Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

ASANSÖR (1999) 


Senaryo ve Yönetmen: Mustafa Altıoklar, ([1]) Görüntü Yönetmeni: Ömer Faruk Sorak, Müzik: Erkin Arslan, Yapım: Arzu Film /Ferdi Eğilmez Negatif Film/Mustafa Altıoklar Özen Film/Mehmet Soyarslan) ortak Yapımı.

Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mustafa Preşava, Kostüm Tasarım: Esin Maraşlıoğlu, Yapım Yönetmeni: Attila Kenar, Focus Puller: Alper Derli, Işık Şefi: Nezir Yücel, Berzan Yücel, Asistan: Emin Baş, Özgür Yücel, Ses Kurgu: Ulaş Ağçe

Oyuncular: Mustafa Uğurlu (Can), Arzu Yanardağ (Savcı), Demet Şener (Hemşire Nurcan), Emre Altıığ (Metin), Funda Barın (Devrim), Cem Özer (Cem), Burak Sergen (Hastane basan adam), Hakan Aygün (Hakan), Engin Ardıç (Engin), Naci Taşdoğan (Hırsız), Savaş Özdemir (Hırsız)

Konu: Hemşire Nurcan, araştırmacı gazeteci sıfatıyla, aşığıyla öpüşmesini haber yapan muhabire saldırır ve muhabirin çalıştığı Kanal Klas'da Can Şarman isimli haber programı Yapımcısının programına katılmayı kabul eder. Can Şarman program sırasında, Nucan'a gerçek olmayan şeyleri söyletmeye çalışmaktadır. Programdan sonra bir gün, Nurcan'ın kocası hastaneyi basar ve Nurcan'ı öldürerek intihar eder. Olayın üzerinden bir yıl geçmiştir. Can Şarman, spor arabasıyla bir apartmana gelir, bu esnada asistanlarına telefonda hakaret etmektedir. Can Şarman'ın kanalı reytinglerde yine birinci sırada görünmektedir. Can Şarman, internette tanıştığı bir kadınla buluşmak için geldiği apartmanda asansörde kalır. Yardım çağrılarına kimse yanıt vermez. Paniğe kapılan Can Şarman bağırırken asansörün kaldığı kattaki bir odadan çıkan sarışın bir kadın ona neden bağırdığını sorar. Can Şarman kadına kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Apartmanda kadından başka kimse oturmamaktadır. Can Şarman onun internetten bulduğu kadın ister. Kadın ve olduğunu anlar. Kadın Can'a bir fener verir ve işi olduğunu söyleyerek dışarı çıkar ve Can Şarman'ın arabasının plakasını değiştirerek üstünü örter. Çaresiz kalan Can Şarman, telefonunu kapsama alanı içine sokmak için aşağı sarkıtır fakat telefonu düşürür. Uyuyakalan Can Şarman içeri giren ve saatli bomba bırakan bir genci fark etmez. Can'ın haleti ruhiyesi bozulmaya başlamış ve kendisiyle hesaplaşmaya girişmiştir. Kadın ertesi gün gelerek adamdan özür diler ve sıkışan adama lazımlık verir. Kadın içeri girdiğinde peruğunu çıkarır ve bomba koyan ama aslında kendisi için çalışan adamlara Can Şarman'la ilgili yaptıkları kayıtları göstermesini adamlar Can Şarman'ın kurtulma planları yapmasını gizli kameralar aracılığıyla seyretmektedir. Kadın akşam olduğunda dışarıya bir televizyon koyarak gider. Kadın geri döndüğünde Can Şarman'ın köpeğinin boynuna taktığı kemere sinirlenir. Köpek adamın elini ısırmıştır. Kadın onun eline pansuman yapar. O esnada televizyonda Loise Malle'in Asansör filmi oynamaktadır. Can Şarman bu arada kadına fıkralar anlatmaya başlar. Kadın sıkılıp evine girer. Televizyonu seyretmekte olan Can Şarman, katılamadığı taIk show programını seyretmektedir. Programa bağlanan Can'ın asistanı Metin, talk show Yapımcısı Cem'i, Can Şarman'ın kaybolduğuna ikna edemez. Üçüncü gün kadın sabahleyin adama kahvaltı getirir ve lazımlığını alır. Can' a akşam onunla baş başa bir Çin restoranında yemek yiyeceğini söyler. Bu arada Can Şarman kadının bıraktığı telefondan önce kanalı arar, telefonuna cevap alamayınca 155 polis imdatı arar fakat adresi bilmediği için doğru bilgiyi veremez. O sırada geri gelen kadın telefonunu alır. Bu arada Can Şarman'ın asistanları onun kaybolmasını haber yapmaktadırlar. Kadın geri geldiğinde, Can Şarman'a kocasına ait olduğunu söylediği elbiseler verir. Kadın hazırladığı bir masayı evden çıkarıp asansörün önüne getirir. Menü kızarmış tavuk ve patatesle beyaz şaraptan oluşmaktadır. Can kadına gördüğü bir rüyayı anlatmaya başlar. Adam rüyayı anlatırken zaman zaman sanrılar görmektedir. Kendini kontrol edemeyen Can kadına bağırmaya başlar. Eve giren kadın Can'ı gizli kameradan izlerken, Can birden gök gürültüsü ve şimşeklerden paniğe kapılmıştır. Asansörün altındaki kapaktan dışarı çıkıp kordonlardan inmeye çalışırken kadın asansörü harekete geçirir. Can korkuyla yeniden asansöre tırmanır. Can Klas TV'nin hazırladığı bir programda kendisini mahpus tutanın aslında avukat Leyla Yücel olduğunu anlar. Kadın evdeki diğer iki kişiyle birlikte gerçek kimliğiyle Can'la vedalaşıp ayrılır. Bu arada Can'ın yaşadıklarından oluşan kurgulanmış görüntüleri internet aracılığıyla Klas TV’ye gönderir. Büyük bir fırsat yakaladığının farkında olan Metin, timsah gözyaşları eşliğinde görüntüleri canlı yayına verir. Bu arada olayları yakındaki bir kafede seyreden Leyla, apartmana geri döner ve asansöre binerek Can'la yukarı çıkar. Asansör kopan kabloları nedeniyle dördüncü kattan aşağı düşer. Medya ordusu ve Metin süratle asansöre ulaşırlar. Asansörün içinde kimseyi bulamayan Metin, Can Şarman'ı dört gündür görüntüleyen kamerayı bulduklarını anons eder

“Prof. Dr. AlimŞerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar “20. Yüzyılın son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 194”

4 Geçen sezon vizyona giren Telefon Kulübesi, küçük bir mekana kıstırılmış bir adamın, çeşitli' tehdit nedenleriyle, kilitli kalmadığı halde çıkamayıp, tutsak kaldığı bir telefon kulübesindeki çaresizliğini anlatıyordu. Tutsak kalan kişi sistemin ürettiği, her şeyi ve herkesi çıkarı uğruna kullanan, erdemsiz bir adamdır. Bu adamın yaptıklarından rahatsız olan biri ise ona takarak, onun başkalarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi, oynar onunla. Telefon kulübesi tek bir mekan içinde oluşturulan ve mesajı açısından da oldukça başarılı bir filmdi. Ayrıca açıktan düzen eleştirisi yapmadan, didaktik sloganlar atmadan, önermelerini getirmesi de sinema sanatı açısından filmi değerli kılıyordu.

Mustafa Altıoklar'ın Asansör filmi her ne kadar jeneriğinde, etkilendiği yapıtlar olarak Louis Malle'ın İdam Sehpası (Ascenseur Pour l'Echafaud 1957) isimli fılmini ve Henri FredericBlanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıkta Savaşı' romanını adres gösterse de, filmin asıl etkilenme mecrası olarak 1998 Yapımı olan Benoit Lamy'nin Vahşi Oyunlar (Combat de FauvesWild Games) isimli filmiyle Hollandalı yönetmen Dick Maas'ın 'The Uft'iyle de fena halde 'benzeşen', beylik deyişiyle medya eleştirisine soyunan bir fantezi (Çapan, Cumhuriyet, 03.12.1999).

4 Asansör kısmen başlangıcıyla, özellikle kullanılmayan bir apartmanın asansöründe mahsur kalan medyatik bir haber programcısının durumunu anlatmaya çalıştığı bölümlerde, umut veren bir sinemayla karşı karşıya olduğumuz duygusu uyandırıyor. Ama bu duygu bir bütüne yayılamadan filmin belli bölümlerinde yaratılan bir duygu olarak kalıyor ve özellikle adını andığımız Vahşi Oyunlar filmini seyrettiğinizde, Asansör'ün neredeyse onun birebir kopyası olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Vahşi Oyunlar'daki kendini beğenmiş reklamcının yerini, Altıoklar'ın filminde gemlenemez, saldırgan medyatik haber programcısı almış. Yalnız ve hasta bir kadının tezgahları zannedilen olayları ise, güya toplumcu bir avukatın düzenlediği finalinde anlaşılan filmde Altıoklar, durumlardan hareket edeceğine filmin finalinde müthiş toplumsal bilinçlendirmeler peşine düşüyor.

Altıoklar, Türk sinemasının fenomen yönetmenlerinden. Bazen kendini aşarak nitelikli işlere imza atar gibi görünse de, Asansör' de, Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirme atasözünü anımsatan bir işe imza atmış. Asansör filminin iki cephesi var. Her sanat yapıtında olduğu gibi öz ve biçim. Film başlangıçta daha önce yinelediğimiz gibi toplam bir başarı yaratır gibi görünse de, ilerledikçe tavsamaya başlıyor. Aslında filmin başlarında Can Şarman karakterinin tarzını anlatmak için kullanılan klip estetiğindeki görüntülerle, sonrasındaki dingin sinema dili çelişkiler oluşturuyor. Şüphesiz bir filmin dilini oluştururken onun en önemli yaratıcısı olan yönetmen, kimseye hesap vermeden özgürce yaratma şansını kullanabilir. Ama bu bir sinema kamerayı bulduklarını anons eder filmi, yani sanata ilişkin bir şey olduğunda ise hem ne yapıldığı hem de nasıl yapıldığı hakkında daha fazla tutarlılık beklenir. Filmde aslında sistemin tetikçisi olan bazı medya organlarının kullandığı bir televizyoncu olan Can Şarman karakterinin ve yandaşlarının yarattığı terörü önlemeyi kendine amaç edinmiş bir avukat olan Leyla'nın, amacına ulaşmak için bir fahişe, hasta ruhlu bir kadın olarak çizilmesi; bu bağlamda Arzu Yanardağ'ın oyunculuğuyla, cinselliği arasında sırat köprüsünde kalan zorunlu olup olmadığı tartışılabilir. Oyunculuk açısından özellikle Mustafa Uğurlu'nun öne çıktığını vurgulamak lazım. Uğurlu, Can Şarman karakterinde herkesi sıkıştırmaya alışmış, bu sayede sahip olduğu gücün verdiği yapay güvenle her şeyi yapabilme özgürlüğü olduğunu zanneden televizyon Yapımcısının saldırgan arsızlığını canlandırmada başarılı görünüyor. Diğer yandan Vahşi Oyunlar ise, özellikle Richard Bohringer ile Ute Lemper'in başarılı oyunculukları ile de Asansör' den ayrılıyor.

Altıoklar filmiyle özellikle günümüzde gemlenemez bir hal almış medyaya yönelik eleştirilerinde başlangıçta bir başarı tutturur gibi görünüyor. "Ancak yol açacağı sonuçları önemsemeksizin özel hayat saldırganlığı yapa gelen belli bır kısım medyaya sorumluluğunu anımsatmak ve dersini vermek amacıyla çevrilmiş bu filmin medya eleştirisi bağlamında çok sığ ve yüzeysel kalmaktan öteye geçemediği, yönetmeninin filmografisi bakımından da oldukça talihsiz bir fantezi olduğu açık seçik ortada... Havada kalan bir medya eleştirisiyle sarıp sarmalanmış hantal, zorlama ve yavan bir heyecangerilim denemesinden, uyduruk bir ''stil alıştırmasından öteye gidemeyen, genellikle tek mekanda ve iki karşıt karakter arasında geçen bu 'Asansör' fantezisİ... küçük bütçeli, uyduruk ve klostfofobik stil alıştırması kuşkusuz Altıoklar'ın en kötü filmi olarak ilan edilebilir şimdiden"... Altıoklar özellikle filmin sonunda gereksiz deşifreler ve anlamsız duyarlıklar kullanarak, gerçek ve gerçek üstü arasında gidip gelen oturmamış değinmelerle, zaman zaman sinemasal bir tat verebilecek Asansörü, ne yazık ki yükseltememiş. “Prof. Dr. AlimŞerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar a.g.e. syf, 194”


4 Asansör'e kötü derken neresinden bakacağınız çok önemli. Altıoklar hem yönetmen, hem proje sahibi, hem senarist olmaya yeltendiği, kısacası 'auteur' olmaya soyunduğu için kötü denebilir Asansör'e. Bu 'ne yardan, ne serden' vazgeçememe durumu, aynı anda hem popüler, hem de oturaklı, ciddi, sosyal içerikli film yapmaya, çabalamaya, komediye, absürde, psikolojik drama, 'sanat' sinemasına ve didaktizme aynı anda göz kırpmaya, kısaca tek taşla koca bir kuş neslini tüketmeye kalkışmaya yol açıyor. (Tuna Erdem, Radikal Cumartesi, 04 Aralık 1999) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 4. Cilt, syf,52”


4 Güncellikten yararlanan kimi espri, ayrıntı ve yan öykücüklerle uzattıkça uzatılmış senaryosu bir yana, sinematografisi bakımından kamera, müzik çalışması ya da oyunculuk açısından vasat altı bir TV dizisinin yüzeyselliğinde seyreden iletişim ahlakına ilişkin bu Asansör, hasılat rekorları kırmış “İstanbul Kanatlarımın Altında” ve “Ağır Roman” gibi baş yapıt olmasa da sözü edilir filmlerinden sonra yönetmen Altıoklar'ın filmografisinde tam bir düşüşü örnekliyor son tahlilde (Sungu Çapan, Cumhuriyet G. 3 Aralık 1999) “2413”

 4 Sanal alemde tanıştığı kadının dairesine giderken asansörde sıkışıp kalan şöhret sahibi televizyoncunun dramı ve asansör iki kat arasında kaldığında hep bacaklarından başlayarak seyretmek zorunda kaldığımız küçük köpekli sahte sarışının komedisi, buram buram taklit kokan 'kameralı katille' vb.de katılarak, olur ama bu kadarı da olmaz dedirten biçimde manasız bir finale doğru sürükleniyor. (Tunca Arslan, Radikal G, 30 Kasım 1999) “2414”

4 Eski bir binanın (dıştan görünümü tam Pera Palas'ın karşısındaki binaydı) asansöründe mahsur kalan, daha doğrusu güzel ve gizemli bir kadın tarafından orada tutsak alınan bir adamın, ünlü bir TV Yapımcısının hikayesi…

Başına gelenin ne olduğunu bir türlü kavrayamayan kahramanımız, asansörün içinde kapalı olarak tam dört gün geçiriyor. Kadınla ilişkileri ise tehditten yalvarmaya, arzu duymaktan nefrete çeşitli aşamalardan geçiyor. Olup bitenin, vaktiyle yaptığı bir TV programının yarattığı trajik bir olayın intikamı olduğunu anlaması ise gecikmiyor..


Mustafa Altıoklar, kim ne derse desin yetenekli bir yönetmen. “Denize Hançer Düştü”den başlayıp “İstanbul Kanatlarımın Altındave “Ağır Roman”dan geçen sinema serüvenindeki her film, tam bir başarı olmasa bile parlak sinemasal anlar, coşkulu bir anlatım ve görkemli bir kamera egemenliği içeriyordu.


Asansör de aynı yolu izliyor. Yönetmen, çok modem bir kurguyla, kısıtlı bir mekanı oldukça iyi kullanımıyla ve yer yer belirgin sinema duygusuyla, filmini bir yere dek götürüyor. Ancak bir Fransız romanından (ve ondan yapılmış filmden) esinlendiği belirtilen film, yeterince doyurmuyor. Hele o sözüm ona medya eleştirisi, yakın zamanların Zoraki Kahraman, Çılgın Şehir, Truman Show gibi filmlerinden sonra, çok güdük kaçıyor. Oyuncular ellerinden geleni yapıyor, ama filmi kurtaramıyorlar. Ben kendi adıma Altıoklar'ın açık yeteneğini daha iyi hikayelerde ve daha sağlam oluşturulmuş projelerde kullanmasını bekliyorum. Hele "işgal altındaki İstanbul'da futbol maçı" konulu o beklenen öyküsünü bir çekebilse.



[1] Henri Frederie-Blanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıktaki Savaşı' adlı romanıyla, Benoit Lamy'in yönettiği "Wild Games" adlı filminden ve Asansörün konu edildiği birçok eserden yararlanılmıştır“


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder