ASANSÖR (1999)
Senaryo ve Yönetmen: Mustafa
Altıoklar, ([1]) Görüntü Yönetmeni: Ömer
Faruk Sorak, Müzik: Erkin Arslan, Yapım: Arzu Film /Ferdi Eğilmez
Negatif Film/Mustafa Altıoklar Özen Film/Mehmet Soyarslan) ortak Yapımı.
Sanat
Yönetmeni: Mustafa
Ziya Ülkenciler, Kurgu: Mustafa Preşava, Kostüm Tasarım: Esin
Maraşlıoğlu, Yapım Yönetmeni: Attila Kenar, Focus Puller: Alper
Derli, Işık Şefi: Nezir Yücel, Berzan Yücel, Asistan: Emin Baş,
Özgür Yücel, Ses Kurgu: Ulaş Ağçe
Oyuncular: Mustafa Uğurlu
(Can), Arzu Yanardağ (Savcı), Demet Şener (Hemşire Nurcan), Emre Altıığ
(Metin), Funda Barın (Devrim), Cem Özer (Cem), Burak Sergen (Hastane basan
adam), Hakan Aygün (Hakan), Engin Ardıç (Engin), Naci Taşdoğan (Hırsız), Savaş
Özdemir (Hırsız)
Konu: Hemşire Nurcan, araştırmacı
gazeteci sıfatıyla, aşığıyla öpüşmesini haber yapan muhabire saldırır ve
muhabirin çalıştığı Kanal Klas'da Can Şarman isimli haber programı Yapımcısının
programına katılmayı kabul eder. Can Şarman program sırasında, Nucan'a gerçek
olmayan şeyleri söyletmeye çalışmaktadır. Programdan sonra bir gün, Nurcan'ın
kocası hastaneyi basar ve Nurcan'ı öldürerek intihar eder. Olayın üzerinden bir
yıl geçmiştir. Can Şarman, spor arabasıyla bir apartmana gelir, bu esnada
asistanlarına telefonda hakaret etmektedir. Can Şarman'ın kanalı reytinglerde
yine birinci sırada görünmektedir. Can Şarman, internette tanıştığı bir kadınla
buluşmak için geldiği apartmanda asansörde kalır. Yardım çağrılarına kimse
yanıt vermez. Paniğe kapılan Can Şarman bağırırken asansörün kaldığı kattaki
bir odadan çıkan sarışın bir kadın ona neden bağırdığını sorar. Can Şarman
kadına kendisini tanıyıp tanımadığını sorar. Apartmanda kadından başka kimse
oturmamaktadır. Can Şarman onun internetten bulduğu kadın ister. Kadın ve
olduğunu anlar. Kadın Can'a bir fener verir ve işi olduğunu söyleyerek dışarı
çıkar ve Can Şarman'ın arabasının plakasını değiştirerek üstünü örter. Çaresiz
kalan Can Şarman, telefonunu kapsama alanı içine sokmak için aşağı sarkıtır
fakat telefonu düşürür. Uyuyakalan Can Şarman içeri giren ve saatli bomba
bırakan bir genci fark etmez. Can'ın haleti ruhiyesi bozulmaya başlamış ve
kendisiyle hesaplaşmaya girişmiştir. Kadın ertesi gün gelerek adamdan özür
diler ve sıkışan adama lazımlık verir. Kadın içeri girdiğinde peruğunu çıkarır
ve bomba koyan ama aslında kendisi için çalışan adamlara Can Şarman'la ilgili
yaptıkları kayıtları göstermesini adamlar Can Şarman'ın kurtulma planları
yapmasını gizli kameralar aracılığıyla seyretmektedir. Kadın akşam olduğunda
dışarıya bir televizyon koyarak gider. Kadın geri döndüğünde Can Şarman'ın
köpeğinin boynuna taktığı kemere sinirlenir. Köpek adamın elini ısırmıştır.
Kadın onun eline pansuman yapar. O esnada televizyonda Loise Malle'in Asansör
filmi oynamaktadır. Can Şarman bu arada kadına fıkralar anlatmaya başlar. Kadın
sıkılıp evine girer. Televizyonu seyretmekte olan Can Şarman, katılamadığı taIk
show programını seyretmektedir. Programa bağlanan Can'ın asistanı Metin, talk
show Yapımcısı Cem'i, Can Şarman'ın kaybolduğuna ikna edemez. Üçüncü gün kadın
sabahleyin adama kahvaltı getirir ve lazımlığını alır. Can' a akşam onunla baş
başa bir Çin restoranında yemek yiyeceğini söyler. Bu arada Can Şarman kadının
bıraktığı telefondan önce kanalı arar, telefonuna cevap alamayınca 155 polis
imdatı arar fakat adresi bilmediği için doğru bilgiyi veremez. O sırada geri
gelen kadın telefonunu alır. Bu arada Can Şarman'ın asistanları onun
kaybolmasını haber yapmaktadırlar. Kadın geri geldiğinde, Can Şarman'a kocasına
ait olduğunu söylediği elbiseler verir. Kadın hazırladığı bir masayı evden
çıkarıp asansörün önüne getirir. Menü kızarmış tavuk ve patatesle beyaz
şaraptan oluşmaktadır. Can kadına gördüğü bir rüyayı anlatmaya başlar. Adam
rüyayı anlatırken zaman zaman sanrılar görmektedir. Kendini kontrol edemeyen
Can kadına bağırmaya başlar. Eve giren kadın Can'ı gizli kameradan izlerken,
Can birden gök gürültüsü ve şimşeklerden paniğe kapılmıştır. Asansörün altındaki
kapaktan dışarı çıkıp kordonlardan inmeye çalışırken kadın asansörü harekete
geçirir. Can korkuyla yeniden asansöre tırmanır. Can Klas TV'nin hazırladığı
bir programda kendisini mahpus tutanın aslında avukat Leyla Yücel olduğunu
anlar. Kadın evdeki diğer iki kişiyle birlikte gerçek kimliğiyle Can'la
vedalaşıp ayrılır. Bu arada Can'ın yaşadıklarından oluşan kurgulanmış
görüntüleri internet aracılığıyla Klas TV’ye gönderir. Büyük bir fırsat
yakaladığının farkında olan Metin, timsah gözyaşları eşliğinde görüntüleri
canlı yayına verir. Bu arada olayları yakındaki bir kafede seyreden Leyla, apartmana
geri döner ve asansöre binerek Can'la yukarı çıkar. Asansör kopan kabloları
nedeniyle dördüncü kattan aşağı düşer. Medya ordusu ve Metin süratle asansöre
ulaşırlar. Asansörün içinde kimseyi bulamayan Metin, Can Şarman'ı dört gündür
görüntüleyen kamerayı bulduklarını anons eder
“Prof. Dr. AlimŞerif
Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar “20. Yüzyılın son Beş Yılında Türk Sineması” syf,
194”
4 Geçen
sezon vizyona giren Telefon Kulübesi, küçük bir mekana kıstırılmış bir adamın,
çeşitli' tehdit nedenleriyle, kilitli kalmadığı halde çıkamayıp, tutsak kaldığı
bir telefon kulübesindeki çaresizliğini anlatıyordu. Tutsak kalan kişi sistemin
ürettiği, her şeyi ve herkesi çıkarı uğruna kullanan, erdemsiz bir adamdır. Bu
adamın yaptıklarından rahatsız olan biri ise ona takarak, onun başkalarıyla
kedinin fareyle oynadığı gibi, oynar onunla. Telefon kulübesi tek bir mekan
içinde oluşturulan ve mesajı açısından da oldukça başarılı bir filmdi. Ayrıca
açıktan düzen eleştirisi yapmadan, didaktik sloganlar atmadan, önermelerini
getirmesi de sinema sanatı açısından filmi değerli kılıyordu.
Mustafa Altıoklar'ın Asansör
filmi her ne kadar jeneriğinde, etkilendiği yapıtlar olarak Louis Malle'ın İdam
Sehpası (Ascenseur Pour l'Echafaud 1957) isimli fılmini ve Henri
FredericBlanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıkta Savaşı' romanını adres gösterse
de, filmin asıl etkilenme mecrası olarak 1998 Yapımı olan Benoit Lamy'nin Vahşi
Oyunlar (Combat de FauvesWild Games) isimli filmiyle Hollandalı yönetmen Dick
Maas'ın 'The Uft'iyle de fena halde 'benzeşen', beylik deyişiyle medya
eleştirisine soyunan bir fantezi (Çapan, Cumhuriyet, 03.12.1999).
4
Asansör
kısmen başlangıcıyla, özellikle kullanılmayan bir apartmanın asansöründe mahsur
kalan medyatik bir haber programcısının durumunu anlatmaya çalıştığı
bölümlerde, umut veren bir sinemayla karşı karşıya olduğumuz duygusu
uyandırıyor. Ama bu duygu bir bütüne yayılamadan filmin belli bölümlerinde
yaratılan bir duygu olarak kalıyor ve özellikle adını andığımız Vahşi Oyunlar
filmini seyrettiğinizde, Asansör'ün neredeyse onun birebir kopyası olduğu
izlenimine kapılıyorsunuz. Vahşi Oyunlar'daki kendini beğenmiş reklamcının
yerini, Altıoklar'ın filminde gemlenemez, saldırgan medyatik haber programcısı
almış. Yalnız ve hasta bir kadının tezgahları zannedilen olayları ise, güya
toplumcu bir avukatın düzenlediği finalinde anlaşılan filmde Altıoklar,
durumlardan hareket edeceğine filmin finalinde müthiş toplumsal
bilinçlendirmeler peşine düşüyor.
Altıoklar, Türk sinemasının fenomen yönetmenlerinden.
Bazen kendini aşarak nitelikli işlere imza atar gibi görünse de, Asansör' de,
Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirme atasözünü anımsatan bir işe imza atmış.
Asansör filminin iki cephesi var. Her sanat yapıtında olduğu gibi öz ve biçim.
Film başlangıçta daha önce yinelediğimiz gibi toplam bir başarı yaratır gibi
görünse de, ilerledikçe tavsamaya başlıyor. Aslında filmin başlarında Can
Şarman karakterinin tarzını anlatmak için kullanılan klip estetiğindeki
görüntülerle, sonrasındaki dingin sinema dili çelişkiler oluşturuyor. Şüphesiz
bir filmin dilini oluştururken onun en önemli yaratıcısı olan yönetmen, kimseye
hesap vermeden özgürce yaratma şansını kullanabilir. Ama bu bir sinema kamerayı
bulduklarını anons eder filmi, yani sanata ilişkin bir şey olduğunda ise hem ne
yapıldığı hem de nasıl yapıldığı hakkında daha fazla tutarlılık beklenir.
Filmde aslında sistemin tetikçisi olan bazı medya organlarının kullandığı bir
televizyoncu olan Can Şarman karakterinin ve yandaşlarının yarattığı terörü
önlemeyi kendine amaç edinmiş bir avukat olan Leyla'nın, amacına ulaşmak için
bir fahişe, hasta ruhlu bir kadın olarak çizilmesi; bu bağlamda Arzu
Yanardağ'ın oyunculuğuyla, cinselliği arasında sırat köprüsünde kalan zorunlu
olup olmadığı tartışılabilir. Oyunculuk açısından özellikle Mustafa Uğurlu'nun
öne çıktığını vurgulamak lazım. Uğurlu, Can Şarman karakterinde herkesi
sıkıştırmaya alışmış, bu sayede sahip olduğu gücün verdiği yapay güvenle her
şeyi yapabilme özgürlüğü olduğunu zanneden televizyon Yapımcısının saldırgan
arsızlığını canlandırmada başarılı görünüyor. Diğer yandan Vahşi Oyunlar ise,
özellikle Richard Bohringer ile Ute Lemper'in başarılı oyunculukları ile de
Asansör' den ayrılıyor.
Altıoklar filmiyle özellikle
günümüzde gemlenemez bir hal almış medyaya yönelik eleştirilerinde başlangıçta
bir başarı tutturur gibi görünüyor. "Ancak yol açacağı sonuçları
önemsemeksizin özel hayat saldırganlığı yapa gelen belli bır kısım medyaya
sorumluluğunu anımsatmak ve dersini vermek amacıyla çevrilmiş bu filmin medya
eleştirisi bağlamında çok sığ ve yüzeysel kalmaktan öteye geçemediği,
yönetmeninin filmografisi bakımından da oldukça talihsiz bir fantezi olduğu
açık seçik ortada... Havada kalan bir medya eleştirisiyle sarıp sarmalanmış
hantal, zorlama ve yavan bir heyecangerilim denemesinden, uyduruk bir ''stil
alıştırmasından öteye gidemeyen, genellikle tek mekanda ve iki karşıt karakter
arasında geçen bu 'Asansör' fantezisİ... küçük bütçeli, uyduruk ve klostfofobik
stil alıştırması kuşkusuz Altıoklar'ın en kötü filmi olarak ilan edilebilir
şimdiden"... Altıoklar özellikle filmin sonunda gereksiz deşifreler ve
anlamsız duyarlıklar kullanarak, gerçek ve gerçek üstü arasında gidip gelen
oturmamış değinmelerle, zaman zaman sinemasal bir tat verebilecek Asansörü, ne
yazık ki yükseltememiş. “Prof. Dr. AlimŞerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar
a.g.e. syf, 194”
4 Asansör'e
kötü derken neresinden bakacağınız çok önemli. Altıoklar hem yönetmen, hem
proje sahibi, hem senarist olmaya yeltendiği, kısacası 'auteur' olmaya
soyunduğu için kötü denebilir Asansör'e. Bu 'ne yardan, ne serden' vazgeçememe
durumu, aynı anda hem popüler, hem de oturaklı, ciddi, sosyal içerikli film
yapmaya, çabalamaya, komediye, absürde, psikolojik drama, 'sanat' sinemasına ve
didaktizme aynı anda göz kırpmaya, kısaca tek taşla koca bir kuş neslini
tüketmeye kalkışmaya yol açıyor. (Tuna Erdem, Radikal Cumartesi, 04 Aralık
1999) “Agah Özgüç “Türk Filmleri Sözlüğü” 4. Cilt, syf,52”
4 Güncellikten
yararlanan kimi espri, ayrıntı ve yan öykücüklerle uzattıkça uzatılmış
senaryosu bir yana, sinematografisi bakımından kamera, müzik çalışması ya da
oyunculuk açısından vasat altı bir TV dizisinin yüzeyselliğinde seyreden
iletişim ahlakına ilişkin bu Asansör, hasılat rekorları kırmış “İstanbul
Kanatlarımın Altında” ve “Ağır Roman” gibi baş yapıt olmasa da sözü edilir
filmlerinden sonra yönetmen Altıoklar'ın filmografisinde tam bir düşüşü
örnekliyor son tahlilde (Sungu Çapan, Cumhuriyet G. 3 Aralık 1999) “2413”
4 Sanal alemde
tanıştığı kadının dairesine giderken asansörde sıkışıp kalan şöhret sahibi
televizyoncunun dramı ve asansör iki kat arasında kaldığında hep bacaklarından
başlayarak seyretmek zorunda kaldığımız küçük köpekli sahte sarışının komedisi,
buram buram taklit kokan 'kameralı katille' vb.de katılarak, olur ama bu kadarı
da olmaz dedirten biçimde manasız bir finale doğru sürükleniyor. (Tunca Arslan,
Radikal G, 30 Kasım 1999) “2414”
4
Eski
bir binanın (dıştan görünümü tam Pera Palas'ın karşısındaki binaydı)
asansöründe mahsur kalan, daha doğrusu güzel ve gizemli bir kadın tarafından
orada tutsak alınan bir adamın, ünlü bir TV Yapımcısının hikayesi…
Başına gelenin ne olduğunu bir
türlü kavrayamayan kahramanımız, asansörün içinde kapalı olarak tam dört gün
geçiriyor. Kadınla ilişkileri ise tehditten yalvarmaya, arzu duymaktan nefrete
çeşitli aşamalardan geçiyor. Olup bitenin, vaktiyle yaptığı bir TV programının
yarattığı trajik bir olayın intikamı olduğunu anlaması ise gecikmiyor..
Mustafa
Altıoklar, kim ne derse desin yetenekli bir yönetmen. “Denize Hançer Düştü”den
başlayıp “İstanbul Kanatlarımın Altında” ve “Ağır Roman”dan geçen sinema
serüvenindeki her film, tam bir başarı olmasa bile parlak sinemasal anlar,
coşkulu bir anlatım ve görkemli bir kamera egemenliği içeriyordu.
Asansör
de aynı yolu izliyor. Yönetmen, çok modem bir kurguyla, kısıtlı
bir mekanı oldukça iyi kullanımıyla ve yer yer belirgin sinema duygusuyla,
filmini bir yere dek götürüyor. Ancak bir Fransız romanından (ve ondan yapılmış
filmden) esinlendiği belirtilen film, yeterince doyurmuyor. Hele o sözüm ona
medya eleştirisi, yakın zamanların Zoraki Kahraman, Çılgın Şehir, Truman
Show gibi filmlerinden sonra, çok güdük kaçıyor. Oyuncular ellerinden
geleni yapıyor, ama filmi kurtaramıyorlar. Ben kendi adıma Altıoklar'ın açık
yeteneğini daha iyi hikayelerde ve daha sağlam oluşturulmuş projelerde
kullanmasını bekliyorum. Hele "işgal altındaki İstanbul'da futbol
maçı" konulu o beklenen öyküsünü bir çekebilse.
[1]
Henri Frederie-Blanc'ın 'Yırtıcıların Alacakaranlıktaki Savaşı' adlı romanıyla,
Benoit Lamy'in yönettiği "Wild Games" adlı filminden ve Asansörün
konu edildiği birçok eserden yararlanılmıştır“
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder