Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 

BÜYÜK ADAM KÜÇÜK AŞK (2001) 


Senaryo ve Yönetmen Handan İpekçi Görüntü Yönetmeni : Erdal Kahraman, Müzik: Serdar Yalçın Mazlum Çimen Yapım Yeni Yapım Film ve Reklamclık Org. San.Tic. Lti. Şti. – Hyperion S.A – Focusfilm (Eurimages ve TC. Kültür Bakanlığı, Yunan Film Merkezi desteğiyle) Senaryo Danışmanı: Fehmi Yaşar, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Natali Yeres, Sanat Yön. Yrd: Selda Ülkenciler, Özgür Selvi, Yasemin Kalaba, Yönetmen Yardımcıları: Peter Racz, Feridun Koç, Pınar Dökmen, Ses Kayıt: Dinos Kittou, Ses Teknisyeni: Nail Yurtsever, Yaylı Grubu: İstanbul Quartet (Düdük: Ertan Tekin, Gitar: Erdinç Şenyaylar, Kanun: Göksel Kartal, Kaval: Turgay Güzelcan, Bas Gitar: Murat Açıkalınyiğit), Konak Vokal: Servet Kocakaya, Maç Anlatıcısı: Levent Özçelik, Ulaşım: Erol Ataç, Harun Gülmez, Selim Ercan, Serkan Topal, Şener Topal, Onur Avcı, Kast Sorumlusu: Zebil Yapım, Miksaj: Thannassis Arvanitis, Kurgu: Nikos Kanakis, Kurgu Ast: Nikos Alpantakis, Yapım: Handan İpekçi Devamlılık yazmanı: Nursel Doğan, 1. Kamera: Ast: Feza Çaldıran, 2.Kamera: Ast: Deniz Eyüboğlu, Video Ast: Burak Şenbacak, Boom Operatörü: Glorgos Vassillou, Marangozlar: Ali Rıza Altınkek, Hayati Gülbahar, Cemal Ergiz, Boyacılar: Bektaş İldem, Kenan Sarıtaş, Iiık Şefi: Günce Özberk, Işık Yard: Emre Onat, Kaan Korkmaz, Statikem Operatörü: Ercan Yılmaz, Kostüm Sorumluları: Ferenc Schöffer, Gyorgy Homonnay, Cem Başeski, Set Amiri: Melih Sezgin, Set Yard: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Özel Efekt: Ahmet Topal, Makyöz: Öznur Özkan, Kuaför: Dilek Öztürk, Kürtçe Çeviri: Murat Batgl, Kürtçe Hocaları: Murat Batgl, Yıldız Gültekin, Kazım Öz, Nursel Doğan, Müzik Stüdyosu: Sound Stüdyo, Laboratuar: Sklavis StüdyoAtina, Negativ Kurgu: Vangelis Gousslas, Renk Düzeltme: Dimitris Kirtakou, Jenerik: Manolis Sakadakis, Yapım Sorumlusu: Şahin Alpaslan, Yapım Yardımcıları: Regina Daranyı, Seyfi Çakır, Bekir Tarık, Ortak Yapımcılar: Nikos Kanakis, Panos Papahadzie, Denes Szekeres,

Oyuncular: Şükran Güngör (Rıfat Bey), Çocuk Oyuncu Dilan Erçetin (Hejar), Füsun Demirel (Sakine), Yıldız Kenter Müzeyyen Hanım), İ.Hakkı Şen (Evdo), Sevin Yıldız (Avukat Serpil), Erdal Ceviz (erkek militan), Saniye Tunç (kız militan), Ulgar Manzakoğlu (şef polis), Polisler: Adnan Türel, Serdar Bordanacı, Zafer Yılmaz, Yıldırım Beyazıt, Halil Er, Özgür Güveloğlu, Tibor Varga, Rubert Kovacı, Alişan Ünlü (Sakine koca), Nihat Ülger (kargo görevlisi), Ferhad Balgi (minübüsteki yolcu), Zeynel Abidin (bakkal Ali), Feyyaz Duman (Garson), Zeynep Ateşer (tezgahtar), Berna Çetin (eczacı), Yakup Yavru (hareket memuru), Leman İpekçi (Neriman Hanımın fotoğrafı)

Konu: Evdo (Abdülkadir) yakınlarının küçük kızı Hejar'ı İstanbul'a amcasının avukat kızı Serpil Güven'in yanına getirmiştir. Hejar'ın annesi, babası ve kardeşleri vurularak öldürülmüştür. Küçük kız bu dünyada tek başına kalmıştır. Serpil, Evdo'ya kızın yanında kalmasının uygun olmadığını söylemesine karşın Hejar'ı kabul etmek zorunda kalmıştır. Serpil Güven'in karşı komşusu emekli yargıç Rıfat bey, tek başına yaşamaktadır. Oğlu yurt dışındadır. Karısı Neriman ise uzun yıllar önce ölmüştür. Yargıç Rıfat, Cumhuriyet gazetesi okuyan ve ilkelerine tutucu denilecek şekilde bağlı bir insandır. Evdo'nun Hejar'ı bırakmasından sonra apartmanın bulunduğu sokağa polis arabaları girerek yolu keserler. Serpil'in evinde saklanmakta olan Kürt tanıdıkları, Serpil'in teslim olun çağrılarını dinlemez ve silahlarını çekerek savunma pozisyonu alırlar. Polisler kapıyı açtırdıklarında içeriden ateşle karşılaşınca evi tarayarak içeride avukat Serpil dahil herkesi öldürürler. Bu arada polis timinden biri baskın sırasında yargıç Rıfat'ın zilini çalmış ve onu çatışma sırasında evde tutmuştur. Ortalığın durulmasından sonra polisler, Serpil'in evinde arama yapmaya devam ederken apartman sakinlerinin de evlerinden çıkmalarını engellerler. Polislerden biri Serpil'in evinde etrafı kolaçan ederken, küçük Hejar saklandığı dolabın içinden çıkarak çevreye bakınır. Evde birinin olduğunu fark eden Hejar, açık olan daire kapısından apartmana çıkar. Yargıcın evinin kapısı da açıktır ve o sırada evden dışarı çıkan Sakine ve yargıç Rıfat, küçük kızı fark ederek içeri alırlar. Dışarı çıkan polisle karşılaşan yargıç Rıfat, bir şey söylemez. Yargıç şaşırmasına karşın küçük kızın korkmuş halinden ve üstü başına bulaşmış kanlardan etkilenerek, hizmetçi si Sakine' den su ve bez getirmesini ister. Yargıç, kızı temizlerken kızın Türkçe konuşmalara cevap vermemesine, Kürtçe konuşmasına kızar. Hejar'la Kürtçe konuşan Sakine 'yi de, Kürtçe konuşmaması için uyarır. Polisler yargıcın karşı dairesini mühürlemiş ve çlerinden yetkili olan birisi yargıç Rıfat'a bir gelişme olursa kendisine verdiği telefon numarasından aramasını söyler. Bu arada aynı apartmanda yalnız yaşamakta olan ve yargıç Rıfat’a ilgi duyan Müzeyyen hanım, sabah sporlarında karşılaştığı yargıçla diyalog kurmak için çaba harcamaktadır. Müzeyyen, Rıfat’la eczanede karşılaştığında yargıcın merhem ve kesik için tedavi edici ilaç almasını merak etmiştir. Yargıç Rıfat, Sakine'ye kızı kısa sürede yetkililere vereceğini söylemesine karşın bunu yapamaz. Kendisine de itiraf etmekten korksa da, huzurevine gitmeyi düşünen yaşlı adam için sevimli küçük Kürt kızı bir can yoldaşı olmuştur. Yargıç Rıfat’la Hejar arasında kah fırtınalı kah sakin bir ilişki sürmektedir. Yargıç küçük kızı bir mağazaya götürerek ona yeni kıyafetler almıştır. Bu arada Müzeyyen hanım, Rıfat beye mektup yazarak yaşamını ve yalnızlığını onunla paylaşmak istediğini belirtir. Rıfat bey, teklifi kızın hamisi olmayı istediği için kibarca reddetmiştir. Yargıcın kıza önyargılı davranması, sürekli zorla Türkçe öğretmeye çalışması kızın ona tavır almasına, küsmesine neden olmaktadır. Yargıç en sonunda dayanamaz yardımcısı Sakine'den kendisine Kürtçe öğretmesi için yardım ister. Bu arada Sakine'nin gerçek isminin de Rojda olduğunu öğrenir. Kızı evlat edinebilmek için nüfustan kayıtları araştıran Rıfat, kızın annesi Dilşah, babası Hasan ve kardeşlerinin öldüğünü öğrenir. Kızın elbisesinin cebinden çıkan Evdo 'nun adresini bulan Rıfat, kızı da alarak İkitelli'deki adrese gider.

Evdo'nun kaldığı eve ulaşmadan önce Hejar'ı yakındaki otobüs noktasında bir görevliye emanet eden Rıfat bey, Evdo'nun kaldığı eve ulaştığında gördüğü yoksulluk yüzünden gerçeği açıklayamaz. Hejar'la geri dönen Rıfat bey, küçük kıza giderek bağlanmaya başlamıştır. Bu arada televizyonda bölücü militanlarla birlikte avukat Serpil'in de öldüğünü duyan Evdo, aceleyle kadının apartmanına gitmiş ve kimseyi bulamayınca çaresizlikle koridora çöküp kaldığı sırada Rıfat bey ve Hejar gelirler. Küçük kızı gören Evdo, büyük bir sevinç ve sevgiyle kıza sarılır. Yargıç Rıfat'ın evinde otururlarken Hejar eve ilk geldiği günkü elbiselerini giyerek Evdo'nun yanına gelmiş ve annesine gitmek istediğini söylemiştir. Evdo, Hejar'a anne, babası ve kardeşlerini toprağa gömdüklerini anlatmaya çalışır. Fakat küçük kız gitmekte ısrarcıdır. Evdo'nun elini tutarak evden ayrılmak üzere olan Hejar'a, Rıfat beyonun için aldığı paltoyu ve şapkayı vererek küçük can yoldaşını uğurlar.

 

Ödülleri;

38. Antalya Film Şenliği, 2001

► En İyi Film

► “Handan İpekçi” En İyi Senaryo

►“Füsun Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

► “İsmail Hakkı Şen”En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu

►“Dilan Erçetin” Jüri Özel Ödülü

13. Ankara Film Festivali, 2001

► “ Şükran Güngör” En İyi Erkek Oyuncu

►“Füsun Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

►“Dilan Erçetin” Umut Veren Yeni Oyuncu

ÇASOD seçiminde (2001):

► "En İyi Kadın Oyuncu" (Füsun Demirel),

►"Jüri Özel Ödülü" (İssmail Hakkı Şen);

Sadri Alışık Ödülleri (2000):

►"En İyi Erkek Oyuncu" (Şükran Güngör);

SİYAD seçiminde (2002):

► En İyi Erkek Oyuncu" (Şükran Güngör),

► "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" (Füsun

► "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" (İsmail Hakkı Şen);

26. Kahire Film Festivali (2002):

►Gümüş Piramit Ödülü "En İyi İkinci Film",

► "En İyi Senaryo" (Handan İpekçi);

22. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2003):

►"Radikal Gazetesi Halk Ödülü" (Büyük Adam Küçük Aşk)


4960.000 Euro bütçesi olan filmin ses ekibive ekipmanı Yunanistan'dan gelmiş, tüm laboratuar işlemleri de Atina'da yapılmış. Çekimleri 10 hafta süren film için 234 kutu negatif harcandı. Yargıç emeklisi (Şükran Güngör) ve yargıca aşık komşu Müzeyyen Hanım'ın (Yıldız Kenter) evleri ile operasyon yapılan örgüt evi senaryoya uygun olarak stüdyoda sıfırdan kuruldu.

Oyunculuk deneyimi olmayan 5 yaşındaki Dilan Erçetin, yılların deneyimli oyuncuları karşısında adeta onlarla yarışırcasına oyun çıkardı. Bunda, çekimler başlamadan önce yönetmenle 3 ay boyunca senaryo çalışmalarının rolü büyüktü.

Senaryodaki Kürtçe diyalogların hazırlanması ve oyuncuların Kürtçe çalıştırılması konusunda Mezopotamya Kültür Merkezi'nden yardım alındı. Filmde asimile olmuş bir şive ile hem Türkçe hem de Kürtçe oynayan Füsun Demirel ile İ.Hakkı Şen üç ay boyunca Kürtçe çalıştılar. Yıldız Kenter de rolü çok küçük olmasına rağmen senaryoyu çok beğendiği için filme destek olmak amacıyla projede yer aldı. Babam Askerde" ile babası hapisteki çocukların iç dünyasına dokunan İpekçi, "Büyük Adam, Küçük Aşk" ile hem kentli yalnızlığına, hem de insani ilişkilerin derinliklerinde önemini kaybeden etnik farklılıklara uzanıyor…

 & Büyük Adam Küçük Aşk", öncelikle, yaşama, çıkarlardan arınmış olarak bakan iki insanın yalm sevgisini yansıtması açısından duyarlı ve önemli bir film. Handan İpekçi, ikinci uzun metrajlı filminin merkezine, hakim emeklisi yaşlı bir adamla PKK teröründe ailesini kaybetmiş küçük, sevimli Kürt kızının önce önyargılara yenik düşen, sonrasında tamamen insani zeminde süren ilişkilerini yerleştirmiş. Şüphesiz filmin amacı yaşlı bir hakim emeklisiyle yaşamın tüm acımasızlığını yaşamasına karşın çocuk safiyaneliğini kaybetmemiş küçük bir kızın ilişkisini anlatmak değil. Handan İpekçi, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olan her aydın gibi, temelde bir ülkenin vatandaşları arasında oluşan bir yabancılaşmayı, gerginliği sorgulamaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken Türk sinemasında çok alışılmadık bir başarıyı tutturuyor. Bu başarının temelinde ise, yaşanılan sorunları belli kişilerin ağzından söyleve dönüştürme yerine, yaşanılan durumları başarılı ve ölçülü bir sinema diliyle sergilemesi yatıyor. (Okyay, Radikal, 2001). Aslında Handan İpekçi son derece barışçı bir bakış açısıyla, önyargılı olmaya çalışmadan, anlattığı insanların kendi kimliklerinden kaynaklanan insan haklarını gündeme getiriyor ve onlar hakkında düşünülmesini istiyor. Bu süreçte Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşan Hejar'la ısrarla Türkçe konuşan ve ona Türkçe öğretmeye çalışan Rıfat Bey'in değişimi de filmin yapısı içinde inandırıcı ve makul bir değişim olarak gerçekleşiyor. Yaşını başını almış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan onur duyan bir hakim emeklisinin değişimini kolaylıkla ve hemen kabul ettiği bir çözüm olarak sunmuş olsa, Handan İpekçi hem filmin genel dokusuna zarar verirdi hem de kolaycılığa kaçmış olurdu. Aslında Rıfat Bey'in durumu, yaşadığı değişim Costa Gavras' ın geçmişte çektiği ve Şerif Gören'in yönettiği ve senaryosunu Yılmaz Güney'in yazdığı "Yol" filmiyle Carınes'daAltın Palmiye'yi paylaşan "Kayıp" (Missing) filmini akla getiriyor. Bu filmde Jack Lemmon'un canlandırdığı baba karakteri değerlerini yaşamında her şeyden üstün tutan ve bu değerlere körü körüne inanmış bir kişiyken, oğlunun öldürülme sürecindeki gerçekler aydınlandıkça, inançları bağlamında bir değişimi yaşıyordu.

Filmin, Kültür Bakanlığı Sinema Video ve Müzik Eserleri Denetleme Üst Kurulu tarafından 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle eser işletme belgesinin önce iptal edildiğini ancak Danıştay tarafından 'aklanan' yönetmen Handan İpekçi'nin 'Büyük Adam Küçük Aşk' filminin 8 Kasım 2002 tarihinde yeniden gösterime girdiğini de anımsatalım (Radikal, 08.1 1.2004:20).

& Büyük Adam Küçük Aşk, düzeyli sinema dili ve yalın anlatımının ötesinde oyunculuk açısından da başarıyı tutturan bir film. Özellikle Şükran Güngör'ün, küçük Dilan Erçetin'in ve İsmail Hakkı Şen'in canlandırdıkları karakterlere yaptıkları katkı gerçekten övgüye değer. "Gazete ilanıyla (Yeni Gündem) başvuran 150 çocuk arasından seçilen Dilan Erçetin'in, Antalya'da özel bir ödül de alan oyunu, 'Babam Askerde'nin ardından, İpekçi'nin çocukları yönetmeyi bildiğinin bir başka kanıtı... Görüntü yönetmeni Erdal Kahraman, sanat yönetmeni M. Ziya Ülkenciler ve Natali Yeres ile filmin müziğini besteleyen Serdar Yalçın ve Mazlum Çimen ise, 'Büyük Adam Küçük Aşk'ın temiz, çizgi üstü bir film olmasında büyük pay sahibi. İpekçi'nin filmi seyircisini duygulandıran bir film. Özellikle insani değerlere önem verenler için biçilmiş kaftan" Büyük Adam Küçük Aşk, ülkemizin iç barışını tehdit eden ve yakın geçmişte durulan PKK terörü ve Kürt sorunu olgusuna değinen diğer filmlerin arasından sıyrılarak, insani zemini öne çıkaran, didaktiklikten uzaklaşarak öncelikle bir öykü anlatma çabasıyla hareket eden düzeyli bir film olarak dikkati çekiyor. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 298”

 " Dil O Kutsal İletişim Aracı:

“Konuyu çok sade, simgeselliği çok aşikar mı buldunuz? Haklısınız. Kağıt üzerinde öyle. Ama sinemanın, giderek sanatın bir mucizeler alanı olduğunu unutmayın. Bu filmde de bu mucize gerçekleşiyor. İpekçi, ikinci filmini çeken bir yönetmenden beklenmeyecek bir olgunlukla, baştaki baskın sahnesinden başlayarak bizi avucunun içine alıyor. Ve bir daha da bırakmıyor.

Öyle filmler vardır ki, bir sinema yapıtı olmanın ötesine geçip bir toplumun belli bir dönemdeki en önemli sorunlarına parmak basar, en gerekli mesajları verir, en öz sözleri söylerler. Böylece bu filmler, has sinema yapıtları için kullanılabilecek olan güzel, başarılı, eğlendirici, etkileyici gibi niteliklerin ötesine geçip neredeyse 'gerekli' kategorisine otururlar.

Ama bu, o filmlerin sadece günün koşullarıyla ilişkili olarak önem taşıdığı, yarın öbür gün o sorunlar aşıldığında önemlerini yitireceği anlamına gelmez. Tıpkı Potemkin Zırhlısı, Bisiklet Hırsızlan ya da Gazap Üzümleri'nde olduğu gibi, o dönemler aşıldıktan sonra da o filmlerin klasik statüsü devam eder. Çünkü onlar, önemli toplumsal sorunlara parmak basmakla has ve özgün bir sanat yapıtı olmanın koşullarını sıra dışı biçimde birleştirmiş yapıtlardır.

Büyük Adam, Küçük Aşk için bu başyapıtlarla kıyaslama yapmakla, filmi haksız bir yarışın içine mi atıyorum? Belki de... Ama bunu film karşısında duyduğum aşırı heyecana verin: son dönemde adına siyasal, toplumcu veya sadece hümanist deyiniz bu kulvarda yapılmış böylesine iyi bir Türk filmi gördüğümü hatırlamıyorum da…Filmin mesajı elbette önemli... Elbette ki adına dil dediğimiz şey bir halkın en önemli varlığı ve zenginliğidir. Ve onun üzerine erken bitmiş bir nadir çiçek gibi titremek gerekir. Kürt dili de bütün diller gibi güzeldir ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın, bu güzel topraklarda, gerektiğinde kendi dillerini de bilmeleri, konuşmaları ve onu zenginleştirmeleri kadar doğal bir şey olamaz.

Görüntü ve (biraz aşırı kullanılmış da olsa) müzik kalitesiyle şaşırtan filmde, oyuncular bize dört dörtlük bir gösteri sunuyorlar. Şükran Güngör, Füsun Demirel, Yıldız Kenter ve Kürt dedede İsmail Hakkı Şen için ne demeli, hangi övücü sözcüğü kullanmalı? Küçük Hejar rolü için Dilan Erçetin'i bulması, yönetmenin en büyük şansı olmuş. Ama ondan bu sonucu olabilmek de sanırım her yiğidin harcı değildi.

 Filmi, son tahlilde, dilin ve iletişimin önemi üzerine bir duygusal parabol ya da politik bir 'fable' olarak ele almak mümkün. Ama, bırakınız Kürtçe'yi, Çetin Atan'ın dediği gibi, artık sadece 400 kelimeyle konuşarak güzelim Türk dilini yok olmanın eşiğine getirip bırakan bir ülkede, bu mesaj ve bu bildiri her zamankinden daha önemli... (Atilla Dorsay “Sinemamızda Çölküş ve Rönesans Yılları” syf: 50)

&Türk sinemasında pek görmeye alışık olmadığımız 'iki benzemez bir arada' temasını Handan İpekçi Büyük Adam Küçük Aşk'ta kullanmış. Ama ne yazık ki, bu temayı kullanan filmlerin başarısı için gereken iki karakter arasındaki çatışmayı, gelişmeyi hiçbir şekilde kuramaması bir tarafa, karakter çözümlemesini bile doğru yapamadığı için bu beraberlik baştan itibaren inandırıcı değil. Film beş yaşındaki Kürt kızı Hejar'ın, bulunduğu eve polisin yaptığı baskından kurtulup kimse fark etmeden karşı daireye, emekli yargıç Rıfkı Bey'in evine sığınması ile başlar. Emekli yargıç bu zoraki ev misafirini polise bildirmeyi nedense düşünmez ve filmin inandırıcılığı da hemen bu noktada sorgulanmaya ihtiyaç duyar. Tüm hayatını belli kurallara, belli bir sisteme, belli bir düşünce biçimine göre şekillendirmiş olan Rıfkı Bey, nasıl olur da birdenbire tamamen tüm yaşam tarzına aykırı olarak hareket edip kızı evde tutmaya karar verir? Besbelli film yapılabilsin diye! Rıfkı Bey yaşlıdır, uzun zamandır duldur, hanım komşusunun arkadaşlık üvertürlerini reddederek tamamen yalnız bir yaşamı yeğlemektedir. Ama gelin görün ki, aniden bu düzenli yaşamının içine düşüveren Hejar'ı ne polise verir, ne de kızın üzerinde bulduğu adresle temasa geçerek onu bir yerlere teslim etmeye niyetlenir (Filmin sonlarına doğru gittiği o adrese hemen gitmesi gerekmez mi?). Yargıç, en doğal şeymiş gibi evde Hejar'la yaşamaya başlar. Peki, bir düzen içinde yaşamaya alışmış emekli yargıcın plansızlığı ve bu denli ne yapacağını bilmeden günlerini küçük kızla öylesine geçirmesi, kabul edilebilir bir öykü gelişmesi olabilir mi? Üstelik ne yargıç Kürtçe bilmektedir, ne de küçük kız Türkçe. Yargıç, Kürtçe konuştuğu için küçük kızı habire azarlamakla kalmaz, eve gelen yardımcısının kızla Kürtçe anlaşmasını da yasaklar. Diğer taraftan kızı evde tutma konusunda ısrarlıdır. Böylece katıksız Türk milliyetçisi yargıcımız, aynı lisanı konuşamadığı, ne istediğini anlamaya da lüzum görmediği beş yaşındaki bir kız çocuğu ile aynı evde süresi belli olmayan bir yaşam kurmayı çok normal karşılamaktadır. Pes doğrusu! Ben bir emekli yargıç olsam 'yargıçları nasıl bu kadar mantıksız olabilen bireyler olarak çiziyorsunuz' diye Handan İpekçi'ye sorgu sual ederdim. Hani bu inandırıcılıktan nasibini almamış birlikteliği yutalım; bari karakterler arasında gelişen bir çatışma kurabilseymiş yönetmen. Ne yazık ki bu da becerilememiş. Tüm çatışma Yargıç Bey'in "Niye Türkçe konuşmuyorsun?" diye söylenip durması ve küçük kızın surat asmasından ibaret. Bir buçuk saat boyunca, bitmez tükenmez bir keçi boynuzu şeklinde bunu izliyoruz. Filmin dörtte üçü bittiğinde "eh, artık zamanı geldi" dercesine yönetmen, Rıfkı Bey'in tavrını birdenbire değiştiriyor. "Yargıç Bey televizyonda ard arda gelen üç görüntü izledi" diye oluyor. Üç görüntü ve şipşak; hoşgörü uzmanı, gülücükler saçan, anlayış abidesi yepyeni bir yargıç karşınızda. Dahası (herhalde vahiy indiğinden) Kürtçe "ağlama" diyen ve küçük kıza olan sevgisinden (?) kendi ağlayan bir yargıç. Buna karşılık somurtkan küçük kızımız da birden munis bakışlı oluvermiştir ve tahmin edilebileceği gibi yargıç 'doğru yolu bulmuştur'; ama küçük kız (film artık nasılsa iki saatini doldurduğu için) büyükbabasına teslim edilir. Bir 'iki benzemez' hikâyesindeki ilişkinin bu denli tekdüze işlendiği, karakter çözümlemesinin bu kadar beceriksiz olduğu bir başka film hatırlamıyorum. Böylesine yavan bir senaryonun Antalya'da en iyi senaryo dalında Altın Portakal alması ise şaka herhalde.

Senaryo, yargıçla küçük Kürt kızının ilişkisini veremeyince, filmin mesajı da havada kalıyor. Veya şöyle söyleyelim: "Daha anlayışlı ve hoşgörülü olalım", "Türkçe bilmeyen Kürtler de var, onlar konuşmasın mı yani" gibi (doğru) mesajlar sanki ilkokul dördüncü sınıf (hadi haksızlık etmeyelim, ileri üçüncü sınıf da olabilir) düzeyinde bir seyirci topluluğu hedeflermişcesine basit bir şekilde verilmiş oluyor.

Filmin bir erdemini bulmak isteyip mesela görüntülere bakarsanız, durum gene vahim. Duru anlatım uğruna videodan çekilmişçesine düz perspektifler ve müsamere düzeyinde açılar ve kadrajlar görüyoruz film boyunca.

Oyunculara gelince; Antalya'da jüri özel ödülü alan küçük oyuncu Dilan Erçetin'in film boyunca iki biçim yüz ifadesi var sadece. Biri aksi, lanet, somurtkan; diğeri ise 'cici çocuk' ifadesi. Bu kadarı beş yaşındaki çocuğa ödül getirmek için yeterli diyorsanız, onu bilemem. Şükran Güngör gibi çok deneyimli bir oyuncu rolünde sırıtmıyor; ama bence karakterinin iyi çizilmemiş olduğunun o da farkında. Füsun Demirel (o her zaman iyi) ve İsmail Hakkı Şen'e diyecek yok da elinde hikâyeden, karakterinden ve filmden tümüyle kopuk bir fino köpeği ile dolaşan Yıldız Kenter'e ne demeli? Bu büyük oyuncu ne yer yer yama gibi duran karakterine, ne de gezdirdiği finoya ısınabilmiş sanki.

Son söz, Türk filmlerini değerlendiren belli bir eleştirmen grubuna: Kendilerinin de bazen kabul ettiği gibi 'çifte standart' uyguluyorlar ve Türk sinemasını kalkındırmak adına aşırı bir hoşgörü ile bakıyorlar başarısız bir sürü Türk filmine. İşte ben bunu Türk sinemasına bir hakaret olarak görüyorum. İş Türk filmini değerlendirmeye gelince çıtayı düşürüp, beklentiyi azaltmak ve değerlendirmeyi ona göre yapmak, 'bir Türk filmi için bu kadar yeter' tavrına girmek bir çeşit aşağılama olmuyor mu? Büyük Adam Küçük Aşk, Türk kürt sorunsalı üzerine vermeye çalıştığı mesaj yüzünden ödül ve övgü toplamaktaysa, aynı konuda çok daha fazla doğruyu çok cesurca ve iyi bir sinema diliyle söyleyen Yeşim Ustaoğlu'nun Güneşe Yolculuk filmi niye öksüz bırakıldı peki? Yoksa söylenecek doğruların da sınırı mı var? “Mithat Alam “Alt Yazı Sinema Dergisi” Aralık 2001”

 Büyük Adam Küçük Aşk Yasaklandı!

The Guardian, 5 Mart 2002 “…T.C. Kültür bakanlığı kısmen desteklediği ve yabancı film dalında Türkiye’nin oskat Umudu olan filmi yasakladı.” Financial Times, 1.Mayıs 2002 “Peter Aspden”. “…bu sene festival, Handan İpekçi’nin Hejar filminin sansür kurulu tarafından yasaklanmasıyla, kaçınılmaz biçimde ulusal yarışma bölümüne odaklandı.”

Nanni Moretti, 2001 İstanbul Film Festivalin kapanış konuşmasından: “…sinema afişte gösterildiği gibi sadece popcorn değildir. Aynı zamanda duyguların ifadesi ve özgürlük hakkında önemli şeyler söylemektir.

Kültür Bakanlığı'nın 45 milyar lira destek verdiği, yurtiçi festivallerde pek çok ödül kazanmış, Oscar'da Türkiye'yi temsil etmek üzere aday adayı seçilmiş Büyük Adam Küçük Aşk filminin yasaklandığı açıklandı.

Handan İpekçi'nin yönettiği film Denetleme Alt Kurulu tarafından incelenmiş ve 19 Ekim 2001 tarihinde vizyona girmişti. 102 bini aşkın seyirci tarafından izlenen filmi Emniyet Müdürlüğü'nün raporu doğrultusunda yeniden inceleyen Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Üst Kurulu, gösterime girdikten beş ay sonra filmi yasakladı. Raporda filmin polisin yargısız infaz yaptığı mesajını verdiği, Kürt dili ve kimliğine karşı şoven yaklaşım sergilediği, Emniyet Teşkilatı'na güven duygusunu zedeleyici mahiyette olduğu ve bölücü propagandalarla paralellik arz ettiği belirtiliyordu.

Yasağın öğrenilmesinin ardından gazeteler "destek olduğu filmi yasakladı" şeklinde başlıklarla Kültür Bakanlığı'nı eleştirdiler. Bir basın toplantısı düzenleyen bakan İstemihan Talay yasağı kendilerinin değil, Emniyet'ten gelen şikayet üzerine toplanan özerk kurulun aldığını belirtti. Bakanlık temsilcisinin de aleyhte oy verdiğini söyleyen Talay izlemediğini belirttiği filmin bakanlığa sunulan senaryosunda küçük kızın finalde kardeşliği simgeleyen bir yaklaşım ortaya koyduğunu, filmde ise kendi ailesinin yanına gittiğini, filmin adının Büyük Adam Küçük Aşk, Cumhur Bey karakterinin "Rıfat" olarak değiştirildiğini, Berlin Film Marketi'nde basılan afişte ise filmin adının, ensest ilişkiyi çağrıştırdığı gerekçesiyle Hejar'a çevrildiğini, Türkiye'de böyle bir şeyin kimsenin aklına gelmediğini kaydetti. "Değişiklikler bende, iyi ve güzel hedeflerle, kardeşlik mesajı verilmek için yola çıkmış filmin daha sonra, fazla ilgi çekmek için bazı kesimlerin tepkisini çekerek, bazılarının ilgisini istismar ederek bu güzel hedefleri yok ettiği izlenimini uyandırdı" diyen Talay yasak kararının kesinleşmesi için yargısal süreç bulunduğunu belirtti ve verilen maddi destek konusunda "İlgili yönetmelikte bu durumlarda para geri alınır hükmü yok. Ancak bundan sonra böyle bir hüküm koymayı düşünüyoruz Bu filmle ilgiliyse hukuki değerlendirme yapmamız gerekir" şeklinde konuştu.

6 Mart'ta SESAM'da bir basın toplantısı düzenleyen Handan İpekçi ise, kültüre ve sanata duyarlı bir Kültür Bakanı ile karşı saflara düşmüş olmaktan üzüntü duyduğunu, olayın kaynaklarının başka olduğunu, bakanlığın da, filmin de kurban seçildiğini söyledi. Bakanın filmi izlememiş olmasına da sitem eden yönetmen filmin iddia edilenin aksine sevgi ve kardeşlik mesajı verdiğini belirtti. Çeşitli meslek örgütleri adına söz alan kişiler İpekçi'yi destekleyen ve yasağı kınayan konuşmalar yaptılar. Oyuncu Selda Alkor, toplantıya gönderdiği faksla kuruldan istifa ettiğini duyurdu. Alkor'la dönüşümlü görev yapan Meltem Savcı da aynı kararı aldığını açıkladı. Oyuncu Rutkay Aziz'in kurulun tümüyle kalkması, bunun için imza toplanması önerisi dikkat çekti. Ancak bu konuda bir girişim yapılmadı. Kurulda filmin yasaklanmaması yönünde oy kullanan Yılmaz Atadeniz istifayla bir yere varılamayacağını, kurullarda daha güçlü olmanın yollarını aramak gerektiğini vurguladı.

Altyazı'ya özel bir açıklamada bulunan Atadeniz filmi çok beğenip İpekçi'yi ilk tebrik edenlerden biri ve filmi Oscar'a gönderen kurulun üyesi olduğunu hatırlattı. Haksız yere eleştirilen bakanlığın da partilerden, İçişleri ve Emniyet'ten gelen bütün baskılara rağmen son ana kadar her aşamada filmi ve yönetmeni himayesine aldığını ancak, izin alınmadan "Hejar" ismiyle afiş bastırılıp altına bakanlığın armasının konulması ve Berlin'de dağıtılan broşürlerdeki bazı ifadeler üzerine daha fazla savunamaz hale geldiğini söyledi. Atadeniz "Handan, Berlin'de yanlış zamanda yanlış iş yaptı. Böyle iyi bir filmin sonu böyle olmamalıydı" dedi.

Kendisiyle görüştüğümüz Handan İpekçi ise Atadeniz'e karşılık vermek istemediğini belirterek sanatın magazin sayfalarında görülenden ibaret olmadığını, eleştirinin sanatın ayrılmaz bir parçası olduğunu, sanatçıların en az politikacılar kadar söyleyeceklerinin olduğunun anlaşılması gerektiğini, resmi söylemin dışına çıkan eserlerin önüne yasaklamalarla geçmenin günümüz dünyasına yakışmadığını, bir ülkenin Kültür Bakanının, sebebi ne olursa olsun, bir sanat eserinin yasaklanmasını savunmasının çok acı, çok ironik olduğunu vurguladı. "Senaryo çalışmasının sonu yoktur" diyen İpekçi, her yönetmenin film tamamlandıktan sonra da, gerekli görürse sahne çıkarıp eklediğini, kendisinin de gerekli gördüğü için finalini değiştirdiği filminin bu haliyle daha birleştirici ve bütünleştirici olduğunu söyledi. "Yasaklamaya karar verenler anlamadığı için açıklamak zorunda kalmak bana utanç veriyor" diyen yönetmen "Cumhuriyet aydınını temsil eden Rıfat beyin, var olmayan ailesine geri dönen ama bir süre sonra kendisine döneceği gün gibi aşikar olan, kedisini bile Rıfat beyde bırakan çocuğun yerel giysilerinin üzerine kendi aldığı paltoyu ve şapkayı giydirmesinin, dikkatli bir film okuyucusu tarafından alt kimliküst kimlik göndermesi olduğu, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak farklı alt kimliklerin olabileceğinin ve bir arada yaşanabileceğinin anlatıldığı anlaşılırdı" açıklamasında bulundu.

Bu arada Oscar aday adaylığında ilk beşe giremeyen film ki Bakanlığın bilinçli bir şekilde filmi orada yalnız bıraktığını belirtiyor İpekçi elenmiş durumda. İstanbul Film Festivali'nde yer alacağı ilan edilen filmin akıbeti henüz netleşmiş değil. Festival yöneticileri kendileri açısından herhangi bir sorun olmadığını belirtirlerken İpekçi "festivaldeki gösterim gününe kadar, mahkemeden 'yürütmeyi durdurma' kararı alabilirsek katılabileceğiz" dedi.

Öyle görünüyor ki olayın yankıları bir süre daha devam edecek. Biz kazananın "sinema" olmasını ve bu olayın Handan İpekçi'nin yeni projelere imza atmasının önüne geçmemesini diliyoruz. “ALT YAZI Sinema Dergisi Nisan 2002”

 

Yönetmeni mahkemede ‘Büyük Adam Küçük Aşk’ vizyonda

Büyük Adam Küçük Aşk filminin yönetmeni Ayşe Handan İpekçi, filmin bir sahnesinde emniyet güçlerini ‘küçük düşürmek, kötü göstermek’ iddiasıyla 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada hakim karşısına çıktı. Suçlamaları kabul etmeyen İpekçi, şöyle konuştu: Özgür bir filmin yaratıcısı olarak hakkımda açılmış bu davanın nedenini anlamış değilim. Kesinlikle devletin emniyet güçlerini alenen tahkir ve tezyif kastım yoktur. Film, sevinç ve barışı öne çıkarmak için çekilmiştir ve gösterime konmuştur. Ben ödüllendirilmem gerektiği kanaatindeyken; bana dava açılıyor. Bu beni son derece üzüyor. Bu nedenle beraatime karar verilmesini istiyorum.” Mahkeme heyeti, iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için davayı erteledi. Filmin yönetmeni Handan İpekçi, dün hakim karşısına çıkarken ‘Büyük Adam Küçük Aşk’, önceki gün Almanya’da 14 şehirde vizyona girdi. Geçtiğimiz salı akşamı Köln’de Cinova Sineması’nda galası gerçekleştirilen gösterimler, UNICEF tarafından destekleniyor. (İstanbul, cha 18.04.2003 Zaman Gazetesi)


FİLMİ İZLE 


 

BURUK SEVİNÇLER SOKAĞI (2001) 

Senaryo ve Yönetmen Oğuz Gözen Görüntü Yönetmeni Ferhat Bakır Yapım Zaman Prodüksiyon / Adnan Zaman

Oyuncular: Arif Şentürk, İncilay Özdemir, Cemal Gencer, Adnan Zaman, Mehmet Ünyeli, Cemal Ertokuş, Tezcan Keskin, Nilgün Ercivan, Güven Turgut, Hilal Şengül, Berna Elçin

Konu: Aynı evi paylaşan dört arkadaş, fidye alabilmek umuduyla hayran oldukları sanatçıyı kaçırırlar.

 

 

AYNA (2001) 


Senaryo ve Yönetmen Hakan Şahin Görüntü Yönetmeni Richard Gustavsen Müzik Eric Satie Kurgu Hakan Şahin Yapım Zamata Film/Hakan Şahin, Leyla Şahin

Oyuncular: Uğur Polat, Ljubo Bakic, Travis Vanhill, Cengiz Temelli, Catherina Mazer, Lambert Weffen, Adnan Şahin

Konu: Kardeşinin bir kaza sonucunda boğularak ölmesinin ardından Siyasal bilimler dalında ihtisas yapmak için Kanada’ya yerleşen bir Türk öğrencisinin öyküsü. Kardeşinin ölümünün acısını unutmaya çalışan Uğur Polat, yabancısı olduğu bu ülkede ekonomik açıdan zor durumdadır. Yabancı bir dil öğrenmenin zorluğuyla okuma masraflarını karşılayamaz. Ancak şehirden bin kilometre ötede ve petrol kuyularının yakınındaki küçük bir köyde iş bulur. Iki aylık yaz tatiline çıkan Tom adlı tezgahtarın yerini alan Uğur, hazır yiyecek satan dükkan da çalışmaya başlar. Dükkanı tek başına işleten Uğur, artık mutludur. 200 kişilik bu yerleşim alanındaki tezgâhtarlık işi, önceleri hoşuna giderse de bir süre sonra sıkılmaya başlar. Giderek ruhsal dengesi bozulur, Daha çabuk sinirlenmeye başlar. iki aylık çalışma süresini tamamlar, ama Tom hala ortalarda yoktur. Her günkü koşularından birinde ormandan geçerken, başına beklenmedik ve oldukça komik bir kaza gelir. Onu, uzaktan kara bir ayı sanan civardaki iki avcı yanlışlıkla vurmuştur. Sağ kolunda büyük bir acı hisseden Uğur, yaşamının bir başka boyutuyla, ölüm korkusuyla yüz yüze gelir.

Not: Hakan bir çoğumuzun şimdiye kadar adını bile duymadığı bir Türk yönetmen. Bunun bir nedeni, 1965 doğumlu yönetmenin 15 yaşından beri dünyanın bir ucundaki Kanada'da yaşaması. Bilgisayar mühendisliği okumuş, ancak 'Bisiklet Hırsızları'nı seyretmesiyle hayatı farklı bir yola sapmış. İlk kısa filmini 30'unda çekmiş. Şahin'in ilk uzun metrajlı filmi 'Ayna', insanların kendi içlerinde verdikleri savaşı konu ediyor. Diğer filmi “Ayna..Bak ve Gör” filmiyle ilgili bir kaynak ,(kendi firma resmi internet sitesi de dahil) bulunamadı. (y.ö) Bknz: Resmi Internet sitesi: www.zamata.com/mirrorindex.html)

 

 

AŞKIN DANSI (2001)

Yönetmen Artur Lopez, Senaryo Uğur Akdoğan Görüntü Yönetmeni Artur Lopez Yapımcı Uğur Akdoğan Kurgu Hüseyin Başaran

Oyuncular: Uğur Akdoğan (Azap), Melissa Kyxle (Gina), Demir Karahan, Gürcan Koç (Faruk), Deniz Salman Ömer, Kürşat Şahin (Sercan

Konu: AŞKIN DANSI, Türkiye’den Fransa'ya kaçak yollarla giden bir grup insanın ve eğitim amacıyla fırsatlar ülkesine giden genç bir kızın yaşadığı dramı anlatıyor. Farklı sınıf ve kültürden gelen, çoğunluğu genç olan bu insanlar, yaşama başka bir yerden yeniden başlamak için İngiltere’ye doğru umut yolculuğuna çıkarlar. Aslında hikayenin dört ana karakteri vardır. Onlarla birlikte aynı kaderi paylaşan ara karakterler de olay örgüsünün oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Umuda doğru çıkılan bu yolculukta kimilerinin amacı; yeni bir dil öğrenmek, ailesine ekonomik açıdan yardım etmek, çocuğuna daha rahat bir gelecek sunmak… Kimilerinin amacı ise; işlediği suçtan kaçmak, macera yaşamaktan başka bir şey değildir
…AŞKIN DANSI, Türkiye’de yaşadıkları zorlukların üstesinden gelemeyip, çareyi Frans a’ya göç etmekte arayan ve yolları Lyonda’da kesişen Azap, ve Melissa’ın hikayesini anlatıyor.

FİLMİ İZLE 


 

GÖNÜL (2001)


Yönetmen Ersin Pertan,Senaryo Kim Kotila Görüntü Yönetmeni Walter ACI Lassally Müzik Nedim V. Otyam Yapım Sanmal A.Ş./Annie G. Pertan, Ersin Pertan Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Sanat Yönetmeni: AnnaMaria Geelmuyden Pertan,

Oyuncular: Berhan Şimşek, Selçuk Yöntem, Elyse Mirto, Erdinç Akbaş, Selma Köksal

KONU: Amerika'lı Rayna, kocası David'in karşı çıkmasına karşın 1983 yılında Anadolu'nun küçük bir kasabasına araştırma yapmak üzere gider. Kasabaya giderken yolda alışık olmadığı şeyleri şaşkınlıkla izlemektedir. Trafik ihlalleri, Anadolu insanının kendisine yabancı gelen özellikleri gibi. Bir ara minibüs yolda bozulur ve arabanın tamirini beklerler. Kasabaya geldiklerinde kahvede oturmakta olan halktan Mustafa, Rayna'nın bavulunu alarak onun itirazına karşın onu Şükran isimli bir kadının pansiyonuna götürür. Rayna, Şükran'la haftalığı 5 dolara anlaşır. Odasında uyuyakalan Rayna'yı, Şükran polis kendisini aradığı için uyandırır. Rayna, polis memuruyla karakola gider. Kendisini otele götüren Mustafa da karakola gelmiştir. Komiser Rayna'ya geliş nedenini sorar. Rayna geliş nedenini araştırma olarak belirtir. Komiser, araştırmasının politik olup olmadığını ve yardıma gereksinmesi olup olmadığını sorar. Rayna, komisere tercüman istediğini söyler. İngilizce öğretmeni Ayşe, kasabada olmadığı için Mustafa, komisere yazar olan İlhan'ı çağırmayı teklif eder.

İlhan ve Rayna araştırma için minibüsle bir köye giderler. Yolda giderlerken İlhan, Rayna'ya Alman bir yayıncının ilgilendiği bölgenin politik durumuyla ilgili bir araştırma yaptığını söyler. Bu arada uyuklamakta olan Rıza, uyanarak dürbünle bir yeri gözetler. Köye geldiklerinde muhtarı bulurlar. Onun yardımıyla bir halı atölyesinde çalışan kadınlara Rayna sorular sorar ve fotoğraflar çeker. İlhan ve Rayna, geri dönerlerken Rıza ve iki adamı minibüsün yolunu keserek herkesi dışarı çıkarır. Rıza, arabaya yoldan binen Emine ile Mahmut'u dışarı çıkararak öldürür. Bu arada minibüste kalan Rayna başını çarparak yaralanmıştır. Rıza, Rayna'yı süzerek uzaklaşır .

Rayna ve İlhan kasabaya döndüklerinde karakolda ifade verirler. Bu arada İlhan'ın karısı doktor Selma, Rayna'nın yarasını tedavi eder. Zehra ve Rayna kasabanın pazarında dolaşmaya çıkarlar. Dönüşte İlhan'la karşılaşırlar ve İlhan, Zehra'nın itirazına karşın Rayna'yı, yolda gördükleri cinayetle ilgili karakola götürmesi gerektiğini söyler. Karakolun önünde toplanan iki gencin aileleri aralarında kavga çıkmıştır. Bu arada şaşkınlığa uğrayan Rayna'ya, İlhan durumu anlamasının zor olduğunu söylerken Mustafa durumu normal diye yorumlar. İlhan, Rayna'yı çevrede metruk bir tarihi kiliseye götürür. Kilisenin önünde hayvanlar otlamaktadır. Kilisenin içini gezerlerken İlhan, Rayna'yı öpmek ister. Bu sırada kapıda atıyla Rıza belirmiştir. Rayna ve İlhan kasabaya döndüğünde onları bekleyen Zehra durumdan hoşlanmamıştır.

Rayna gece uyumaktayken Rıza'nın atının nal sesleriyle uyanır. Bir süre pencereden bakışırlar. Ertesi gün Zehra'nın çalıştığı kliniğe giden Rayna, Rıza'nın kız kardeşi Nesrin'e, bandaj yapmaya giden Zehra'yla gider. Rayna kasabaya döndüğünde gelen polisle karakola gitmek zorunda kalır ve komiserin Rıza'ya ilişkin sorularını yanıtlar. İlhan, Rayna'yı kendisiyle gelmek istemese de, Rızay'la görüşme ayarladığını söyle yerek gitmeye ikna eder. Rıza, Reyna'yı akşam köyde yapılacak düğüne davet eder. Düğün sonrasında İlhan, Rıza'yla konuşur. Rayna'dan hoşlanıyorsa onurlu olması, kendini yetiştirmesi gerektiğini söyler. İlhan ona kendilerine katılmayı, onu eğitmeyi teklif eder. Rıza kendisini ve Hasan'ı rahat bırakmasını söyler. Rıza, Reyna'ya haber göndererek onu atla çevreyi dolaştırmaya çıkarır. Dönüşte yağmur bastırınca da bir dağ evine sığınırlar. İlhan, komisere Rıza'nın Rayna'yı kaçırdığı şeklinde ihbarda bulunur. Hasan aracalığıyla Rıza ve Rayna'nın kaldığı yeri bulan İlhan, Rıza'yla karşı karşıya gelir. Aralarında çıkan çatışmada Rıza İlhan'ı, polisler ise Rıza'yı öldürmüştür. Ülkesine dönen Rayna, kocasına kendilerine bir şans daha vermeyi teklif eder. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 240

*Ersin Pertan’ın insan ilişkilerinin çatışma ve şiddet üzerinden geliştiği “geri kalmış” bir coğrafyada, bir kez daha kuşatma altında aşk öyküsünü anlatmaya soyunmuş. Baştan sona bidik kalıplar aracılığıyla ilerleyen öykü, karakterlerin az rastlanır biçimde “havada durmaları”nın etkisiyle hiçbir alanda inandırıcılık, etkileyicilik sağlayamıyor, görsel açıdan da gözlerimizi okşamayı başaramıyor. Başta Berhan Şimşek’in fazlasıyla gergin, adeta küçük dağları ben yarattım demeye getiren oyunculuğu olmak üzere, Selçuk Yöntem’in, Elyse Mirto’nun savruk performanslarının da etkisiyle “Acı Gönül”, anlatımını tutturamamış, hedefini saptayamamış bir film olarak seyir tarihimizdeki yerini alıyor. Bunun en büyü nedeni, yazarı Kim Kotila’dan yana, Ersin Pertan’ın sağlam düşünsel bir yapı inşa edememiş, ne iletmek istediğine öncelikle kendisinin karar verememiş olması… “Acı Gönül” filminde ne bir düşünce var, ne aksiyon, ne özen, ne de gerçek bir “çatışma” var. “Tunca Arslan, “Sinema Dergisi”, Haziran 2001, Sayı 75”

& Genel olarak eleştiride, özel olarak da film eleştirisinde kullanılagelen kimi benzetmelerden tümüyle kurtulmak gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, "İlkokul müsameresi gibi bir film" demek çoğu zaman, ilkokul müsamerelerinin o çocuksu yalınlığına, cıvıltısına, hoş acemiliklere ve o büyük heyecana açık bir hakaret, hatta ihanet anlamına gelebiliyor. Kötü bir film, neden ilkokul müsameresine benzesin ki? Bunun gibi, bir zamanlar oldukça yaygın biçimde kullanılan "Film mi kilim mi?", "Kilim gibi film!" klişelerini de bir daha indirmemek üzere rafa kaldırmalı... Özenle dokunmuş, alın teri göz nuru dökülmüş, rengarenk kilimlerin ne suçu var?


lk kez 37. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde seyirci karşısına çıkan, geçen ay içinde de bazı ıstanbul sinemalarında gösterim şansı bulan "Acı Gönül", Ersin Pertan'ın yönetmen olarak imza attığı dördüncü film. Bizans'ı bir kez daha yıkan Ersin Pertan, "Acı Gönül"de tipik bir köyekasabaya gelen yabancı öyküsü sunuyor. ABD'li bayan sosyolog, incelemelerde bulunmak üzere geldiği dağ kasabamızda "folklorik" özelliklerimizin çeşitli biçimleriyle karşılaşıyor, kasabanın doktoru Zehra ve sol tandanslı kocası (Selçuk Yöntem) arkadaş oluyor, kan davasından çanak çömleğe, kasaba kadınlarının el işlerine kadar pek çok konuda kültürümüzle yakından tanışma fırsatları yakalıyor. Ancak bu tanışma yalnızca "kağıt üstünde" kalıyor, "S gereği" olmaktan öteye gidemiyor. ABD'1i araştırmacının, yöre insanı üstünde belli bir karizması, hatta dokunulmazlığı olduğunu anladığımız, bir çeşit "sosyal haydut" kimliği taşıyan Rıza'yla (Berhan Şimşek) haşır neşir olması, aralarındaki elektriklenme ve etkileşimin artıp duygusallığın filizlenmesi ise tam anlamıyla "bardağı taşırıyor"! Entelektüel İlhan'ın yabancı kadına göz koyup Rıza'yı kıskanması ve komploculuk yapmaya başlaması, yağmur altında sığınılan mağarada banyo yapan aşıklarımızın keyfini kaçırıyor kuşkusuz ama yine de aşk hükmünü yürütüyor. Yürütüyor yürütmesine de filmin sonuna doğru anladığımız üzere, o da bir yere kadar!

Ersin Pertan, insan ilişkilerinin çatışma ve şiddet üzerinden geliştiği "geri kalmış" bir coğrafyada, bir kez daha kuşatma altında aşk öyküsü anlatmaya soyunmuş. Baştan sona bildik kalıplar aracılığıyla ilerleyen öykü, karakterlerin az rastlanır biçimde "havada durmalarının da etkisiyle hiçbir anında inandırıcılık, etkileyicilik sağlayamıyor, görsel açıdan da gözlerimizi okşamayı başaramıyor. Başta Berhan Şimşek'in fazlasıyla "gergin", adeta küçük dağları ben yarattım demeye getiren oyunculuğu olmak üzere, Selçuk Yöntem'in, Elyse Mirto'nun savruk performanslarının da etkisiyle "Acı Gönül", anlatımını tutturamamış, hedefini saptayamamış bir film olarak seyir tarihimizdeki yerini alıyor. Bunun en büyük nedeni, yazarı Kim Kotila bir yana, Ersin Pertan'ın sağlam bir düşünsel yapı inşa edememiş, ne iletmek istediğine öncelikle kendisinin karar verememiş olması. Üç aşağı beş yukarı benzer bir öykü anlattığı için Halit Refiğ'in 1989 yapımı "iki Yabancı"sını akla getirelim...

Yoksul bir Anadolu köyünde çalışmalar yapan Batılı gönüllü kadının farklı çehrelerini ve aşkını anlatan "İki Yabancı" da çok başarılı bir film değildi belki ama hiç değilse hemen her sahnesinde Refiğ'in düşünceleri yansıyor, iş asla sallantıya bırakılmıyordu. "Acı Gönül" de ise ne bir düşünce var, ne aksiyon, ne özen, ne de gerçek bir "çatışma". 1980'lerin başında geçtiği ilan edilen bir serüvende 72 plakalı otobüsleri e karşılaşmak, 500 bin TL bahşiş verildiğine tanık olmak, abartılı diyaloglara katlanmak, belli başlı karakterlerin tümünün İngilizce konuşabilmelerine hayret etmek de çabası! Daha çok Avrupa televizyon seyircilerine görmek istedikleri, hayallerinde canlandırdıkları Türkiye'yi göstermek niyetiyle yapılmış duygusu uyandıran, garip, tuhaf bir "gönüllü rehine" serüveni olarak belleklerimizde yer edecek "Acı Gönül".


FİLMİ İZLE 




14 Aralık 2022 Çarşamba

 


2001 YILI GÖSTERİME GİREN

FİLMLER

NECDET TOSUN    1926- 1975    www.aa.com.tr 

 

ZÜMRÜT/ Gözlerim Aklına Gelirse (2000) 


Yönetmen Özer Kızıltan Senaryo Nuran Devres Lütfi Ö. Akad'ın 1959 yapımı "Zümrüt'ün ikinci çevirimi.” Eser: İhsan İpekçi Görüntü Yönetmeni Soykut Turak, Müzik İlhan Yabantaş, Yapım Plato Film Sinan Çetin Sanat Yönetmeni: Dilşat Zülfikaroğlu, Kurgu: Murat Bor, Yapım Asistanı: Murat Kahraman Özalp, Yönetmen Yardımcısı: Çiğdem Sezgin, Focus Puller: Oktay Başpınar,

 Oyuncular: Yasemin Alkaya (Feride), Toprak Sergen (Selim), Nail Kırmızıgül (Fuat), Suna Selen (Vasfiye), Rezzan Akçatepe, Öktem Özses, Bengi Heval Öz, Alp Öyken (Sadun), Mehmet Ulay (Avukat Nejat)

 Konu: Fuat, Selim ve Nermin yakın arkadaştırlar ve tıp eğitimi almaktadırlar. Selim bir sabah okuldaki sınavlara gecikince, Fuat ve Nermin telaşlanmışlardır. Nefes nefese son anda sınava yetişen Selim, sınav esnasında rahatsızlanarak bayılır ve hastaneye kaldırılır. Selim babasını kaybetmiş ve bu yüzden ekonomik sıkıntı çekmektedir. Onu seven hocalarından Münür, Selim'e yatalak bir işadamı olan arkadaşı Sadun'un bakımına yardımcı olması için iş bulur. Selim, Sadun'la görüşmek için adadaki köşküne gider. Bu arada Sadun'un karısı Feride'nin arkadaşları gelmiştir. Genç kadın arkadaşlarıyla dışarı çıkacağını Sadun'a haber vermeye geldiğinde, görevli Sadun'a Selim'in geldiğini haber verir. Feride kocasına yardım etmekte sorumsuz davranmaktadır. Bu arada Selim, Feride'yi tanıdıkça ona tutkuyla bağlanmaya başlamıştır. Feride ve Selim arasında bir ilişki başlamıştır. Selim, kız arkadaşı Nermin'e de mesafeli davranmaya başlamıştır. Bir gece Sadun beyin yan odasında sevişirlerken, onlara sesini duyuramayan yaşlı adam ölür. Sadun 'un ölümünden suçluluk duyan Selim, mecburi hizmet için İstanbul dışına gitmeye karar verir. Selim, eşyalarını toplamaya adaya gittiğinde Feride, ondan gitmemesini ister. Selim bu isteği kabul etmez ve İstanbul'dan ayrılır. Fuat'la Feride bir partide tanışarak birlikte olurlar. Feride'ye aşık olan Fuat, annesi Vasviye'ye Feride ile evlenmek istediğini söyler. Fuat, Selim ile Nermin'i Feride ile tanıştırmak için evine yemeğe davet eder. Karşılaşma Feride ve Selim için bir şok olur. Selim, gerçeği Fuat'a açıkladığında Fuat inanmak istemez. Bu arada Feride'yle Fuat'ın ilişkisi açmaza girmeye başlamıştır. Alkol bağımlısı haline gelen Fuat' ın elleri titremeye başlamıştır. Fuat, mesleki açıdan sorunlar yaşamakta ve her geçen gün daha kötüye gitmektedir. Fuat, parasızlıktan reşit olmayan birine kürtaj yaptığı için savcılığa çağrılınca intihar eder. Feride en sonunda Sadun'un avukatıyla yaşamaya başlamıştır. Bir gece onu terk ederek Selim'in evine gider. Selim kendisine ilgi göstermeyince geri dönmek için Selim'le gara giden genç kadın trenin altına atlayarak intihar eder.

Zümrüt, "20. Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması" kitabının içinde yer alması düşünülmeyen bir film olmasına karşın, kendi içindeki türe örnek oluşturması amacıyla kitaba dahil edilmiştir. Çünkü Zümrüt ve benzeri başka filmler, Sinan Çetin' in Plato Filmcilik'i ile CİNE 5'in işbirliğiyle oluşturulan bir proje kapsamında televizyon için eski Yeşilçam filmlerinin yeniden çevirimini içermektedir. Olayı böyle ele aldığınızda, aslında Zümrüt hakkında söylenebilecek fazla bir şey yok. Çünkü bu film ve diğerleri, örneğin; Ağaçlar Ayakta Ölür, Artık Sevmeyeceğim, Bomba Gibi Kız, Fosforlu Cevriye vb. gibi bir çeşit sipariş mantığıyla üretilmişlerdi. Ayrıca günümüzde Yeşilçam sinemasını destekleyen koşullar sinema salonları yerine televizyonda devam ettiği için, Zümrüt ve diğerleri de kendilerine bu mecrayı hedef seçerek üretiliyorlar. Film, geçmişin klişelerini çağdaş bir cilayla yeniden gündeme getiriyor. Diğer yandan iyi teknik olanaklar, inandırıcı bir atmosfer oluşturma gibi artılara sahip. Fakat oyunculuk açısından aynı şeyleri söylemek kolay değil. Örneğin Toprak Sergen ve Yasemin Alkaya bazı sahnelerde gülmemek için kendilerini zor tutuyormuşçasına bir oyunculuk sergiliyorlar. Şüphesiz bu filmleri prototipIeri ile de kıyaslamak doğru olmaz. Çünkü o filmlerde bugünün estetiğiyle baktığımızda pek çok unsur yavan gibi görünse de sanatçısından teknik adamına, set işçisine kadar inanmış kişiler çalışıyorlardı.

Zümrüt ve diğer filmler, sinemaya adım atmak isteyen sinema okulu mezunu genç sinemacılar için de deneyim kazanmak için önemli bir olanak yaratıyor. Bu açıdan bakıldığında Zümrüt'ün yönetmeni Özer Kızıltan'da böyle bir proje aracılığıyla televizyon için olsa da ilk uzun metrajlı filmini çekme olanağını bulmuş . “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 292”

 

YILDIZ TEPE (2000)


Yönetmen Yağmur Taylan Senaryo: Yağmur Taylan, Durul Taylan (Peride Celal’in “Yıldız Tepe” romanından) Görüntü Yönetmeni Volkan Kocatürk Müzik Ömer Özgür Yapım Plato Film/Sinan Çetin Yönetmen Yardımcıları: Erhan Tursun, Önder Eren, Yardımcı Yönetmen: Çiğdem Sezgin, Sanat Yönetmeni: Dilşat Zülkadiroğlu, Prodüksiyon Amiri: Cengiz Keten, KurguSesMix : Murat Bör, Proje Genel Koordinatörleri: Ayşe Sarp, Mustafa Altıoklar, Yapım Sorumlusu: Şahin Alpaslan, Genel Koordinatör: Cem Toparlaklı, Prodüksiyon Asistanı: Ayhan Yavuz, Kamera Asistanları: Ahmet Kocatürk, Mustafa Kaya, Işık Şefi: Serdar Ünlütürk, Işık Asistanları: Kaan Korkmaz, Tekin Güven, Serdar Oğuz, Set Amiri: Talih Taşkın, Set Asistanları: Doğan Gül, Mehmet Asaroğlu, Ferit Çorujh, İsmail Gencer, Sanat Yönetmeni: Dilşat, Kostüm Sorumlusu: Aylin Aday, Müzik Kayıt: Jıngle Junhle, Set Fotoğrafçısı: Necan Baltan, Makyözler: Meltem Helvacıoğlu, Kuaför: Erdal Söyler, Ulaşım: Bektaş Alpkaya, İsmail Durmaz, İlhan Toptaş, Cevat Özden, Fehmi Sevim, Negatif Banyo: Arif Şengül, Gökhan Kılıç, Uğur Orbay, Ahmet Yılmaz, Işık: Plato Işık Servisi, Kast Natür, Telesine: Sinemaj, Telesine Operatörü: Serdar Erçel, Dublaj Yönetmeni: Ersin Sanver, Dublaj Asistanları: Emrah Akışık, Özlem Çakar, (Şafak Film Laboratuarlarında hazırlanmıştır.)

Oyuncular: Özge Özberk (sevgi), Uğur Polat (Murat), Ozan Güven (Ali), Ayla Algan (Büyükanne), Demet Hayran (Cemile), Mehmet Ulay (Ahmet Kılıçoğlu), Ayşegül Ünsal (Fatma Hanım), Kemal İnci (Şoför Şerif), Uğur Uludağ (Dr. Faruk), Yosi Mizrahi (Osman Kılıçoğlu), Yasemin Koşal (Türkan), Seren Benoraya (Çocuk Cemile), Rezzan Akçatepe (Leyla), Halise Çırak (Leyla’nın annesi), Orhan Çetin (Bardaki çapkın), Chris (kurt)

Konu: Anne ve babasının ölümünden sonra akrabalarının yanına sığınan bir genç kızın öyküsü. Sevgi, Kılıçoğlu ailesi içinde beklediği ilgiyi göremez. Bu arada Ali adlı gençle arkadaşlık yapan Sevgi, onu istemeyen ailenin tüm sırlarını çözmeye çalışır.