların yüzünde iz görmesi gibi dramatik ögeler heyecan verici, bunların yer aldığı hikayeler ise etkileyici. Ancak bunu öykülerin tümü için söylemek zor. Katya'nın Naum'la ilişkisi, Aaron'un kıskançlığı gibi kimi hikayeler fazlasıyla tanıdık, diğer bazıları ise yeterince güçlü değiller. Sirk çalışanlarının, dışardaki sıkıyönetim ve amansız şiddetle ilişkileri yeterince işlenememiş. Aslında bu noktada başka bir aksama devreye giriyor. Hollywood kulvarından uzak kalmaya kararlı görünen Pirhasan, bu kez bir başka tuzağa düşmüş, seyircinin karakterle özdeşleşmesi gibi temel kimi yöntemlere sırt çevirmiş. Bu, hayli mesafeli tutulmuş rejiyle birleşince ortaya çok soğuk, kapalı, içine girilmesi çok zor bir film çıkıyor. Öykülerin olduklarından daha zayıf görülmelerinin ya da seyirciyi beklendiği kadar etkilememelerinin asıl nedeni bu.

Tek bir karakterle özdeşleşme sağlanamadığı gibi, sirki oluşturan grup arasındaki kader arkadaşlığını yeterince işleyemeyen senaryo yüzünden, seyirci grup psikolojisine ortak olamıyor. Sonuçta, marjinal taraflarını bile yeterince ilgi çekici bulamadığımız bir grup insan arasındaki ilişkilere, belirli tepkiler göstermeden izleyip salondan çıkıyoruz. Terazinin öbür kefesinde ise, Pirhasan'ın yaratıcılık dünyası var. Vakıf filmlerinde yalnız ustalığıyla değil, bir kısa filme yaklaşımıyla da çalışma arkadaşlarından ayrı bir yerde duran sanatçı, bir dönem Avrupa sinemasının 'auteur'lerinin yaptığı gibi, kendi ulusal sınırlarının dışına taşan bir ürün çıkarmış. Herhalde bir Avrupa ülkesinde yapılmış olabilecek film 'Usta Beni Öldürsene'ye, Türk damgasını vurmak kolay değil" (Baran, Sinema, Aralık 1997). “Prof. Dr.Alim Şerif Onaran/Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Türk Sineması” syf, 119”

4 Sinema, günün birinde (belki de günümüzde) ulusal kimliklerden uzaklaşıp kitleleri ve halkları ortak bir kültür potasında buluşturmaya, farklı toplumlardaki ortak duyarlılıkları görkemli biçimde ortaya çıkarmaya mı aday? Adına ortak yapım denen ve kimilerince tam bir çorba olarak algılanan yapımlar, tersine, tam bir kültüre aidiyet duygusunun sınırlarından boşanarak, ortaya çok tabanlı, çok referanslı, çok duyarlıklı, dolayısıyla belki daha zengin, daha boyutlu yapıtlar koymaya doğru mu gidiyor?

Düşününüz ki Türkçeyi en süzme biçimiyle kullanan değerli yazarımız Bilge Karasu'nun bir öyküsü, Barış Pirhasan'ın yeni filmine kaynaklık ediyor. Alman sanatçı Jurgen Jürges'in olağanüstü biçimde görüntülediği bu ayrıksı hikayede İngiliz, Alman, Macar ve Türk sanatçılar bir araya geliyor. Ve ortaya, hiçbir ülkeye, hiçbir döneme, hiçbir halka kesinlikle mal edilemeyecek, ama son derece evrensel bir yapım çıkıyor. Hiç şöyle bir şey düşündünüz mü: bir Türk filmine benzemeyen bir Türk filmi izlemek? Düşündünüzse, işte o film karşınızda ...

Ülke, belirli olmayan, ama tipik Orta Avrupa kokan bir ülke... Zaman, belirsiz... Ama bir diktatörlük, bir askeri yönetim dönemi olduğu ve askerlerin halka kan kusturduğu anlaşılıyor. Dekor: bir sirk. Kahramanlar, tüm sirk sanatçıları, ama özellikle de iki ip cambazı, bir usta çırak veya babaoğul ilişkisi sürdüren Abib ve İshak... Abib, İshak' a bu zor işin tüm inceliklerini göstermeye, gösteri sırasında ona yalnızca işine konsantre olmayı öğretmeye çalışıyor. Ve ikisinden biri, belli bir anda, karşısındakinin yüzünde "ölümün izini" görürse, gereğini yapmayı öğütlüyor.

Ama gencecik, bakir İshak'ın aklı başka şeylerde... Örneğin sahte kör bir üçkağıtçının çadırında teşhir ederek para kırdığı bir deniz kızında ...

Yerel kulübün fahişesinden seksi öğrenen İshak, bu genç kızdan da aşkı öğreniyor. Onu günün birinde asıl vatanına, denize götürüp bırakmaya söz veriyor. Ama bunu gerçekleştirmek, ne yazık ki bir başkasına nasip olacaktır ...

Usta Beni Öldürsene'yi nasıl anlatmalı, nasıl eleştirmeli? Film, küçük, ama geniş soluklu bir öykü, daha da çok uzun bir görsel şiir gibi duruyor. Kısa, ama özlü ayrıntılarla verilen kaba ve zalim askeri diktatörlüğün ya da Godot'yu bekler gibi beklenen ve ancak filmin sonunda çıkıp gelen sirk kurucusu Rupert'in öykü içindeki gerekliği tartışır. Ama sirk atmosferi başarıyla verilmiş ve burada türlü çeşitli roller canlandıran Türk veya yabancı sanatçılardan çok iyi sonuçlar alınmış.

Ancak asıl öykü, kuşkusuz ustaçırak ilişkisi ve çırağın denizkızına olan sevdası. .. Burada masal öğeleri işin içine karışıyor. Masallar ya da eski efsaneler, halk söylenceleri, kuşaktan kuşağa aktarılmış olağanüstü tutku öyküleri... Ustasından çok şey alan, bin bir hüner öğrenen, ama ona tutsak olmayı, yaşamını onun öngördüğü gibi yaşamayı reddeden genç İshak, onun ip üstünde ustasının yüzüne vurmuş bir gölge olarak gördüğü ölüm ... Ya da o çaresiz, zavallı, oltaya takılmış bir balık gibi çırpınan deniz kızına karşı olan um arsız ve çıkışsız aşkı. .. Bu masal öğeleri, filmde tam karşılığını buluyor ve şiirsel bir atmosfer yaratıyor. Bilge Karasu da görebilse severdi sanırım...

Evet, Usta Beni Öldürsene, kendine özgü, farklı bir film... Belki bu filmi aşırı evrensel olduğu, o tipik ve kimliği belirsiz ortak yapımlara benzediği, yeterince Türk olmadığı, vs. için eleştirenler olacak. Ama ulusallık sınırlarının sanat alanında gitgide belirsizleştiği günümüzde, bu filmi eriştiği evrensel düzey açısından, tersine övmek ve savunmak gerekir diye düşünüyorum. Görün, sanırım seveceksiniz. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 144”


FİLMİ İZLE 




 

TABUTTA RÖVAŞATA (1996) 


Yönetmen: Derviş Zaim, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuşçu Yapım: İFR /(İstisnai Filmler ve Reklamlar Ltd.Şti) Ezel Akay, Derviş Zaim Yrd. Yönetmen Nur Arık, Kamera Ast: Öztürk Kayıkçı, Sanat Yönetmeni: Aslı Kurnaz, Kurgu: Mustafa Preşheva, Negatif Kurgu: Selahattin Turgut, Laboratuar: Sinefekt, Ses Tasarım: Ender Akay, Yansımalar, Müzik Yapım: Hasan Saltık, Murat Ertel (Kalan Müzik), Müzik İcra: { [Baba Zula] Emre Önel (Darbuka, bendir, vurmalılar), Leven Akman (Tumba, kaşık, vurmalılar), Murat Ertel (Gitar, saz davul), [Yansımalar] Birol yayla (Gitar, tanbur), A. Şenol Filiz (Ney, Bendir, nefes), Muammer Ketencioğlu (Akordeon), Samim Karaca (Ud), Ersin Baykal (Kemane)  Müzik: İ. Birol Yayla, Murat Ertel, Sesleri Alan: Ergun Ünal, Mustafa Bölükbaşı, Ender Yeşildağ, Ses Tasarım: Ender Akay, Ses Miksaj: Ender Akay, Taylan Oğuz, Mekan Sesleri: Select ses ve Görüntü Hizm. Ltd. Ses Montaj: Saim Kocabaşı, Ufuk Çoban, İsa Yücel, Işık Şefi: Değer Demirkol, Işık Ast: Mete Girişken, Sabahat Kıvrık, Murat Menligil, Set Yönetmenleri: Ömer Metin Kocaman, Tayfun Sevindir, Fahrettin Özkan, Montaj Ast: Nur Arık, Kerem Çakıroğlu, Uğur Özyılmazer, Murat Şenyüz, Folyo: Attila Ertüz, Dublaj Teknisyenleri: Osman Tahsin Erol, İsa Yüce, Ses Montaj: İmaj Sound, Yazı Tasarım: Mavi Tanıtım, Tanıtım Danışmanı: Metin Karaşahin, Yapım Sorumlusu: Bülent Güneri, Derviş Zaim,

Oyuncular: Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz, Ayşen Aydemir, Şerif Erol, Fuat Onan, Ahmet Çadırcı, Mahmut Benek, Nadi Güler, Figen Evren, Barış Celiloğlu, Hasan Uzma, Raşit Çivi, Ömer Metin Kocaman, Hakan Karadağlı, Fahrettin Özkan, Derviş Zaimoğlu, Tommy Stenberg, Mustafa Turhan, Recep Ekşi, Kadir Kuyucu, Öztürk Kayıkçı, Mete Girişken, Mevlüt Ekşi, Kemal Tetik, Yüksel Çavuşoğlu, Bülent Güneri, Uğur Agan, Osman Canik, Lale Çırpanoğlu, Değer Demirkol, Tayfun Sevindir, Metin Aslan, Erkan Başaran, Adnan Serter, Afşin Hepçilingirler, Melahat Sarıkaya,

KONU: Film, balıkçıların ağ toplayan görüntüleri ile başlamaktadır. O gün istedikleri gibi balık çıkmamıştır. Uyuşturucu alan bir kız. görürüz.. Sokaklarda yaşayan Mahsun ve arkadaşı Sarı, Reis adı verilen balıkçının ağlarındaki balıkları temizleyerek karınlarını doyuracak parayı kazanmaktadırlar. Ağları temizledikten sonra para alırlar. İçki içerler. Gidecek evleri olmadığı için kapanana kadar kahvede otururlar. Geceyi geçirmek için inşaata giderler. Polis inşaatı basarak, Mahsun'u hırsızlıkla suçlar. Mahsun suçsuz olduğunu, bütün geceyi kahvede geçirdiğini söyler. Kahveci ile yüzleştirdiklerinde bunu doğrular. Mahsun aynı gece yattığı teknede üşümüştür. Gündüz görüp, beğendiği bir arabayı çalar. Isıtıcısını açarak ısınır. Bir kayıkta yatan arkadaşı Sarı'nın yanına giderek araba olduğunu söyler. Ancak Sarı uyanmak istemez. Mahsun bütün gece araba ile gezer. Bir köpeğe çapınca onu veterinere götürür. Patronunun çarptığını söyler. Köpeği bırakıp, kaçar. Sabah arabayı iyice temizleyip, aldığı yere bırakır. Uyuşturucu müptelası kız kahvenin penceresinden onu izlemektedir. Kahvede çay içen Mahsun'un kaçamak bakışlarından kızdan hoşlandığını anlarız.

Mahsun, polisin kendisini ve Sarı'yı aradığını duyar. Koşarak yanına gittiği, teknede bıraktığı yerde yatan Sarı'yı ölü bulur. Reis ve arkadaşları Sarı'yı gömerler. Mezarı başında şarap içip, mezarını da şarapla sularlar. Mahsun, polisten korkusuna cenazeye katılamamıştır. Sarı'nın şerefine yakılan ateşin başına da bu yüzden gitmek istemez. Saklanmaktadır. Yine de polise yakalanmaktan kurtulamaz. Falakada dayak yer. Reis karakola çağırılır. Mahsun'un çaldığı araba İçişleri Müsteşarının arabasıdır. Reis'ten Mahsun'a göz kulak olması istenir. Reis kabul etmek istemez. Polis, ambulans, itfaiye arabası çalan biri teknene eroin de koyar diyerek Reis'i üstü kapalı uyarır. Reis, Mahsun'u karşısına alarak konuşur. Kahve kapanana kadar orada kal, sonra teknede yatmamak kaydıyla kayıkhanede uyu der. Kahvehaneye olan borcunu da ödeyecektir. Mahsun'a kış bitene kadar bu şekilde idare edeceklerini söyler. Mahsun, Sarı'nın mezarına gider. Reis için çalışmaya devam eder. Hoşlandığı kızı sabahları gözetler. Araba çalmaya ve dayak yemeye de devam eder.

Mahsun, bir TV ekibinin Rumelihisarı önünde yaptıkları bir çekimi izlemektedir. Muhabir, Fatih Sultan Mehmet zamanında Rumelihisarı yapılırken İran'dan getirtilen ve bereketi, çoğalmayı, kötülüklere karşı iyiliği temsil eden tavuskuşlarından bahsetmektedir. Şimdi de İran ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e hediye edilen 50 adet tavuskuşu Rumelihisarı'na yerleştirilecektir. Bunları duyan Mahsun, kuşlan görmek için Hisar'a girmek ister. Ancak bilet alması gerektiği söylenir. Daha önce rahatlıkla girdiği, semtinin mekanı olan Hisar'a sokulmamasına bozulur.

Akşam gittiği kahvede yine kızı görür. Kahve kapanırken Mahsun hesabı haftaya Reis'in kapatacağını belirtse de kahveci Zeki inanmaz, hesabı ödemezse artık kahvede oturamayacağını söyler. Mahsun bir belediye otobüsü çalar. Yine dayak yer. Reis, polise söz verdiği gibi Mahsun ile ilgilenmeye başlar. öksürdüğü için doktora götürür. Kahveci Zeki' Mahsun'a bir babalık yapmasını ister. Zeki, Mahsun'u kahvedeki odalardan birine yerleştirir. Kahvenin tuvaletinde çalıştırmaya başlar. Oraları temizleyip, para toplamakla görevlidir. Aşık olduğu kız, tuvaleti uyuşturucu içmek için kullanmaktadır. Mahsun için bulunmaz bir fırsattır bu. Saçlarını tarayarak kızı bekler. Kız çıktıktan sonra tuvalete girer. Yere düşen fularını alır.

Mahsun, tavus kuşlarına kafasını takmıştır. Rumelihisarı'na gizlice girer. Bir tavus kuşu yakalar. Kucağında kuş ile Hisar içerisinde gezinir. Türkiye'nin maç kazandığı bir akşam dışarıda korna sesleri duyulurken; Mahsun yattığı yerden hayal kurmaktadır. Kızı ve tavus kuşunu düşünür. Kızın tuvalette unuttuğu fularını yıkar. Ona geri verir. Bir süre sohbet ederler. Hisara tekrar gider. Tavus kuşlarını sever. İçki alır. Reis ve arkadaşları ile Sarı'nın mezarına giderek içki içerler. Mezarı içki ile sularlar. Mahsun, kahvede oturan kızın yanına giderek tuvaletin kapısına erkekkadın yazmasını ister. Kız pamuk sorar. Mahsun eczaneye gidip alır. Kız tuvalette yine uyuşturucu alır. Kızın kalacak yeri olmadığını öğrenen Mahsun, bazı zamanlarda kahvedeki odada kalabileceğini söyler. Odanın anahtarını verir. Ancak iyi niyet ile yaptığı bu teklif kız tarafından başka amaçla kullanılır. Odaya bir erkek alır. Uyuşturucu parası için erkeklerle birlikte olmaktadır. Mahsun durumu anlayınca hayal kırıklığına uğrar. Bu duruma çok sinirlenir. Gene araba çalar.

Çaldığı araba ile Hisar'a gider. Bir tavuskuşu alır. İstanbul'u gezer. Araba bozulunca otobüsle eve döner. Uyuşturucu krizine giren kız para aramaktadır, tuvalete gelerek Mahsun'dan onu para bulmak için Taksim'e götürmesini ister. Bir araba çalıp, kızı götürür. Kız bir eve girer. Mahsun'a beklemesini söyler. Dönüşte arabayı bıraktıktan sonra kızı bir banka oturtur. Kendinde değildir. Kahveye gittiğinde oturan iki polis görünce geri kaçar. Reis' in teknesini çalar. Kızı da alarak Boğaz'a açılır. Dümeni bırakıp, baygın olan kızın yanına oturur. Yanaklarından öper, sarılır. Başıboş kalan tekne bir kayaya çarparak, parçalanır. Bir gemi tarafından kurtarılırlar. Mahsun, kahveden kovulur. Reis'ten dayak yer. Bir kere daha sokaklarda ve açtır. Hisar'a giderek bir tavuskuşu yakalayıp, keser. Tam pişirecekken bekçi tarafından yakalanır. Dayak yer. Kahvede oturanlar Mahsun'un tavus kuşu çalıp, yemeye çalıştığının haberini TV'den şaşkınlıkla öğrenirler.

Ödüller

33. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1996)

► "En İyi Film", Derviş Zaim

►"En İyi Senaryo", Ahmet Uğurlu

► "En İyi Erkek Oyuncu"

► Mustafa Preşavva "En İyi Kurgu"

 4 En inanılmaz, fantastik sahnelerde bile "sahiciliğini" yitirmeyen bu insancıl, sıcak ve gerçekçi film, sinemamızda taze bir soluk kuşkusuz. Hala çürümemiş, yozlaşmamış kimi değerleri de barındıran, yüreğe seslenen bu gerçekçi ilk film denemesi, kimi gereksiz tekrarlarına, Reis'in başıboş kalmış, ekmek teknesinin, Bebek açığındaki fenere çarpması gibi biraz hafif kaçmış bazı sahnelerine karşın, seyre, alkışa, ilgiye değer "istisnai" bir yapıt gerçekten. (Sungu Çapan, "Gerçek, çoğu kez hayali aşar. ", Cumhuriyet g., 22 Kasım 1996)

4 Filmi görene kadar, kocaman bir saygı beslediğim Derviş Zaim'in yönetmenliği parlak değil, elindeki malzemeden yeterince yararlanamıyor, ortaya koyduğu yapıt da, bir bütün olarak üzerinde çok çalışılmış, her sorunun olabildiğince çözümlendiği bir film de değil. Bu söylediklerim bütçeyle ilgili olmadığı için, kendi adıma yönetmenin aleyhine bir puan olarak değerlendiriyorum. (Tamer Baran, "En Alttakiler ve mesaj." Antrakt d., s: 60, Ocak 1997)

4 Bir tabutun içinde takla atabilir misiniz, ya da rövaşata? Olmaz diyorsunuz. Oysaki her gün yapıyorsunuz bu işi! En olmayacak koşullarda ayakta kalmayı başarıyorsunuz. İnanılmaz bir direnç sahibisiniz. Türkiye insanının bizatihi kendisisiniz. Bir 'mucize'siniz yani.

Derviş Zaim, işte bu mucizeyi anlatmaya soyunmuş. Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla, Türkiye'de sinemacıların pek üstesinden gelemediği bir işin altından kalkıvermiş... Ne anlatmak istediğini bilerek yola çıkmış Zaim ve istediğini anlatabilmek için realizmle fantastiği ve sembolizmi, akıllıca yerleştirmiş yan sağlam bir dramatik yapı içinde ustaca kaynaştırmış birbirinden çok farklı ögeleri Alıp başını uzaklara gitmeyi düşler Mahsun... Yanına en sevdiği şeyi alarak sevebildiği, dokunabildiği tek şey olan tavus kuşuna sıkı sıkıya sarılarak. Tavus kuşu rastgele seçilen bir sembol olmasa gerek Zaim'in sinemasında... Batı edebiyatının tipik' dekadans' simgesi nasıl da yerli oluvermiş.

Tabutta Rövaşata'nın en güzel yanlarından biri de tümüyle imece usulü ile gerçekleştirilmiş bir yapım olması. Tüm sanatçılar ve teknisyenler genç yönetmene destek olmak için ücretsiz çalışmışlar" (Sayar, Cumhuriyet, 04.10.1996).

Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, “20.Yüzyılın Türk Sineması”, syf, 77”

4 Şarabın ucuzunu, çayın beleşini tercih eden, balıkçı dostları dışında herkes tarafından itilip kakılan, soğuktan donarak ölen arkadaşı Sarı'nın mezarını ziyaret edip, toprağı içkiyle sulayan, polislerce falakaya yatırılmaktan usanmış, kendi basit dünyasında yuvarlanıp giden 'en alttakiler'den biri Mahsun... Yarım akklı ve temiz yüreğiyle attığı her adım, 'Ters gitmeye görsün kişinin işi, muhalleebi yerken kırılır dişi' denilecek cinsten... İran Cumhurbaşkanı tarafından Süleyman Demirel'e armağan edilen, sonrada Rumeli Hisar'ına bağışlanan" tavus kuşlarından birini karnının aç, havanın soğuk olduğu bir gün keserek yemek isterken yakalanır ve devlet malına zarar vermekten hapsedilir; sıcak yatağa ve yemeğe kavuşur Mahsun... (Arslan, Antrakt, Ocak 1997)Arslan, Ocak 1997).

 

4Sinemada, toplumun dışına itilmiş marjinal yaşayan insanlar üzerine oldukça film yapılmışştır. Tüm bir Fransız şiirselgerçeklik akımı veya Sonsuz Sokaklardan Cabiria'nın Geceleri'ne sayısız Fellini filmi anımsanabilir. Amerikan siineması da Bar Kelebeği'nden Sonsuz Matem'e, Easy Rider'dan Esrar Bitti'ye bu tür filmler yapmıştır. Hem de başarıyla... Bizim sinemamızda da vardır bu tür filmler... Tüm Sadri Alışık veya Öztürk Serengil komedileri ya da yakın yıllarda ve daha ciddi bir yaklaşım içinde Nesli Çölgeçen'in Kardeşim Benim'i anımsanabilir. Demek ki Derviş Zaim, Boğaz kıyılarına sığınmış yaşayan, alkolik, araba çalmaya ve de Rumelihisarı'ndaki tavus kuşlarına meraklı, hayatı kaymış bir berduşu anlatmakla, "ilk kez" yapılan bir şey yaptığını sanmasın ... Bu, anlattıklarından çok yaratılış biçimiyle özgün bir film... Çok küçük bir bütçeyle, bir avuç insanın gönül koyması ve adeta dişleri ve tırnaklarıyla çalışmalarıyla yapılmış olması, kuşkusuz belli bir sempatiyi getiriyor. Biz de filme bu ön sempatiyle yaklaşıyoruz.

Ancak karşımıza gelen film son derece açık amatörlükler içeriyor. Sayısız inandırıcı olmayan çekim (dayak sahnelerinden motor kazasına), sayısız yanlış bağlanmış plan, sayısız teknik hata var. Çekim, görüntü, kurgu yanlışları gözle görülür derecede. (Bu açıdan filmin Antalyada, Sen de Gitme ya da Mum Kokulu Kadınlar gibi filmleri geçip Altın Palmiye alması hadi bir yaana, ama bir de kurgu ödülü alması bana bir şaka gibi gözüküyor!) Tabutta Röveşata, çok hoş olabilecek 1520 dakikalık bir kısa film konusunun bir buçuk saate yayılmasının getirdiği yanlışları da içeriyor. Örneğin sizi bilmem ama bana, Mazlum'un o tavus kuşunu kovalamasından fenalık geldi. Bu uzatılmışlık duygusu ve yinelenen sahneler de fılme zarar veriyor.

Tüm bunlara karşın, perdeden salona doğru yayılan bir küçük mucize gerçekleşiyor ve fllmi yine de sempatik kılıyor. Öykünün içerdiği sıcaklık ve hümanizmanın yanı sıra, bu, sanıyorum özellikle oyunculardan kaynaklanıyor. Başta Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz ve Ayşen Aydemir üçlüsü öylesine sıcak ve özgün kişilikler çiziyor ve karakterlerine öylesine inanmış gözüküyorlar ki, bu da seyirciyi tavlamaya ve filmi belli bir düzeye getirmeye yetiyor. Demek ki, seçimlerinden çabalarına, oyuncularından oldukça çok şey alan bir fılm bu... Ancak, eğer bana sorarsa, Derviş Zaim Antalya birinciliğinden ve filmin görebileceği ilgiden hiç böbürlenmesin. İyi bir yönetmen olabilmek için daha çok 'fırın ekmek yemesi gerekiyor! ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda çöküş ve Rönesans yılları”, syf,142”


FİLMİ İZLE 



 SON DEFA (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Arkan Film/ Halit Arkan

Oyuncular: Küçük Cüneyt, Süreyya Şahin, Mesut Engin, Cesur Yılmaz, Süheyla Artun, Hasan Yıldız, Fikret Geçmeci, Kemal Sağlam, Mehmet Bereket, Arzu Akın,

Konu: Kumar borcu yüzünden kaçırılan bir gencin, düşmanlarına karş verdiği mücadelenin öyküsü. 

 

 SEVENLER AĞLAR (1996)

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Akıncı Film/Okan Akıncı

Oyuncular: Mesut Engin, Süreyya Şahin, Halit Arkan, Hicran Çağlar, Fikret Çeşmeci, Mehmet Bereket, Kemal Sağlam, Okan Akıncı

Konu: Tecavüz etmek amacıyla kaçırdığı kızla, platonik bir aşk yaşayan ve ona elini dahi sürmeden evine gönderen bunalımlı bir gencin öyküsü.

 

SEVDA (1996)

Senaryo ve Yönetmen: Yavuz Yalınkılıç, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: F.F. Film/Ali Şakar

Oyuncular: Şermin Karali, Ali Şakar, Kâzım Kartal, Fatma Belgen, Nevin Aypar, Nusret Özkaya, Hasan Demircan, Enver Dönmez, Hasan Yıldız, Nusret Özkaya, Cesur Yılmaz, Sami Hazinses, Kader Demir, Mustafa Özkaya

Konu: Eski hesaplaşmalar nediyle, kan gütmeye karşı çıkan bir gencin öyküsü.

 

RÜYALARDA BULUŞURUZ (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmen: Mustafa Kuzu, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Cemal Gencer, Süreyya Şahin, Yılmaz Durul, Ayşegül Çetin, Rahmi Pala, Mehmet Bereket, Çetin Başaran, Hasret Erkur

Konu: Karılarından ayrılıp kendi kafalarına göre yaşayan dört arkadaşın öyküsü.

 

ÖLÜMÜN AĞZI (1996) 


Yönetmen: Mehmet Samsa, Senaryo Sedat Özsu, Görüntü Yönetmeni: Eyüp Dirlik, Yapım: Başkent Film/Ahmet Yılmaz

Oyuncular: Gani Şavata, Ahmet Yılmaz, Sevgi Özsu, Fatma Belgen, Sırrı Elitaş, Selâhattin Fırat, Çetin Başaran, Mustafa Özkaya, Ayhan Selvi, Levent Çakır, Leyla Tunca

Konu: Zorla kaçırdığı kıza tecavüz eden ve sonunda kız tarafından öldürülen adamın dramatik öyküsü.

 

 

OTOSTOP (1996) 


Senaryo ve Yönetmen Sami Güçlü Görüntü Yönetmeni: Mahmut Yumuşak, Müzik: Volkan Gücer Yapım: Yeni Tual Film/Uğur Tual Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Sami Güçlü, Genel koordinatör: Fikret Uçak,

Oyuncular: Salih Güney (Orhan Yılmaz), Sevda Demirel (Deniz), Engin Koç (Ümit), Erdo Vatan (Pıolis Kenan), Levent Çakır (Nihat), Tuncer Necmioğlu (Coco), Erdinç Dinçer (polis), Fikret Uçak (tatil beldesi müdürü), Mustafa Aslan , Tahsin Özay, Ömer Uzun (sivil polis), Tevfik İnce (sivil polis), Ömer Duran (sivil polis)

Konu: Zengin bir iş adamı olan Orhan, dört yıl önce otostop yapan Deniz’i arabasına almış ve kısa süre sonra onunla evlenmiştir. Deniz ve Orhan birlikte mutlu bir yaşam sürdürmektedirler. Dördüncü evlilik yıldönümlerini kutlamak için Örende deki otellerine gitmek üzere yola çıkarlar. Deniz’in eski sevgilisi ümit soygun sırasında tutuklanıp hapse girmiş, Deniz paralarla ortadan kaybolup kendine yeni bir hayat kurmuştur. Yıllar sonra Deniz’in izini bulan ümit, Antalya yolunda çiftin karşısına çıkar ve motorunun bozulduğu bahanesiyle otostop yaparak arabalarına biner. Yol boyunca Orhan ve Deniz’e cehennem azabı yaşatan Ümit, onları silah zoruyla terk edilmiş bir depoya götürür ve orada, Orhan’ın gözleri önünde Deniz’e tecavüz eder. Şiddetle karşı çıktığı bu bu cinsel tacizden hoşlanmaya başlayan genç kadın kendisini eski sevgilisinin kollarına bırakır. Bu sahne karşısında dayanılmaz bir avcıyla kıvranan adam kırık şişe parçasını yardımıyla bileğini bağlayan iplerden kurtularak, karısını ve aşığını öldürür.

Not: Peter Kane’nin romanından Aldo Crudo’nun senaryosundan ve Pasquale Festa Campanile’nin nin rejisiyle çekilen Ekim 1977 de Yurdumuzda gösterime giren “Autostop Rosso Sangue” isimli filminden uyarlama. Filmin başlıca rollerini; Franco Nero, Corienne Clery ve David Hess oynamışlardır.


FİLMİ İZLE 





 

MUM KOKULU KADINLAR (1996) 

Yönetmen: İrfan Tözüm, Senaryo: Mete Özgencil, İrfan Tözüm, Görüntü Yönetmeni Aytekin Çakmakçı Müzik: Can Hakgüder Yapım: Muhteşem Film/İrfan Tözüm Görüntü Yönetmen Yrd.: Önder Yetkin, Cüneyt Denizer, Yardımcı Yönetmen: Arslan Kacar, Sanat Yönertmeni: Annie Geelmuyden Pertan, Montaj: Ayhan Ergürsel, Cast Ajans: Ali Zebil, Işık Ekipmanı: Paşa Gündoğdu, Işık Şefi: Selahattin İnal, Işık Yardımcıları: Hakan Gündoğdu, Burçin Özsuna, Set Amiri: Nazif Kündem, Set Yardımcıları: Hamdi Sonsuz, Çetin Gündoğdu, Makyaj: Serap Çakaloğlu, Kuaför: İhsan Beyoğlu, Set Fotoğrafçısı: Volkan Enyüce, Afiş Tasarımı: Alp Gökçe, Seslendirme Yönetmeni: Ersin Sanver, Ses. Yön. Yrd.: Yaşar Özdemir, Efektör: Ayhan Arlı, Jenerik: Özkan Sevinç, Grafik: Print A.Ş., Nurşen Öztürk, Muhasebe: Cafer Emir, Ulaşım: Süleyman Polat, İsmail Özer, Laboratuar: Şafak Film Stüdyoları, Renk Düzeltme: Türker Vatan, Uğur Orbay, Film Banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Ses kayıt miksaj: Erkan Esenboğa, Yapım Sorumlusu: M. Sagutay Çetin, Yapım Yapım Yönetmeni: Ardahan Uzunatağan, Yapım Yardımcıları: Hülya Bilben, Aysel Aytaç,

 Oyuncular: Selma Güneri (Fatma), Halil Ergün (İhsanAhmetmetin), Sevtap Parman (gül), Yasemin Alkaya (Gülizar), Hande Ataizi (Belkıs), Ceren Erginsoy (Natalle), Murat Coşkuner (İhsan’ın gençliğigenç adam), Hülya Karakaş (Fürüzan), Ayşen Tekin ((dayak yiyen kadın), Melike Tözüm (banka başmuavini), Melisa Hasmaden (fatma’nın gençliği), Nur Kulakoğlu (Fatma’nın çocukluğu), Ali Zebil (garson), Mehmet Çakır (postacı), MetinÇetin Erberk (ikizler), Muhteşem Tözüm, Burak Darbaz (top oynayan çocukjlar), Melodi Tözüm (Gülizar’ın evlatlığı), Kübra Sözgün (Gül’ün kızı), Ayşe Kök (terzi), Doğumdaki kadınlar: Tülay Talay, Sabahat Sönmez, Canan Ortaç, Mine Balcı, Hamamdaki kadınlar: Sümbül Türkgöz, Aynur Alkan, Halise Çırak, Merve Şahin, Nilüfer Danış,

KONU: İhsan Bey (Halil Ergün) gençlik yıllarında, bir konsolos kızı olan Natalie'yle tutkulu bir aşk yaşamıştır. Ailesinin ülkelerine geri dönme kararı üzerine, büyük aşkından ayrılmaktansa ölmeyi yeğleyen Natalie'nin intiharından sonra İhsan Bey, ailesinden kalma bakımsız konağında odasına kapanır ve dış dünyayla ilişkisini yalnızca dürbünüyle çevresini gözetleyerek sürdürür. Bir zamanlar evin evlatlığı olan ve kardeş gibi büyüdükleri Fatma (Selma Güneri), hem İhsan Bey'in bakımını üstlenmiştir hem de her gün ona mahalleden haberler aktarmaktadır. Fatma, kadın çamaşırları satan ve 18 yaşındaki kızı Belkıs'ı arzulayacak kadar gözü dünmüş bir adam olan Ahmet'le evlidir. Konağa komşu oturan avukat Gül Hanım (Sevtap Parman), hamiledir ve kocasının kendisini aldattığını düşünür. Mahallenin diğer bir mutsuz kadını ise evde kalmış banka memuru Gülizar'dır (Yasemin Alkaya). Sorunlarının odak noktası erkekler olan bu dört kadın, kendi yalnızlıklarına çözüm yolu ararken, yıllardır konaktan dışarı adımını atmamış olan İhsan, tavsiyelerde bulunmak üzere onlara koruda randevu verir... Bu sırada kendisini sürekli taciz eden babasına yönelik planlar yapan Belkıs, olayların akışının Fatma üzerinde yoğunlaşmasına neden olacaktır

 ÖDÜLLERİ

33.Antalya Film Festivali (1996)

► En İyi Kadın Oyuncu "Yasemin Alkaya" ve "Hande Ataizi"

► Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü "Mum Kokulu Kadınlar"

10. Adana Altın Koza Film Festivali (1996) 

►En iyi 2. Film",

►"En İyi Erkek Oyuncu (Halil Ergün),

► "En iyi Kadın Oyuncu" (YaseminAlkaya), 

► "En İyi Müzik Ödülü" (Can Hakgüder), 

►En İyi Görüntü Yönetmeni" (Aytekin Çakmakçı)

► "Türkan Şoray Özel Ödülü" (Hande Ataizi);

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi "1996'nın Baaşarılı İletişimcileri Ödülü
    ► "En İyi Senaryo" (İrrfan Tözüm),
    ► "En İyi Kadın Oyuncu" (Hande Ataiizi);

Magazin Gazetecileri Derneği Altın Objektif Ödülü (1996)

►"En İyi Kadın Oyuncu Ödülü" (Yaasemin Alkaya);

8. Orhon M. Arıbumu Ödülleri (1997):

►"En İyi 3. Film",

►"En İyi Erkek Oyuncu" (Halil Ergün), 

►"Ferda Ferdağ Juri Özel Ödülü" (Ceren Erginsoy);

ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncularıı Derneği) seçiminde (1997)

►"En İyi Erkek Oyuncu" (Halil Ergün),

►"En İyi Kadın Oyuncu" (Selma Güneri, Yasemin Alkaya).

& "Mum Kokulu Kadınlar hakkında ne yazabileceğimi, ne anlatabileceğimi düşündüm. Kimseyi üzmek, protestolara uğramak, şu ya da bu biçimde 'cezalandırmak' gibi bir niyetim; ya da kimseyi üzmemek, protestolara uğramamak vb. kaygılarım yok kuşkusuz... Çağdaş Bir Köle, Rumuz Goncagül, Fazilet, Melodram, ikili Oyunlar, Devlerin Öcü, Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri, Kız Kulesi Aşıkları gibi filmleri düşünüldüğünde Tözümün grafiğindeki çok hızlı ve inanılmaz düşüsü, sanatsal boyutu çok tartışmalı farklı mecralara kayışı fark etmemek mümkün deşil. Her film, bir öncekini aratıyor adeta. işin tuhafı, Rumuz Goncagül ve Cazibe Hanım’ın... oyunculuktan beslenen kısmı başarısı bir yana; Tözüm, ne anlattığını bilememeyi, izleyiciyi sıkıntıdan patlatmayı, hastalıklı karakterleri, hiçbir düşünsel çaba harcamayıp 'entellektüellik taslamayı, tuhaf diyalogları, şizofreni takıntısını, ucuz felsefe yapmayı, cinsellik sömürüsünü, anlamsız buhranları, piyasa güldürüsünden öteye gidememeyi bir tarz olarak sinemamıza kabul ettirmiş durumda. Ama gerçekten uzatmaya, üzerinde durmaya gerek yok. 'Soyut bunalım filmi' olmanın çok ötesinde bir örnek Mum Kokulu Kadınlar. Aldığı ödüllerle sinemamızın başka hastalıklarına da işaret eden yüksek ateşli bir film. Oyunculuk konusuna ise hiç girmemeyi tercih ediyorum. diye soruyordu. Aynı durum sinemada da geçerli. " (Tunca Arslan, “Mum Kokulu Kadınlar”, Radikal g, 6.11.1996)“ Okan Ormanlı, “Türk Sinemasında Eleşririler” syf, 136”

 "Mum Kokulu Kadınlar" ahlaka mugayirmiş… Anadolu Ajansı

 "Mum Kokulu Kadınlar" filmi için iki üniversiteden iki ayrı karar çıktı. ATVRTÜK davasında mahkemenin bilirkişi tayin ettiği Ankara Üniversitesi öğretim üyeleri ile Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri film konusunda çelişkiye düştü. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, 19 Haziran 1998 tarihinde ATV'de yayınlanan "Mum Kokulu Kadınlar" adlı filmin 3984 sayılı yasadaki "genel ahlak, toplum huzuru ve Türk aile yapısına uygun olması" ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle ATV`ye bir gün süreyle yayın durdurma cezası verdi. RTÜK'ün bu kararının iptali istemiyle ATV'nin açtığı davada, Ankara 2. İdare Mahkemesi, filmin söz konusu yasa maddesine aykırı olup olmadığının saptanması amacıyla Ankara Üniversitesi ile Hacettepe Üniversitesini bilirkişi tayin etti. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyeleri tarafından düzenlenen raporda, "bir sanat eseri olarak filmin genel ahlaka ve toplum huzuruna aykırı olmadığı" savunuldu. Buna karşılık Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerince düzenlenen raporda ise, "Filmdeki bazı sahnelerin ensest ilişkiyi sergilediği, ensest ilişkinin cinsel eğitim için kullanılmaması gerektiği, bunun aile içi ilişkileri bozucu, babaevlat, saygısevgi düzeyini yıkıcı, aile yaşamını güvensiz, kaygı verici hale getirdiği, ensest ilişkinin televizyondan sergilenmesinin sanat olarak savunulamayacağı, sonuç olarak Mum Kokulu Kadınlar Filminin genel ahlaka, toplum huzur ve Türk aile yapısına aykırı olduğu" belirtildi. Bu çelişkili kararlara karşılık, mahkeme RTÜK'ü haklı bularak ATV`nin davasının reddine karar verdi.

Vaktiyle gencecik bir adamken, deli gibi sevdiği konsolos kızı Natalie’nin ayrılma olasılığı karşısındaki intihardan beri hiç kadın sevmemişe benzeyen emekli Ihsan Bey, mahalleye üstten bakan penceresinden dürbünüyle sürekli etrafı gözetler: yaşamın yerine röntgenciliği geçirmiş bir bezgin kişidir o ... Ama kadınlarda hep mum kokusu aramasının  nedeni pek anlaşılmaz: acaba yaşamını önünde geçirdiği yanmış mumlar tutkusundan gelen bir dürtü müdür bu?

Ondan çok farklı kişiler gözükseler bile, öyküdeki diğer erkekler de sanki İhsan Bey çeşitlemelerinden başka bir şey değildir: gözü gencecik (üvey) kızında olan işsizgüçsüz Ahmet ya da zaman zaman öyküye karışıveren, gönül ilanlarıyla kadın arayan zampara veya sokak satıcısı gibi.. Tüm bu kişilikler, bir kadın kahramana, "Hepiniz aynı bokun soyusunuz," dedirtecek kadar benzer özelliklerle donanmış erkek, daha doğrusu Türk erkeği karakterleridir. Bu nedenle hepsini aynı oyuncunun, artık oyunculuk serüveninin doruklarında gezinen Halil Ergün'ün oynaması iyi bir buluştur. (İhsan ile Ahmet'in aynı oyuncu tarafından oynanması, filme özellikle başlarda belli bir karışıklık getiriyorsa da!)

Ama kadınlar? Filmin asıl ilgi alanı olan kadınlar? Onlar, kimi ortak özelliklere rağmen farklı, kişilikli, giderek muhteşemdirler. Mum koksalar da, kokmasalar da ... Boşta gezer Ahmet'in gündelikçiliğe giden özverili karısı Fatma (Selma Güneri), kızları, yeni yetmeliğin tüm taze kışkırtıcılığını taşıyan Belkıs (gerçekten yepyeni bir yetenek olan Hande Ataizi), bir türlü ortalarda gözükmeyen, ileri yaştaki son şansı olan hamileliğini bile ilgisizlikle karşılayan kocasından sonunda ayrılmayı başaran güzel dava avukatı Gül (Sevtap Parman) ... Ve de, çekingen ve beceriksiz "evde kalmış" kızlıktan güçlü kadına doğru ilginç bir kayış yapan banka memuresi Gülizar benzersiz (Yasemin Alkaya).

 İrfan Tözüm, kendi yazıp yönettiği bu filmle, kadınların dünyasına, maçolukla damgalanmış kadınerkek ilişkilerine oldukça alaycı ve keyifli bir dalış yapıyor. Türk sinemasında görmeye pek alışık olmadığımız hınzırca bir 'humor"la bezeli tüm film ...

Örneğin Gülizar'ın "aybaşı lekesi" sekansını, bankadaki soygunda yaralanan tek kişi olmasını, bir cafe' de gazete ilanıyla buluşmasını, dört kadının İhsan beyle ormandaki hesaplaşmasını veya başka sahneleri düşünüyorum. Filmin hemen tümüne yayılan, yer yer hafif gerçeküstücü, epik bir tavırla (İhsan Bey'in kameraya doğru konuşmaları) donanmış o fantezi havası, filmin gündeme getirdiği önemli temaları bir mizah tülüyle sarıyor. Ve filmin izlenmesini ve popüler bir tüketim maddesine dönüşmesini kolaylaştırıyor.


Ve bu fantezi, o şaşırtıcı finalde de sürüyor: dramatik, ama sanki yine gerçeküstücü bir fiinal bu... Bu karmaşık öyküyü sağlam biçimde noktalayan ... Mum Kokulu Kadınlar, bence Tözüm'ün şimdiye dek yaptığı en iyi film, sinemamızın da son dönemdeki en özgün ve kişisel filmlerinden biri. Gerek anlatımı, gerekse oyuncuları için izlemeye değer ... (“Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 120”)


 “Ayrıca bknz. Uğur Vardan, "Mum Kokulu Kadınlar", Aktüel, 0713.11.1996; Tamer Baran. "Bunlar Kimin Fantazisi" Antrakt, Aralık 19960cak 1997; Zeynep Saygı, "Bir Düşün ilk Mumu Yandı", Cumhuriyet, 04.08.1996; Bülent Vardar, "Mum Kokulu Kadınlar .ya da Toplumsal Hayatımızın izdüşümü", Antrakt, Sayı 60, Ocak 1997; Hasan Pulur, Mumlar ve Kadınlar", Milliyet, 07.11.1996

 

FİLMİ İZLE 



 

MİLYARLIK KOCA BEBEKLER (1996) 

Senaryo ve Yönetmen: Saim Utku, Görüntü Yönetmeni: Ergun Özdemir, Yapım: Burç Film/ Fedai Öztürk

Oyuncular: Enver Demirkan, Tuncer Necmioğlu, Orhan Ayça Selda Bakırtaş, Batıkan Avcı, Şebnem Saner

Konu: Her konuda sürekli birbirleriyle iddiaya giren biri otel müdürü, diğeri şef garson olan iki arkadaşın güldürüsü .