Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

DURUŞMA (1999) 


Yönetmen: Yalçın Yelence, Öykü ve Senaryo: Umur Bugay, Görüntü Yönetmeni: Güngör Toydemir Müzik: Melih Kibar Melki Prodüksiyon, Yapım: Bugay Film/Umur Bugay Yardımcı Yönetmen: Şengül Halat, Yönetmen Yardımcıları: Ferda Aydar, Sema Aytaç, Şarkı Sözleri: Ebru İlbay, Sanat Yönetmeni: Bengi Bugay, Sanat Yön. Yardımcıları: Esin Köseoğlu, Başak Bugay, Kamera Asistanları: Feza Çaldıran, Aras Demiray, Cihan Yılmaz, Deniz Eyüboğlu, Kostüm Yardımcısı: Müberra Dündar, Post Prodüksiyon: Erdoğan Bugay, Şevket Uysal, Laboratuar Kontrol: Yusuf Özbek, Film Yıkama: Orhan Turgut, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Film Baskı: Mustafa Koç, Negatif Montaj: Selahattin Turgut, Makyaj: Semra Sarıkaya, Nimet Gölgör, Kuaför: Murat Gültekin (Nis Kuaför), Işık Şefi: Yusuf Erol, Işık Yardımcıları: Kadir Tiryaki, Fazlı Sekizler, Faruk Yılmaz, Set Ekibi: Cengiz Yaşar, Mehmet Yaşar, İzzet Yılmaz, Crain Operatörleri: Ali Dervişoğlu, Gökay Koçalan, Basın ve Halkla İlişkiler: Cem Sancar, Serdar Bordanacı, Set Fotoğrafları: İhsan Özçelik, Bando: Behçet Erken Bando Takımı, Elektronik kameraSet Belgesel: Serdar Armutlu, Demir Gökdemir, Kamera Malzemeleri: Kenmovie, Kamera: Moviecam, Ses Mühendisi: Mehmet Kılıçel (Select), Boom Operatörü: Serter Aklaya, Montaj: Şevket Uysal, Muhasebe: Vefki Tükkan, Ulaşım: Mustafa Yiğit, Miksaj Stüdyosu: İmaj, Miksaj Teknisyeni: Ray Gillion, Miksaj Ast: Ulaş Ağçe, Ses Editörleri: Osman Tahsin Erol, Serdar Öngören, Suat Yılmaz, Dublaj Teknisyeni: Serdar Öngören (İmaj), Ses Süpervizörü: Çağlar Türkmen, Jenerik: Oktay Kılıç, Yapım Koordinatörü: Dilek Yelence, Yapım Yardımcıları: Metin Gülhan, Ergun Sımsıkı, Mustafa Erol, Ömer Bugay,

Oyuncular: Meltem Cumbul (Nazan), Güven Kıraç (Cavit), Zafer Algöz (Selami), Güzin Çorağan (Necla), Selçuk Uluergüven (Salih), Tanju Tuncel (Safiye), Sevim Çalışgir (Zehra), Mine Şenhuy Teber (Derya), Güzin Özipek (Melahat), Ercan Yazgan (Hikmet), Erdoğan Tuncel (Hakim), Savaş Yurttaş (Üfürükçü Raşit), Mehmet Akan (Okuyucu), Ali Uyandıran (Ziver), Erdinç Dinçer (Selami’nin Avukatı), Cezmi Baskın (Ocakçı Zeki), Erkan Taşdöğen (Tuncay), Erdal Kuyumcu (Nezih), Erdoğan Bugay (Osman), Serdar Bordanacı (Ömer), Özgür Yelence (Enver), Meral Çetinkaya (Latife), Oktay Sözbir (Nazif), Selda Özbek (Okşan), Başak Kökükaya (Belma), Nazlı Tosunoğlu (Sevinç), Levent Yılmaz (Meyhaneci), Tuncay Akça (Mubaşir), Tuncay Gürel (Katip), Cengiz Tangör (Garson), Hikmet Karagöz (Müşteri), Sabriye Kara (Müşteri), Ömer Bugay, Rutkay Aziz (Rafet), Boyacılar: Celal Özdemir, Seyfi Özdemir, Medya Grubu: Arif Yavuz, Elif Metin, Bihan Durukan, Özlemİpek, Serkan Kumru, Alparslan Özdemir, Aysun Elçin, Serdar Garan, Belgin Eyel, Mehmet Turan, Evrim Özen, Suat Keskin, Eray Yumuşaker, İlkay Akdoğan, Gonca Konuklar, Meltem Özlevent, Engin Koç,

 Konu: Film, İstanbul'un kenar mahallelerinden birinde yaşayan Selami (Zafer Algöz) ile Nazan'ın (Meltem Cumbul) boşanma davasının duruşmasında açılır. Duruşmaya hem yazılı, hem de görsel medyanın yoğun ilgisi vardır ve bütün mahalle ahalisi duruşmanın izleyicisidir. Bu ilginin kaynağı, duruşmada ortaya çıkar... Dava ilginçtir. Nazan'ın avukatı Rafet (Rutkay Aziz), boşanma kararı verilmesini istemektedir, çünkü Selami bir yıldır kocalık görevini yerine getirememektedir. Selami'de boşanmak istemektedir... Ancak onun itirazı ayrılık isteğinin gerekçesinedir. Erkeklik görevini yerine getirememesinin sorumlusu kendisi değil, gelişen olaylardır. Selami gerçeğin ortaya çıkmasını istemektedir. Ve gerçek, duruşma süresince karar için tanıklığına başvurulan Nazan'ın eski kocası Cavit'in (Güven Kıraç) ifadeleri ve geriye dönüşleriyle ortaya çıkar. Cavit önemli bir tanıktır. Çünkü onun için de erkeklik görevini yerine getiremiyor diye dava açılmış ve Nazan' dan boşanmıştır. Selami ve Cavit, bu eski semtin çocukluk arkadaşlarıdır. Çocukluktan sonra gençlikleri de beraber geçmiştir. Nazan da onların mahalle ve hatta okul arkadaşıdır. Ve her semtte olduğu gibi delikanlı yaşlarda, hem Selami, hem Cavit, Nazan'a tutkundur. Bu rekabet iki arkadaşın arasını gittikçe açmaktadır. Bu gerilimi artıran bir başka unsur da Nazan' ın annesi Necla' dır (Güzin Çorağan). Kızının güzelliğinden emin olan Necla, bu durumu mümkün olan menfaati sağlamak için kullanmaktadır. Bazen Selami' ye bazen de Cavit' e göz kırpmaktadır. Selami, bütün çarşıyı eve yığarken, Cavit de Nazan' ı armağanlara boğar. Sonuçta, Selami ile söz kesilmişken ve Selami düğün hazırlıklarına başlamışken, Necla'nın manevrasıyla Nazan, Cavit'le evlendirilir. Çünkü Necla'ya göre Nazan daha mazbut bir damat olacaktır. Bu durum Selami ile Cavit'in gerginliğini şiddetlendirir. Selami yediği kazığın acısını hafifletmek için kendini içkiye vururken bir yandan da Cavit'i izlemektedir. Nazan'ı ona yar etmeyecektir. Ama, Selami'nin birşey yapmasına gerek kalmaz. Bir haber mahalleye bomba gibi düşer. Cavit ilk geceden bu yana karısı Nazan'la işi becerememiştir. Mahallede zifaf çarşafının balkona asılmasını bekleyenler hüsrana uğramıştır. Dedikoduların ayyuka çıkması Cavit'i ve ailesini özellikle babası Salih'i de zor durumda bırakır. Bu iş ne zaman hallolacaktır. Cavit gerçeği kabul eder ama kendisini savunmak zorundadır. Onun, erkekliğinde hiç bir sorun yoktur. Ama Nazan'la hiç sevişemiyorlar. Çünkü, Nazan ilk günden beri ya çok korktuğunu öne sürüp kaçıyor ya da çeşitli bahaneler uyduruyor. Necla da bir yandan kızını sıkıştırırken bir yandan da Cavit'e sabırlı olmasını öneriyor. Ama, durum sabırlı olacak gibi değildir. Bütün mahalle Cavit' in durumunu konuşmakta, babası Salih de bunun bir şeref meselesi olduğunu söylemektedir. Özellikle, Selami ve arkadaşlarının alayları onu deliye döndürmektedir. Sonunda, Cavit, arkadaşlarıyla kafayı çekip, zor kullanarak işi becerme kararı alırlar. Ancak, yine başarılı olamaz. Çünkü, Nazan, pencerelere koşarak bütün mahalleyi ayağa kaldırır. Ama, bu durumda mahalle tarafından farklı yorumlanır. Hem beceremiyor hem de zavallı kızı dövüyor. Necla da Cavit' den vazgeçmiş ve kızını korumak için Cavit' in her gece körkütük sarhoş geldiğini yaymaktadır. Bu olaylar cereyan ederken Selami de kaçırdığı Nazan'ın peşindedir ve Cavit' in erkekliği olmadığını her yerde ilan etmektedir. Bundan yararlanan Necla da yeni umutlar peşine düşer. Nazan'ı ayırıp Selami ile evlendirecektir. Selami bu fırsatı kaçırmaz. Nazan' ın gönlünü almak için bütün çarşıyı Necla'lara taşımaya başlar. Ama ayrılık için bir yıllık süreyi beklemek lazımdır. Bunun da çaresi bulunur. Selami'nin sağladığı uyku ilacı her gün Cavit'in içkisine karıştırılır. İçki sofrası hazırlanmasını hayra yoran ve durum değişiyor diye sevinen Cavit de, her gece içkisini içip ilaç nedeniyle uyuya kalmaktadır. Nazan böylece rahat etmiştir. Sonunda bir yıllık süre dolar ve avukat aracılığıyla 1 yıl süresince erkeklik görevini yerine getiremediği gerekçesiyle boşanma davası açılır. Karar süratle verilir. Davacı Nazan haklı görülür. Boşanma olur olmaz, planlar hazırlandığı gibi yürür. Olayların bundan sonraki gelişmesi ise Selami'nin ifadesinden ortaya çıkar. Nazan, Cavit'e nispet orkestralı, şenlikli bir düğünle hiç vakit geçirmeden Selami ile evlenir. Evlilik tamamdır ama gelişmeler beklendiği gibi olmaz. Evlendiği günden itibaren o ateşli aşık Selami gitmiş, yerine bir başkası gelmiştir. Düğünden sonraki ilk gecede, Cavit macerasından sonra azgın hale gelmiş Nazan'ın üzerine üzerine saldırması Selami' yi soğutur. Bir türlü Nazan'la yatağa giremez. Çünkü Nazan, Selami'nin yıllardır hayal ettiği nazlı, masum genç kız değil azgın, saldırgan bir kadındır. Bu duyguyla, Selami, Nazan'ın saldırılarını "bugün olmaz yarın..." diyerek hep savmaktadır. Saldırılar arttıkça da "yapma Nazan..." diyerek bağırıp çağırmaktadır. Bu yeni durum yine dillere düşer. Tüm mahalleli "ne oluyor..." diye meraklanır. Necla, bulunmuş ikinci kocayı kaçırmama kaygısıyla ara bulmaya çalışırken, bir yandan da mahallelinin merakını giderecek çareler arar. Çarşaf kırmızı mürekkeplenerek balkona asılır ve herkes rahat bir nefes alır. İstenen nihayet olmuştur.

Selami' nin işi becerdiğini gören Cavit ise, içki sofralarında perişan dolaşmaktadır. Ama bomba çok geçmeden patlar. Mahalleli Selami'nin üfürükçüye gittiğini öğrenmiştir. Selami'nin kendisinden hiç şüphesi yoktur ama Nazan'a yanaşamamasına da bir anlam verememektedir. Ana kızın kendisine büyü yaptıklarını kafasına takmıştır. Her yerde büyü aramaktadır. Bir taraftan Nazan, isteri krizleri içinde "ölmek istiyorum" diye pencerelere saldırırken, beri taraftan Selami çılgın gibi evin içinde büyü arar. Ev tam bir tımarhaneye dönmüştür. Bu durum yine hemen mahallelinin diline dolanır. Dedikodular, laf çarpmalar ayyuka çıkar. Selami'yi, en çok da Cavit'in sataşmaları çıldırtır. Sonunda, iş Selami'nin büyüyü yok edeceğim diye tüm evi yakma hazırlığına kadar gider. Şimdiye kadar durumu idare etmeye çalışan Necla da artık umutsuzdur. Yine avukata başvurur boşanma için. Avukatın Nazan'a ilgisi de Necla'yı cesaretlendirir. Avukat'ı 3. koca adayı olarak görmeye başlar. Davanın açılması için bir yılın dolması beklenecektir. Bu ilginç olaylar medyanın ilgi odağı olmuştur. Mahallede atılan her adım medya tarafından izlenmektedir. Bu süreçte hıncını almaya çalışan Cavit, "dayan... 35 gün kaldı, dayan... 22 gün kaldı" diye imzasız mektuplarla Selami'yi çıldırtmakta, Necla boşanma gününe kadar Selami'nin kızına el sürmemesi için, avukatla işbirliği yaparak çeşitli entrikalar çevirmektedir. Boşanma isteğinden alınarak kendini toplayan Selami'nin Nazan'ı kıstırma çabaları hep boşa çıkartılır. Sonuçta, bir yıllık sürenin dolmasına kadar Selami, Nazan'a elini süremez. Böylece, boşanmanın koşulu yerine gelmiş olur ve mahkeme "bir yıl boyunca erkeklik görevini yerine getirmediği" gerekçesiyle Selami' yi de Nazan' dan boşar.

 

ÖDÜL:

12. Ankara Uluslar arası Film Festivali’de
     ► Meltem Cumbul “En İyi Kadın Oyuncu”

36. Antalya Altın Portakal Film Festivali‘nde (1999)

► Ercan Yazgan “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu


& Yalçın Yelence, televizyon formatlarını başarıyla beyaz perdeye aktarabilmiş, irili ufaklı onlarca rolde yüzleri başarıyla kullanan, bol bol güldüren, sosyal bireysel yaralara merhem sürmeye çalışan, tadı tuzu yerinde, devamının gelmesi halinde kolayca beyaz perde dizisine dönüşebilecek bir yapım ortaya koymuş. Meltem Cumbul, Zafer Algöz, Güven Kıraç üçlüsünün damga vurduğu, Güzin Çorağan'ın 'kız anası' rolünde çok başarılı olduğu, diğer oyuncuların da ellerinden geleni artlarına koymadıkarı, ne yalan söyleyelim berber rolündeki Ercan Yazgan'ın en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Altın Portakal almasını 'biraz fazla' bulduğumuz, yarınlara kalmayacak olsa da bugünleri kurtaran bir Yalçın Yelence filmi karşımızda (Tunca Arslan, Radikal Cumartesi, 04 Aralık 1999)

 

* Türk sinemasında vaktiyle kimi sempatik filmlerin senaryolarını imzalamış olan Umur Bugay, yıllar sonra yeniden sinema için yazmış. TV dizilerinin kıvrak yönetmeni Yalçın Yelence ve hemen hepsini yine TV dizilerinden tanıdığımız zengin bir oyuncu kadrosu da film için seferber olmuş.

Duruşma başından iki evlilik geçmesine karşın "kız oğlan kız kalan" bir mahalle dilberinin öyküsünü anlatıyor. Gerek kızın inadı, gerek baskıcı anasının komploları, gerekse saf Anadolu çocukları olan "düşman kardeşler", damatlarımızın ruh bekâreti, evliliğin doğal sonucuna ulaşmasını engelliyor. Ve iş mahkemenin ve de medyanın huzurlarına geliyor.

Duruşma temelde tek esprili bir film. Yani tüm film, kadın kahramanın bekâreti ve onu iki evlilikten sonra nasıl olup da halâ koruduğu üzerine!... Kuşkusuz bu çok zengin bir malzeme sayılmaz. Ama konunun Türk toplumu için önemi ve hâlâ büyük ölçüde taşıdığı "tabu" niteliği düşünülürse, hoşgörülü olmak mümkün…

Filmin yapımcıları, konunun kısırlığını zengin kadro ve de popüler bir havayla kırmaya çalışmışlar. Gerçekten de film bir yandan eski Yeşilçam'ın o ünlü Arzu Film güldürülerini, Türker İnanoğlu'nun bol oyunculu popüler komedilerini ve öte yandan, zaten onlardan beslenen son dönemin TV dizilerini andırıyor. Ama yer yer çok uzatılmış ve aşırı abartılmış bir dizi havası da egemen olmuyor değil.

Durumu kurtaran yine de oyuncular oluyor. Meltem Cumbul'un artık bilinen fantezi yeteneği tam yerinde. "İki kafadar" Güven Kıraç ve Zafer Algöz'ün yine TV dizilerinden başlayıp Salkım Hanımın Taneleri'nde zorlu bir sınavı başarıyla veren oyunculukları ise seyre değer. Ayrıca filmin ses kaydı açısından son dönemin en iyisi olduğunu söylemeliyim: standart bir Türk filminin tersine, tüm konuşmalar çok iyi anlaşılıyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”


4 Duruşma'nın öncelikle dikkati çeken yanları nitelikli oyunculuğu ve kaliteli teknik işlemleri. Filmin yönetmeni Yalçın Yelence'nin uzun bir süredir birlikte çalıştığı Güngör Toydemir'in görüntü yönetimi, çerçeveleme, kamera hareketleri ve aydınlatma tasarımı da dikkat çekici. Filmin ses işlemlerinin İmaj stüdyolarında yapılmış olması da filmin biçimsel olarak bir bütünlük taşımasına katkı sağlamış.

 

Duruşma, öncelikle bize özgü ve neredeyse hepimizin aşina olduğu mahalle yaşamından kesitler sunan bir film. Tipik bir İstanbul mahallesinde, bıçkın olmalarına karşın geleneklerin baskısından sıyrılamamış gençler, meraklı mahalle kadınları, taksi şoförü ve semt berberi, kahvehane ocakçısı ve meyhaneci gibi pek çok tip, bu yaşamın içinde resmi geçit yapıyor. Aslında vurguladığımız tiplerden kahve işleten Selami (Zafer Algöz), balıkçının oğlu ve bıçkın geçinen, aslında saf biri olan Cavit (Güven Kıraç), tip tanımlamasının ötesinde karakter olarak başarıyla işlenmiş filmde. Diğer yandan çok öne çıkmasa da tavır, jest ve mimikleriyle Ercan Yazgan, mahalle berberini canlandırmada oldukça başarılı görünüyor ve 36. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü yadırgatmıyor.

1990'lar sonrasında Türk sinemasındaki en önemli gelişmelerden biri, yönetmenlerin öncelikle öykülerini anlatmayı dert edinme si ve bu bağlamda öykünün akışı içinde mesajlarını iletmeleri. Şüphesiz bu yaklaşım yönetmenlere göre değişiklik taşıyabiliyor. Duruşma'da Yalçın Yelence, Umur Bugay'la yıllara yayılmış ilişkilerinin de getirdiği avantajla, Bugay'ın yarattığı dünyayı, başarılı ve rahat akan bir sinema diliyle işlemiş. "Umur Bugay ve Yalçın Yelence, birlikte yarattıkları dizilerde toplumumuzdaki bilumum çarpıklığı, dedikodu kumkuması mahalle yapısını, aile içi ve komşular arası sorunlu ilişkileri, cinsellikten yoksun aşkları yumuşak bir mizahla hicveder. Yıllardır sürdürdükleri bu çalışmaları, elbette, televizyonun gerektirdiği konvansiyonel biçime ve ölçülü içeriğe sahiptir. 'Duruşma' da kendilerini biraz daha serbest bıraktıkları gözleniyor ... Öte yandan, Bugay ve Yelence test edilmiş mizah anlayışlarını aynen korumuş. Ekrandan aşina olduğumuz tam kadro 'Bizimkiler'de 'Duruşma'da rol alıyor. Ancak başroller star olma yolunda ilerleyen Meltem Cumbul ve sinemada yılın gözde ikilisi Zafer Algöz ve Güven Kıraç arasında paylaştırılmı özellikle Zafer Algöz'e dikkat çekmek gerekiyor" (Taşçıyan, Milliyet, 31.12.1999).

4  Film, öykünün akışı içinde günümüzün yükselen değerlerine, toplumsal yozlaşmaya da eleştirilerini dokunduruyor. Günümüzde her şeyi belirleyenin medya olduğu, onur, gurur gibi sanki başka çağda kalmış değer yargılarının yerine, bu değerlerin ve her şeyin alınıp satıldığı bir dünyada yaşadığımızı vurguluyor. Analar yine kızlarını rahat ettirecek paralı erkeklere yönlendirirken, diğer yandan kurnaz, medyanın gücünün farkında olan Rafet gibi avukatların etkisiyle medya ve medyatikliğin yaşamımızdaki önemini hemen kavrıyorlar. Bunu önceden çözmüş olanlar ise televizyoncuların bir şeyle ilgilenmesinin ne kadar önemli olduğunu  zaten biliyorlar.

Duruşma, 1970'lerin bağırış ve çağırışlarına dayalı şablon mahalle filmlerinin dışında, aynı temadan yola çıkarak; mahalleyi bir metafor, yaşadığımız toplumu temsil eden bir simge olarak ele alan ve ölçülü bir sinema diliyle anlatan bir film. Duruşma'nın öyküsünü aslında Umur Bugay 1987'de yazmış. İlk yazıldığı zaman iki kocayı Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın oynaması öngörülmüş. Hikayeyi yeniden ele alarak güncelleştiren Bugay, Medyaya yansıyan 'kenar mahalle kızlarının yükseliş hikayelerini' örnek alarak güncelleştirdiği komedi için şöyle diyor, "Türkiye'de insanlar boşanamıyor, evlenemiyor, çocuk sahibi olamıyor, annebaba olamıyor, karı koca olamıyor, doğru dürüst sevişemiyor, bir şeye varamıyorlar. Sonunda kendi kişilikleri elden gidiyor, bir yabancılaşma bu. Bir göçebelik var; bazı şeyler, etik değerler kurumsallaşmıyor bizde. Bu kadar istikrarsız bir toplumda ancak hiciv yapılabilir" (Toptaş, Radikal Cumartesi, ” 24.07.1999) “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 199”


FİLMİ İZLE 



 

DÖKÜLEN YAPRAKLAR (1999)

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Arkan Film/Halit Arkan

Oyuncular: Tuğrul Şan, İncilay Özdemir, Cesur Yılmaz, Sibel Aygün, Halit Arkan, Nusret Özkaya, Ali Atayolu, Mehmet Alper, Cemal Ertokuş

Konu: Üç arkadaş bir araya gelip hayatlarının son vurgununu yapıp tövbekar olacaklardır. Ancak bu düşünceleri gerçekleşemez.

 

 

BİR TUTAM YAŞAM (1999) 

Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Kadir Albayrak, Görüntü Yönetmeni: Vedat Karadeniz, Yapım: As Film/Mehmet Aksu

Oyuncular: Cafer Yıldız, Meltem Berent, Murat Soydan, Mustafa Gülen, İncilay Özdemir, Cemal Gencer, Aylin Poyraz, Engin Aksu, Faruj Savun, Küçük Fırat

Konu: İki yetişkin oğlu olan tutucu bir ailenin, kızının kötü niyetli kişilerce oyuna getirilerek iğfal edilişinin öyküsü.

Not: Bir Tutam Yaşam, “Umut Tuneli”, “Ümidin İnce Yolu” ve Gölgeler Silinirken” filmleri çekirdek kadro ile çekilen ve kendi başlarına müstakil (başlangıç ve finalleri olan), ard arda getirildiklerinde ise dizi niteliği taşıyan filmlerdir. Yani bir dörtlemedir. (Oğuz Gözen, “Bir Yeşilçam Masalı”)

 

BEKLE BENİ İSTANBUL (1999) 

Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Mustafa Kuzu, Yapım: Arkan Film/Halit Arkan

Oyuncular: Mesut Engin, İncilay Özdemir, Çetin Başaran, Güven Turgut, Mehmet Bereket, Okan Akın, Kemal Sağlam, Turgut Özatay

Konu: Anadolu’dan İstanbul’a artist olmak için gelen köylü güzeli Kezban’ın başından geçen olaylar konu edilmekte.

 

ASANSÖR (1999) 


Senaryo ve Yönetmen: Mustafa Altıoklar, ([1]) Görüntü Yönetmeni: Ömer Faruk Sorak, Müzik: Erkin Arslan, Yapım: Arzu Film /Ferdi Eğilmez Negatif Film/Mustafa Altıoklar Özen Film/Mehmet Soyarslan) ortak Yapımı.

Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mustafa Preşava, Kostüm Tasarım: Esin Maraşlıoğlu, Yapım Yönetmeni: Attila Kenar, Focus Puller: Alper Derli, Işık Şefi: Nezir Yücel, Berzan Yücel, Asistan: Emin Baş, Özgür Yücel, Ses Kurgu: Ulaş Ağçe

Oyuncular: Mustafa Uğurlu (Can), Arzu Yanardağ (Savcı), Demet Şener (Hemşire Nurcan), Emre Altıığ (Metin), Funda Barın (Devrim), Cem Özer (Cem), Burak Sergen (Hastane basan adam), Hakan Aygün (Hakan), Engin Ardıç (Engin), Naci Taşdoğan (Hırsız), Savaş Özdemir (Hırsız)

Konu: Hemşire Nurcan, araştırmacı gazeteci sıfatıyla, aşığıyla öpüşmesini haber yapan muhabire saldırır ve muhabirin çalıştığı Kanal Klas'da Can Şarman isimli haber programı Yapımcısının programına katılmayı kabul eder. Can Şarman program sırasında, Nucan'a gerçek olmayan şeyleri söyletmeye çalışmaktadır. Programdan sonra bir gün, Nurcan'ın kocası hastaneyi basar ve Nurcan'ı öldürerek intihar eder. Olayın üzerinden bir yıl geçmiştir. Can Şarman, spor arabasıyla bir apartmana gelir, bu esnada asistanlarına telefonda hakaret etmektedir. Can Şarman'ın kanalı reytinglerde yine birinci sırada görünmektedir. Can Şarman, internette tanıştığı bir kadınla buluşmak için geldiği apartmanda asansörde kalır. Yardım çağrılarına kimse yanıt vermez. Paniğe kapılan Can Şarman bağırırken asansörün kaldığı kattaki bir odadan çıkan sarışın bir kadın ona neden bağırdığını sorar. Can Şarman kadına kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Apartmanda kadından başka kimse oturmamaktadır. Can Şarman onun internetten bulduğu kadın ister. Kadın ve olduğunu anlar. Kadın Can'a bir fener verir ve işi olduğunu söyleyerek dışarı çıkar ve Can Şarman'ın arabasının plakasını değiştirerek üstünü örter. Çaresiz kalan Can Şarman, telefonunu kapsama alanı içine sokmak için aşağı sarkıtır fakat telefonu düşürür. Uyuyakalan Can Şarman içeri giren ve saatli bomba bırakan bir genci fark etmez. Can'ın haleti ruhiyesi bozulmaya başlamış ve kendisiyle hesaplaşmaya girişmiştir. Kadın ertesi gün gelerek adamdan özür diler ve sıkışan adama lazımlık verir. Kadın içeri girdiğinde peruğunu çıkarır ve bomba koyan ama aslında kendisi için çalışan adamlara Can Şarman'la ilgili yaptıkları kayıtları göstermesini adamlar Can Şarman'ın kurtulma planları yapmasını gizli kameralar aracılığıyla seyretmektedir. Kadın akşam olduğunda dışarıya bir televizyon koyarak gider. Kadın geri döndüğünde Can Şarman'ın köpeğinin boynuna taktığı kemere sinirlenir. Köpek adamın elini ısırmıştır. Kadın onun eline pansuman yapar. O esnada televizyonda Loise Malle'in Asansör filmi oynamaktadır. Can Şarman bu arada kadına fıkralar anlatmaya başlar. Kadın sıkılıp evine girer. Televizyonu seyretmekte olan Can Şarman, katılamadığı taIk show programını seyretmektedir. Programa bağlanan Can'ın asistanı Metin, talk show Yapımcısı Cem'i, Can Şarman'ın kaybolduğuna ikna edemez. Üçüncü gün kadın sabahleyin adama kahvaltı getirir ve lazımlığını alır. Can' a akşam onunla baş başa bir Çin restoranında yemek yiyeceğini söyler. Bu arada Can Şarman kadının bıraktığı telefondan önce kanalı arar, telefonuna cevap alamayınca 155 polis imdatı arar fakat adresi bilmediği için doğru bilgiyi veremez. O sırada geri gelen kadın telefonunu alır. Bu arada Can Şarman'ın asistanları onun kaybolmasını haber yapmaktadırlar. Kadın geri geldiğinde, Can Şarman'a kocasına ait olduğunu söylediği elbiseler verir. Kadın hazırladığı bir masayı evden çıkarıp asansörün önüne getirir. Menü kızarmış tavuk ve patatesle beyaz şaraptan oluşmaktadır. Can kadına gördüğü bir rüyayı anlatmaya başlar. Adam rüyayı anlatırken zaman zaman sanrılar görmektedir. Kendini kontrol edemeyen Can kadına bağırmaya başlar. Eve giren kadın Can'ı gizli kameradan izlerken, Can birden gök gürültüsü ve şimşeklerden paniğe kapılmıştır. Asansörün altındaki kapaktan dışarı çıkıp kordonlardan inmeye çalışırken kadın asansörü harekete geçirir. Can korkuyla yeniden asansöre tırmanır. Can Klas TV'nin hazırladığı bir programda kendisini mahpus tutanın aslında avukat Leyla Yücel olduğunu anlar. Kadın evdeki diğer iki kişiyle birlikte gerçek kimliğiyle Can'la vedalaşıp ayrılır. Bu arada Can'ın yaşadıklarından oluşan kurgulanmış görüntüleri internet aracılığıyla Klas TV’ye gönderir. Büyük bir fırsat yakaladığının farkında olan Metin, timsah gözyaşları eşliğinde görüntüleri canlı yayına verir. Bu arada olayları yakındaki bir kafede seyreden Leyla, apartmana geri döner ve asansöre binerek Can'la yukarı çıkar. Asansör kopan kabloları nedeniyle dördüncü kattan aşağı düşer. Medya ordusu ve Metin süratle asansöre ulaşırlar. Asansörün içinde kimseyi bulamayan Metin, Can Şarman'ı dört gündür görüntüleyen kamerayı bulduklarını anons eder

“Prof. Dr. AlimŞerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar “20. Yüzyılın son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 194”

4 Geçen sezon vizyona giren Telefon Kulübesi, küçük bir mekana kıstırılmış bir adamın, çeşitli' tehdit nedenleriyle, kilitli kalmadığı halde çıkamayıp, tutsak kaldığı bir telefon kulübesindeki çaresizliğini anlatıyordu. Tutsak kalan kişi sistemin ürettiği, her şeyi ve herkesi çıkarı uğruna kullanan, erdemsiz bir adamdır. Bu adamın yaptıklarından rahatsız olan biri ise ona takarak, onun başkalarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi, oynar onunla. Telefon kulübesi tek bir mekan içinde oluşturulan ve mesajı açısından da oldukça başarılı bir filmdi. Ayrıca açıktan düzen eleştirisi yapmadan, didaktik sloganlar atmadan, önermelerini getirmesi de sinema sanatı açısından filmi değerli kılıyordu.

Mustafa Altıoklar'ın Asansör filmi her ne kadar jeneriğinde, etkilendiği yapıtlar olarak Louis Malle'ın İdam Sehpası (Ascenseur Pour l'Echafaud 1957) isimli fılmini ve Henri FredericBlanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıkta Savaşı' romanını adres gösterse de, filmin asıl etkilenme mecrası olarak 1998 Yapımı olan Benoit Lamy'nin Vahşi Oyunlar (Combat de FauvesWild Games) isimli filmiyle Hollandalı yönetmen Dick Maas'ın 'The Uft'iyle de fena halde 'benzeşen', beylik deyişiyle medya eleştirisine soyunan bir fantezi (Çapan, Cumhuriyet, 03.12.1999).

4 Asansör kısmen başlangıcıyla, özellikle kullanılmayan bir apartmanın asansöründe mahsur kalan medyatik bir haber programcısının durumunu anlatmaya çalıştığı bölümlerde, umut veren bir sinemayla karşı karşıya olduğumuz duygusu uyandırıyor. Ama bu duygu bir bütüne yayılamadan filmin belli bölümlerinde yaratılan bir duygu olarak kalıyor ve özellikle adını andığımız Vahşi Oyunlar filmini seyrettiğinizde, Asansör'ün neredeyse onun birebir kopyası olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Vahşi Oyunlar'daki kendini beğenmiş reklamcının yerini, Altıoklar'ın filminde gemlenemez, saldırgan medyatik haber programcısı almış. Yalnız ve hasta bir kadının tezgahları zannedilen olayları ise, güya toplumcu bir avukatın düzenlediği finalinde anlaşılan filmde Altıoklar, durumlardan hareket edeceğine filmin finalinde müthiş toplumsal bilinçlendirmeler peşine düşüyor.

Altıoklar, Türk sinemasının fenomen yönetmenlerinden. Bazen kendini aşarak nitelikli işlere imza atar gibi görünse de, Asansör' de, Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirme atasözünü anımsatan bir işe imza atmış. Asansör filminin iki cephesi var. Her sanat yapıtında olduğu gibi öz ve biçim. Film başlangıçta daha önce yinelediğimiz gibi toplam bir başarı yaratır gibi görünse de, ilerledikçe tavsamaya başlıyor. Aslında filmin başlarında Can Şarman karakterinin tarzını anlatmak için kullanılan klip estetiğindeki görüntülerle, sonrasındaki dingin sinema dili çelişkiler oluşturuyor. Şüphesiz bir filmin dilini oluştururken onun en önemli yaratıcısı olan yönetmen, kimseye hesap vermeden özgürce yaratma şansını kullanabilir. Ama bu bir sinema kamerayı bulduklarını anons eder filmi, yani sanata ilişkin bir şey olduğunda ise hem ne yapıldığı hem de nasıl yapıldığı hakkında daha fazla tutarlılık beklenir. Filmde aslında sistemin tetikçisi olan bazı medya organlarının kullandığı bir televizyoncu olan Can Şarman karakterinin ve yandaşlarının yarattığı terörü önlemeyi kendine amaç edinmiş bir avukat olan Leyla'nın, amacına ulaşmak için bir fahişe, hasta ruhlu bir kadın olarak çizilmesi; bu bağlamda Arzu Yanardağ'ın oyunculuğuyla, cinselliği arasında sırat köprüsünde kalan zorunlu olup olmadığı tartışılabilir. Oyunculuk açısından özellikle Mustafa Uğurlu'nun öne çıktığını vurgulamak lazım. Uğurlu, Can Şarman karakterinde herkesi sıkıştırmaya alışmış, bu sayede sahip olduğu gücün verdiği yapay güvenle her şeyi yapabilme özgürlüğü olduğunu zanneden televizyon Yapımcısının saldırgan arsızlığını canlandırmada başarılı görünüyor. Diğer yandan Vahşi Oyunlar ise, özellikle Richard Bohringer ile Ute Lemper'in başarılı oyunculukları ile de Asansör' den ayrılıyor.

Altıoklar filmiyle özellikle günümüzde gemlenemez bir hal almış medyaya yönelik eleştirilerinde başlangıçta bir başarı tutturur gibi görünüyor. "Ancak yol açacağı sonuçları önemsemeksizin özel hayat saldırganlığı yapa gelen belli bır kısım medyaya sorumluluğunu anımsatmak ve dersini vermek amacıyla çevrilmiş bu filmin medya eleştirisi bağlamında çok sığ ve yüzeysel kalmaktan öteye geçemediği, yönetmeninin filmografisi bakımından da oldukça talihsiz bir fantezi olduğu açık seçik ortada... Havada kalan bir medya eleştirisiyle sarıp sarmalanmış hantal, zorlama ve yavan bir heyecangerilim denemesinden, uyduruk bir ''stil alıştırmasından öteye gidemeyen, genellikle tek mekanda ve iki karşıt karakter arasında geçen bu 'Asansör' fantezisİ... küçük bütçeli, uyduruk ve klostfofobik stil alıştırması kuşkusuz Altıoklar'ın en kötü filmi olarak ilan edilebilir şimdiden"... Altıoklar özellikle filmin sonunda gereksiz deşifreler ve anlamsız duyarlıklar kullanarak, gerçek ve gerçek üstü arasında gidip gelen oturmamış değinmelerle, zaman zaman sinemasal bir tat verebilecek Asansörü, ne yazık ki yükseltememiş. “Prof. Dr. AlimŞerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar a.g.e. syf, 194”


4 Asansör'e kötü derken neresinden bakacağınız çok önemli. Altıoklar hem yönetmen, hem proje sahibi, hem senarist olmaya yeltendiği, kısacası 'auteur' olmaya soyunduğu için kötü denebilir Asansör'e. Bu 'ne yardan, ne serden' vazgeçememe durumu, aynı anda hem popüler, hem de oturaklı, ciddi, sosyal içerikli film yapmaya, çabalamaya, komediye, absürde, psikolojik drama, 'sanat' sinemasına ve didaktizme aynı anda göz kırpmaya, kısaca tek taşla koca bir kuş neslini tüketmeye kalkışmaya yol açıyor. (Tuna Erdem, Radikal Cumartesi, 04 Aralık 1999) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 4. Cilt, syf,52”


4 Güncellikten yararlanan kimi espri, ayrıntı ve yan öykücüklerle uzattıkça uzatılmış senaryosu bir yana, sinematografisi bakımından kamera, müzik çalışması ya da oyunculuk açısından vasat altı bir TV dizisinin yüzeyselliğinde seyreden iletişim ahlakına ilişkin bu Asansör, hasılat rekorları kırmış “İstanbul Kanatlarımın Altında” ve “Ağır Roman” gibi baş yapıt olmasa da sözü edilir filmlerinden sonra yönetmen Altıoklar'ın filmografisinde tam bir düşüşü örnekliyor son tahlilde (Sungu Çapan, Cumhuriyet G. 3 Aralık 1999) “2413”

 4 Sanal alemde tanıştığı kadının dairesine giderken asansörde sıkışıp kalan şöhret sahibi televizyoncunun dramı ve asansör iki kat arasında kaldığında hep bacaklarından başlayarak seyretmek zorunda kaldığımız küçük köpekli sahte sarışının komedisi, buram buram taklit kokan 'kameralı katille' vb.de katılarak, olur ama bu kadarı da olmaz dedirten biçimde manasız bir finale doğru sürükleniyor. (Tunca Arslan, Radikal G, 30 Kasım 1999) “2414”

4 Eski bir binanın (dıştan görünümü tam Pera Palas'ın karşısındaki binaydı) asansöründe mahsur kalan, daha doğrusu güzel ve gizemli bir kadın tarafından orada tutsak alınan bir adamın, ünlü bir TV Yapımcısının hikayesi…

Başına gelenin ne olduğunu bir türlü kavrayamayan kahramanımız, asansörün içinde kapalı olarak tam dört gün geçiriyor. Kadınla ilişkileri ise tehditten yalvarmaya, arzu duymaktan nefrete çeşitli aşamalardan geçiyor. Olup bitenin, vaktiyle yaptığı bir TV programının yarattığı trajik bir olayın intikamı olduğunu anlaması ise gecikmiyor..


Mustafa Altıoklar, kim ne derse desin yetenekli bir yönetmen. “Denize Hançer Düştü”den başlayıp “İstanbul Kanatlarımın Altındave “Ağır Roman”dan geçen sinema serüvenindeki her film, tam bir başarı olmasa bile parlak sinemasal anlar, coşkulu bir anlatım ve görkemli bir kamera egemenliği içeriyordu.


Asansör de aynı yolu izliyor. Yönetmen, çok modem bir kurguyla, kısıtlı bir mekanı oldukça iyi kullanımıyla ve yer yer belirgin sinema duygusuyla, filmini bir yere dek götürüyor. Ancak bir Fransız romanından (ve ondan yapılmış filmden) esinlendiği belirtilen film, yeterince doyurmuyor. Hele o sözüm ona medya eleştirisi, yakın zamanların Zoraki Kahraman, Çılgın Şehir, Truman Show gibi filmlerinden sonra, çok güdük kaçıyor. Oyuncular ellerinden geleni yapıyor, ama filmi kurtaramıyorlar. Ben kendi adıma Altıoklar'ın açık yeteneğini daha iyi hikayelerde ve daha sağlam oluşturulmuş projelerde kullanmasını bekliyorum. Hele "işgal altındaki İstanbul'da futbol maçı" konulu o beklenen öyküsünü bir çekebilse.



[1] Henri Frederie-Blanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıktaki Savaşı' adlı romanıyla, Benoit Lamy'in yönettiği "Wild Games" adlı filminden ve Asansörün konu edildiği birçok eserden yararlanılmıştır“


 

ARTIK DÜN YOK (1999)


Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Kadir Albayrak, Görüntü Yönetmeni: Vedat Karadeniz, Yapım: As Film/Mehmet Aksu


Oyuncular: Cafer Yıldız, Murat Soydan, Meltem Berent, Cemal Gençer, İncilay Özdemir, Arif Şentürk, Güneş Olcay, Engin Aks


Konu: Tutucu bir ailenin dramatik yaşam öyküsü. Ardı ardına gelen felaketlu, Aydın Poyraz, Kadir Albayrak, Enver Dönmez, Faruk Savun, İbrahim Özkaya, Filiz Gül, Küçük Fırat, Mustafa Gülener sonucu ailenin acı çöküşü.

 

ABUZER KADAYIF (1999) 


Yönetmen:
Tunç Başaran, Senaryo: Kandemir Konduk Görüntü Yönetmeni: Ali Utku, Müzik: Özkan Turgay, Yapım: Replik Film Ajans/ Hüseyin Apaydın Reji Asistanı: Ahmet Küçükkayalı, Yönetmen Asistanları: Güliz Pilge, Işıl Karpıuzoğlu, Tuncay Uğurlu, Ayşin Gencer, Kamera Asistanları: Barış Işık, Cüneyt Denizer Halil Çekiç, Yardımcı kameramanlar: Aydoğan Yıldız, Feza Çağlayan, Mahmut Yumuşak, Yrd. Kamera Asistanları: Aras Demiray, Özgür Eken, Alper Derli, Dolby Ekibi: Ufuk Kayar, Mustafa Arslan, Hakan Yamaç, Murat Kırbaş, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Işık Şefi: Nezir Yücel, Genel Koordinasyon: Sevda Aktolga, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Ses Seçenler: Cemil Kıvanç, Ses Kayıt: Serter Alkaya, Boom Operatörü: Evran Munikoğlu, Sanat Ekibi: Emine Kara, Güvendi, Elif Onur, Yapım Yardımcısı: Selma Kocaoğlu, Genel Koordinatör: Sevda Aktolga, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Ekibi: Berzan Yücel, Şeyhmuş, Gencan, Emin Baş, Korhan Aysan, Hamit Paksoy, Özgür Yücel, Makyaj: Cüneyt Ballı, Özlem Karadayı, Kuaför: Stüdio Kuaför Salonları, Kuaför Asistanı: Erkan Doğu, Set Amiri: Sonay Kanat, Set Ekibi: Barış Gürteyen, Orhan Özde, Demet Yeşibaş, Basın Danışmanı: Tayfun Omay, Set Fotoğrafçısı: Barış Bil, Montaj: Nevzat Dişiaçık, Ses Edit Teknisyeni: Suat Yılmaz, Hasan Şakacı, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Lale Cerrahoğlu, Renk Analiz: Adnan Şahin, Baskı: Zekeriya Şahin, Yapım Koordinatörü: Veli Selman, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Tonmaster: Okan Doğu, Ses Edit: Tarık Ceran, Aranjör: Özkan Turgay, Vokaller: Nilay Alsan, Ayda Özattar, Ayten Birgör, Ney: Eyüp Hamiş, Kanun: Halil Karaduman, Bağlama: Çetin Akdeniz, Kemanlar: Özcan Şenyaylar, Erdoğan Şenyaylar, Tarık Kemancı, Sami Büyükçınar, Murat Sakaryalı, Viola: Cüneyt Coşkuner, Çello: Murat Süngü, Jenerik Tasarım: Özkan Sevinç, Grafik: Evşan Yiğit, Yapım yardımcıları: Selma Koçoğlu, Rita Palancı, Prodüksiyon Amiri: Nuhittin Ayan,

 Oyuncular: Metin Akpınar (Abuzer Kadayıf (Ersin Balkan), Sibel Turnagöl (Ece), Talat Bulut (Abdo), Özlem Savaş, Şebnem Özinal, Sibel Gökçe, Aziz Üstel, Cenk Koray, Savaş Dinçel, Ebru Destan, Melda Arat, Almira Uluer, Cengiz Sezici, Metin Aslan, Mazlum Kiper, Yaman Tüzcet, Osman Gidişoğlu, Macit Sonkan, Şemsettin Terlan, Canan Akgül, Caner Mertkan, Devin Özgür Çınar, Bora Sivri, Goncagül Sunar, Ayten Soykök, Muhlis Asan, Yalçın Gülhan, Günay Karacaoğlu, Binnur Kaya, Erdinç Dinçer, Nedim Doğan, Burhan İnce, Yaşar Akın, Tolga Öztürk, Erol Kasapoğlu, Teoman Mermutlu, Aybanu Aykut, Yeşim Alıç, Ümit Yesin, Burhan İnce, Teoman Mermult, Nesrin Akkoç, Kenan Bal, Binnur Kaya, Günay karacaoğlu, Ayla Oranlı, Yüksel Arıcı, Ayhan Önem, Leyla Öztürk, Mert Şengül, Ömer Faruk İPİGİL, Sedat Demir, Emine Şans Umar, Nuran Duru, Ayla Ünsal, Aybanu ertsiz, Pelin Keskin, Ebru Vardal, Özgür Güveloğlu, Tekin Temel, Gökhan Soylu, Metin Yıldırım, Mustafa Turan, Hüseyin Karadayı, Erol kasapoğlu, Serdar Özkan, Ruşen Altınok, Rüştü Yavuz, Tolga Öztürk, Ayhan Mutlu, Nedim Doğan, Özdemir Ülker, Çetin Anlıoğlu, Caner Gül, Mesut Akavioğlu, Serkan Çelik, Alp Derilgen, Ergin Kuru, Yusuf Çatalbaş, İrfan Balkan, Erdinç Dinçer, Ahmet Yüksel Or, Türkan Kılıç, Şemsettin Tarlan, Bora Sivri, Yaman Tüzcet, Erkan Tokmak ve Ekibi, Yaşar Akın, Serkan Çayıroğlu, Mehmet Hakter Balaban,

 KONU: Şöhretli arabesk şarkıcısı Abuzer, çalıştığı lüks gazinoda sahneye çıkmak üzeredir. Gazinonun lobisinde Abuzer'le daha önce Sakız gazinosunda çalıştığını iddia eden Ceyda Canses'i korumalar Abuzer'in yanına sokmaz. Abuzer sahneye çıkmak için lobide göründüğünde ortalık karışır. Kendileri için bir konser vermesini isteyenlerden, onu görebilmek, imzasını alabilmek için gelenlerle dolmuştur gazinonun lobisi. Abuzer'in şöhret olmasında Abdo isimli menajerinin büyük etkisi vardır. Abdo'nun Abuzer'e verdiği öğütler, günümüzün yükselen değerlerinin bir özeti gibidir. Abuzer müziğin başlamasıyla seyircinin tezahürattan yıktığı sahneye çıkar. Abdo'nun verdiği talimatlar çerçevesinde şarkı söylerken, seyircinin nabzını elinde tutmaktadır. Abuzer gazino çıkışında arabasıyla gitmek üzereyken, genç bir gazeteci kız zorla arabaya binerek Abuzer'le röportaj yapma fırsatını bulur. Hem Abuzer, hem de Abdo,

Abuzer'in yükseliş öyküsünü gazeteci kıza anlatmaya başlarlar. Yolda arabadan inen gazeteci kız gazetesini arayarak bombayı patlatır: Abuzer'in Ceyda isimli bir sevgilisi vardır. Abuzer evine döndükten sonra gerçek kimliğine bürünür. Aslında Abuzer Kadayıf, Ersin Balkan isimli bir üniversite profesörüdür ve bir amaç için Abuzer kimliğine bürünmüştür. Profesör Ersin'in projesi, arabesk şarkıcılığından kazandığı parayla kimsesiz, tinerci çocuklara bir barınma merkezi yapmaktır. Bunu yapmak istemesinin nedeni ise, bir gece alt geçitte eşiyle yürürlerken eşinin tinerciler tarafından bıçaklanarak öldürülmesidir. Bu arada Ersin'in sevgilisi olan doktor Ece, onu akşamları görememekten şikayet etmektedir. Nazmi isimli bir gazinocu ve mafya babası Abuzer'i Fuat isimli bir adamla tanıştırıp, onların derneği için ücretsiz bir konser vermesini ister. Abuzer istemese de kabul etmek zorunda kalmıştır. Abuzer, Çerçöp Toplama Derneği'nin yararına bir gecede sahneye çıkar. Yaşlıca iki demek üyesi Abuzer konser verirken eskiden demek gecelerin de tango, klasik müzik çalındığını konuşmaktadırlar. Gece sırasında Sema isimli fettan bir kadın, Abuzer'i kafaya takmış ve onunla aynı gece ilişki kurmuştur. Bu arada Abuzer'e bir reklam firması büyük para karşılığında reklamda oynamasını teklif etmiştir. Abuzer reklamcılarla para konusunda yaptığı pazarlıkların tersi niteliğinde görüşlerini, sınıf ta öğrencilerine anlatmaktadır. Nazmi adamlarını 500 bin dolar haraç vermesi için Abuzer' e gönderir. Abuzer teklifi reddeder. Nazmi'nin adamı Abuzer'i ölümle tehdit eder. Abuzer tehditten çekinmiş ve Nazmi'ye Abdo aracılığıyla 300 bin dolar göndermiştir. Bir siyasi partinin temsilcileri, Abuzer'in partilerine destek vermesi için komiser Hayrettin'den yardım ister Hayrettin, Nazmi aracılığıyla Abuzer'le bir görüşme ayarlar.

 Abuzer, Nazmi'yi telefonla arayarak siyasete girmeyeceğini söyler. Abuzer talk show'da yapmaya başlamıştır. Nazmi, Hayrettin'in isteğini yerine getiremediğinden ve Abuzer'in kendisini zor duruma soktuğunu düşündüğünden Abuzer'i vurdurmaya karar verir. Gazino çıkışında Abuzer' e ateş açılır ama onu korumaya çalışan Abdo vurulur. Ece ise daha önce Abdo'yla tanıştığından. dolayı televizyonda seyrederken, Abuzer'in aslında Ersin olduğunu anlar. Abdo'yu ziyarete gelen Ece'yi, Abuzer sokak çocuklarının olduğu yere götürerek bu işleri niye yaptığını anlatır. Abuzer sonunda başbakanında katıldığı bir törenle Tinerci çocuklar barınma merkezinin açılışını yapar. Ersin, Abuzer kimliğini terk etmek istemesine karşın gerek Abdo'nun önüne koyduğu anlaşmalar, gerekse de kişiliğindeki kırılmadan dolayı gerçek kimliğine dönemez. Bu arada sistem elbirliğiyle sürekli Abuzer'in peşinde dolaşan yeteneksiz bir genci, Mahmut Künefe ismiyle Milenium çocuğu olarak lanse etmiştir. (2401)

 Ödül:

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde

► “Talat Bulut” En İyi Yardımcı Oyuncu

 

& Türkiye almış başını bir yerlere gidiyor. Kıpır kıpır ekonomisiyle, düşmeyen enflasyonuyla, demokratik toplum olma savaşımıyla, gitgide artan gelir dağılımı eşitsizliğiyle, durmayan göçüyle, globalleşme ile kendi kabuğuna çekilme arasındaki sıkışıp kalmışlığıyla ve daha sayısız olgusu, çelişkisi ve kavram kargaşasıyla... Bu arada medya da almış başını gidiyor. Özellikle bol kanallı televizyonculuğumuz bir alem... Ekranı her akşam aynı sırayla birbirini izleyen görüntüler alıyor. Önce tozlu Yeşilçam filmlerinde geçmiş duyarlılıklar gıdıklanıyor, sonra bol haberler veriliyor. Sonra da bol mankenli yerli dizilerin yapay duygusallığına ya da yeni usul 'talkshow'cuların laf ebeliğine sığınılıyor...

Kandemir Konduk, medya eleştirisine soyunmuş bir yazar. Bu kez, bir çok ünlü türkücü arabeskçiden esinlendiği açık Abuzer Kadayıf kimliğini karşımıza getiriyor. Abuzer, toplumda yarattığı fırtına, peşinde dolaşan medya ordusu, siyasetten mafyaya, sosyeteden spora çeşitli ilişkileri, Doğulu şivesiyle her konuda ahkam kesmesi ve başka şeyleriyle, bu çağdaş medya idollerinin bir izdüşümü. kuşkusuz ki gerçekçi değil, fanteziye daha yakın. Ama adına hiciv ya da mizah dediğimiz şey zaten gerçeklerin deformasyonuna ve abartılmasına dayanmaz mı?

Tunç Başaran, bu temelde çok ilginç hikayeyi anlatırken yer yer tutuk. Örneğin Abuzer'in ikinci kişiliği olan sosyoloji profesörü Ersin Balkan'ın doktor sevgilisi Ece'ye tinerci çocukları gösterdiği sahne... Ve de Abuzer ile Balkan'ın kırık bir ayna çevresindeki diyalogları. Çok güzel ve etkili olabilecek bu sahneler, şematik ve kaba duruyor. Ama öte yandan, aslında çok daha zor gözüken birçok çekim daha başarılı. Özellikle Abuzer'in konserleri ve seyircisiyle ilişkileri. Ve bir de o nefis 'talkshow'... Bu bölümün TV ve magazin anlayışımıza getirdiği keskin alay, sanırım uzun süre konuşulacak. Ve her talkshow izlediğimizde bu sahneyi hatırlayıp içten içe güleceğiz.

Ve sonunda, bu modern Dr. JekyllBay Hyde çekişmesini elbette Abuzer kazanıyor. Yükselen değerlerin dışına çıkmak mümkün değil çünkü... Zaten eğer Ersin Balkan da kazansaydı fark etmezdi. Çünkü köşe başında Mahmut Künefe kimliğinde bekleyen yeni Abuzer'ler çok!...

Metin Akpınar, Talat Bulut ve Sibel Turnagöl çok iyi oynuyorlar. Akpınar'ın kasetini beklerken, kilolarına dikkat çekmeyi bir kez daha görev bilelim!... Birçok filminde olduğu gibi burada da fıziğini tümüyle değiştirerek yaman bir kompozisyon çizen Talat Bulut'a özel bir övgü. Abuzer’i görüp fantezi yoluyla anlattığı önemli gerçekler üzerinde durmaya değer… “Atilla Dorsay “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” Syf:31

4 Türk sinemasında, Sinemacılar Dönemi'nin orta kuşağını temsil eden Tunç Başaran, sahip olduğu değerlerin, inandığı yaşam tarzının hızlı bir şekile yok olup gitmesinin ağıdını, yeni bir yüzyılın başlangıcında, Abuzer Kadayıf isimli bol şarkılı, türkülü, çiğ köfteli, rakılı bir fon içinde günümüzde ülkemizi teslim alan, hoyrat varoş kültürünün eleştirisine dönüştürmüş. Yönetmen Tunç Başaran, filmi hakkında "Abuzer Kadayıf, gerçekten Türkiye'nin Türküsü diyebileceğimiz bir film oldu. Toplumun değişik katmanlarının nasıl yozlaştığı, yozlaşmalara nasıl destek verildiği anlatılıyor. Filmi seyredenler baştan sona kadar gülüp sonunda dehşete düşeceklerdir. Filmin bu bağlamda nasıl bir yerde yaşıyoruz, gerçekten bunlar yaşanıyor mu sorularını sorduracak bir film olduğu kanısındayım" diyerek görüşlerini belirtmiş (Göreci, Cumhuriyet, 13.08.2000)

4 Filmin daha seyircisiyle buluşmadan mahkemelik olduğunu da anımsatmak gerekebilir. Arabesk müzik sanatçısı İbrahim Tatlıses, onun kendi yaşam öyküsünü anlattığını iddia ederek filmin dağıtımını durdurmak için mahkemeye başvurdu. Tatlıses, Kandemir Konduk'un yazdığı filmde başrolün önce kendisine teklif edildiğini ve film için kendisinden izin alınmadığını söyledi. Filmin şahıslardan değil, kültürel yozlaşmadan bahsettiğini belirten Kandemir Konduk ise, "Sanat adına yaşanan sosyal yozlaşmayı, bayalığı, adiliği anlatmayı hedefledim. Şahıslar benim hedefim değil" derken, Tunç Başaran ise "ısrarla bu filmin hikayesinin Tatlıses'le hiçbir ilgisinin olmadığım söylüyorum. Polemiğe girmek istemiyorum" dedi. (İbrahim Altuntaş / Duygu, Milliyet, 20.09.2000)

4  Başaran önceki filmleriyle de, kendince ayrıksı bir çizgi tutturan, arayışını bitirmemiş bir yönetmen olarak hafızalara kazınmıştır. Tunç Başaran anlatmak istediği öyküyü ve iletmek istediği mesajları etkili kılabilmek için son derece kontrast iki toplumsal statü ve sınıfın, farklı iki ruh, kültür, zeka, insanlık ve espri anlayışına sahip insan tiplerini tek insanda toplayarak şizofrenik bir karakter yaratmış. Toplumumuzda uzunca bir süredir uç Vermiş dönüşümlerin de etkisiyle kitlesel histerinin kasıp kavurduğu bir cangılı da böylesi iki kontrast kimliğin çatışmasında yorumlamaktan daha etkili bir yol olamayabilirdi. Aslında Başaran sinemayı iyi bilen, deneyimli bir sanatçı. Fakat Abuzer Kadayıf'ta didaktizmi, slogancılığı özellikle üslup haline getirmiş. Günümüzün argo deyimiyle, Başaran sorunlara damardan girmiş. Her ne kadar böylesi bir sinemasal anlatım (üslup) oldukça grotesk bir etki uyandırsa da, filmin içeriğinde oluşan kitlesel histeri ve onun beğeni düzeyi de belki inceltilmiş bir hikaye anlatımıyla buluşmayabilirdi. "Abuzer Kadayıf'ta yönetmen Tunç Başaran kendini geri plana çekmiş sanki. Sinematografiden çok S, daha doğrusu diyaloglar dolayısıyla oyuncular öne çıkıyor" (Alin Taşçıyan, Milliyet, 06.10.2000).

4 Filmde arabesk kültürün ortalığı kasıp kavurmasından, tinerci sokak çocuklarına, devlet, mafya ve ticaret üçgeninde gelişen ve yozlaşmayı hızlandıran koşullara, gerçek gelişmeyi sağlayabilecek koşulların oluşmasına halkın vurdum duymazlığı ve kayıtsızlığına kadar bir dizi sorun ele alınıyor. Abuzer Kadayıf'da, filmin başrol oyuncusu Metin Akpınar'da Tunç Başaran'la açık bir uzlaşma içinde görünerek sanki son filminde oynarcasına bir karakteri canlandırmadan öte, kendi inandıklarımda adeta haykırırcasına dışa vuran bir oyunculuk Çıkartmış. Filmin başından sonuna kadar, Abuzer Kadayıf'ın kişiliğinde benzer süreçleri yaşamış olan İbrahim Tatlıses'in yaşamına göndermeler olduğunu hissettiren film, Abuzer'in, profesör Ersin Balkan'la karışmış kişiliğinin etkisiyle her ortamda, gazinoda, televizyonda ve medyanın olduğu her yerde toplumsal eleştiriler yapmaya soyunuyor. "Abuzer Kadayıf, basit bazı oyunlar kurarak aslında izleyiciye bir ders vermeye çalışıyor. Bunu yaparken de ölçüyü kaçırıyor ve izleyiciyi adeta aptal yerine koyuyor. Doğu, Güneydoğu kökenli şarkıcıların niçin toplumda etkin olduğunu anlatıyor. Fakat bunu izleyicinin kafasına vura vura yapıyor. İzleyiciyi hiçbir şey bilmez kabul ederek adım atıyor" (Kahraman, Radikal, 28.09.2000).

4Sinema sanatının ruhuna aykırı olarak, çoğu söylev şeklinde gelişen bu eleştiriler bir süre sonra tekrara düşerek etkisini azaltsa da, sanırım Tunç Başaran halkın hoşuna gidecek bir öykü anlatırken, aynı zamanda halk kavramım onun beğeni düzeyiyle sorguluyor. Filmi seyrederken zaman zaman acı acı düşünmeden kendinizi alamıyorsunuz. Günümüzde toplumsal yaşamımızdaki yozlaşma, paranın tek değer haline gelmesi, insani ilişkilerin yok olması gibi sorunları düşünürken, bunları oluşturan nedenleri ve kitlesel histerinin gücünü filmin paralelinde hissediyorsunuz. "Abuzer Kadayıf baştan sona, Türkiye'nin 30 yılım şekillendiren birçok sosyolojik, kültürel, politik olguya şöyle bir değinen, sorun diye getirdiği olaylara son derece yüzeysel eğilip tercihini çeşitli skeçlerle 'tribüne oynamaktan' yana koyan bir deneme" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 04.10.2000 )


FİLMİ İZLE 



 

 



1999 YILINDA GÖSTERİME 

GİREN FİLMLER




 

ZEHİR (1998) 


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Ufuk Film/ Yener Yılmazoğlu


Oyuncular: Alev Soylu, Ekin, Gönül Konduk, Halit Arkan, Zafer Öner, Songül Gülden, Cesur Yılmaz, Armağan Gani, Murat Masat, Emin Çalışkan, Meltem Demirci, Adnan Zaman, Faruk Savun

Konu: Evini terk etmiş beyaz zehir bağımlısı bir kadınla, onu kaçırıp hayata bağlamaya çalışan bir romancının öyküsü.

NOT :1998 yılında “Bir Gönül Yangını” ve “Zehir” filmlerini çeken Oğuz Gözen’in bu iki filmi, ayrı ayrı seyredildiğinde müstakil, ardı ardına seyredildiğinde ise birbirlerinin devamı niteliğini taşımaktadır. Ancak çekilen bu iki filmlerden artan fazla çekilen negatifler mevcuttur. Her iki filmden de parçalar alınarak ve Ekin’e bir iki fazla sahneler de çektirilerek yeni bir film ortaya çıkartılır bu filme de “İçim Yanıyor” adı verilir. (Oğuz Gözen, “Bir Yeşilçam Masalı”)

 

YAŞAMA HAKKI (1998) 


Senaryo ve Yönetmen:
Nurettin Özel, Görüntü Yönetmeni: Ali Utku, Müzik: Tuluyhan Uğurlu, Yapım: Esra Film/ Hüseyin Türk Yıldırım Kurgu: Ayhan Eryüksel, Mevlût Koçak, Sanat Yönetmeni: Güler Işık, Kamera Asistanı: Barış Işık, Işık Asistanı: Özgür Yücel, Set Amiri: Ertan Sımsıkı,

Oyuncular: Filiz Taçbaş, Yalçın Dümer, Jale Yücel, Erol Taş, Fikret Hakan, Kâmil Yılmaz, Enes Özel, Hilal Kansu, Saffet Yurtsever

Konu: Anne, baba, büyükbaba ve iki çocuktan oluşan mutlu bir aile... Baba arkeolog, anne hemşire... Her ikisi de entellektüel birikimleri olan, mesleklerini ideal edinmiş insanlar... Birbirine karşı son derece saygılı ve güçlü bir sevgi bağıyla bağlı... Mutlu ve huzurlu geçen günlerin ardından Zuhal'in (anne) yeniden hamile kalmasıyla çalkantılar ve çatışmalar başlar. Ama karı koca arasındaki bu çatışmalar hiçbir zaman aralarındaki sevgi bağını kopartabilecek şiddete gelmez. Zuhal çocuğu dünyaya getirmek istemez. O'na göre üçüncü bir çocuk zamanı ve ilgiyi üçe bölecektir.

Zuhal köylere yapılan aşı kampanyalarına gönüllü olarak katılmaktadır. Çocuğu dünyaya getirmesi onun bu gibi aktivitelerden uzak kalmasına neden olacaktır. Zuhal'ın aksine kocası Ali Osman, üçüncü çocuklarının dünyaya gelmesini şiddetle arzulamaktadır. Ali Osman, ana rahmine düşmüş bu çocuğun artık yaşama hakkını elde etmiş bir insan olduğunu düşünmektedir. Ali Osman'a göre artık bu hakkı onun elinden kimse alamaz . Zuhal kararlıdır. Çocuğu aldıracaktır. Aynı gün çocuklarında okul gezisi vardır. Zuhal onları otobüse bindirip yolcu ettikten sonra hastaneye gidip kürtaj masasına yatar. Fakat her şey yolunda gitmez. Cenin alınırken rahim delinir ve başlayan kanama durdurulamayınca doktorlar rahmi almak zorunda kalır. Müdahale bittikten sonra hastane odasına alınan Zuhal'in yanına son anda durumu öğrenen Ali Osman da gelir. Bu arada hastane koridorlarında bir koşuşturma başlar. Acil çağrılar yapılır. Gezi otobüsü kaza yapmıştır ve bu kazanın sonucunda Zuhal ve Ali Osman'ın iki çocuğu da ölmüştür.

 

* Yaşama Hakkı" öncelikle temiz işçiliği dışında dikkat çeken bir film değil. Yaşama Hakkı, bir kaç oyuncu haricinde, vasat sayılabilecek oyunculuğu ve tek düze sinema diliyle hakkında görüş öne sürebilmek açısından parlak sinyaller veren bir film de değil. Film kendi içinde Türk sinemasının geleneksel anlayışları (oyunculuk, mizansen, mekan kullanımı vb.) içinde gelişir gibi görünürken, aslında mesajını modem tanımlaması içine giren sosyal tabakanın insanlarının üzerinden yol alarak vermeye çalışıyor. Yani klasik deyimiyle sol gösterirken sağ vuruyor. Geçmişin Milli Sinema anlayışının izinde, ama söylemek istediğini, mesajını daha ustaca, didaktizme kaçmadan ve keskin sloganlar üretmeden gündeme getiren bir film Yaşama Hakkı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, Cumhuriyetin hedeflediği çağdaş uygarlık seviyesine karşın, ülkemizde homojen bir insan kitlesi, üzerinde toplumsal mutabakatta uzlaşılabilen bir süreç ne yazık ki henüz oluşamadı; yakın gelecekte de oluşması zor görünüyor. Yaşama Hakkı filmiyle ilgili görüş oluştururken, laikçi bir tavırla filmi mahkum etmek değil amacımız. Ama film, dinsel söylem aracılığıyla kendisine aktarılanlardan sorgulamadan etkilenebilecek kitleler açısından gerici ve tehlikeli mesajlar içeriyor. Bu mesajı da köylü kurnazlığının arkasına gizlenerek gerçekleştirme peşinde. Filmde daha muhafazakar eğilimlere sahip olabilecek bir tabandan gelen hemşire Zuhal, son derece modem görüntülü, feminist bakış açısına sahipmiş gibi işlenirken; bir arkeolog olan ve genelde daha akılcı ve çağdaş düşünmesi beklenen kocası Ali Osman ise daha gelenekçi ve kaderci bir anlayışın temsilcisi olarak yansıtılıyor. Ülkemizin erkek egemen yapısı ve İslam dininin koşulları gereği olarak bile, filmde ele alınan kadın karakter, geleneklere boyun eğen, kocasına karşı çıkmayan ve kocasının ailesi tarafından da ezilen biri olarak işlenmiyor. Diğer yandan ülkemizin neredeyse yarısından çoğunda hüküm süren "allah rızkını verir" yaklaşımı bu filmin içinde öncelikle ön plana çıkarılmıyor. Yönetmen Nurettin Özel, kendince kurnazlık yaparak dine, aile gelenekleri bağlamında yaklaşan ama daha mesafeli duran insanların yaşamından yola çıkarak "allah affetmedi" fikrini onların da kafasında oluşturup, dolayısıyla kollektif bilinçaltına allah korkusu salarak, taraftar kitlesini arttırmaya çalışıyor. Aslında daha açık söylemek gerekirse, kaba bir şekilde din ve kadercilik propagandası yapıyor. Makul koşullarda yaşayan ve iki çocuğu olan hemşire Zuhal, istemediği bir hamilelik vuku bulduğunda diğer çocuklarını daha iyi yetiştirebilmek için onu aldırdığında "allah affetmedi" gerekçesiyle cezalandırılıyor. Bu ceza ise gerçektenden de vicdansız ve hiç inandırıcı olmayan, salt yönetmenin amacını gerçekleştirmek için yapay olarak hazırlanmış bir trafik kazası aracılığıyla, genç kadının diğer çocuklarının da ölümü şeklinde gerçekleşiyor.

Nurettin Özel yaşamı aklıyla değil, salt inanç boyutunda yaşayan insanlara mesaj vererek, onların da bakamayacağı çocuklar dünyaya getirmelerini özendiriyor. Hemşire Zuhal, üçüncü çocuğunu iyi yetiştiremeyeceği gerekçesiyle aldırmak yerine doğurmuş olsa "cennette yaşayacakken"; akılcı davranıp koşullarına göre hareket ettiği için bu dünyada cehennem azabı içinde yaşamaya mahkum ediliyor. Yaşama Hakkı, başta da belirttiğimiz gibi temiz işçiliği dışında yaptığı zararlı propaganda ve inandırıcı olmayan dünyasıyla, ülkemizde mağdur olduğunu iddia eden bir gurup inançlı kesim temsilcisinin dünya görüşünü ve hedeflerini anlayabilmemiz adına da önemli ipuçlarını içinde barındıran bir film olarak dikkati çekiyor. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 186”