Powered By Blogger

12 Aralık 2022 Pazartesi

 

GEMİDE (1998) 

Yönetmen:Serdar Akar, Senaryo: Önder Çakar, Serdar Akar, Görüntü Yönetmeni: Mehmet Aksın, Müzik: Uğur Yücel Yapım: Yeni Sinemacılık/Sevil Denirci, Önder Çakar Kamera Asistanı: Korhan Günay, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Danışman: Yüksel Aksu, Sanat Yönetmeni: Yauz Fazlıoğlu, Işık: Nurdoğan Erduvan, Yapım Asistanı: Özgür Özbalık, Sorumlu Yapımcılar: Önder Çakar, Sevil Demirci, Yapım Amiri: Murat Düzgünoğlu, Devamlılık Yazmanı: Meral Karasu, Focus Puller: Önder Yetkin, Kamera Yardımcısı: Derya Arş, Aktüel Görüntü: Zekeriya Kurtuluş, Yardımcısı: Barış Özbiçer, Işık Şefi: Nurdoğan Erduvan, Işıkçılar: Nihat Emiltay, Ferdi Eskicioğlu, Adem Yüksektepe Dekor: Türker İşçi, Marangoz: Temel Çınar, Dekor: Ahmet Özlemiş, Makyöz : Zühre Ustaşanverdi, Set: Nusret Yılmaz, Serdar Güz, Ulaşım: Hasan Akkaya, Savaş İpek, Negatif Yıkama: Mustafa Oruç, Negatif Kutgu: Eyüp Yıldız, Lale Cerrahoğlu, Renk Analisi: Adnan Şahin, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Ses Kayıt, Miksaj: Erkan Aktaş, Seslendirme Yönetmeni: Savaş Özdural, Olgun Şimşek,

Oyuncular: Erkan Can (Kaptan), Ella Manela (Kadın), Haldun Boysan (Kamil), Naci Taşdöğen (Boksör), Yıldıray Şahlnler (Ali), Cengiz Küçükayvaz (üçüncü adam), İştar Gökseven (ikinci adam), Güven Kıraç (birinci adam), Funda Şirinkal, Bülent Çakırer, Ali İhsan Çetin (birinci vinçci), Kazım kazan (ikinci Vinçci), Nihat Emiltay (üçüncü vinçci), Adem Yüksektepe (dördüncü vinçci) Mehmet Şenkal, Halil İbo, Naci Ritim,

Konu: Olaylar, Boğaz'da demir atıp kum taşıyan bir gemide geçer. Kaptan İdris (Erkan Can), adamları Kamil, Boksör ve Ali sabah akşam esrarlı sigara içerler. Boksör gemiye yiyecek almak için gittiği Laleli 'de gece yarısı bir grup serseri tarafından soyulur ve dört gemici tanımadıkları soyguncuların peşlerine düşer. Aradıkları adamları bulduklarında onları bir güzel döverler. Soyguncuların yanlarındaki Romen fahişeyi de alıp gemiye dönerler. Ancak Kaptan idris, Romen fahişenin bir gün başlarına bela olacağı korkusuyla huzuru kaçar. Kadını ambara saklayan Boksör, esrarlı sigara muhabbetinden sonra, elleri bağlı fahişeye tecavüz eder. Boksör'ün ardından Kamil ve Ali de sıradadır. Ne var ki farklı bir kişilik taşıyan Kaptan İdris, cinsel açlık içinde çırpınan ve kaçırdıkları yabancı uyruklu kadın yüzünden sürekli birbirlerine giren adamlarını uyaracak, onları engelleyecektir.

ÖDÜLLER;

11. Ankara Film Festivali

►Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı “Serdar Akar”

►Umut Veren Yeni Yönetmen “Serdar Akar”

  ►En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu “Haldun Boysan

►En İyi Erkek Oyuncu “Erkan Can ►Seçiciler Kurulu Özel Ödülü

35. Antalya Film Şenliği

►En İyi 2. Film

►En İyi Erkek Oyuncu “Erkan Can “

►En İyi Kurgu “Nevzat Dişiaçık”

►En İyi Yönetmen “Serdar Akar“

10. Orhan Arıburnu Ödülleri

►En İyi Film “Serdar Akar”

►En İyi Yönetmen “Serdar Akar “

►En İyi Erkek Oyuncu “Erkan Can”

Çasod) Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin (1999) seçiminde

► Haldun Boysan, Erkan Can, Yıldıray Şahinler ve Naci Taşdöğen "en iyi oyuncu dalında Jüri Özel Ödülü".

& Bir memleket gibidir gemi," diye açılan Ahırkapı açıklarına demirlemiş bir gemide başlar ve orada biter. Kaptan, Kamil, Ali ve 'boksör', dünya üzerinde tüm liman kentlerinde, tüm metropollerde, tüm şehir görünümündeki sayısız küçük insanın her gün yaşadığı serüvenin, "bin yıldır yaşanan" serüvenin bir benzerini yaşarlar. İçerler, esrar çekerler, acıkır ve açlıklarını gidermenin peşine düşerler. Dostlukları kadar ihanet, hırs ve nefretlerini de haykırırlar, birbirlerine ve tüm dünyaya karşı. ..

Dört arkadaşın küçük, sefil, alabildiğine sıradan dünyalarına önce bir yalan, onun neden olduğu bir kavga ve yaralanır, ardından da gemiye gizlice getirilen bir kadın girer. Laleli'den kaldırdıkları bir "Romen orospusuna, tüm bilenmiş kadın açlıkları ve şehvet dürtüleriyle saldırırlar. Daha doğrusu boksör ve Ali saldırır. Kamil, olup biteni izleyerek kendisini tatmin eder. Kaptan ise kadının varlığından neden sonra haberdar olur ve her memleketteki gibi "kanun ve düzeni" yeniden kurmaya savaşır, ..

Gemide'nin başlıca özelliği, son dönemin kimi genç Türk filmleri gibi bir teknik gösteri ve biçimsel cambazlık ürünü olmayıp, tümüyle 'hissedilmiş' bir film olmasıdır. Serdar Akar'ın kendi yazdığı hikayelere dayalı senaryo, bize yönetmenin iyi gözlemlediği bir çevreyi, sert, haşin, kaba, zalim, kıyıcı görünümleri altında kocaman birer yürek  taşıyan, kısacası gerçek birer insan' olan kişileri tanıtmada benzersiz bir başarıya ulaşır.

Gemide'nin mekanları, gerçekçilik ile simgeselliği olağanüstü bağdaştıran bir özgünlüğe ulaşırlar. Kimi zaman belgesele yakın bir üslupta, tüm gerçek fonksiyonları içinde gösterilen "gemi", elbette memlekettir; kaba ve acımasız, gündelik ve sorumsuz, hazcı ve tüketici tutumlarımızla bir cennetten bir cehenneme dönüştürdüğümüz şu kendi ülkemiz... Laleli semti ise sanki yeni düzenin İstanbul'unu simgeler: yolsuzluk, mafya, sömürü kaldırımlara taşmıştır, izbe birahanelerde porno filmler izleyen bir erkek kalabalığı yarım doyumlarla avunur, hesaplar dolar üzerinden görülür, kendi ülkelerindeki depremden kopup gelmi gencecik Romen, Rus, Macar kadınları aç erkek iştahları için pazarlanır, kavgalar, kolayca ölüm ve cinayete dönüşebilir.

Gemide'nin insanları alabildiğine küfreder, anaavrat dümdüz giderler. Tıpkı Laleli' deki insanların, Boğaz'dan süzülerek geçip giden teknelerdeki gemicilerin konuştuğu ve konuşması gerektiği gibi... Reklamlardaki cümle doğrudur: bu film, asla ve asla televizyon ekranlarına gelmeyecektir. Ne yapalım?

Gemide, Türk sinemasında kesin bir dönemeç, bir kilometre taşı oluşturur. İstanbul cehenneminden çıkıp gelen gerçek ve otantik küçük insanları, artık o beyaz köşkler, romantik bakışlar, "bir bahriyeli teğmene gönlünü kaptıran zengin kızı Nalan" vb. şeyler döneminin kesin sonunu ilan eder. Yaralı, incinmiş bir duyarlılık gelip hayattaki gibi gerçek yerini alır. Ve küfür, hem de yakası açılmadık denizci küfrü, bir film aracılığıyla tüm o kalıp ve kibar konuşmaların, nazik sözlerin yerini alır.

Ve tüm bu haşinlikten ve sanki hayattan gelip aramıza karışmış kişilere dönüşen tüm oyuncuların olağanüstü gösterisinden sonra, Uğur Yücel imzalı bir keman sesi, o kabalığın ve haşinliğin ardında yatan hüznün altını çizerek finale damgasını basar ve beynimizden yüreklerimize bir ırmak gibi akarak, orada gelip yerleşir ..”Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”syf: 75”

& Gemide", öyle çok dolambaçlı olmayan basit bir entrikanın beslediği sade bir öyküye sahip. Serdar Akar, bu ilk filminde öyküden çok karakter taraması üzerine yüklenmiş ve pürüzsüz, yalın bir anlatımla bize onların kişiliklerini aktarmış. Film boyunca, örneğin Kudret Sabancı'nın "Azize"de yaptığı türden kurgu oyunları ve üslup denemeleri yok. Tempo olarak filme sakinlik damgasını vurmuş. (Uğur Vardan, Sinema Dergisi, Aralık 1998)

4 Gemide"nin Akar'a yönetmenliğinden dolayı ödül kazandırması sürpriz değil. "Gemide" bir ilk filmin taşıyacağı varsayılan zaaflara sahip değil. Ne istediğini bilen birinin elinden çıkma, doyurucu bir yapım. Filmi büyük ölçüde sevmeme ve beğenmeme yol açan nedenlerse doğrudan yarattığı dünyayla ilgili. Açlık ve cinsel arzu gibi ilkel güdülerle yönlenen erkeklerin umuda geleceği, ilerlemeye kapalı dünyası... Doğal olarak kadın, iştah kabartıcı bir cinsel nesne. (Alin Taşçıyan, Milliyet G., 02 Aralık 1998)

4 Nâzım'ın 'Dümende ve başaltında öyle insanlar vardı ki...' diyerek hikâye ettiklerinden değil bu gemiciler. Sırtı lacivert hamsiyle, mısır ekmeğiyle, türkü söyler gibi ölmekle ilgileri, alakaları yok. Yalnızca, tıpkı şiirdeki gibi, konuşmayı şehvetle sevdikleri söylenebilir. Kumkapı açıklarındaki kum kosterinin dümeninde, güvertesinde ve kamarasında, esrar çekip üstüne baklava yiyen, "Bir memleket gibidir gemi, her şey düzen ve kontrol altında olmalıdır" diyen, küçük çıkarları ve zevkleriyle vicdanlarının çatışmasını yaşayan insanlar var. Başaltında da zorla kaçırılmış 'bakire' bir Romen fahişe…

Antalya'da En İyi İkinci Film seçilip, yönetmeni Serdar Akar ve başroldeki Erkan Can'a Altın Portakal kazandıran 'Gemide', işe korsanlık vb. karışmadığı sürece genellikle iyi yanlarıyla, idealize edilerek ele alınan gemi adamlarına özgün bir bakışla yaklaşıyor. Kafaları dumanlı, 'gidecek yerleri', yelken açacak ufukları olmayan, içlerinde hep 'karaya oturma' korkusu taşıyan, gemide de 'karaya vurmuş' gibi yaşayan denizciler var karşımızda. Üç kulaç mesafedeki Laleli'nin batakhanelerinde başlayan serüven ister istemez gemiye de sıçrıyor, kavga dövüş, gasp, kız kaçırma vb. derken, küçük çaplı suç atmosferi oluşuyor. Zavallı fahişenin kaderini ilgilendiren, 'Nasıl kurtulacağız bu beladan?' meselesi baş köşeye oturuyor.

'Gemide', dikkat çekici bir çıkış yapan Yeni Sinemacılar grubunun diğer filmi, Kudret Sabancı'nın yönettiği 'Laleli'de Bir Azize'yle öncelik sonralık ilişkisi içinde paralellikler gösteren, ilginç iç içelik bağlantıları bulunan, bu açıdan hep vurgulandığı gibi dünya sinema literatürüne geçmesi gereken özellikler taşıyan bir film. Yapımcısı Önder Çakar'ın, "İkisini birden seyredenler, üçüncü bir film seyretmiş gibi olsunlar" arzusunun karşılığı alınmış durumda. Ama öte yandan küçük boşluklar da kalmış. Fahişenin neden 'bakire' olduğunu anlamanın anahtarı 'Gemide'de değil, öbür filmde örneğin…

Güne sık sık 'kafasının içinde filler tepişmekteyken' başlayan İdris Kaptan'ın, içine girdikleri kontrolsüz çalkantıyı kontrol altına alma, gemideki düzeni sağlama çabalarıyla yoğun kapalı mekân kullanımıyla gelişiyor film. Kum çıkarma sahnelerinin başarısı, sinemamızda ilk kez bu kadar cesaretle, fütursuzca ama sömürü amacı güdülmeden, gerçeklik ölçüsünde kullanılan argonun (aynı şey 'Azize' için de geçerli) tam yerini bulması ve müthiş oyunculuklarla bugünden yarına kalacak, daha çok sözü edilecek bir çalışma kotarmış genç Yeni Sinemacılar. Ekrandakinden çok farklı Erkan Can kaptan rolünde harikalar yaratırken, sağ kolu Kamil'i canlandıran Haldun Boysan ve diğer iki tayfa Naci Taşdöğen ile Yıldıray Şahinler de kusursuz performans gösterip adeta oyunculuk dersi veriyorlar. Haluk Bilginer'in 'Masumiyet'teki rolünden sonra, sinema deneyimi olmayan genç oyuncuların da merkezkaç dünyalara ilişkin bu başarılarına şapka çıkarmamak elde değil., (Radikal G., 07.12.1998)

4  Serdar Akar, küfürlere öyle kendini kaptırmış ki, Laleli'de kadın satıcılarının elinden alınan Nataşa'nın bir hafta boyunca kum gemisinde ne hale geleceğini akıl etmeyi unutuver miş! Nataşa, kirli gemiciyi yatağında uyumasına, olmadı ön güvertenin bilmem ne yanında yerlerde sürünmesine, eli kolu bağlı yüzüstü yatmasına rağmen her nasılsa tertemiz kalabildi. Ne kuaförden çıktığı andaki saçı, ne makyajı, ne de ruju silindi kadıncağızın (Coşkun Çokyiğit, Türk Edebiyatı Dergisi, S.: 301, Kasım 1998)

4 İdris Kaptan, Kamil, Ali ve Boksör, YenikapıKumkapı açıklarında gördüğümüz türden bir kum kosterinin mürettebatıdır. Kafaları genellikle dumanlıdır. Bir akşam gemi demirliyken Boksör yüzerek gelir, karadayken bazı adamlardan dayak yediğini, parasının çalındığını söyler. Olayın devamı, Laleli'nin batakhanemsi izbe mekanlarında alınan intikam ve gemiye çıkarılıp ambara kapatılan Romen fahişeyle gelir.

1990'ların ikinci yarısından itibaren sinemamızın damarlarına zerkedilen gençlik aşısının en ilginç ve sıradışı örneklerinden biri. Dikkat çekici bir çıkış yapan Yeni Sinernacılar grubunun diğer filmi, Kudret Sabancı'nın yönettiği "Laleli'de Bir Azize"yle önceliksonralık ilişkisi içinde paralellikler gösteren, bu açıdan dünya sinema literatürüne geçmesi gereken bir çalışma var karşımızda. Yapımcı Önder Çakar'ın "ikisini birden seyredenler, üçüncü bir film seyretmiş gibi olsunlar" arzusunun karşılığı alınmış durumda. Ama "Gemide"nin bir 'aile filmi' olmadığını, pek çok sinemasever açısından zorlayıcı unsurlar barındırdığını, örneğin tecavüz sahneleri başta olmak üzere 'vahşi gerçekçilik'in sularına da sıkça girdiğini peşinen söyleyelim.

Güne sık sık 'kafasının içinde filler tepişmekteyken' başlayan idris Kaptan'ın, içine girdikleri kontrolsüz çalkantıyı kontrol altına alma, gemideki düzeni çabalarıyla, yoğun kapalı mekan kullanımıyla gelişiyor "Gemide". Sinemamızda ilk kez bu kadar cesaretle, hatta fütursuzca ama sömürü amacı güdülmeden, gerçeklik ölçüsünde kullanılan argonun tam yerini bulması, mükemmel kurgu ve gerçekten 'sıkı' oyunculuklar, "Gemide"nin bugünlere kalacağının kanıtıydı.

Bir ilk film olduğunu asla belli etmeyen, öyküsünü dolambaçlı yollara sapmadan net bir üslupla aktaran "Gemide"de, görüntü yönetmeni Mehmet Aksın'ın tüm yeteneğini konuşturmuş olduğunu da özellikle belirtelim. Serdar Akar, tıpkı büyük başarıyla kotardığı denizden kum çıkarma sahnelerinde olduğu gibi kepçeyi daldırdığı yerde çok şey bulmuş ve sonrasında büyük sulara doğru yol almaya başlamıştı. (T.A) SİNEMA “ En İyi 100 film”



FİLMİ İZLE 




 

ESKİ FOTOĞRAFLAR (1998) 


Yönetmen: Necef Uğurlu, Jülide Övür, Senaryo: Ahmet Uğurlu (Dinçer Sümer'in oyunundan) Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi, Kurgu: Sedat Karadeniz, Müzik: Uğur Dikmen, Yapım: Grup Üç Ajans/ Necef Uğurlu, Ahmet Uğurlu


Oyuncular: Bennu Yıldırımlar, Ahmet Uğurlu


 Konu: Bir pavyonda komi olarak çalışan Seyit'i patronu, pavyonun şarkıcısı Sevtap'ı getirmesi için kadının oteline gönderir. Sevtap sürekli öksürmekte ve hasta görünmektedir. Rahatsız olan kadına Seyit yardımcı olur. Sevtap Seyit'e kendiisini gizlice gözetlediği için bozulmuştur. Seyit böyle bir şey yapmadığını söyleyince Sevtap, Seyit'e, pavyonda aranjman söyleyen Hicran'ın kapısına dayanmasını anımsatır. Aslında öykü gerçekte Sevtap'ın bildiği gibi değildir ve Seyit. Hicran'a aşık olmuştur. Bu arada Veli aramış Seyit'e küfrederek acele gelmelerini söylemiştir. Ağırdan alan Sevtap, Seyit'e eski günlerden bahsetmektedir. Sevtap'ın gerçek adı Nurcan'dır. Geçmişte o da genç, güzel ve masum bir genç kızdır. Serseri bir adam olan eniştesi Cavit, ablasını ihmal etmekte ve işsiz güçsüz dolaşmaktadır. Sürekli Nurcan'a aşık olduğunu söyleyen Cavit, onu sık sık taciz eder ve birlikte yaşamak istediğini söyler. Bir istasyonun bekleme salonunda  uyumakta olan adam trenin kalkışını kaçırır. Gelen trenden başörtülü genç bir kadın iner. Kadınla istasyondaki adam sohbet ederken, kadın adama türkücü olduğunu söyler ve ona gideceği yerin adresini sorar. Adam genç kadının masum olduğuna inanmaz fakat kendini de kadına yardımcı olmaktan alıkoyamaz. Üşüyen kadına montunu verir. Kadın montun cebindeki silahı alarak intihara yeltenir, Sevtap isimli kadın yalnızlıktan ve çaresizlikten bıkmıştır. Adam kadını ikna ederek silahı almaya çalışır. Adamın Halilgiller lakaplı bir aileyle arasında kan davası vardır ve silahı onun için taşımaktadır. Kadın gitmek ister ama adam onu bırakmak istemez. Birlikte bir oda tutarlar. Adam kadını üç gün yalnız bırakmıştır. Geri döndüğünde yatarlarken adam çok mutlu olduğunu, kadın da onu çok sevdiğini söyler. Sevişirlerken birden kaldıkları odanın camları kırılır ve yaylım ateşi açılır. Adam ortadan kaybolduğu üç günde ağabeyinin katilini öldürmeye gitmiş düşmanları ise onu öldürerek intikamlarını almıştır. Neslihan, Numan isimli zengin bir adamın apartmanında ona verdiği alt kattaki bir dairede çocuğuyla kalmaktadır. Numan onu himayesine almıştır. Neslihan yaş gününde telefonla ablasıyla konuşmaktadır. Fakat telefonun ucundaki fiş takılı değildir. Eve gelen Numan, Neslihan'ın saçlarını kestirip boyamasına sinirlenmiştir. Bu arada Neslihan'dan getirdiği yaş günü hediyesi olan elbiseyi giymesini ister. Neslihan, Numan'a tepki göstererek ona evindeki fotoğraflardaki kişinin kim olduğunu sorar. Ondan kendisiyle sevişmesini ister. Sevtap'la Seyit otel odasındadırlar. Seyit banyoda olan Sevtap'ı telefona çağırır. Telefondaki kişi Sevtap'ın kızı Suna'dır. Sevtap, Suna'ya beş ay sonra yanında olacağını söyler. Neşesi yerine gelen Sevtap başına peruğunu saçlarının üstüne ise asasını takar. Bu arada telefon çalmış ve Veli Sevtap'a kovulduğunu söylemiştir. Fenalaşan kadın Seyit'in elleri arasına düşer. Seyit onu yatağa yatırır ve öldüğünü fark eder. Veli'ye telefon açıp durumu bildiren Seyit'e, Veli, onu duyamadığın söylemektedir. (Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 168” )

ÖDÜL:

35. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1998)

►TRT Özel Ödülü",

►"En İyi Müzik Ödülü" (Uğur Dikmen).

& Oyunculuğuyla tanınan Jülide Övür ile özellikle senaryo yazarlığıyla akıllarda yer edinmiş Necef Uğurlu'nun ortak yönettiği Eski Fotoğraflar, onların ilk uzun metrajlı film yönetme deneyimlerini oluşturuyor. "Dinçer Sümer'in aynı adlı oyunundan sinemaya uyarlanan ve senaryosu Ahmet Uğurlu tarafından hazırlanan filmin... Sevtap'ın geçmişi ile Seyit'in geleceği arasındaki gelgitler çerçevesinde, oyun yazıldığından bu yana hiç değişmeyen sıradan insanların sıradan olmayan öykülerini anlatıyor Eski Fotoğraflar". Yakalandığı hastalığın farkında olmayan Sevtap ev borcu bitene dek dans etmek zorundadır. Pavyon'da yeni çalışmaya başlayan gariban Seyit ise Almanya'ya gitme hayalleri kurarak bu cehennemden kurtulmanın peşindedir Film kendi içinde ilginç özellikler içerirken, diğer yandan ekonomik yetersizlikleri aşma çabasını da minimalist bir oyunculuk ve mekan anlayışına da yaslanarak çözüyor. Filmin, Türk sinemasında çok aşına olduğumuz kan davası, çaresizlikten pavyona düşme, imkansız aşklar, garibanlık vb. gibi alt başlıklar üzerinden hareket ettiği dikkati çekerken, yaşanılan tüm durumlar dramlar iki oyuncu tarafından canlandırılıyor. Aslında bu denemeci tavır, toplam üç mekandan oluşan fakat filmin bütününe başarıyla yedirilmiş hissi veren mekan kullanımına karşın, "Eski Fotoğraflar", filme çekilmiş tiyatro duygusundan, teatral anlatım üslubundan tam olarak sıyrılamamış bir film. Bu bir zaaf mı? Şüphesiz bir sinema filmi için zaaf. Filmin gerek başrol oyuncularının gerekse de yönetmenlerinin tiyatro geçmişleri ve senaryonun da bir tiyatro oyunundan uyarlanması bir filmde bir araya geldiğinde, ortaya çıkan sonuç, sinemanın tiyatronun etkisinden sıyrılamamasına yol açıyor. Buna karşın Ahmet Uğurlu, canlandırdığı komi, işsiz serseri enişte, intikam peşinde koşan adam ve zengin, fakat iktidarsız adam tiplerini son derece başarıyla yansıtıyor. Diğer yandan sonraki filmlerinde oyunculuğunun düzeyini geliştirdiği gözlenen Bennu Yıldırımlar, Eski Fotoğraflar' da aynı kadının yaşamın dayatmalarına bağlı olarak farklı yaşamlarını, kimlik arayışlarını yansıtmada belli bir başarıyı yakalıyor. "Oyunla tanıştıktan tam 26 yıl sonra film tasarısını gerçekleştirme olanağı bulan Ahmet Uğurlu, hem mali koşulları hem de doğru oyuncuyu bir araya getirmenin zaman aldığını söylüyor. Proje için özellikle mi kadın yönetmen seçtiği yolundaki soruları ise şöyle yanıtlıyor: 'Jülide ve Necef'i kadın oldukları için değil, filmi iyi yöneteceklerine inandığım için seçtim. Çok zor; büyük emek isteyen bir işti. Elbette kadın. duyarlığının da filme katkısı olmuştur. Ama son toplamda bir araya gelmememizin nedeni kadın olmaları değil, adam olmaları" Her ne kadar Eski Fotoğraflar sinema dili açısından bir iddia içinde görünmese de, aslında yaşamı yorumlama ve bağımsız bir tavırdan hareket ederek ele aldığı temayı yansıtma açısından bir başarı tutturuyor. Yönetmenler aynı karakterlerin farklı kişilere dönüşmesini kullanırken ve ülkemize özgü melodram kıvamında öyküler anlatırken bir bakıma seyirciye içinde yaşadığı ülkenin koskocaman bir köy, birbirinin kopyası yaşamlar ve insanlardan oluştuğu duygusun iletiyorlar. Biçim açısından ise üzerinde durulabilecek, özellikle altı çizilebilecek ayrıntılar dikkati çekmiyor. (Cumhuriyet G, Kültür Servisi, 13.07.1998). “

 

CUMHURİYET (1998) 




Yönetmen: Ziya Öztan, Senaryo: Turgut Özakman Görüntü Yönetmeni: Colın Mounıer Müzik: Muammer Sun, Yapım: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Mustafa Şen  Sinan Yaka, Genel Sanat Yönetmeni: Metin Deniz, Kostüm: Türkan Kafadar, Dekor: Levent Kulaç, Ahmet Şişman, Kurgu: Hasan Bektaş, Genel Koordinatör: Latif Okul,

Oyuncular : Dolunay Soysert, Rutkay Aziz, Macide Tanır, Hülya Aksular, Savaş Dinçel, Ayda Aksel, Yeşim Aliç, Evlin Beşikçioğlu, Önder Alkım, Eda Liman, Dinçer Sümer, Kazım Akşar, murat Karasu, Tarık Ünlüoğlu, Kenan Işık, Yücel Erten, Emrah Oğul Özertem, Ali Sirmen, Kürşat Kutay, Tamer Levent, İbrahim Karamemet, Yavuz Bingöl, Feyzi Tuna,

KONU: 26 Ağustos 1922 saat 05.30'da Kocatepe'de Mustafa Kemal'in emriyle ateş başlamıştır. Türk ordusu Yunan ordusunun bir merkezini düşürmüş, Mustafa Kemal, sahra dürbünüyle muharebenin seyrini izlemektedir. Muharebe sonrasında savaş alanını gezen Mustafa Kemal yerdeki Yunan bayrağını kaldırtır. Mustafa Kemal İsmet beye sonrası için düşüncelerini sorar. İsmet bey ise düşmanın alacağı her türlü tedbiri felce uğratmaya devam ederek ordunun hızlıca İzmir'e yürütüleceğini söyler. Mustafa Kemal İsmet beyi onaylar. 18 Eylül 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa, yanında Halide Edip ile kordon boyundaki resmi geçite katılır. Paşa, Halide Edip, Latife hanımın evinde, İzmir zaferini kutlamak için beraberce kadeh kaldırırlar. Bir yandan da genel durum değerlendirmesi yaparlar. İsmet bey Halide Edip'e, Latife hanım hakkındaki düşüncelerini sorar. Latife hanım paşayı uğurlarken ondan evinin baş kumandanlık karargahı olarak kalması için izin ister. Paşa isteği kabul eder. Gazi Paşa trenle Ankara'ya dönmüş ve istasyonda çoşkuyla karşılanmıştır. Bu arada Osmanlı yanlıları Yunan'lılardan kurtulduktan sonra Mustafa Kemal' den nasıl kurtulabileceklerinin hesabını yapmakta ve zaferi küçültmenin çarelerini aramaktadırlar. Annesinin elini öpmeye giden Paşa'ya, Zübeyde Hanım, kendisi ve Fikriye'nin sağlığının bozuk olduğundan bahseder ve o'na İzmir'de kendisini misafir eden bayan hakkında sorular sorar. Paşa soruyu yanıtlamaz ve ertesi gün mecliste yapacağı konuşmayı hazırlamak için çalışmaya başlar. Paşa mecliste konuşurken, talep ettiği tekliflere anayasa, adalet ve şer'iyye komisyonlarına da sevk edilmesini isteyen bir gurubun protestosu üzerine, meclis başkanı isteği oya sunar ve tekliflerin ortak komisyona havale edilmesi kabul edilir. Karşı teklifi verenlerin amacı saltanatı kurtarmaktır. Mustafa Kemal, uzun tartışmalara müdahale ederek hakimiyet ve saltanatın kuvvetle, kudretle ve zorla alındığını ve Türk Milleti'nin isyan ederek hakimiyet ve saltanatı kendi eline aldığını söyler. Mustafa Kemal durumun ortada olduğunu fakat buna karşın farklı davrananlar olursa gerçeğin süreceğini fakat ihtimalen bazı kafaların kesileceğini söyler. Paşa'nın konuşmasının sonrasında saltanat kaldırılmış ve durum padişah Vahdettin'e iletiImiştir. Bir revü eğlencesi sırasında Ali Kemal'in masasında Yunus Nadi ve Yahya Kemal oturmaktadırlar. Ali Kemal, Beyoğlu'nda traş olurken iki kişi onu götürürler. Sonrasında paşaya Ali Kemal'in İznikte halk tarafından linç edildiği haberi ulaşır. İngiliz konsolosluğunda ileri gelenler Şarlo'nun bir filmini seyrederlerken bir görevli Sultan'ın yaşamını tehlikede gördüğü için İngiltere'ye sığındığını ve başka bir yere naklini istediği haberini getirir. Orada bulunan komutan, Sultan'a gereğinin yapılacağının bildirilmesini ister. Sultan saray ahalisinin hüzünlü bakışları altında İngilizlerin araçlarıyla limana gelir ve kendisini götürecek olan gemiye doğru yol alır. Mustafa Kemal mecliste yaptığı bir konuşmada kimsenin milletin iktidarına ortak olamayacağını söyler. Bu arada Paşa'nın akrabası ve yakını olan Fikriye Hanım, Münih'te bir Sanatoryum'da tedavi görmektedir. Diğer yandan İsmet Paşa, Lozan'da Uşi Şatosu'nda mütareke koşullarını görüşmeye gitmiştir. İsmet Paşa, müstakil bir devlet için kapitülasyonların kesinlikle kabul edilemeyeceğini, istiklallerini istediklerini ve hiçbir imtiyazı kabul edemeyeceklerini ve müzakerelerin bu esas dahilinde sürmemesi durumunda müzakerelere devam etmeyeceklerini söyler. Bu arada Salih Bey ve Zübeyde Hanım, Latife Hanıma misafirliğe gitmişlerdir. Fakat Zübeyde Hanım, Latife hanımın Mustafa Kemal'den çok onun ünüyle ilgilendiğini düşünmektedir. Sağlığı bozuk olan Zübeyde Hanımın öldüğü haberi Mustafa Kemal' e ulaşmıştır. Fakat Paşa yaptığı teftişi yarım bırakamamıştır. İsmet Paşa, Lozan'da oldukça zorlu bir mücadele vermektedir. Bu arada Paşa trenle İzmir'e gelmiş Latife Hanımla evlenmeye karar vermiştir. İsmet Paşa, Lozan Palas 'ta yemek esnasında itilaf devletlerinin ortak proje verdiklerini öğrenmiştir. Paşa, Uşakizade Latife Hanımla

İzmir'de evlenmiştir. İsmet Paşa Lozan'da istiklal ve milli hakimiyeti özellikle vurgulamış bu tavrı ise İngiltere temsilcisi Lloyd George tarafından hakir görülmüş ve İngiliz delegasyonu İngiltere 'ye dönmeye karar vermiştir. Mustafa Kemal, Ankara Çankaya'daki bağ evinden bozma eve, Latife Hanımla birlikte gelir. Latife Hanım evdeki piyanonun Fikriye Hanıma ait olduğunu öğrenince huzursuz olmuştur. Paşa, Latife Hanımı, meclisin dördüncü toplantı yılının açılışına götürünce gelenekçiler tarafından tepki toplar. Bu arada Fikriye'nin kaldığı sanatoryuma Paşa'nın evlendiği haberi gelmiştir.

Genç kadın allak bullak olmuştur. Fikriye yurda döndüğünde, istasyonda görevlilerce Ankara'ya gitmemesi konusunda kibarca uyarı1ır. İsmet Paşa, barış görüşmelerine katılmak için yeniden Lozan'a gitmiştir. Olaylar gelişirken Rauf Bey ile İsmet Paşa'nın arası açılmaya başlamıştır. Paşa genelde İsmet Paşa'nın haklı olduğunu düşünmektedir. Bu arada Paşa'yla Latife Hanım arasında, Latife Hanımın hırçınlıkları yüzünden gerginlik su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Paşa meclisin açılması sonrasında teşkilatı partiye dönüştürmeyi düşünmektedir. Rauf Bey Paşa'yı arayarak Lozan'da barış görüşmelerinin sona erdiğini ve İsmet Paşa'nın antlaşmanın imzalanması için hükümetten izin istediğini söyler. 24 temmuz 1923'de Lozan'da Rumini Sarayı'na antlaşmayı imzalamak için gelen İsmet Paşa alkışlarla karşılanır. Lozan' da, bu önemli olayın tanıkları huzurunda imzalar atılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa, mecliste oylamaya katılan 197 milletvekilinin 196'sının oyuyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçilmiştir. Paşa ve Latife Hanım Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı karşılamaya gider. Rauf Bey ile İsmet Paşa arasındaki anlaşmazlık iyice su üstüne çıkmış ve Rauf Bey, İsmet Paşa ile karşılaşmamak için onu karşılamaya gelmemiş ve istifa etmiştir. Mustafa Kemal, Başbakanlığa Fethi Beyi getirmeye karar vermiş ve Ankara'nın başkent olması mecliste çoğunluğun oyuyla kabul edilmiştir. Bu arada bakanların seçilmesi hakkındaki kanunda değişiklik yapılması ve Cumhuriyet'in ilan edilmesi düşünülmektedir. 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal'in önerdiği madde hakkında mecliste görüşmeler tamamlanır ve oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti kurularak hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu kayıtlara geçirilmiştir. Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa, oybirliği ile Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına ise anayasanın ilgili maddesi gereğince Malatya milletvekili İsmet İnönü seçilmiştir. Bu arada rejim muhalifleri hilafete destek için çalışmakta ve baro başkanı Lütfi Bey bu konuda bir yazı yazacaktır. Rejim muhaliflerinin ve çıkarı sarsılanların amacı, hilafeti canlı tutarak meşruti saltanatı geri getirmektir. Bu arada Refet Paşa halifeyle sık sık bir araya gelirken, Karabekir Paşa ve Rauf Bey, Halifeye ziyarete giderler. Paşa, İsmail Hakkı Beyin kızı Afet'le tanışmış onun yurt dışında tarih eğitimi alması için yardımcı olma sözü vermiştir. Bu arada Paşa mecliste hilafetin kaldırılmasının alt yapısını hazırlamaktadır. Urfa milletvekili Şeyh Saffet efendi ve elli üç arkadaşının verdiği hilafetin kaldırılması ve Sultanın yurtdışına çıkarılması konusunda kanun maddesi görüşülüp kabul edilmiş ve oybirliği ile onaylanmıştır. Yeni anayasada, devlet şeklinin Cumhuriyet olmasının değiştirilmesi teklif bile edilemeyecektir.

Bu arada Fikriye Hanım Ankara'ya gelir ve köşke gider. Latife, Paşayı adamlarının yanında zor durumda bırakır ve Fikriye'yi köşke aldırmaz. Genç kadın yaşadığı darbe üzerine intihar eder. Paşa memleketi dolaşmakta ve kadınlarında ilim ve fen alanında eğitim göreceklerini halka anlatmaktadır. Bu arada asker olanların aynı zamanda milletvekili olamayacağı ve tercih yapmaları söylenir. Fevzi Paşa askerliği, Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ise milletvekilliğini tercih ederek bir muhalefet partisi kurarlar. Parti başkanlığına Karabekir Paşa, yardımcılığına ise Rauf bey getirilmiştir. Parti programında dini görüşlere saygılı olduğunu belirtir. Parti yöneticileri yetkilileri ziyaret ederek endişeye mahal olmadığını söylerler. Bu arada doğuda Şeyh Sait isyan etmiştir. Erat öldürülmüş ve Bakanlar Kurulu sıkıyönetim ilan etmiş, ayrıca vatana ihanet kanuna dinin siyasete alet edilemeyeceği yönünde madde eklenmiştir. Hükümet, altı İstanbul gazetesini ve Terakki Perver Cumhuriyet Partisini kapatmıştır. İstiklal Mahkemeleri bölgedeki tekke ve zaviyeleri kapatmış, Şeyh Sait ve arkadaşlarını idama mahkum etmiştir.

 Bu arada sürekli sorun çıkarmaya devam eden Latife Hanımın davranışları Mustafa Kemal'in sabrını taşırmıştır. Paşa, Kılıç Ali ve Salih'i çağırarak Latife hanımdan ayrılacağını söyler. Mustafa Kemal, Atatürk Orman Çiftliği'nin inşaatına başlamıştır. Paşa diğer yandan Kastomonu 'ya bir gezi düzenleyerek şapkayı tanıtır. Hükümet bütün tekkeleri kapatmış, tarkatları yasaklamıştır. Sadece din adamları sarık takacaktır. Bu arada bir gurup Mustafa Kemal'e suikast tertibi içindedir ve bunlardan bir kısmı Terakki Perver Parti'nin idari heyetindendir. Ayrıca eski ittihatçilerin fedailerinden Abdülkadir tetikçiliği üstlenmiştir. Diğer yandan Mussolini Türkiye'ye göz koymuş ve işgal planları yapmaktadır. Hükümet kısmi seferberlik ilan etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa 16 haziran 1926'da İzmir'e gelir. Suikast tertip komitesi yakalanmış ve ele başı Ziya Hurşit Bey hakkında mahkeme kararı beklenmektedir. Terakki Perver Fıkra'nın yöneticileri eski Paşalar İstiklal mahkemelerinde beraat etmiştir. 15 Ekim 1927' de Mustafa Kemal Mecliste büyük nutkunu okur. 25 Ağustos 1928'de Dolmabahçe Sarayı'nda Mustafa Kemal Latin harfleri konusunda halkın nabzını yoklar ve Latin alfabesi kabul edilir. Diğer yandan toprak reformu konusunda çalışmalar başlamıştır. Bütün yurtta bir eğitim seferberliğine başlanmıştır. Mustafa Kemal eski Paris Büyükelçisi Fethi beye bir muhalefet partisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurur. Fethi beyin İzmir'de yapmak istediği mitingi valilik yasaklamak istese de, Mustafa Kemal'in desteğiyle Fethi bey konuşmasını yapar. Serbest Fırka deneyimi karşı devrim heveslileri tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Fethi Bey partisini fesih etme kararı almıştır. 23 Aralık 1930'da Menemen'de gericiler ayaklanır ve teğmen Kubilay'ın başını keserler. Hükümet; Manisa, Balıkesir ve Menemen'de sıkıyönetim ilan eder. 18 Eylül 1932'de ezan Türkçe okunmaya başlamıştır. Milletler Cemiyeti'ne üyelik işlemi tamamlanmış, geriye Lozan'da Boğazların üstüne konan kayıtların kaldırılması ve Hatay sorunu kalmıştır. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “29.Yüzyılda Türk Sineması, syf, 134

&  Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş koşullarını olabildiğince büyük bir yapım anlayışı içinde beyazperdeye yansıtmaya çalışmış bir film Cumhuriyet. Yönetmen Ziya Öztan, tarihsel içerikli filmler konusunda deneyimli bir isim. Daha önce "Kurtuluş" ve "Ateşten Günler" isimli filmleriyle, tarihi filmlerle ilgili becerisini sergilemişti. Öztan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş koşullarını anlattığı Cumhuriyet filmi, sinemamızın tanınmış pek çok oyuncusunun küçük veya 'büyük roller üstlendiği bir film. Şüphesiz böyle bir konunun filmleştirilmesi kolay bir iş değil. Böyle bir filmi kotarmak, sanatçı kişiliğin yanı sıra üstün bir Organizasyon becerisi de gerektiriyor. Cumhuriyet bir dönem filmi olarak bizi bilgilendiriyor ama dönemle ve film karakterleriyle özdeşleşme açısından bir buluşmayı kolaylıkla sağlayamıyor. "Kurtuluş'un devamı niteliğindeki film, Mustafa Kemal'in İzmir'de Halide Edip'le birlikte Latife Hanım'ın davetine icabet etmesiyle başlayıp Nutuk ve onuncu yıl törenleriyle sona eriyor. 'Kurtuluş' TV dizisi kadar olmasa da belgesel ağırlıklı, bire bir yeniden yaratılan mekanlarda, 6070 yıl öncesini canlandıran bir dönem filmi atmosferinde çekilerek TC'nin kuruluşundaki tarihsel olaylarla tarih yazmış çok sayıda kişiyi, kronolojik şekilde hikaye eden bu 'Cumhuriyet'in, yönetmen Ziya Öztan adına önceki iki çalışması kadar başarılı olduğunu söyleyebilmek zor. On yıllık zengin malzemeyi 2.5 saate sığdırmayı deneyen bu 'Cumhuriyet'in özellikle geçmişinden habersiz yeni kuşaklara TC'yi tanıtacak bir 'görüntü ansiklopedisi' niteliği taşıdığını belirtmeli" ...

Ziya Öztan, filmini oluşturmak için TRT'nin de sağladığı olanaklarla gerekli her türlü koşulu yaratmaya çalışmış. Olabildiğince tarihi mekânların kullanılması, özellikle Lozan antlaşmasının yapıldığı bölümlerin Lozan'da gerçek mekanlarda çekilmesinin sağlanması vb. gibi. Fakat bu gerçekçiliğe bağlı kalma çabası özellikle İzmir'in kurtuluşu sahnesinde Mustafa Kemal'in kordon boyunda Halide Edip Adıvar'la birlikte halkı selamladığı bölümlerde zaafa uğruyor. Sıkıştırılmış mekan ve fesatlarla oluşturulmuş döneminin Kordon boyunu ve atmosferini kurma çabası filme başarılı şekilde yansımıyor. Aslında tarihi film yapma uğraşı ülkemiz gibi geçmişine özenle, saygıyla yaklaşmamış toplumlarda büyük sıkıntılara neden oluyor. Çoğunlukla önemli mekanlar dışında, gündelik yaşamın içinde yer etmiş mekanlar geçmişten bugüne ne yazık ki korunarak aktarılmadığı için dönemin canlandırılması açısından sıkıntılar oluşuyor. Filmin anlatımı ve konusunun özellikleriyle ne kadar buluşsanız da, filmde oluşan bir yapaylık duygusundan sıyrılamıyorsunuz. Cumhuriyet'te bu durumu destekleyen bir başka unsur ise, oyunculuk açısından da kendisini gösteriyor. Tiyatro deneyiminden gelen sayıca daha fazla oyuncu, dönemin nazik koşullarını yansıtması amaçlanan bölümlerdeki performanslarıyla yapaylık duygusunu körüklüyorlar. Fakat dünyanın gelmiş geçmiş en büyük liderlerinden olan Atatürk'ün gerek kurtuluş savaşı boyunca gerekse de, Cumhuriyet'in kurulma arifesinde ve sonrasında gösterdiği azim, strateji ve yokluklar içinden onurlu, büyük ve çağdaş hedeflere yönlendirilmiş bir toplumun yarattığı destanı anlatma ve aktarma açısından filmin bir başarıyı tutturduğunu belirtmek gerekir. Diğer yandan Öztan, mekanik olarak dönemin olaylarını anlatmanın ötesinde özellikle iki büyük lider Atatürk ve İnönü 'nün özel yaşamlarının kimi ayrıntılarını da yansıtarak gerçek devlet adamı kimliği taşıyan kişilerin yaşamlarının ne kadar idealleriyle de örtüştüklerinin altını çiziyor ve günümüzde her şeyin özellikle devlet adamlarının da hızla yozlaştığı bir ortamda izleyene düşünme ve kıyaslama yapma şansı da tanıyor.

Genel olarak savaş sahnelerinin canlandırılmasında ki görkemin eksikliği ve dönemine uygun dekor ve aksesuarların oluşturulmasındaki kimi yapaylıklara karşın bir dönem filmi olarak Cumhuriyet, "antiemperyalist bir bağımsızlık mücadelesinin ardından Türkiye'nin 192233 arası kuruluş yıllarını, olanca sancısıyla, acısıyla, doğrusuyla yanlışıyla görüntülemeye girişiyor, uzun, teatral diyaloglar eşliğinde... Başöğretmen edasının sindiği, kusursuz bir yüce önder yaklaşımının ürünü Mustafa Kemal Atatürk rolündeki Rutkay Aziz'in Atatürk'ün karizmasını ne kadar yansıttığı da tartışılır." (Sungu Çapan, 06.11.1998.) “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “29.Yüzyılda Türk Sineması, syf,137”



 

 

BİR GÖNÜL YANGINI (1998) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Ufuk Film/ Yener Yılmazoğlu

Oyuncular: Ekin, Meltem Berent, Yener Yılmazoğlu, Cemal Gencer, Halit Arkan, Armağamn Gani, Figen Aktaş, Adnan Zaman, Emin Çalışkan, Kader Altın, Cemal Ertokuş, Ali Güney

NOT: Bir Gönül Yangını” ve 1998 yılında “Zehir” filmlerini çeken Oğuz Gözen’in bu iki filmi, ayrı ayrı seyredildiğinde müstakil, ardı ardına seyredildiğinde ise birbirlerinin devamı niteliğini taşımaktadır. Ancak çekilen bu iki filmlerden artan fazla çekilen negatifler mevcuttur. Her iki filmden de parçalar alınarak ve Ekin’e bir iki fazla sahneler de çektirilerek yeni bir film ortaya çıkartılır bu film de “İçim Yanıyor” adı verilir. (Oğuz Gözen, “Bir Yeşilçam Masalı”)

 

 


1998 YILINDA GÖSTERİME

GİREN FİLMLER




 

YÜREK YARASI (1997)

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Mehmet Zeybek, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım Ekol Film/Yılmaz Durul

Oyuncular: Uğur Şanlı, Şehnaz Dilan, Yılmaz Durul, Nusret Özkaya, Ekrem Erkek, Hasan Yıldız, Gül Çeliker, Kemal Sağlam, Bülent Özkaya, Faruk Savun, Suzan Akay

Konu: Birbirine düşman iki ailenin öyküsü. Aralarında kan davası olan iki ailenin aşk kavgası. Yıllardır işlenen bir konu. Oğuz Gözen’in “Zahidem” isimli filminin hikayesi bu filmde de yer almaktadır.

 

 

YARA (1997) 


Senaryo ve Yönetmen:
Yılmaz Arslan Görüntü Yönetmeni: Jürgen Jürges, Müzik: Rabih Abu Khalıl, Kurgu: Andre Bendocht Alves, Yapım: Günizi Film/Murat Kadıoğlu, Ali Yaylı, (Eurimages ve Kültür Bakanlığının katkılarıyla

Oyuncular: Yelda Kaymakçı Reynaud, Halil Ergün, Nur Sürer, Füsun Demirel, Mustafa Suphi, Hikmet Karagöz, Settar Tanrıöven, Necmettin Çobanoğlu, Hülya Karakaş, Mürsel Yaylalı, Yüksel Arıcı, Ali Karagöz

Konu: Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman, bir gece onu görmek için evine gider. Fakat babası, Hülya'nın hasta olduğu gerekçesiyle Neriman'la görüşmesini engeller. Babası Hülya'yı dinlenmesi, iyileşmesi için Türkiye'ye, amcası Kemal Aziz'in yanına göndermiştir. Hülya, amcasına ve karısı Gönül'e tavır almış onlarla hiç konuşmamaktadır. Gönül, geçim sıkıntısı yüzünden Hülyanın yanlarında kalmasından şikayet etmektedir. Hülya Almanya'ya dönmek istemekte fakat amcası geri dönmesine karşı çıkmaktadır. Hülya'nın annesi, babasını başka biriyle aldatmıştır ve amcası bu durumu kendisine yedirememektedir. Hülya, yengesinin zaafını kullanarak onu odasına kilitler ve cüzdanından paralarını alarak evden kaçar. Telefon açmak için yeterli jeton alamayınca, Almanya'yla Türkiye arasında çalışan bir kamyonun arkasına gizlice biner. Hülya, şoförün fark etmesi üzerine kamyondan kaçar. Yolda giderken bayılan Hülya'yı traktörle gitmekte olan bir grup köylü bularak, köye götürürler. Köyde pek çok kişi bu yabancıyı görmeye gelir. Kıza yardımcısı olması için yaşlı bir adamı çağırırlar. Yaşlı adam okuyup üflediği bir suyu Hülya'ya içirir. Kendisine gelen Hülya, köyden teşekkür bile etmeden kaçar. Yolda durdurduğu bir minibüsle Aksaray'a gider. Kendisine sadece minibüsteki bir kuklacı yakınlık gösterir. Hülya yolculuk sonrası annesinin evine gelir. Annesi Hülya'yı, kayınvalidesine yeğeni olarak tanıtır. Hülya annesini yaşamını yalancı bir dünya üzerine kurmakla suçlayarak evden ayrılır. Bir durakta otururken iki genç Hülya'ya sarkıntılık ederler. Çevredeki küfeci küçük çocukların gençlere saldırmasıyla kurtulur. Hülya'ya yardım eden çocuklar mevsimlik işçidirler. Hülya raylarda otururken çocuklardan biri onu son anda gelmekte olan trenden kurtarır. Olay yerine gelen polisler onu kelepçeleyerek minibüse bindirip karakola götürürler. Nezarette karakolun küçük çaycısı Nuri, Hülya'ya yakınlık gösterir. Kadın polis bu insani yakınlığa müdahale eder. Hülya bileklerini keserek intihar girişiminde bulunur ve hastaneye kaldırılır. Doktorlar Hülya'ya neden Almanca konuştuğunu sorarlar. Genç kız tedavi sonrasında bir akıl hastanesine kapatılır. Burası cehennem gibi bir mekandır. Her çeşit gariban nitelikte insan mevcuttur. Bir başka hasta Ayşe, Hülya'ya yardımcı olmaktadır. Hastanede vizite günü doktor hastaları kontrole gelir. Genç kız, bir haftadır amcası Kemal Aziz tarafından aranmaktadır. Hülya'nın babası Almanya'da, annesi ise Türkiye'de yaşamaktadır. Doktor, kızın kullandığı bir ilacın yüksek dozda alınmasının tehlikeli olduğunu kendisine söyler. Hemşire Hülya'nın saçlarını keser. Hülya'yı görmek için yengesi hastaneye gelir. Yanında Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman'ı da getirmiştir. Hülya'nın kendisini hastaneden çıkarma isteğine yengesi, bunun mümkün olmadığını sadece amcası Kemal'in kendisini çıkarabileceğini söyler. Taşkınlık yapmaya başlayan Hülya'yı kontrol altında tutmak için hemşireler ilaçla uyuşturur. Hülya çizdiği desenleri, erkek olan doktora hediye eder ve ondan telefon etmek için izin ister. Hülya'yı görmeye yengesi ile birlikte amcası Kemal' de gelir. Bu arada onlarla aynı anda Hülya'nın annesi de gelmiştir. Amcası Hülya'yı hastaneden çıkarır. Hülya'yla iyi arkadaş olan Ayşe, onun hastaneden çıkmasından etkilenmiştir. Dışarı çıkan Hülya, hastanenin karşısındaki köfteciden Ayşe'ye köfte alır ve ona bileğindeki kolyeyi hediye eder. Neriman'la birlikte Almanya'ya geri dönen Hülya'yı orada da başka türlü uyumsuzluk problemleri, "öteki" muamelesi beklemektedir. "AImanya’daki finalde, yakın arkadaşının annesine ait incik boncukları takmış takıştırmış, sürüp sürüştürmüş, dershaneye yaraşmayan haltavır içinde, iyice parçalanmış' bir halde görüyoruz geç kaldığı okulda"... (Sungun Çapan, Cumhuriyet, 11.Şubat.2000)

ÖDÜL:

SİYAD (Sinema Oyuncuları Derneği” seçiminde (19992000):

►"En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud

35. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1998)

► "En İyi Film",

► "En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud

18. Uluslararası İstanbul Film Festivali (1999)

►"Jüri Özel Ödülü" (Yılmaz Arslan)

6. ÇASOD seçiminde (1999)

►"En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud.

& Yılmaz Aslan'ın yönettiği ve vizyona girdiği dönemde gösterilen ilgisizliği affetmeyen bir film olan "Yara", Akademi İstanbul'da gösterildiği seanslarda neredeyse 510 seyirci tarafından izlenmişti. Yara 25 yıl kadar önce sağlık nedenleriyle gittiği Almanya'da kalan Yılmaz Arslan'ın yönettiği bir film. "Önceleri tiyatroyla ilgilenip sahne oyunları yazdıktan sonra 1993'te 16 mm olarak çektiği ilk filmi 'Geçitler'le San Sebastian festivalinde en iyi film ödülünü kazanmış, 'Almancı sinemacılar' kuşağından, Yılmaz Arslan, kendini yetiştirmiş, :duyarlı, dikkatli izlemeye değer bir yönetmen" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 11,02.2000).

4 Film, Almanya'da bir ara Türk düşmanlığının doruk noktalarına vardığı ve Türklerin evlerinin kundaklandığı bir döneme koşut olarak gerçekleştiriImiş. Ama filmin odak noktasını bu olgu değil, başka TürkAlman yönetmenlerin filmlerinden izlediğimiz iki dünyanın arasına sıkışmış insanların dramı oluşturuyor. Türkiye'de doğup küçük yaşta anababasıyla yolunu tuttuğu Almanya'da büyümüş ve iki kültür arasında gide gele başı dönmüş, annesinin başka kocaya kaçmasıyla iyice bağnaz, cahil babasının bakımına kalmış, zaten psikolojik sorunları olan, Hülya adındaki uyumsuz genç kızın (Yelda Reynaud) dramatik 'yolculuğunu' hikaye ediyor 'Yara'. Zaman zaman hırçın, sert tonlardan çalan fi1mde, Hülya'nın hem kendindeki arayışlarının hem de dışındaki zorlu, yıpratıcı yolculuğunu ve vaktiyle doğduğu ama yabancısı olduğu bir ülkede, oradan oraya savruluşunu izliyoruz" Filmin sonu, bir anlaşılmazlık içinde ve aceleye getirilmiş duygusu uyandırıyor. Yerine oturmamış simgeler ve filmin organik yapısıyla bağlantı eksikliği, bu duygunun oluşmasına neden oluyor. "Yönetmen Arslan'ın bundan böyle Hüllya'nın Almanya'da kendi ayakları üstünde dikilip dikilemeyeceğine ilişkin yoruma açık bir finalle noktaladığı 'Yara' kabaca üç ayrı bölümde gelişen hikayesi, kimi etkileyici sahneleri, Jürgen Jürges'in görüntüleri ve filmin motoru Yelda Reynaud'un harika oyunculuğuyla akılda kalıyor... Yer yer egzotik bir bakış öne çıksa da, ustalıklı çevremekan kullanımından görsel düzeyine kadar alt yapısı sağlam, gerçekçi olduğu kadar dokunaklı, sıcak bir film Yara"

Yara'da oyunculuk açısından önemli bir başarı düzeyi tutturan ve iki kültür arasında sıkışmış ve onların defolarını yaşamak zorunda bırakılmış Hülya karakterine ilişkin Yelda Reynaud ise şunları söylüyor: "Kendi hayatımla Hülya arasında benzerlikler kurdular, bu benim acayip gücüme gitti. Dedim ki, ya ben akıl hastanelik miyim? Deli olabilirim, ama öyle değil.

Bir kere ben evden kaçtım, filmdeki Hülya ise evden kaçmıyor eve kaçıyor Bu çok büyük bir fark. Ama şu benzerliğimiz var. Hülya bir yolculuğa çıkıyor; gidiyor gidiyor, pat düşüyor. Sonra kalkıyor, ya da kaldırıyorlar, yine trak düşüyor; yine kalkıyor, yine düşüyor. Ama sonra istediği yere varıyor ya, işte bu nefis bir şey ... Hülya inatçı olduğu için becerdi; bende de bu inat var" Yara diğer yandan toplumsal yapımızdaki çelişkileri, bize ilişkin kültürün ataerkil boyutlarını kavramamıza katkı sağlayan ve ülkemizin sağlık, emniyet vb. gibi alanlardaki duyarsızlığını ve yoksunluğunu gözler önüne seriyor. (Sönmez, Radikal, 06.02.2000),

4 Antalya 1998 yılında en iyi film seçilip iki ödül alan, çeşitli dünya festivallerinde de ödüller toplayan Yara filmi, yapımcsıyla yönetmeni arasındaki anlaşmazlık sonucu, neden sonra seyirci karşısına çıkabiliyor.

"Alamancı" yönetmen Yılmaz Arslan'ın filmi, bizlere iki kültür arasında kalmış Hülya'nın öyküsünü anlatıyor. İki arada bir derede olmak, Hülya'nın akıl dengesini bozmuş. Şaşkın ailesi, onu 'en iyi çare öz kültürümüze dönmektir' diyerek kırsal kesimde yaşayan amcasının yanına gönderiyor. Ama buradaki esir hayatı, Hülya'nın dayanacağı şey değil. Genç kız kaçıyor ve çağdaş Türkiye boyunca garip bir yolculuk serüveni yaşamaya koyuluyor.

Yara, hemen söyleyelim, ülkemizden bizi bile yabancılaştırıcı bir kesit getiren, son derece sağlam bir sinemayla anlatılmış önemli bir film. Türkiye'nin ve Türk halkının özellikleri, iyi ve kötü yanları, oldukça nesnel biçimde bakan, gereksiz ulusalcılığa olduğu kadar amansız eleştiriye de yüz vermeyen bir tavırla işlenmiş.

Filmin temel kusuru, ikinci yarıda çok uzatılan bir akıl hastanesi bölümüyle hikayenin ritmini bozmak ve sanki iki ayrı film sunmaya çalışmak ... Başta Fransız kocasının soyadını taşıyan ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Yelda Reynaud olmak üzere çok iyi oynanmış bu film, Hülya'nın Almanya'ya dönmesiyle bile sorunların çözülmeyeceğini duyuran finaliyle tam bir hüzün şarkısına dönüşüyor. Ve tüm bir kuşağın dramını özlü biçimde saptıyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 149”



 YANLIŞ SAKSININ ÇİÇEĞİ (1997) 

Yönetmen: Fide Motan, Senaryo: Atilla İlhan, Müzik: Özhan Eren, Görüntü Yönetmeni: Sabri Savcı, Yapım: TRT/ Fide Motan Kurgu: Hasan Bektaş, Sanat Yönetmeni: Birgül Akpınar, Yönetmen Yardımcısı: Hamide Keçin, Film Baskı: Uğur Orbay,

Oyuncular: Selda Özer, Kerem Alışık, Yozi Mizrahi, Süeda Can, Recep Yener, Sönmez Atasoy, Günen Aykaç, Özgür Ozan, Mahmut Gökgöz, Füsun Kostak, Mesut Akusta, Sebcan Güleryüz, Gönen Bozbey, Devin Özgür Çınar

Konu: Nesrin ve Can, Amerika'da yaşamaktadırlar. Tatillerini geçirmek ve dededen kalma çiftliği satmak için Türkiye'ye gelirler. Nesrin, satış işlemlerini yapmak için çocukluk arkadaşı Avukat Mustafa ile Alaşehir'e gider. Alaşehir'deki yaşamda kaybetmiş olduğu değerlerle yeniden buluşur. 

 

YALNIZLIK ŞARKISI (1997)

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Ekol Film/Yılmaz Durul

Oyuncular: Perihan Sözen, Cem Suat, Güneş Olcay, Yılmaz Durul, Kazım Kartal, Canan Güney, Faruk Savun, İbrahim Kurt, Ali Güney, Mustafa Özkaya, Gül Çeliker, Kemal Sağlam

Konu: Randevu evinde çalışan bir kadınla, bir adamın öyküsü.

 

ŞAKİR TAMKERİZ (1997) 

Senaryo ve Yönetmen: Ali Yılmaz, Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir, Yapım: Kamber Film/Ali Yılmaz

Oyuncular: Tuncay Akçay, Şehnaz Dilan, Sami Hazinses, Suzan Akay, Sabahattin Kat, Cevdet Balıkçı, Çetin Başaran, Kamber Dalgıç, Sevim Kızmaz, Emin Çalışkan, Remo Değerli

Konu: Varoşlarda yaşayan bir ailenin öyküsü. Zengin olan ailenin bir süre sonra Mafya ile başı derde girer.

 

SAKİN KASABANIN KADINI (1997) 


Yönetmen Veli Çelik Senaryo Özden Yula Görüntü Yönetmeni Tangör Toydemir Müzik Aykut Gürel Yapım Yağmur Ajans / Osman Yağmurdereli

Oynayanlar: Aydan Şener (Serap), Murat Daltaban (Adnan), Bekir Aksoy(Can),Cenk Sözeri (Hüsnü), Anta Toros (Lamia), Selma Kutluğ (Aynur), Cenap Küçüksu (Sadık), Kenan Bal (Komiser), Engin Yüksel (Esat), Tarık Şerbetçioğlu (Hüseyin), Mahperi Mertoğlu (Ayla), Başak Yegen (Şükran), Tamer Güler

Konu: Devlet adına çalıştıktan bir süre sonra emekli edilen komando Aydan Şener, annesini alıp sakin bir kasabaya yerleşir. Bir süre sonra kasabada bir cinayet işlenir. Aslında kasabanın esrarengiz bir yer olduğu anlaşılır. Eskiden beri zaman zaman cinayetler işlenmiş, ancak faili bulunamamıştır. Kasaba sakinleri gizemli oldukları kadar tuhaf insanlardır.