BÜYÜK ADAM KÜÇÜK AŞK (2001)
Senaryo ve Yönetmen Handan
İpekçi Görüntü Yönetmeni : Erdal Kahraman, Müzik: Serdar Yalçın
Mazlum Çimen Yapım Yeni Yapım Film ve Reklamclık Org. San.Tic. Lti. Şti.
– Hyperion S.A – Focusfilm (Eurimages ve TC. Kültür Bakanlığı, Yunan Film
Merkezi desteğiyle) Senaryo
Danışmanı:
Fehmi Yaşar, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Natali Yeres,
Sanat Yön. Yrd: Selda Ülkenciler, Özgür Selvi, Yasemin Kalaba, Yönetmen
Yardımcıları: Peter Racz, Feridun Koç, Pınar Dökmen, Ses Kayıt: Dinos
Kittou, Ses Teknisyeni: Nail Yurtsever, Yaylı Grubu: İstanbul
Quartet (Düdük: Ertan Tekin, Gitar: Erdinç Şenyaylar, Kanun: Göksel
Kartal, Kaval: Turgay Güzelcan, Bas Gitar: Murat Açıkalınyiğit), Konak
Vokal: Servet Kocakaya, Maç Anlatıcısı: Levent Özçelik, Ulaşım: Erol
Ataç, Harun Gülmez, Selim Ercan, Serkan Topal, Şener Topal, Onur Avcı, Kast
Sorumlusu: Zebil Yapım, Miksaj: Thannassis Arvanitis, Kurgu: Nikos
Kanakis, Kurgu Ast: Nikos Alpantakis, Yapım: Handan İpekçi Devamlılık
yazmanı: Nursel Doğan, 1. Kamera: Ast: Feza Çaldıran, 2.Kamera:
Ast: Deniz Eyüboğlu, Video Ast: Burak Şenbacak, Boom Operatörü: Glorgos
Vassillou, Marangozlar: Ali Rıza Altınkek, Hayati Gülbahar, Cemal Ergiz,
Boyacılar: Bektaş İldem, Kenan Sarıtaş, Iiık Şefi: Günce Özberk,
Işık Yard: Emre Onat, Kaan Korkmaz, Statikem Operatörü: Ercan Yılmaz,
Kostüm Sorumluları: Ferenc Schöffer, Gyorgy Homonnay, Cem Başeski, Set
Amiri: Melih Sezgin, Set Yard: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Özel
Efekt: Ahmet Topal, Makyöz: Öznur Özkan, Kuaför: Dilek Öztürk,
Kürtçe Çeviri: Murat Batgl, Kürtçe Hocaları: Murat Batgl, Yıldız
Gültekin, Kazım Öz, Nursel Doğan, Müzik Stüdyosu: Sound Stüdyo,
Laboratuar: Sklavis StüdyoAtina, Negativ Kurgu: Vangelis Gousslas,
Renk Düzeltme: Dimitris Kirtakou, Jenerik: Manolis Sakadakis,
Yapım Sorumlusu: Şahin Alpaslan, Yapım Yardımcıları: Regina Daranyı,
Seyfi Çakır, Bekir Tarık, Ortak Yapımcılar: Nikos Kanakis, Panos
Papahadzie, Denes Szekeres,
Oyuncular: Şükran Güngör
(Rıfat Bey), Çocuk Oyuncu Dilan Erçetin (Hejar), Füsun Demirel (Sakine), Yıldız
Kenter Müzeyyen Hanım), İ.Hakkı Şen (Evdo), Sevin Yıldız (Avukat Serpil), Erdal
Ceviz (erkek militan), Saniye Tunç (kız militan), Ulgar Manzakoğlu (şef polis),
Polisler: Adnan Türel, Serdar Bordanacı, Zafer Yılmaz, Yıldırım Beyazıt, Halil
Er, Özgür Güveloğlu, Tibor Varga, Rubert Kovacı, Alişan Ünlü (Sakine koca),
Nihat Ülger (kargo görevlisi), Ferhad Balgi (minübüsteki yolcu), Zeynel Abidin
(bakkal Ali), Feyyaz Duman (Garson), Zeynep Ateşer (tezgahtar), Berna Çetin
(eczacı), Yakup Yavru (hareket memuru), Leman İpekçi (Neriman Hanımın
fotoğrafı)
Konu: Evdo (Abdülkadir) yakınlarının
küçük kızı Hejar'ı İstanbul'a amcasının avukat kızı Serpil Güven'in yanına
getirmiştir. Hejar'ın annesi, babası ve kardeşleri vurularak öldürülmüştür.
Küçük kız bu dünyada tek başına kalmıştır. Serpil, Evdo'ya kızın yanında
kalmasının uygun olmadığını söylemesine karşın Hejar'ı kabul etmek zorunda
kalmıştır. Serpil Güven'in karşı komşusu emekli yargıç Rıfat bey, tek başına
yaşamaktadır. Oğlu yurt dışındadır. Karısı Neriman ise uzun yıllar önce
ölmüştür. Yargıç Rıfat, Cumhuriyet gazetesi okuyan ve ilkelerine tutucu
denilecek şekilde bağlı bir insandır. Evdo'nun Hejar'ı bırakmasından sonra apartmanın
bulunduğu sokağa polis arabaları girerek yolu keserler. Serpil'in evinde
saklanmakta olan Kürt tanıdıkları, Serpil'in teslim olun çağrılarını dinlemez
ve silahlarını çekerek savunma pozisyonu alırlar. Polisler kapıyı
açtırdıklarında içeriden ateşle karşılaşınca evi tarayarak içeride avukat
Serpil dahil herkesi öldürürler. Bu arada polis timinden biri baskın sırasında
yargıç Rıfat'ın zilini çalmış ve onu çatışma sırasında evde tutmuştur.
Ortalığın durulmasından sonra polisler, Serpil'in evinde arama yapmaya devam
ederken apartman sakinlerinin de evlerinden çıkmalarını engellerler.
Polislerden biri Serpil'in evinde etrafı kolaçan ederken, küçük Hejar
saklandığı dolabın içinden çıkarak çevreye bakınır. Evde birinin olduğunu fark
eden Hejar, açık olan daire kapısından apartmana çıkar. Yargıcın evinin kapısı
da açıktır ve o sırada evden dışarı çıkan Sakine ve yargıç Rıfat, küçük kızı
fark ederek içeri alırlar. Dışarı çıkan polisle karşılaşan yargıç Rıfat, bir
şey söylemez. Yargıç şaşırmasına karşın küçük kızın korkmuş halinden ve üstü
başına bulaşmış kanlardan etkilenerek, hizmetçi si Sakine' den su ve bez
getirmesini ister. Yargıç, kızı temizlerken kızın Türkçe konuşmalara cevap
vermemesine, Kürtçe konuşmasına kızar. Hejar'la Kürtçe konuşan Sakine 'yi de,
Kürtçe konuşmaması için uyarır. Polisler yargıcın karşı dairesini mühürlemiş ve
çlerinden yetkili olan birisi yargıç Rıfat'a bir gelişme olursa kendisine
verdiği telefon numarasından aramasını söyler. Bu arada aynı apartmanda yalnız
yaşamakta olan ve yargıç Rıfat’a ilgi duyan Müzeyyen hanım, sabah sporlarında
karşılaştığı yargıçla diyalog kurmak için çaba harcamaktadır. Müzeyyen,
Rıfat’la eczanede karşılaştığında yargıcın merhem ve kesik için tedavi edici
ilaç almasını merak etmiştir. Yargıç Rıfat, Sakine'ye kızı kısa sürede
yetkililere vereceğini söylemesine karşın bunu yapamaz. Kendisine de itiraf
etmekten korksa da, huzurevine gitmeyi düşünen yaşlı adam için sevimli küçük
Kürt kızı bir can yoldaşı olmuştur. Yargıç Rıfat’la Hejar arasında kah fırtınalı
kah sakin bir ilişki sürmektedir. Yargıç küçük kızı bir mağazaya götürerek ona
yeni kıyafetler almıştır. Bu arada Müzeyyen hanım, Rıfat beye mektup yazarak
yaşamını ve yalnızlığını onunla paylaşmak istediğini belirtir. Rıfat bey,
teklifi kızın hamisi olmayı istediği için kibarca reddetmiştir. Yargıcın kıza
önyargılı davranması, sürekli zorla Türkçe öğretmeye çalışması kızın ona tavır
almasına, küsmesine neden olmaktadır. Yargıç en sonunda dayanamaz yardımcısı
Sakine'den kendisine Kürtçe öğretmesi için yardım ister. Bu arada Sakine'nin
gerçek isminin de Rojda olduğunu öğrenir. Kızı evlat edinebilmek için nüfustan
kayıtları araştıran Rıfat, kızın annesi Dilşah, babası Hasan ve kardeşlerinin
öldüğünü öğrenir. Kızın elbisesinin cebinden çıkan Evdo 'nun adresini bulan
Rıfat, kızı da alarak İkitelli'deki adrese gider.
Evdo'nun kaldığı eve ulaşmadan
önce Hejar'ı yakındaki otobüs noktasında bir görevliye emanet eden Rıfat bey,
Evdo'nun kaldığı eve ulaştığında gördüğü yoksulluk yüzünden gerçeği
açıklayamaz. Hejar'la geri dönen Rıfat bey, küçük kıza giderek bağlanmaya başlamıştır.
Bu arada televizyonda bölücü militanlarla birlikte avukat Serpil'in de öldüğünü
duyan Evdo, aceleyle kadının apartmanına gitmiş ve kimseyi bulamayınca
çaresizlikle koridora çöküp kaldığı sırada Rıfat bey ve Hejar gelirler. Küçük
kızı gören Evdo, büyük bir sevinç ve sevgiyle kıza sarılır. Yargıç Rıfat'ın
evinde otururlarken Hejar eve ilk geldiği günkü elbiselerini giyerek Evdo'nun
yanına gelmiş ve annesine gitmek istediğini söylemiştir. Evdo, Hejar'a anne,
babası ve kardeşlerini toprağa gömdüklerini anlatmaya çalışır. Fakat küçük kız
gitmekte ısrarcıdır. Evdo'nun elini tutarak evden ayrılmak üzere olan Hejar'a,
Rıfat beyonun için aldığı paltoyu ve şapkayı vererek küçük can yoldaşını
uğurlar.
Ödülleri;
38.
Antalya Film Şenliği, 2001
► En
İyi Film
►
“Handan İpekçi” En İyi Senaryo
►“Füsun
Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
►
“İsmail Hakkı Şen”En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
►“Dilan
Erçetin” Jüri Özel Ödülü
13.
Ankara Film Festivali, 2001
► “
Şükran Güngör” En İyi Erkek Oyuncu
►“Füsun
Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
►“Dilan
Erçetin” Umut Veren Yeni Oyuncu
ÇASOD
seçiminde (2001):
►
"En İyi Kadın Oyuncu" (Füsun Demirel),
►"Jüri Özel Ödülü"
(İssmail Hakkı Şen);
Sadri Alışık Ödülleri (2000):
►"En İyi Erkek Oyuncu" (Şükran
Güngör);
SİYAD seçiminde (2002):
► En
İyi Erkek Oyuncu" (Şükran Güngör),
►
"En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" (Füsun
►
"En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" (İsmail Hakkı Şen);
26.
Kahire Film Festivali (2002):
►Gümüş
Piramit Ödülü "En İyi İkinci Film",
►
"En İyi Senaryo" (Handan İpekçi);
22.
Uluslararası İstanbul Film Festivali (2003):
►"Radikal
Gazetesi Halk Ödülü" (Büyük Adam Küçük Aşk)
4960.000
Euro bütçesi olan filmin ses ekibive ekipmanı Yunanistan'dan gelmiş, tüm
laboratuar işlemleri de Atina'da yapılmış. Çekimleri 10 hafta süren film için
234 kutu negatif harcandı. Yargıç emeklisi (Şükran Güngör) ve yargıca aşık komşu
Müzeyyen Hanım'ın (Yıldız Kenter) evleri ile operasyon yapılan örgüt evi senaryoya
uygun olarak stüdyoda sıfırdan kuruldu.
Oyunculuk deneyimi olmayan 5
yaşındaki Dilan Erçetin, yılların deneyimli oyuncuları karşısında adeta onlarla
yarışırcasına oyun çıkardı. Bunda, çekimler başlamadan önce yönetmenle 3 ay
boyunca senaryo çalışmalarının rolü büyüktü.
Senaryodaki Kürtçe diyalogların
hazırlanması ve oyuncuların Kürtçe çalıştırılması konusunda Mezopotamya Kültür
Merkezi'nden yardım alındı. Filmde asimile olmuş bir şive ile hem Türkçe hem de
Kürtçe oynayan Füsun Demirel ile İ.Hakkı Şen üç ay boyunca Kürtçe çalıştılar.
Yıldız Kenter de rolü çok küçük olmasına rağmen senaryoyu çok beğendiği için
filme destek olmak amacıyla projede yer aldı. Babam Askerde" ile babası
hapisteki çocukların iç dünyasına dokunan İpekçi, "Büyük Adam, Küçük
Aşk" ile hem kentli yalnızlığına, hem de insani ilişkilerin
derinliklerinde önemini kaybeden etnik farklılıklara uzanıyor…
& Büyük Adam Küçük
Aşk", öncelikle, yaşama, çıkarlardan arınmış olarak bakan iki insanın yalm
sevgisini yansıtması açısından duyarlı ve önemli bir film. Handan İpekçi,
ikinci uzun metrajlı filminin merkezine, hakim emeklisi yaşlı bir adamla PKK
teröründe ailesini kaybetmiş küçük, sevimli Kürt kızının önce önyargılara yenik
düşen, sonrasında tamamen insani zeminde süren ilişkilerini yerleştirmiş.
Şüphesiz filmin amacı yaşlı bir hakim emeklisiyle yaşamın tüm acımasızlığını
yaşamasına karşın çocuk safiyaneliğini kaybetmemiş küçük bir kızın ilişkisini
anlatmak değil. Handan İpekçi, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı
olan her aydın gibi, temelde bir ülkenin vatandaşları arasında oluşan bir
yabancılaşmayı, gerginliği sorgulamaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken Türk
sinemasında çok alışılmadık bir başarıyı tutturuyor. Bu başarının temelinde
ise, yaşanılan sorunları belli kişilerin ağzından söyleve dönüştürme yerine,
yaşanılan durumları başarılı ve ölçülü bir sinema diliyle sergilemesi yatıyor.
(Okyay, Radikal, 2001). Aslında Handan İpekçi son derece barışçı bir bakış
açısıyla, önyargılı olmaya çalışmadan, anlattığı insanların kendi
kimliklerinden kaynaklanan insan haklarını gündeme getiriyor ve onlar hakkında
düşünülmesini istiyor. Bu süreçte Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşan Hejar'la
ısrarla Türkçe konuşan ve ona Türkçe öğretmeye çalışan Rıfat Bey'in değişimi de
filmin yapısı içinde inandırıcı ve makul bir değişim olarak gerçekleşiyor.
Yaşını başını almış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan onur duyan bir
hakim emeklisinin değişimini kolaylıkla ve hemen kabul ettiği bir çözüm olarak
sunmuş olsa, Handan İpekçi hem filmin genel dokusuna zarar verirdi hem de
kolaycılığa kaçmış olurdu. Aslında Rıfat Bey'in durumu, yaşadığı değişim Costa
Gavras' ın geçmişte çektiği ve Şerif Gören'in yönettiği ve senaryosunu Yılmaz
Güney'in yazdığı "Yol" filmiyle Carınes'daAltın Palmiye'yi paylaşan
"Kayıp" (Missing) filmini akla getiriyor. Bu filmde Jack Lemmon'un
canlandırdığı baba karakteri değerlerini yaşamında her şeyden üstün tutan ve bu
değerlere körü körüne inanmış bir kişiyken, oğlunun öldürülme sürecindeki
gerçekler aydınlandıkça, inançları bağlamında bir değişimi yaşıyordu.
Filmin, Kültür Bakanlığı Sinema Video ve Müzik Eserleri Denetleme
Üst Kurulu tarafından 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle eser işletme belgesinin
önce iptal edildiğini ancak Danıştay tarafından 'aklanan' yönetmen Handan
İpekçi'nin 'Büyük Adam Küçük Aşk' filminin 8 Kasım 2002 tarihinde yeniden
gösterime girdiğini de anımsatalım (Radikal, 08.1 1.2004:20).
&
Büyük Adam Küçük Aşk, düzeyli sinema dili ve yalın anlatımının ötesinde oyunculuk
açısından da başarıyı tutturan bir film. Özellikle Şükran Güngör'ün, küçük
Dilan Erçetin'in ve İsmail Hakkı Şen'in canlandırdıkları karakterlere yaptıkları
katkı gerçekten övgüye değer. "Gazete ilanıyla (Yeni Gündem) başvuran 150
çocuk arasından seçilen Dilan Erçetin'in, Antalya'da özel bir ödül de alan
oyunu, 'Babam Askerde'nin ardından, İpekçi'nin çocukları yönetmeyi bildiğinin
bir başka kanıtı... Görüntü yönetmeni Erdal Kahraman, sanat yönetmeni M. Ziya
Ülkenciler ve Natali Yeres ile filmin müziğini besteleyen Serdar Yalçın ve
Mazlum Çimen ise, 'Büyük Adam Küçük Aşk'ın temiz, çizgi üstü bir film olmasında
büyük pay sahibi. İpekçi'nin filmi seyircisini duygulandıran bir film.
Özellikle insani değerlere önem verenler için biçilmiş kaftan" Büyük Adam
Küçük Aşk, ülkemizin iç barışını tehdit eden ve yakın geçmişte durulan PKK
terörü ve Kürt sorunu olgusuna değinen diğer filmlerin arasından sıyrılarak,
insani zemini öne çıkaran, didaktiklikten uzaklaşarak öncelikle bir öykü
anlatma çabasıyla hareket eden düzeyli bir film olarak dikkati çekiyor. “Prof.
Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk
Sineması” syf, 298”
“Konuyu
çok sade, simgeselliği çok aşikar mı buldunuz? Haklısınız. Kağıt üzerinde öyle.
Ama sinemanın, giderek sanatın bir mucizeler alanı olduğunu unutmayın. Bu
filmde de bu mucize gerçekleşiyor. İpekçi, ikinci filmini çeken bir yönetmenden
beklenmeyecek bir olgunlukla, baştaki baskın sahnesinden başlayarak bizi
avucunun içine alıyor. Ve bir daha da bırakmıyor.
Öyle filmler vardır ki, bir
sinema yapıtı olmanın ötesine geçip bir toplumun belli bir dönemdeki en önemli
sorunlarına parmak basar, en gerekli mesajları verir, en öz sözleri söylerler.
Böylece bu filmler, has sinema yapıtları için kullanılabilecek olan güzel,
başarılı, eğlendirici, etkileyici gibi niteliklerin ötesine geçip neredeyse
'gerekli' kategorisine otururlar.
Ama bu, o filmlerin sadece günün
koşullarıyla ilişkili olarak önem taşıdığı, yarın öbür gün o sorunlar
aşıldığında önemlerini yitireceği anlamına gelmez. Tıpkı Potemkin Zırhlısı,
Bisiklet Hırsızlan ya da Gazap Üzümleri'nde olduğu gibi, o dönemler
aşıldıktan sonra da o filmlerin klasik statüsü devam eder. Çünkü onlar, önemli
toplumsal sorunlara parmak basmakla has ve özgün bir sanat yapıtı olmanın
koşullarını sıra dışı biçimde birleştirmiş yapıtlardır.
Büyük Adam, Küçük Aşk
için bu başyapıtlarla kıyaslama yapmakla, filmi haksız bir yarışın
içine mi atıyorum? Belki de... Ama bunu film karşısında duyduğum aşırı heyecana
verin: son dönemde adına siyasal, toplumcu veya sadece hümanist deyiniz bu
kulvarda yapılmış böylesine iyi bir Türk filmi gördüğümü hatırlamıyorum
da…Filmin mesajı elbette önemli... Elbette ki adına dil dediğimiz şey bir
halkın en önemli varlığı ve zenginliğidir. Ve onun üzerine erken bitmiş bir
nadir çiçek gibi titremek gerekir. Kürt dili de bütün diller gibi güzeldir ve Kürt
kökenli vatandaşlarımızın, bu güzel topraklarda, gerektiğinde kendi dillerini
de bilmeleri, konuşmaları ve onu zenginleştirmeleri kadar doğal bir şey olamaz.
Görüntü ve (biraz aşırı
kullanılmış da olsa) müzik kalitesiyle şaşırtan filmde, oyuncular bize dört
dörtlük bir gösteri sunuyorlar. Şükran Güngör, Füsun Demirel, Yıldız Kenter ve
Kürt dedede İsmail Hakkı Şen için ne demeli, hangi övücü sözcüğü kullanmalı?
Küçük Hejar rolü için Dilan Erçetin'i bulması, yönetmenin en büyük şansı olmuş.
Ama ondan bu sonucu olabilmek de sanırım her yiğidin harcı değildi.
Filmi, son tahlilde, dilin ve iletişimin önemi
üzerine bir duygusal parabol ya da politik bir 'fable' olarak ele almak mümkün.
Ama, bırakınız Kürtçe'yi, Çetin Atan'ın dediği gibi, artık sadece 400 kelimeyle
konuşarak güzelim Türk dilini yok olmanın eşiğine getirip bırakan bir ülkede,
bu mesaj ve bu bildiri her zamankinden daha önemli... (Atilla Dorsay
“Sinemamızda Çölküş ve Rönesans Yılları” syf: 50)
&Türk
sinemasında pek görmeye alışık olmadığımız 'iki benzemez bir arada' temasını
Handan İpekçi Büyük Adam Küçük Aşk'ta kullanmış. Ama ne yazık ki, bu temayı
kullanan filmlerin başarısı için gereken iki karakter arasındaki çatışmayı,
gelişmeyi hiçbir şekilde kuramaması bir tarafa, karakter çözümlemesini bile
doğru yapamadığı için bu beraberlik baştan itibaren inandırıcı değil. Film beş
yaşındaki Kürt kızı Hejar'ın, bulunduğu eve polisin yaptığı baskından kurtulup
kimse fark etmeden karşı daireye, emekli yargıç Rıfkı Bey'in evine sığınması
ile başlar. Emekli yargıç bu zoraki ev misafirini polise bildirmeyi nedense
düşünmez ve filmin inandırıcılığı da hemen bu noktada sorgulanmaya ihtiyaç
duyar. Tüm hayatını belli kurallara, belli bir sisteme, belli bir düşünce
biçimine göre şekillendirmiş olan Rıfkı Bey, nasıl olur da birdenbire tamamen
tüm yaşam tarzına aykırı olarak hareket edip kızı evde tutmaya karar verir?
Besbelli film yapılabilsin diye! Rıfkı Bey yaşlıdır, uzun zamandır duldur,
hanım komşusunun arkadaşlık üvertürlerini reddederek tamamen yalnız bir yaşamı
yeğlemektedir. Ama gelin görün ki, aniden bu düzenli yaşamının içine düşüveren
Hejar'ı ne polise verir, ne de kızın üzerinde bulduğu adresle temasa geçerek
onu bir yerlere teslim etmeye niyetlenir (Filmin sonlarına doğru gittiği o
adrese hemen gitmesi gerekmez mi?). Yargıç, en doğal şeymiş gibi evde Hejar'la
yaşamaya başlar. Peki, bir düzen içinde yaşamaya alışmış emekli yargıcın
plansızlığı ve bu denli ne yapacağını bilmeden günlerini küçük kızla öylesine
geçirmesi, kabul edilebilir bir öykü gelişmesi olabilir mi? Üstelik ne yargıç
Kürtçe bilmektedir, ne de küçük kız Türkçe. Yargıç, Kürtçe konuştuğu için küçük
kızı habire azarlamakla kalmaz, eve gelen yardımcısının kızla Kürtçe
anlaşmasını da yasaklar. Diğer taraftan kızı evde tutma konusunda ısrarlıdır.
Böylece katıksız Türk milliyetçisi yargıcımız, aynı lisanı konuşamadığı, ne
istediğini anlamaya da lüzum görmediği beş yaşındaki bir kız çocuğu ile aynı
evde süresi belli olmayan bir yaşam kurmayı çok normal karşılamaktadır. Pes
doğrusu! Ben bir emekli yargıç olsam 'yargıçları nasıl bu kadar mantıksız
olabilen bireyler olarak çiziyorsunuz' diye Handan İpekçi'ye sorgu sual
ederdim. Hani bu inandırıcılıktan nasibini almamış birlikteliği yutalım; bari
karakterler arasında gelişen bir çatışma kurabilseymiş yönetmen. Ne yazık ki bu
da becerilememiş. Tüm çatışma Yargıç Bey'in "Niye Türkçe
konuşmuyorsun?" diye söylenip durması ve küçük kızın surat asmasından
ibaret. Bir buçuk saat boyunca, bitmez tükenmez bir keçi boynuzu şeklinde bunu
izliyoruz. Filmin dörtte üçü bittiğinde "eh, artık zamanı geldi"
dercesine yönetmen, Rıfkı Bey'in tavrını birdenbire değiştiriyor. "Yargıç
Bey televizyonda ard arda gelen üç görüntü izledi" diye oluyor. Üç görüntü
ve şipşak; hoşgörü uzmanı, gülücükler saçan, anlayış abidesi yepyeni bir yargıç
karşınızda. Dahası (herhalde vahiy indiğinden) Kürtçe "ağlama" diyen
ve küçük kıza olan sevgisinden (?) kendi ağlayan bir yargıç. Buna karşılık
somurtkan küçük kızımız da birden munis bakışlı oluvermiştir ve tahmin
edilebileceği gibi yargıç 'doğru yolu bulmuştur'; ama küçük kız (film artık nasılsa
iki saatini doldurduğu için) büyükbabasına teslim edilir. Bir 'iki benzemez'
hikâyesindeki ilişkinin bu denli tekdüze işlendiği, karakter çözümlemesinin bu
kadar beceriksiz olduğu bir başka film hatırlamıyorum. Böylesine yavan bir
senaryonun Antalya'da en iyi senaryo dalında Altın Portakal alması ise şaka
herhalde.
Senaryo, yargıçla küçük Kürt kızının
ilişkisini veremeyince, filmin mesajı da havada kalıyor. Veya şöyle söyleyelim:
"Daha anlayışlı ve hoşgörülü olalım", "Türkçe bilmeyen Kürtler
de var, onlar konuşmasın mı yani" gibi (doğru) mesajlar sanki ilkokul
dördüncü sınıf (hadi haksızlık etmeyelim, ileri üçüncü sınıf da olabilir)
düzeyinde bir seyirci topluluğu hedeflermişcesine basit bir şekilde verilmiş
oluyor.
Filmin bir erdemini bulmak
isteyip mesela görüntülere bakarsanız, durum gene vahim. Duru anlatım uğruna
videodan çekilmişçesine düz perspektifler ve müsamere düzeyinde açılar ve
kadrajlar görüyoruz film boyunca.
Oyunculara gelince; Antalya'da
jüri özel ödülü alan küçük oyuncu Dilan Erçetin'in film boyunca iki biçim yüz
ifadesi var sadece. Biri aksi, lanet, somurtkan; diğeri ise 'cici çocuk'
ifadesi. Bu kadarı beş yaşındaki çocuğa ödül getirmek için yeterli diyorsanız,
onu bilemem. Şükran Güngör gibi çok deneyimli bir oyuncu rolünde sırıtmıyor;
ama bence karakterinin iyi çizilmemiş olduğunun o da farkında. Füsun Demirel (o
her zaman iyi) ve İsmail Hakkı Şen'e diyecek yok da elinde hikâyeden,
karakterinden ve filmden tümüyle kopuk bir fino köpeği ile dolaşan Yıldız
Kenter'e ne demeli? Bu büyük oyuncu ne yer yer yama gibi duran karakterine, ne
de gezdirdiği finoya ısınabilmiş sanki.
Son söz, Türk filmlerini değerlendiren
belli bir eleştirmen grubuna: Kendilerinin de bazen kabul ettiği gibi 'çifte
standart' uyguluyorlar ve Türk sinemasını kalkındırmak adına aşırı bir hoşgörü
ile bakıyorlar başarısız bir sürü Türk filmine. İşte ben bunu Türk sinemasına
bir hakaret olarak görüyorum. İş Türk filmini değerlendirmeye gelince çıtayı
düşürüp, beklentiyi azaltmak ve değerlendirmeyi ona göre yapmak, 'bir Türk
filmi için bu kadar yeter' tavrına girmek bir çeşit aşağılama olmuyor mu? Büyük
Adam Küçük Aşk, Türk kürt sorunsalı üzerine vermeye çalıştığı mesaj yüzünden
ödül ve övgü toplamaktaysa, aynı konuda çok daha fazla doğruyu çok cesurca ve
iyi bir sinema diliyle söyleyen Yeşim Ustaoğlu'nun Güneşe Yolculuk filmi niye
öksüz bırakıldı peki? Yoksa söylenecek doğruların da sınırı mı var? “Mithat
Alam “Alt Yazı Sinema Dergisi” Aralık 2001”
The
Guardian, 5 Mart 2002 “…T.C. Kültür bakanlığı kısmen desteklediği ve yabancı
film dalında Türkiye’nin oskat Umudu olan filmi yasakladı.” Financial Times,
1.Mayıs 2002 “Peter Aspden”. “…bu sene festival, Handan İpekçi’nin Hejar
filminin sansür kurulu tarafından yasaklanmasıyla, kaçınılmaz biçimde ulusal
yarışma bölümüne odaklandı.”
Nanni
Moretti, 2001 İstanbul Film Festivalin kapanış konuşmasından: “…sinema afişte
gösterildiği gibi sadece popcorn değildir. Aynı zamanda duyguların ifadesi ve
özgürlük hakkında önemli şeyler söylemektir.
Kültür Bakanlığı'nın 45
milyar lira destek verdiği, yurtiçi festivallerde pek çok ödül kazanmış,
Oscar'da Türkiye'yi temsil etmek üzere aday adayı seçilmiş Büyük Adam Küçük Aşk
filminin yasaklandığı açıklandı.
Handan İpekçi'nin yönettiği film Denetleme
Alt Kurulu tarafından incelenmiş ve 19 Ekim 2001 tarihinde vizyona girmişti.
102 bini aşkın seyirci tarafından izlenen filmi Emniyet Müdürlüğü'nün raporu
doğrultusunda yeniden inceleyen Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Üst
Kurulu, gösterime girdikten beş ay sonra filmi yasakladı. Raporda filmin
polisin yargısız infaz yaptığı mesajını verdiği, Kürt dili ve kimliğine karşı
şoven yaklaşım sergilediği, Emniyet Teşkilatı'na güven duygusunu zedeleyici
mahiyette olduğu ve bölücü propagandalarla paralellik arz ettiği
belirtiliyordu.
Yasağın öğrenilmesinin ardından gazeteler "destek olduğu
filmi yasakladı" şeklinde başlıklarla Kültür Bakanlığı'nı eleştirdiler.
Bir basın toplantısı düzenleyen bakan İstemihan Talay yasağı kendilerinin
değil, Emniyet'ten gelen şikayet üzerine toplanan özerk kurulun aldığını
belirtti. Bakanlık temsilcisinin de aleyhte oy verdiğini söyleyen Talay
izlemediğini belirttiği filmin bakanlığa sunulan senaryosunda küçük kızın finalde
kardeşliği simgeleyen bir yaklaşım ortaya koyduğunu, filmde ise kendi ailesinin
yanına gittiğini, filmin adının Büyük Adam Küçük Aşk, Cumhur Bey karakterinin
"Rıfat" olarak değiştirildiğini, Berlin Film Marketi'nde basılan
afişte ise filmin adının, ensest ilişkiyi çağrıştırdığı gerekçesiyle Hejar'a
çevrildiğini, Türkiye'de böyle bir şeyin kimsenin aklına gelmediğini kaydetti.
"Değişiklikler bende, iyi ve güzel hedeflerle, kardeşlik mesajı verilmek
için yola çıkmış filmin daha sonra, fazla ilgi çekmek için bazı kesimlerin
tepkisini çekerek, bazılarının ilgisini istismar ederek bu güzel hedefleri yok
ettiği izlenimini uyandırdı" diyen Talay yasak kararının kesinleşmesi için
yargısal süreç bulunduğunu belirtti ve verilen maddi destek konusunda
"İlgili yönetmelikte bu durumlarda para geri alınır hükmü yok. Ancak
bundan sonra böyle bir hüküm koymayı düşünüyoruz Bu filmle ilgiliyse hukuki
değerlendirme yapmamız gerekir" şeklinde konuştu.
6 Mart'ta SESAM'da bir basın toplantısı
düzenleyen Handan İpekçi ise, kültüre ve sanata duyarlı bir Kültür Bakanı ile karşı
saflara düşmüş olmaktan üzüntü duyduğunu, olayın kaynaklarının başka olduğunu,
bakanlığın da, filmin de kurban seçildiğini söyledi. Bakanın filmi izlememiş
olmasına da sitem eden yönetmen filmin iddia edilenin aksine sevgi ve kardeşlik
mesajı verdiğini belirtti. Çeşitli meslek örgütleri adına söz alan kişiler
İpekçi'yi destekleyen ve yasağı kınayan konuşmalar yaptılar. Oyuncu Selda
Alkor, toplantıya gönderdiği faksla kuruldan istifa ettiğini duyurdu. Alkor'la
dönüşümlü görev yapan Meltem Savcı da aynı kararı aldığını açıkladı. Oyuncu
Rutkay Aziz'in kurulun tümüyle kalkması, bunun için imza toplanması önerisi
dikkat çekti. Ancak bu konuda bir girişim yapılmadı. Kurulda filmin
yasaklanmaması yönünde oy kullanan Yılmaz Atadeniz istifayla bir yere varılamayacağını,
kurullarda daha güçlü olmanın yollarını aramak gerektiğini vurguladı.
Altyazı'ya özel bir açıklamada bulunan Atadeniz filmi çok beğenip
İpekçi'yi ilk tebrik edenlerden biri ve filmi Oscar'a gönderen kurulun üyesi
olduğunu hatırlattı. Haksız yere eleştirilen bakanlığın da partilerden,
İçişleri ve Emniyet'ten gelen bütün baskılara rağmen son ana kadar her aşamada
filmi ve yönetmeni himayesine aldığını ancak, izin alınmadan "Hejar"
ismiyle afiş bastırılıp altına bakanlığın armasının konulması ve Berlin'de
dağıtılan broşürlerdeki bazı ifadeler üzerine daha fazla savunamaz hale
geldiğini söyledi. Atadeniz "Handan, Berlin'de yanlış zamanda yanlış iş
yaptı. Böyle iyi bir filmin sonu böyle olmamalıydı" dedi.
Kendisiyle görüştüğümüz Handan İpekçi ise
Atadeniz'e karşılık vermek istemediğini belirterek sanatın magazin sayfalarında
görülenden ibaret olmadığını, eleştirinin sanatın ayrılmaz bir parçası
olduğunu, sanatçıların en az politikacılar kadar söyleyeceklerinin olduğunun
anlaşılması gerektiğini, resmi söylemin dışına çıkan eserlerin önüne
yasaklamalarla geçmenin günümüz dünyasına yakışmadığını, bir ülkenin Kültür
Bakanının, sebebi ne olursa olsun, bir sanat eserinin yasaklanmasını
savunmasının çok acı, çok ironik olduğunu vurguladı. "Senaryo çalışmasının
sonu yoktur" diyen İpekçi, her yönetmenin film tamamlandıktan sonra da,
gerekli görürse sahne çıkarıp eklediğini, kendisinin de gerekli gördüğü için
finalini değiştirdiği filminin bu haliyle daha birleştirici ve bütünleştirici
olduğunu söyledi. "Yasaklamaya karar verenler anlamadığı için açıklamak
zorunda kalmak bana utanç veriyor" diyen yönetmen "Cumhuriyet
aydınını temsil eden Rıfat beyin, var olmayan ailesine geri dönen ama bir süre
sonra kendisine döneceği gün gibi aşikar olan, kedisini bile Rıfat beyde
bırakan çocuğun yerel giysilerinin üzerine kendi aldığı paltoyu ve şapkayı
giydirmesinin, dikkatli bir film okuyucusu tarafından alt kimliküst kimlik
göndermesi olduğu, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olarak farklı alt kimliklerin olabileceğinin ve bir arada yaşanabileceğinin
anlatıldığı anlaşılırdı" açıklamasında bulundu.
Bu arada Oscar aday
adaylığında ilk beşe giremeyen film ki Bakanlığın bilinçli bir şekilde filmi
orada yalnız bıraktığını belirtiyor İpekçi elenmiş durumda. İstanbul Film
Festivali'nde yer alacağı ilan edilen filmin akıbeti henüz netleşmiş değil.
Festival yöneticileri kendileri açısından herhangi bir sorun olmadığını
belirtirlerken İpekçi "festivaldeki gösterim gününe kadar, mahkemeden
'yürütmeyi durdurma' kararı alabilirsek katılabileceğiz" dedi.
Öyle
görünüyor ki olayın yankıları bir süre daha devam edecek. Biz kazananın
"sinema" olmasını ve bu olayın Handan İpekçi'nin yeni projelere imza
atmasının önüne geçmemesini diliyoruz. “ALT YAZI Sinema Dergisi Nisan 2002”
Yönetmeni mahkemede ‘Büyük Adam Küçük Aşk’ vizyonda
Büyük Adam Küçük Aşk filminin yönetmeni
Ayşe Handan İpekçi, filmin bir sahnesinde emniyet güçlerini ‘küçük düşürmek,
kötü göstermek’ iddiasıyla 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı davada
hakim karşısına çıktı. Suçlamaları kabul etmeyen İpekçi, şöyle konuştu: Özgür
bir filmin yaratıcısı olarak hakkımda açılmış bu davanın nedenini anlamış
değilim. Kesinlikle devletin emniyet güçlerini alenen tahkir ve tezyif kastım
yoktur. Film, sevinç ve barışı öne çıkarmak için çekilmiştir ve gösterime konmuştur.
Ben ödüllendirilmem gerektiği kanaatindeyken; bana dava açılıyor. Bu beni son
derece üzüyor. Bu nedenle beraatime karar verilmesini istiyorum.” Mahkeme
heyeti, iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için davayı
erteledi. Filmin yönetmeni Handan İpekçi, dün hakim karşısına çıkarken ‘Büyük
Adam Küçük Aşk’, önceki gün Almanya’da 14 şehirde vizyona girdi. Geçtiğimiz
salı akşamı Köln’de Cinova Sineması’nda galası gerçekleştirilen gösterimler,
UNICEF tarafından destekleniyor. (İstanbul, cha 18.04.2003 Zaman
Gazetesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder