YARA (1997)
Senaryo ve Yönetmen: Yılmaz Arslan Görüntü Yönetmeni: Jürgen Jürges, Müzik: Rabih Abu Khalıl, Kurgu: Andre Bendocht Alves, Yapım: Günizi Film/Murat Kadıoğlu, Ali Yaylı, (Eurimages ve Kültür Bakanlığının katkılarıyla
Oyuncular: Yelda Kaymakçı
Reynaud, Halil Ergün, Nur Sürer, Füsun Demirel, Mustafa Suphi, Hikmet Karagöz,
Settar Tanrıöven, Necmettin Çobanoğlu, Hülya Karakaş, Mürsel Yaylalı, Yüksel
Arıcı, Ali Karagöz
Konu: Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman,
bir gece onu görmek için evine gider. Fakat babası, Hülya'nın hasta olduğu gerekçesiyle
Neriman'la görüşmesini engeller. Babası Hülya'yı dinlenmesi, iyileşmesi için
Türkiye'ye, amcası Kemal Aziz'in yanına göndermiştir. Hülya, amcasına ve karısı
Gönül'e tavır almış onlarla hiç konuşmamaktadır. Gönül, geçim sıkıntısı
yüzünden Hülyanın yanlarında kalmasından şikayet etmektedir. Hülya Almanya'ya
dönmek istemekte fakat amcası geri dönmesine karşı çıkmaktadır. Hülya'nın
annesi, babasını başka biriyle aldatmıştır ve amcası bu durumu kendisine
yedirememektedir. Hülya, yengesinin zaafını kullanarak onu odasına kilitler ve
cüzdanından paralarını alarak evden kaçar. Telefon açmak için yeterli jeton
alamayınca, Almanya'yla Türkiye arasında çalışan bir kamyonun arkasına gizlice
biner. Hülya, şoförün fark etmesi üzerine kamyondan kaçar. Yolda giderken
bayılan Hülya'yı traktörle gitmekte olan bir grup köylü bularak, köye
götürürler. Köyde pek çok kişi bu yabancıyı görmeye gelir. Kıza yardımcısı
olması için yaşlı bir adamı çağırırlar. Yaşlı adam okuyup üflediği bir suyu
Hülya'ya içirir. Kendisine gelen Hülya, köyden teşekkür bile etmeden kaçar.
Yolda durdurduğu bir minibüsle Aksaray'a gider. Kendisine sadece minibüsteki
bir kuklacı yakınlık gösterir. Hülya yolculuk sonrası annesinin evine gelir.
Annesi Hülya'yı, kayınvalidesine yeğeni olarak tanıtır. Hülya annesini yaşamını
yalancı bir dünya üzerine kurmakla suçlayarak evden ayrılır. Bir durakta
otururken iki genç Hülya'ya sarkıntılık ederler. Çevredeki küfeci küçük
çocukların gençlere saldırmasıyla kurtulur. Hülya'ya yardım eden çocuklar
mevsimlik işçidirler. Hülya raylarda otururken çocuklardan biri onu son anda
gelmekte olan trenden kurtarır. Olay yerine gelen polisler onu kelepçeleyerek
minibüse bindirip karakola götürürler. Nezarette karakolun küçük çaycısı Nuri,
Hülya'ya yakınlık gösterir. Kadın polis bu insani yakınlığa müdahale eder.
Hülya bileklerini keserek intihar girişiminde bulunur ve hastaneye kaldırılır.
Doktorlar Hülya'ya neden Almanca konuştuğunu sorarlar. Genç kız tedavi
sonrasında bir akıl hastanesine kapatılır. Burası cehennem gibi bir mekandır.
Her çeşit gariban nitelikte insan mevcuttur. Bir başka hasta Ayşe, Hülya'ya
yardımcı olmaktadır. Hastanede vizite günü doktor hastaları kontrole gelir.
Genç kız, bir haftadır amcası Kemal Aziz tarafından aranmaktadır. Hülya'nın
babası Almanya'da, annesi ise Türkiye'de yaşamaktadır. Doktor, kızın kullandığı
bir ilacın yüksek dozda alınmasının tehlikeli olduğunu kendisine söyler.
Hemşire Hülya'nın saçlarını keser. Hülya'yı görmek için yengesi hastaneye
gelir. Yanında Hülya'nın yakın arkadaşı Neriman'ı da getirmiştir. Hülya'nın
kendisini hastaneden çıkarma isteğine yengesi, bunun mümkün olmadığını sadece
amcası Kemal'in kendisini çıkarabileceğini söyler. Taşkınlık yapmaya başlayan
Hülya'yı kontrol altında tutmak için hemşireler ilaçla uyuşturur. Hülya çizdiği
desenleri, erkek olan doktora hediye eder ve ondan telefon etmek için izin
ister. Hülya'yı görmeye yengesi ile birlikte amcası Kemal' de gelir. Bu arada
onlarla aynı anda Hülya'nın annesi de gelmiştir. Amcası Hülya'yı hastaneden
çıkarır. Hülya'yla iyi arkadaş olan Ayşe, onun hastaneden çıkmasından
etkilenmiştir. Dışarı çıkan Hülya, hastanenin karşısındaki köfteciden Ayşe'ye
köfte alır ve ona bileğindeki kolyeyi hediye eder. Neriman'la birlikte
Almanya'ya geri dönen Hülya'yı orada da başka türlü uyumsuzluk problemleri,
"öteki" muamelesi beklemektedir. "AImanya’daki finalde, yakın
arkadaşının annesine ait incik boncukları takmış takıştırmış, sürüp
sürüştürmüş, dershaneye yaraşmayan haltavır içinde, iyice parçalanmış' bir
halde görüyoruz geç kaldığı okulda"... (Sungun Çapan, Cumhuriyet,
11.Şubat.2000)
ÖDÜL:
SİYAD
(Sinema Oyuncuları Derneği” seçiminde (19992000):
►"En
İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud
35.
Antalya Altın Portakal Film Festivali (1998)
►
"En İyi Film",
►
"En İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud
18.
Uluslararası İstanbul Film Festivali (1999)
►"Jüri
Özel Ödülü" (Yılmaz Arslan)
6.
ÇASOD seçiminde (1999)
►"En
İyi Kadın Oyuncu" Yelda Kaymakçı Reynaud.
&
Yılmaz Aslan'ın yönettiği ve vizyona girdiği dönemde gösterilen ilgisizliği
affetmeyen bir film olan "Yara", Akademi İstanbul'da gösterildiği
seanslarda neredeyse 510 seyirci tarafından izlenmişti. Yara 25 yıl kadar önce
sağlık nedenleriyle gittiği Almanya'da kalan Yılmaz Arslan'ın yönettiği bir
film. "Önceleri tiyatroyla ilgilenip sahne oyunları yazdıktan sonra
1993'te 16 mm olarak çektiği ilk filmi 'Geçitler'le San Sebastian festivalinde
en iyi film ödülünü kazanmış, 'Almancı sinemacılar' kuşağından, Yılmaz Arslan,
kendini yetiştirmiş, :duyarlı, dikkatli izlemeye değer bir yönetmen"
(Sungu Çapan, Cumhuriyet, 11,02.2000).
4
Film, Almanya'da bir ara Türk düşmanlığının doruk noktalarına vardığı ve
Türklerin evlerinin kundaklandığı bir döneme koşut olarak gerçekleştiriImiş.
Ama filmin odak noktasını bu olgu değil, başka TürkAlman yönetmenlerin
filmlerinden izlediğimiz iki dünyanın arasına sıkışmış insanların dramı
oluşturuyor. Türkiye'de doğup küçük yaşta anababasıyla yolunu tuttuğu
Almanya'da büyümüş ve iki kültür arasında gide gele başı dönmüş, annesinin
başka kocaya kaçmasıyla iyice bağnaz, cahil babasının bakımına kalmış, zaten
psikolojik sorunları olan, Hülya adındaki uyumsuz genç kızın (Yelda Reynaud)
dramatik 'yolculuğunu' hikaye ediyor 'Yara'. Zaman zaman hırçın, sert tonlardan
çalan fi1mde, Hülya'nın hem kendindeki arayışlarının hem de dışındaki zorlu,
yıpratıcı yolculuğunu ve vaktiyle doğduğu ama yabancısı olduğu bir ülkede,
oradan oraya savruluşunu izliyoruz" Filmin sonu, bir anlaşılmazlık içinde
ve aceleye getirilmiş duygusu uyandırıyor. Yerine oturmamış simgeler ve filmin
organik yapısıyla bağlantı eksikliği, bu duygunun oluşmasına neden oluyor.
"Yönetmen Arslan'ın bundan böyle Hüllya'nın Almanya'da kendi ayakları
üstünde dikilip dikilemeyeceğine ilişkin yoruma açık bir finalle noktaladığı
'Yara' kabaca üç ayrı bölümde gelişen hikayesi, kimi etkileyici sahneleri,
Jürgen Jürges'in görüntüleri ve filmin motoru Yelda Reynaud'un harika
oyunculuğuyla akılda kalıyor... Yer yer egzotik bir bakış öne çıksa da,
ustalıklı çevremekan kullanımından görsel düzeyine kadar alt yapısı sağlam,
gerçekçi olduğu kadar dokunaklı, sıcak bir film Yara"
Yara'da oyunculuk açısından önemli bir başarı düzeyi tutturan ve
iki kültür arasında sıkışmış ve onların defolarını yaşamak zorunda bırakılmış
Hülya karakterine ilişkin Yelda Reynaud ise şunları söylüyor: "Kendi
hayatımla Hülya arasında benzerlikler kurdular, bu benim acayip gücüme gitti.
Dedim ki, ya ben akıl hastanelik miyim? Deli olabilirim, ama öyle değil.
Bir kere ben evden kaçtım, filmdeki Hülya
ise evden kaçmıyor eve kaçıyor Bu çok büyük bir fark. Ama şu benzerliğimiz var.
Hülya bir yolculuğa çıkıyor; gidiyor gidiyor, pat düşüyor. Sonra kalkıyor, ya
da kaldırıyorlar, yine trak düşüyor; yine kalkıyor, yine düşüyor. Ama sonra
istediği yere varıyor ya, işte bu nefis bir şey ... Hülya inatçı olduğu için
becerdi; bende de bu inat var" Yara diğer yandan toplumsal yapımızdaki
çelişkileri, bize ilişkin kültürün ataerkil boyutlarını kavramamıza katkı
sağlayan ve ülkemizin sağlık, emniyet vb. gibi alanlardaki duyarsızlığını ve
yoksunluğunu gözler önüne seriyor. (Sönmez, Radikal, 06.02.2000),
4 Antalya 1998 yılında
en iyi film seçilip iki ödül alan, çeşitli dünya festivallerinde de ödüller
toplayan Yara filmi, yapımcsıyla yönetmeni arasındaki anlaşmazlık sonucu, neden
sonra seyirci karşısına çıkabiliyor.
"Alamancı"
yönetmen Yılmaz Arslan'ın filmi, bizlere iki kültür arasında kalmış Hülya'nın
öyküsünü anlatıyor. İki arada bir derede olmak, Hülya'nın akıl dengesini
bozmuş. Şaşkın ailesi, onu 'en iyi çare öz kültürümüze dönmektir' diyerek
kırsal kesimde yaşayan amcasının yanına gönderiyor. Ama buradaki esir hayatı,
Hülya'nın dayanacağı şey değil. Genç kız kaçıyor ve çağdaş Türkiye boyunca
garip bir yolculuk serüveni yaşamaya koyuluyor.
Yara, hemen söyleyelim,
ülkemizden bizi bile yabancılaştırıcı bir kesit getiren, son derece sağlam bir
sinemayla anlatılmış önemli bir film. Türkiye'nin ve Türk halkının özellikleri,
iyi ve kötü yanları, oldukça nesnel biçimde bakan, gereksiz ulusalcılığa olduğu
kadar amansız eleştiriye de yüz vermeyen bir tavırla işlenmiş.
Filmin temel kusuru, ikinci yarıda çok uzatılan bir akıl hastanesi bölümüyle hikayenin ritmini bozmak ve sanki iki ayrı film sunmaya çalışmak ... Başta Fransız kocasının soyadını taşıyan ve Almanya'da yaşayan sanatçımız Yelda Reynaud olmak üzere çok iyi oynanmış bu film, Hülya'nın Almanya'ya dönmesiyle bile sorunların çözülmeyeceğini duyuran finaliyle tam bir hüzün şarkısına dönüşüyor. Ve tüm bir kuşağın dramını özlü biçimde saptıyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 149”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder