Powered By Blogger

20 Aralık 2022 Salı

OKUL (2004)

 


Yönetmen: Yağmur Taylan, Durul Taylan, Senaryo: Doğu Yücel Görüntü Yönetmeni Soykut Turan , Müzik: Kevin Moore, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, 1.Yönetmen Yardımcısı: Osman Taşçı, 2. Yönetmen Yardımcısı: Nuran Çelik, Kurgu: Murat Bolayır, 1. Kamera Ast.: Ercan Çapan, 2. Kamera Ast.: Kulin Yalvaç, Sanat Yönetmeni: Tolunay Türköz, Asistanları: Mine Işıklar, Pelin Aksu, Özlem Karabay, Yapım Sorumlusu: Salih Çelik, Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, Özel Efekt Tasarımı: Volkan Duran, Stadycam Operatörü: Ali Can, Panter Operatörü: Vedat Arıç, Panter Asistanı: Mehmet Göksu, Plastik Makyaj: Derya Ergün, Makyaj: Asiye Öngü, Mine Öngü, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Işık Şefi: Serdar Öztürk, Işık Asistanları: Halil Kasap, Zafer Kaçmaz, Bülent Sancaklı, Mustafa Kaçmaz, İlkay Topuz, Sanat Yönetmeni Yardımcısı: Özlem Karabay, Kostüm Uygulama: Mine Işıklar, Kuaför: Erdal Söyler Ses Teknisyeni: Soner Alkaya, Boom Operatörü: Yekta Danabaş, Set Amiri: Fuili Özcan, 1. Set ast.: Cengiz Çetin, 2. Set Ast.: Yalçın Zevmin, 3. Set ast.: Turgay Sarıkaya, Set Elektirkleri: Murat Şengül, Mekanik Efekt Ast.: Ahmet Soytürk, Yetkili Yapımcı: Pınar Çetin, 1. Prodüksiyon Ast.: Ercan Çapan, 2.Prodüksiyon Ast.: Cenk Bulut,

Oyuncular: Nehir Erdoğan (Güldem), Burak Altay (Gökalp), Cem Kılıç (Burak), Sinem Kobal (Şebnem), Barış Yıldız (Umut), Deniz Güngören (Orçun),Rüzgar Çetin (1. sevgili), Şerif Yıldız (2. Sevgili), Erdem Çapan (3. Sevgili), Fırat Yücel (Gitarist), Ahu Akın (Bas gitarist), 3 D Sınıfı: Aslı Göymen, Elenor Zimmerman, Ceyda Tarhan, Bulut Yanılmaz, Mehmet Selçuk Bilgi, Eser Yeneler, Gökçe Sezgin, Berat Pekmezci, Dinar Kahveci, Öykü Pekul, Çiğdem Sönmez, Ayça Şenocaklı, Deniz Akkaya (Felsefe Hocası Alev), Ahmet Mümtaz Taylan (Müdür Vedat Bey), Emre Kınay (Din Hocası Kemal), Ragga Oktay (Bekçi Sülo), Ali Sunal (Alparslan Bey), Melisa Sözen,(Ceyda), Berk Hakman (Ersin), Barış Yıldız (Umut), Caner Özyurtlu (Ediz), Serdar Deniz (Giz), Deniz Güngören (Orçun), Hamdi Alkan (Milli Eğitim Müfettişi), Müge Taylan (Nesrin Hanım), Halit Ergenç (Tarih Öğretmeni Şeref Bey), Cem Karakaya (İlyas Bey),

Konu: Okul dergisinin editörü Gökalp (Burak Altay) okulun ilk günlerinden itibaren okulun en güzel kızı Güldem’e (Nehir Erdoğan) aşıktır. Güldem için hikayeler yazan ve bu hikayeleri okulun çeşitli yerlerine bırakarak onun kalbini kazanmaya çalışan Gökalp bu amacına hiçbir zaman ulaşamaz ve birgün ardında gizemli bir mektup bırakarak intihar eder. Bir yıl sonra tam Gökalp’in ölüm yıldönümünde gizemli olaylar baş gösterir. Bu olaylardan sadece Güldem değil, Güldem’in etrafındakiler de etkilenmek

tedir. Erkek arkadaşı Ersin(Berk Hakman), en yakın arkadaşı Şebnem (Sinem Kobal), kankası Ceyda (Melisa Sözen), okul dergisinin editörü Umut (Barış Yıldız), kameralarla öğrencileri gözetleyen Vedat Bey (Ahmet Mümtaz Taylan) ve gaddar hoca Alparslan Bey (Ali Sunal) da tehdit altındadır. Bir süre sonra gerçek ortaya çıkar, Gökalp’in hayaleti, intiharına neden olan herkesten intikam almaktadır. Hem de ÖSS’ye haftalar kala!

& Okul Türk sinemasında bir ilk mi? Birçok bakımdan evet. Bir gençlik çevresini bir korku filminin dekoru olarak kullanmak, korku ile komediyi karıştırmak, Batı'da pek moda olan 'kardeş yönetmenler' olayı gibi şeyler, bizde ilk kez görülüyor.

İzleyemediğim kimi TV dizileri yapmış Taylan biraderlerin, yine okuyamadığım kimi hiikaye ve romanlar yazmış olan Doğu Yücel'le birlikte yeni projelere destek veren Plato Film çatısı altında buluşmalarından ortaya çıkmış film ... Tam da ÖSS sınavlarına hazırlanmanın gerilimi içindeki bir sınıfta yaşanmış bir trajediden yola çıkıyor. Güzel Güldem'e tutulan, ama yazdığı mektup/hikayelerden biri kalabalık içinde deşifre olduğu için kırılan ve intihar eden Gökalp'in, bir yıl sonra okulda bir tür 'hayalet' olarak ortaya çıkmasıyla başlayan olaylar anlatılıyor. Özellikle Güldem Gökalp'in yakın arkadaşı ve giderek hiç sevmediği kişiler, bu hayalet işinden nasiplerini alıyorlar.

Okul'u büyük bir iyi niyetle izlememe rağmen pek tatmin olmadım doğrusu ... Film, birçok yerinde kimi televizyon reklamlarını andırıyor, hatta bir tür klip ve reklam sıralamasından oluşuyor gibi. Örneğin Gökalp ile Güldem'in ilk tanıştıkları bölümün sonun da acaba ne reklamı çıkacak hissine kapıldığını hatırlıyorum!. .. Her sekans (bölüm) kendi içine inşa edilmiş, ama gerçek bir akış ve devamlılık düşünülmemiş gibi. Bir korkutucu bölümden bir komik bölüme geçiliyor, kimi zaman komedi ile gerilim aynı bölüm içinde bağdaştırılmaya çalışılıyor. Ki bu da genelde zor ve çok riskli bir yöntemdir ve her sinemacının harcı değildir.

Ama iki şey var ki, filme belli bir değer kazandırıyor. Öncelikle kardeşlerin açık ve kesin bir sinema duygusu var. Örneğin iki temel öğeyle, aynalar ve bilgisayar ekranlarıyla oluşturulmuş tüm sahneler çok çekici. Aynaları böylesine iyi kullanmış pek az film hatırlıyorum. Dolapların açılıp kapandığı koridor ya da cep telefonuyla ruh çağırma (1) sekansları da başarılı. Hele sonuncusu yakında Turkcell veya Telsim'in reklamlarında kullanılırsa hiç şaşmam ...

Bir de genç oyuncular ... Filmin iyi seçilip iyi yönetilmiş hemen tüm genç oyuncu kadrosunu çok sevdim. Başta Nehir Erdoğan, içlerinde geleceğin oyuncuları da var. Kimi konuk oyunculuklar da iyi. Belki de onları görüp tanımak için de olsa, bu filme ilgi göstermeye değer ...

 Altyazı'nın geçen sayısı için Japon Korku Sineması dosyasını hazırlarken, korku türünün Japonya coğrafyasındaki özgünlüğü ne değinmeye çalışmıştık. Fırat Yücel, Ringu serisi üzerine yazarken korku filmlerinin anlatılarını temellendirdikleri iki genel yapı olduğunu söylemişti. Bunlardan birincisi, Çığlık (Scream, 1996) ile yeniden alevlenen, ergenkıyımı olarak Türkçeleştirmeyi tercih ettiğim teenslasher'larda olduğu gibi, anlatıyı baş karakterlerin gelecekte karşılaşacakları bir tehlike unsuru üzerine kurmaktı. İkincisi ise anlatıyı geçmişte meydana gelmiş bir trajedinin şimdiye ve geleceğe yayılması üzerine kurmaktı. Okul'da Gökalp'in Güldem'e yazdığı hikayeyi bir korku filmi anlatısı olarak aldığımızda bu hikayede iki temel anlatının da yer aldığını görüyoruz. Gökalp'in intiharı ve hayaletinin okula dönmesi ikinci olarak tanımladığımız yani geçmişteki bir trajedinin üzerine kurulu anlatılara denk düşüyor. Fakat filmdeki diğer karakterlerin tiplemeleri ve onların hayaletle karşılaşma biçimleri düşünüldüğünde, Okul daha çok ergenkıyımı filmlerinde hakim olan o birinci anlatıya uygun düşüyor. Taylan Biraderler ve Doğu Yücel verdikleri röportajlarda kanlıbıçaklı korku filmlerinden hoşlanma dıklarını ve bu yüzden de gerilimi kanla yaratmaya çalışmayan bir film çektiklerini söylemişlerdi. Böyle bir tercih yapıldığında, sorulacak ilk soru "seyirciyi korkutacak şey kan ve çeşit çeşit ölümler olmayacaksa ne olacak?" oluyor. Burada da başta Fırat Yücel'in saydığı iki temel anlatıya da kendine has bir gerilim yaratma gücü veren kilit sorular ortaya çıkıyor. Anlatı boyunca karakterler ve seyirci öykünün gizemini ne biçimde ve hangi sırada öğreniyor? Filmin gizemi nerede açılmaya başlıyor? Gizemler açıldıkça yeni gizemler ekleniyor mu? İki temel anlatıda da gizemlere dair bilgilerin öykü içinde karakterler ve seyirci arasındaki dolaşımı büyük önem kazanıyor. Sokağın sonunda baltalı bir adam bekliyorsa ve bunu seyirci biliyor da karakter bilmiyorsa, karakter oraya doğru giderken seyirci karakterin başına geleceğ sonra bu bilgi filmin içinde de verildi. Seyirciye ilk on dakikanın ardından artık daha önce bildiği herşeyi görmüş olarak, ona sunulacak yeni gizemleri, yeni tedirginlikleri beklemeye başlamasına rağmen Okul’un anlatısı seyircinin bu bekleyişini neredeyse final sahnesine kadar uzatarak filmi uzun bir süre gizemsiz bırakıyor. Seyirci Gökalp'in hayaletinin geldiğini biliyor, Güldem de aynı şeyi hissediyor,biliyor; diğer karakterlerin de başlarına garip şeyler geliyor ama Güldem'in Gökalp'in hayaletinin geldiğini sezme düzeyi ile diğer karakterlerin sezme düzeyi arasındaki eşitsizlik bir gerilim, tedirginlik yaratmıyor. Kimsenin ölmediği bir film olduğu için korku filmlerine dair birinci temel anlatıya örnek olan ergenkıyımı filmlerinde olacağı gibi karakterlerin tek tek öldürülmesinden kaynaklanan bir gerilim de doğmuyor. Ya da korku filmlerine dair ikinci temel anlatı içinde geçmişteki bir trajedinin şimdiye ve geleceğe taşınması sürecinde olacağı gibi Gökalp' in hayaletinin bilinmez bir plandaki sırayla ve biçimlerle varlığını hissettirdiğini kuşkulandıracak bir şey de olmuyor. Anlatının içinde seyirciye ya da karakterlere. Gökalp'in hayaletinin varlığında "Aşıktı, aşkına karşılık bulamadı, dalga geçildi, intihar etti ve geri döndünün ötesinde, gizemli bir bilgi olduğu sunulmuyor. Böyle bir gizem olmayınca da seyircinin bilmek istediği şey filmin finalinden başka bir şey olmamaya başlarken, hayaletin yaptığı bir numara ve ardından bir de okul içi espriden oluşan episodik sahnelerle filmin anlatısı finaline doğru çevriliyor. Bu noktada Taylan Biraderlerin ve Doğu Yücel'in Okul'un sadece bir korku filmi değil; komediye, gençlikaşk filmlerine de kendini yakın hisseden bir film olduğunu belirttiklerini hatırlamak gerekiyor. Filmin klasik bir korku filminden beklenebilecek şekilde Gökalp'in hayaletini daha gizemli bir noktaya taşımak gibi bir tercih yapmadığı düşünüldüğünde, Gökalp'in hayaletinin anlatının merkezinde tutmayıp hayaleti daha büyük başka bir öykünün karakteri haline getirebilirdi diye düşünmek mümkün. Okul'a baktığımızda böylesine daha büyük bir hikaye potansiyelinin ÖSS olarak mevcut olduğunu, ancak bu potansiyeli kullanmanın filme dair başka tercihler yüzünden oldukça zorlaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu tercihlerin başında filmi tek bir mekanda ve bir yatılı okulda çekmek geliyor.

Doğu Yücel Okul 'un çekim öyküsüne dair yazısında, eğitim sistemi eleştirisini ÖSS üzerinden daha yoğun yapabilmek ve de filme daha klostrofobik bir atmosfer verebilmek için romandaki üniversite öğrencisi karakterlerini yatılı bir lisenin öğrencileri haline getirdiklerini yazmıştı. Filme bakıldığında ise bu iki amacın birbiriyle çeliştiğini söylemek mümkün. Türkiye' de ya da en azından filmin geçtiği İstanbul gibi büyük şehirlerde ÖSS senesi olabildiğince okul mekanının dışında cereyan eden ilişkilerden oluşur. Öğrenciler evde oturup ders çalışabilmek için doktorlardan yalan raporlar alırlar, özel hocadan özel hocaya koşarlar, her hafta sonu dersaneye giderler bütün bunları yapabilmek için kimi yatılı liselerde okuyan öğrenciler lise sonda yatılı olmaktan çıkarlar, birkaç arkadaş ev kiralarlar, aileleriyle üniversite tercihleri ders çalışma düzenleri, ÖSS dışı hayatları üzerine türlü münakaşalara girerler. ÖSS tam da okulu dışarı iten bir sistemken, filme tek mekan olarak yatılı okul seçilmesi ÖSS sisteminden türeyen ve sıkıntıya sıkıntı katan bir sürü başka mekan ve ilişkiyi anlatının dışında bırakıyor. Filmi tek bir mekanda çekmenin, öyküye dair diğer mekanları ve ilişkileri öyküye dahil edemeyeceğiniz anlamına gelmediğini düşünebiliriz. O zaman da Okul için ÖSS'yi var eden ilişkileri, mekanları kullanarak daha büyük bir öykü oluşturmanın yolu karakterlere yazılacak diyaloglardan geçmeye başlıyor. Ya da filmin girişindeki harika ÖSS deneme testi çözme sahnesi üslubunda daha çok sahne eklemek gerekiyordu. O sahne ÖSS yolculuğu içindeki pratiklerden en önemlisi olan deneme testi çözme durumunun duygusunu yakın planlar içinde, çevrilen saman kağıdı sayfalarının, silginin sürtünmesinin, kurşun kaleminin işaretlemesinin sesini de kullanarak, Kevin Moore'un müziğinin de etkisiyle henüz filmin başında seyirciye geçirebiliyordu. Fakat sonrasında bu sahnenin duygusunun, üslubunun film içinde başka sahnelerde tekrarlanmaması ve ÖSS'ye dair repliklerin "çalışma lazım", "orta öğretim puanı da önemli", "işletme yazacağım, ama konservatuar sınavına da gireceğim" in ötesinde olmaması, Okul'un ÖSS'nin nasıl bir yolculuğu içerdiği ne dair bir öykü yaratabilmesine engel oluyor. ÖSS sadece karakterleri gelecekte bekleyen bir tehlike olarak kalıveriyor ve Gökalp'in hayaletinin dahil olabileceği ÖSS üzerinden daha zengin bir anlatı oluşamıyor Anlatısını kurarken yeni gizemlere, yeni gerilimIere yeteri kadar yer verememiş olması, ÖSS gibi bir sürü mekana ve ilişkiye yayılarak büyüyen güçlü bir canavarı tek bir mekan ve birkaç karakter içine hapsederek zayıflatmasına rağmen Okul'u izlemiş olmanın, böyle bir mm in yapılabildiğini bilmenin verdiği bir umut var. O umut da, filmin korku türünü bu coğrafyada çekerken, Türkiye' deki lise gençlerinin gündelik hayatı üzerine, o hayatı tanıyan ve o hayata içeriden bakabilen birilerinin bir film yaratabilmiş olması. Matematik formüllerine, boy abdestinin inceliklerine, eğitim müfredatı gereği dua ezberlemenin garipliğine, sevdiğin kızı etkiIemenin yollarını düşünmenin çaresizliğine, 'de' bağlacının kullanımına dair bugünden, buradan, gündeliğin içinden çıkma diyalogları olan bir filmin olması bu tür çabaların devam edebileceğine dair bir umut oluşturuyor. Ali Sunal'ın canlandırdığı saplantılı matematik öğretmeni Alparslan Bey, Caner Özyurtlu ve Deniz Güngören'in canlandırdığı lisenin fırlama testesteron karakterleri Ediz ve Orçun, Ragga Sülo'nun canlandırdığı testesteron dostu okul bekçisi Sülo, Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdığı lisenin piç yakışıklı delikanlı karakterleri Ersin ve Burak, Emre Kınay'ın canlandırdığı yumuşak ama emin sesli din hocası Kemal Bey karakterleri popüler Türk sinemasının ihtiyacını hissettiği gündelik hayattaki gerçekliğin mizah dolu gözlemini içeriyor. Türkiye' de mizah dergilerinin yıllardır yaptığı şeyi, yani Türkiye'deki gündelik hayatı mizah ve karikatür içinde deforme edip, başka türlerle harmanlayıp görselleştirebilmeyi, Türk sinemasının da yapmaya başlayabileceğine dair bir umut oluşturuyor Okul. (Enis Köstepen)

&Televizyonda yaptıkları işlerle, özellikle de Sır Dosyası isimli ufak çapta bir külte dönüşmüş dizi ile, dikkat çeken Taylan Biraderler'in günün birinde sinema yapacakları bekleniyordu. Son yılların dikkat çeken romanlarından Hayalet Kitap'ın bir uyarlaması ile bu işe başlayacakları duyulduğu andan beri bu bekleme daha farklı bir boyut kazanmıştı. Film sinemalarda gösterime girmeden önce senaryo yazarının kitabın da yazarı olan Doğu Yücel olacağının, müziklerin Kevin Moore, yaratık tasarımlarının ise Galip Tekin tarafından yapılacağının açıklanması da ortaya iyi bir şeylerin çıkacağına dair işaretler sayılabilirdi. Filmin yapımcılığını Sinan çetin' in yapacak olması ise kimilerine göre olumlu, kimilerine göre soru işaretleri uyandıran bir durumdu. Bir yandan da filmin, her ne kadar çok doğru olmasa da, Türk sinemasının ilk korku filmi olarak lanse edilmesi de farklı bir kesimde de bir merak uyandırmıştı. Tabii ki bir filmin öncesinde yaratılan doğal ya da yapay beklentiler bir yana, filmin değerlendirilebileceği tek yer sinema salonu ve benim salondan çıkarken aklımdan geçen tek kelime "olmuş" idi.

Okul için çok başarılı bir film, bir başyapıt ya da yılın en iyi filmlerinden biri gibi sıfatlar kullanmak belki çok doğru değil ama iddialı bir projeden, hem ortalamanın üzerinde bir iş hem de gelecek için de umut verici bir çalışma çıktığını görmek güzel.

Filmin ortak yönetmenleri Yağmur ve Durul Taylan'a değinecek olursak, ikilinin sinemayı özellikle de popüler sinemayı çok sevdiklerini ve bilim/kurgu, korku gibi türlere hakim olduklarını görmek zor değil. Aynı şeyleri yazar Doğu Yücel için de söylemek mümkün. Bu durumda filmden bu alanlarda sağlam anlar beklemek doğal. Her ne kadar korku/gerilim yaratmak üzere tasarlanmış durumların her birinin birer klişe olduğu gibi bir eleştiri haklı olsa da amaçlarını da yerine getiriyorlar. Tüm film içinde keyif veren sinemasal anlar bulmak çok mümkün. İlk akla gelenler giriş sayabileceğimiz bölümden sonra kameranın farklı hızlarda okulda dolaşması, filmin en başında Güldem'in (Nehir Erdoğan) odasına girerken kameranın yaptığı hareket ile filmin sonunda, aslında film başa dönerken ve Güldem odasından çıkarken, kameranın yaptığı hareketin ilk gördüğümüz hareketin bire bir tersi olması sayılabilir. Ayrıca Ersin'in (Berk Hakman) okulun koridorlarında tek başına dolaşması ve Şebnem'in (Sinem Kobal) aynalardan köşe bucak kaçması ve sonunda ön planda kendisi varken arka planda, aynadaki aksinin yavaş yavaş ona yaklaşması gibi sahneler de ilk anda   akılda kalan sahnelerden birkaçı idi.

Ancak korku/gerilim sahnelerinde yaşanan başarının komedi sahnelerinde de yakalandığını söylemek güç. Aslında her bir komedi sahnesinin kendi içinde başarılı olduğunu söylemek mümkün ve başka bir filmin içinde belki de başarılı olabilirdi. Ancak bu filmdeki korku ve komediyi birbiri içine yedirmek amacı başarılı olamamış. Bu iki öğe istenildiği kadar birbiri içine girememiş ve filmin korku tarafı ayrı komedi tarafı ayrı bir yerde duruyor. Korku tarafı daha ağırlıklı olunca komedi kısmının tümüyle çıkmasının daha iyi olacağı sonucuna varılabilir. Yine aynı nedenden dolayı aslında keyifli ve iyi oynanmış tipler olan Ediz (Caner Özyurtlu) ve Orçun (Deniz Güngören) da sanki başka bir filme aitler.

Bunun yanında korku komedi ayırt etmeden filmin tümüne yayılmış bir takım ayrıntılar da var ki hem gördüğümüz okulun gerçek dünyada var olduğu izlenimini veriyor hem de filmin genç bir senaryo yazarının elinden çıktığını hissetmemizi sağlıyor. Hugo olayı bu ayrıntıların en başarılılarından biri. Belli bir yaş grubu, telefonun üzerinde "Hugo'nun a " mesajını görünce neden bahsedildiğini hemen anlayabiliyor. Oysa bu yaş grubunun üstü (ve muhtemelen altı) Güldem'in açıklamasına kadar neden bahsedildiğini anlamayacak muhtemelen (bu arada Güldem'in açıklamasını fazlası ile normal bulduğumu da eklemeliyim).

Benzer şekilde Ediz ve Orçun'un porno filmlerden bahsederken Vivid filmleri ile amatör filmleri karşılaştırmaları, "Jenna'nın ilk filmi" gibi cümleler kurmaları da aynı şekilde filmi günümüzden yapıyor. Şimdiye kadar porno filmler ile ilgili duyduğumuz tüm espriler bir kuşak öncesinden kalan Alman filmleri ve Almanca üzerine olmuştu. E.T ve Türk versiyonu Badi arasındaki ayrım gibi ufak ama önemli ayrıntılar da bu gerçekliği desteklemiş. Filmin senaryosunun bir olumlu noktası da genç öğrencilerin konuşma biçimleri. Karakterlerin kullandığı kelimeler ve konuşma biçimleri bazı istisnalar olsa da günümüz gençliğinin konuşma biçimini yansıtıyor, özellikle argonun kullanılış biçimi ne çok aşırı ne de yapmacık duruyor. Ancak bu diyalogları kullanan genç oyuncuların çok başarılı olduklarını söylemek zor. Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdıkları karakterlerin okul içinde de bir anlamda rol yaptıkları ve doğal olmadıklarını düşünmek mümkün ve bu nedenle de abartılı oyunlarının canlandırdıkları karakterlere uygun gözüktüğü söylenebilir. Ancak filmin başrol oyuncusu Nehir Erdoğan hele de bir rock solisti olarak gözüktüğü sahnede yakalanması gereken parlaklığı yakalayamıyor bir türlü (açıkçası Erdoğan'ın Okul'dan sonra gösterime çıkan Merhaba Hababam Sınıfı'nda daha iyi olduğunu söyleyebilirim).

İlginç bir şekilde filmdeki en iyi oyunculuklar. Deniz Akkaya'yı bir kenara bırakırsak, konuk oyunculardan geliyor. Ahmet Mümtaz Taylan ve Raga Oktay bu isimlerden ikisi. Ancak özellikle Emre Kınay'ın Din Kültürü öğretmeni çok çok başarılı. Kınay'ın canlandırdığı bu öğretmenle çoğumuz eğitim yaşamının bir yerlerinde mutlaka karşı karşıya gelmişizdir. Kınay'ın bu ufacık roldeki başarısı hem keşke bu tip filmin baş karakterlerinden biri olsaymış dedirtiyor hem de İnşaat'dan sonra bu filmdeki başarısıyla da Kınay'ın bundan sonra sinemada daha iyi işler yapacağım müjdeliyor.

Filmin kamera önü ve arkasında yer alan pek çok insanın henüz çok genç yaşlarda olduklarını da göz önüne alırsak, çoğunun bu ilk sinema filmlerinde yakaladıkları başarıyı daha da ileriye götüreceklerini umuyorum. En azından Taylan Biraderler'in bildikleri yolda gitmeye devam edeceklerini tahmin etmek zor değil. Bir ufak not da her ne kadar bu filmde tasarımları çok fazla kullanılmamış olsa da ülkemizin en iyi çizgi romancılarından biri olduğunu düşündüğüm Galip Tekin için. Umarım bir gün Türk sinema seyircisinin, hikayenin gerektirdiği tüm bütçe ve teknik olanakların sağlanması koşuluyla, tümüyle Tekin'in bir hikayesinden uyarlanmış bir film görme şansı olur. (Hasan Nadir Derin)

  

 NEREDESİN FİRUZE (2004) 

Yönetmen: Ezel Akay Senaryo: Levent Kazak, Özgün Hikaye: Özcan Deniz, Görüntü Yönetmeni: Hayk Kırakosyan, Müzik: Sunay Özgür, Ender Akay, Yapım: IFR/Yonca Ertürk Cınıklıgil, Ezel Akay Kurgu: Mustafa Preşeva, Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın, Yönetmen Yardımcısı: Iraz Uzun Sanders, 1. Yönetmen Yardımcısı: Mehtap Köroğlu, Dekor Tasarım: Ahmet Özlemiş, Yapım Ekibi: Ezel Akay, Ufuk Ahıska, Ziya Öner, Kamera Asistanı: Özgür Gür, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Murat Şenyüz, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Kostüm: Naz Erayda, Çağla Köseoğulları, Sanat Ekibi: Ahmet Vahapoğlu, Makyaj Asistanı: Gila Benezra, Ses Tasarım: Ender Akay, Alper Tunga Demirel, Ses Teknisyeni: Hasan Baran, Cast Sorumlusu: Harika Uygur, Set Amiri: Adnan Aydın, Prodüksiyon Amiri: Seyhan Kaya, Prodüksiyon Asistanı: Cenk Basmaz,

 Oyuncular : Haluk Bilginer (Hayri), Özcan Deniz (Ferhat), Demet Akbağ (Firuze), Cem Özer (Orhan), Ruhi Sarı (Seyfi), Ragıp Savaş (Melih), Şebnem Dönmez (Melek), Uğur Uludağ (İbrahim), Janset (Sibel), Güner Ozkul (Neval), Ahu Türkpençe (Ayşen), Kemal Gökhan Gürses (Osman), Rıza Sönmez (Kürşat), Zeynep Eronat (Sansar), Murat Akkoyunlu (Talu), Vural Bingöl (Kel), Faruk Karaçay (stüdyo sahibi), Altay Özbek (Ender), Hasan Uzma, Işın karaca, Şebnem Mazak, Burak Sarımola, Alican Yarka, Erol Babaoğlu, Şebnem Arcan, Ayberk Pekcan, Ayşin Zeren, Mustafa Üstündağ, Ümit Gözgü, Ceren Erendor, Vurgun Adalayı, Nevşim Ayşen Erzat, Emre Altuğ, Erol Çolak, Yaşar Mirzalı, Betül Karadayı, Misafir Oyuncular: Ahmet Saraçoğlu (Doktor), Bayram Ata Demirer (Ahmet), Bora Ayanoğlu (Tayyar), Çiğdem Tunç (Show Sunucusu), Derviş Zaim (Araba Hırsızı), Erol Büyükburç (Sunucu/Simokin Farkut), Esin Afşar (Süreyya), Fatih Ürek (Emre Menekşe), Gamze Gözalan (Tombul), Hamdi Alkan (Hoca), Semir Aslanyürek (Kahtalı Berber), Songül Ülkü (Alev), Tuncay Akça (Komik Tiyatrocu), Ümit Çırak (Muhabir), Vural Bingöl (Kel), Yıldırım Öcek (Umut Müzik Mal Sahibi),

Diğer Oyunculardan: Altay Özbek (Ender), Koray Şahinbaş (İbrahim'in 2. Ayısı), Burhan Kocataş (İbrahim'in 1. Ayısı), Ayberk Pekcan (Pislik 1), Mustafa Üstündağ (Pislik 2), Faruk Karaçay (Stüdyo Sahibi), Murat Akkoyunlu (Tatu),

& Piyasaya sürdükleri başarısız kasetler sonucu borç batağına saplanan, istanbul Plakçılar Çarşısı'nda borçlanmadıkları kimse kalmayan iki yapımcı Hayri ve Orhan'ın tek umutlan Almanya'da yaşayan ve telefonda şarkı söylettiklerinde sesini çok beğendikleri Ferhat'tır, istanbul'a gelen genç şarkıcıyı hemen stüdyoya sokarlar ancak kaset borçlar yüzünden basılamaz. Aniden ortaya çıkan zengin ve gizemli bir kadın, Ferhat'a yatırım yapmak istediğini söyler. Kara bulutlar dağılır, herkes pembe hayaller kurmaya başlar.

Sinemamızdaki klasik şarkıcı öykülerinden ve şarkılıtürkülü filmlerden, yani "Şark Bülbülü"nden "Şarkıcı"ya, "Muhsin Bey"den "Abuzer Kadayıfa açılan yelpazede yer alan onlarca örnekten temel farkı, klasik deyimle 'anlatımında' yatıyor "Neredesin Firuze"nin. Levent Kazak'ın dört dörtlük senaryosundan hareket eden Ezel Akay, çok belli ki başlangıçta büyük bir riski göze almış, görsel kültürümüze yabancı olmakla birlikte Emir Kusturica benzeri sinema vadeden bir anlatımı seçmiş ama sonuç hiç abartmadan söyleyecek olursak, mükemmelden biraz daha iyi! Bizzat yönetmeni Ezel 'Ezop' Akay'm vurguladığı gibi, "Bir sirk, oyunculuk sirki"ne karşılık gelen "Neredesin Firuze", sinemamızda çok az karşılaştığımız bu atmosferi kuruyor gerçekten de. Alabildiğine kalabalık oyuncu kadrosu içinde elbette ki piramidal bir dağılım sözkonusu; belki yüreği ağza getiren türden heyecan duygusunun da eksikliğinden dem vurulabilir ama tüm karakter ve tiplemelerin ekonomik kullanımından geniş başoyuncu topluluğuna ve bir çırpıda kolayca sayılmayacak yan oyuncu kadrosuna, kostümlerinden müziklerine, oyunculuklarından temposuna, neşesinden hüznüne kadar, seyircide, her şeyin bir sirk çadırı altında olup bittiği duygusu uyandırıyor. Eh, neresinden bakılsa, filme konu olan olayların geçtiği Unkapanı müzik piyasası da içerdiği her şeyle, bir sirkten hiç de farksız değil gerçekte.

Başarı peşinde koşup, uzun süre kumun altında yattıktan sonra birden 'çarpan' balıklar gibi 'malı vurmaya' çalışan bir grup kafadarın dokuz gün boyunca gelişen serüvenlerini, birbirlerine dokuz şarkı ve şarkıcıyla bağlanan bölümler içinde seyrettiğimiz "Neredesin Firuze", özellikle Haluk Bilginer'in yazdığı Ya Evde Yoksan şarkısı ve danslarıyla kültleşen, çok eğlenceli, tüm oyuncuların alkışlanacak düzeyde performans gösterdiği, hiç sıkılmadan tekrar tekrar seyredilebilecek bir film. (T.A.) Sinema En İyi 100 Film

Konu: Hayri ve Orhan piyasaya sürdükleri başarısız kasetler sonucu borç batağında olan iki müzik yapımcısıdır. İstanbul Plakçılar Çarşısında borçlu olmadıkları kimse kalmadığı gibi, kaldıkları salaş otelden bile atılmak üzeredirler. Hayri sorumsuz ve çapkın gece hayatı sebebiyle karısı tarafından eve alınmamaktadır. Yıldız adayı Melih'e yaptıkları kasetler satmayınca Melih de şarkıcı olan sevgilisi ile memleketine geri dönme kararı almıştır. Zaten bu ilişkiden dolayı mimlenen Melih'in gazinocular kralı olan Tayyar tarafından sahneye çıkması da engellenmektedir. Hayri ve Orhan bunun üzerine Ahmet isimli saf, hevesli ve "tenorların kralı" olduğunu iddia eden bir genç ile şanslarını denemeye karar verirler. Fakat işler umdukları gibi gitmez ve Ahmet çaldırdığı altyapıyı söylemeyi beceremeyince son darbeyi de yemiş olurlar. Alacaklılar, hacze gelen avukatlar, vadesi gelen çek ve senetler karşısında bunalan Hayri ve Orhan, Sansar isimli menajerin "genç yetenek" diye lanse ettiği, o sıralar Almanya'da yaşayan Ferhat ile irtibata geçerler. Telefonda şarkı söylettikleri Ferhat'ın sesini çok beğenirler ve acil bir eylem planı oluştururlar: Ferhat gelecek, altyapıyı söyleyecek, kasetten gelen paralarla borçlar ödenecek ve düze çıkılacaktır.

Şarkıcı olmak düşüncesine saplantılı bir şekilde bağlı olan Ferhat, Hayri'nin kaset teklifini düşünmeden kabul eder, eşyalarını toplar ve soluğu İstanbul'da alır. Ferhat'ın Almanya'dan gelirken getirdiği bir miktar parayla gazeteye ilan verilir ve afişler basılır ama kaset hala basılamamıştır. Tam bu sırada Hayri ve Orhan'ın arkadaşı olan, set işçisi Seyfi'nin girişimiyle Ferhat'ın televizyondan canlı yayınlanan bir programa katılması ayarlanır. Ferhat televizyon çekimleri sırasında, Melek'i görür ve duyguları daha da yoğunlaşır. Canlı yayında söylediği şarkıyla da hem stüdyodakileri, hem de ekran başındakileri büyüler.

Ertesi gün ofise Firuze isimli gizemli, kararlı ve zengin bir kadın gelir. Ferhat'ı televizyonda seyretmiş ve çok beğenmiştir. Parası olduğunu ve Ferhat'a yatırım yapmak istediğini söyler. Ama her şeyden önce "imaj"larını değiştirmeleri gerekmektedir: Yeni bir ofis, şık kıyafetler, yaşayacakları güzel bir villa… Banka, emlakçı, butik gibi yerlerle kısa görüşmeler yapar, çeşitli talimatlar verir ve tekrar görüşmek üzere ayrılır.

Birdenbire kara bulutlar dağılmış, istedikleri fırsat ayaklarına gelmiştir. Firuze ayrıldıktan sonra herkes hayaller kurar. Artık amaç sadece kaseti çıkarmak değil, köşeyi dönmek ve hayatları boyunca düşledikleri şeyleri gerçekleştirmektir. Bu heyecanla tekrar kollar sıvanır ve çalışmaya başlanır.

Sonra Firuze ile bir araya gelinir ve yeniliklerden bahsedilir, geleceğe dair projeler konuşulur, umutlar tazelenir. Buluşmanın sonunda Firuze bazı şahsi işleri dolayısıyla yurt dışında olacağını söyler, ancak konuştukları şekilde çalışmaya devam etmelerini tembihler. Ertesi gün alacaklıları kaldıkları oteli bastığında imdatlarına yetişen yine Firuze olur. Ödeme sözleri verilir, Firuze ve Ferhat romantik anlar yaşarlar. Fakat Firuze yine ortadan kaybolmuştur. Kendilerinde Firuze'ye ait herhangi bir telefon numarası olmadığından, yanlarındayken konuştuğu bankaya ve butiğe giderek Firuze'ye ulaşmaya çalışırlar. Ancak banka ve butiktekiler böyle bir şahsı tanımadıklarını söylerler.

Birden tüm hayalleri yıkılan Hayri Orhan ve Ferhat başladıkları yere tekrar dönmüş olurlar: Kaset hala çıkmamıştır, borçlar olduğu gibi durmaktadır. Ferhat hala Melek ile konuşmayı başaramamış, Firuze de ortadan kaybolmuştur.

Birlikte gazinocular kralı Tayyar'ın evine giderek iş istemeye karar verirler. Tayyar hem Ferhat'ın sesini beğendiğinden, hem de durumlarına acıdığından oğlunun düğününde bir program yapmalarına razı olur. Düğünde Ferhat dışında herkesin keyfi yerindedir. Çünkü bu Melek'in düğünüdür ve Ferhat sevdiği kızın başkasıyla evlenmesini kabullenememektedir. Sahneye Melih'i de çıkarır, şarkısını söyler. Bu sırada paralarını almaya giden Hayri ve Orhan paranın alacaklılar tarafından paylaşıldığını görünce bir kez daha yıkılırlar. Bunu gören Tayyar çıldırır ve sahne yasağı koyduğu Melih'i sahneden zorla indirmek için harekete geçer. Ortalık karışır, arbede, itiş kakış içinde hepsi kapı dışarı edilirler.

Ferhat, daha önceden Firuze'nin bahsettiği emlakçıya gider. Firuze'nin yaşadığı yeri bulur. Firuze'yle ilgili gerçeği öğrenir ve yıkılır. Ümitler tükenmiş, yapılacak bir şey kalmamıştır. Toplu olarak intihar etmeye karar verirler. “www.lokomotifkamera.com”

&  Bu tür bir fılme ya katılırsınız ya da dışında kalırsınız. Ya filmin mizah anlayışıyla, hayata bakışıyla, espri düzeyiyle uyum sağlarsınız ya da mesafeli kalırsınız. Ben bu dediklerimin hepsinde filme, onun mizahına, mantığına ve estetiğine katıldım. Dolayısıyla, çok hoş bir 'iki saat' geçirdiğimi söylemeli ve görüşlerimi genelde paylaşanlara bu filmi 'hararetle tavsiye etmeliyim'.

Türkiye ve çağdaş (pop) kültürümüz için çok önemli bir alana, İMÇ çevresinde dönen müzikkaset piyasasına, bu piyasanın her gün yeni birkaçını lanse etmeye çalıştığı, genelde Doğu kökenli, kimi zaman da 'Alamancı' şarkıcıtürkücülere ve onlardan biri olan Ferhat Can'ın hikayesine değinen bir film bu ... Ama bu aslında Muhsin Beyveya Abuzer Kadayıftan farklı olarak, bir yükselme hikayesi değil. Daha çok, Ferhat'ın odak noktasında olduğu bir kalabalık insan ilişkileri panoraması.

Bu insanlardan dördü, Plakçılar Çarşısı'nın kaşarlanmış, her türlü numaraya hazır, ama yine de son derece sevimli adamları: yapımcı Hayri, Hayri'nin iş ortağı, has adamı ve ellerindeki tek yıldız adayı Melih. İşler iyice sarpa sarıp son umutları olan 'tenor Ahmet' de çuvallayınca, dört kafadar son çare olarak dört elle Ferhat'a sarılırlar. Ama para sorunlarını yenemezler. Derken ortaya birden bir 'melek' çıkar ve hepsinin imdadına yetişir.


Bu, hep beyazlar giyen, hep gülümseyen ve iyimserlik dağıtan gizemli bir kadındır. Ve adı Firuze'dir. Firuze onlara bol bol vaatte bulunur, Ferhat'ı koruyucu kanatları altına alır. Ama bu, klasik anlamda 'genç şarkıcı adayına kancayı takmış sosyete dilberi' öyküsü değildir. Hatta böyle bir hikayeyle hiç ilişkisi yoktur.

Hikaye ilerledikçe, biryandan Firuze'nin gerçek kimliği ortaya çıkacak, öte yandan Plakçılar Çarşısı, gece kulüpleri, lüks oteller, içki sofraları ve ışıl ışıl bir İstanbul dekoru önünde insan karakterleri bir çiçek gibi yaprak yaprak açılacaktır.

Neredesin Firuze?, öncelikle, yer yer absürd, her zaman kıpır kıpır, kimi zaman şarkı, türkü ve koreografiye dayalı 'müzikal' havasındaki taze bir mizahtan büyük destek alıyor. İkinci olarak, filmin görsel yanı, dekorları, giysileri ve özellikle renkleriyle çok başarılı. Gökkuşağının tüm renklerini üzerinde taşıyan ve abartılı mücevherlerle don anmış kahramanlarımız, renk kullanımını bile başlı başına bir taşlama öğesi haline getirebilen bir sanat yönetmeninin başarılı ürünleri.

Filmin bir başka özelliği, arabesk veya Türk pop müziğiyle hem mesafeli durup dalgasını geçerken, hem de bu müzi kaliteli yeni veya klasik ürünlerini çok iyi kullanması. Filmin ses bandı hemen alıp dinleme isteği veriyor. Birkaç yeni ve de çok iyi Özcan Deniz şarkısının yanı sıra, Müslüm Baba'dan bir Bülent Ortaçgil şarkısı ya da ya da Zeki Müren klasiği "İnleyen Nağmeler"in Erol Büyükburç yorumu gibi sürprizler de var.

Ve en önemli öğelerden biri oyuncular. Hepsine bayıldım. O çılgın beşli, hadi adlarıını yazalım, Haluk Bilginer, Özcan Deniz, Cem Özer, Ruhi Sarı ve Ragıp Savaş mükemmel bir uyum sağlıyor. Demet Akbağ, bir düş gibi gelip geçen gizemli kadında olağanüstü. Ama tüm yan ve de konuk oyunculuklar da çok iyi. Böylece Ata Demirer'in Bülent Ersoy taklidinden Hamdi Alkan'ın 'ilahi şarkıcısı adayı'na kadar herkes kendine düşeni yapıp gidiyor.

İlk sinema filminde Ezel Akay çok iyi bir ritm ve kıvrak bir mizah tutturmuş. En sevdiğim yanlarından biri, sahneleri tam kıvamında tutması, biriki yer dışında uzatmaması. Böylece örneğin düğündeki 'pasta sahnesi' alabildiğine uzatılabilecekken, tam yerinde kesiliyor. Tüm final bölümü ise sanki Eşkıya'yı hatırlatan düzeyli bir duygusallık içeriyor. Popüler Türk filmlerine ve genelde popüler kültüre ciddi bir itirazınız yoksa, bu güzel gülme fırsatını kesinlikle kaçırmayın.

&Türk sineması, bu sezona ait ağır toplarını sahaya sürmeye devam ediyor. Serinin bu haftaki ayağında 'Neredesin Firuze' var; diğerleri kadar kâğıt üzerindeki ağırlığının, zihinlerde ve yüreklerde de benzer etkiler yapıp yapmayacağı konusunda bizleri meraka sürükleyen bir başka proje yani... Film, Plakçılar Çarşısı'nın batakçı yapımcılarının hikâyesi etrafında biçimleniyor. Sistemin çarklarında ayakta kalmak için çabalayan, öte yandan sirkülasyondan da pay kapabilmek için her türlü seçeneğe, doğru ya da yanlış balıklama dalan tatlı sahtekârlar... Öte yandan, vasıflarına rağmen hak ettiği yere gelememiş ama tek bir fırsatla aradığını bulacağına inanan yetenekler... Hem Hollywood'da, hem de Yeşilçam'da defalarca izlediğimiz bir hikâye formatı. Üstelik bizim cephede, en iyi örneğini Yavuz Turgul'un 'Muhsin Bey'iyle bulmuş bir tema... Yönetmen Ezel Akay, senaristi Levent Kazak'la birlikte, bu formülü bir adım daha öteye götürmüşler ve hikâyeye, küçük bir esrar ekleyerek, yeni bir film yaratmışlar.


FİLMİ İZLE 



 

 MUSTAFA HAKKINDA HERŞEY (2004)

Senaryo ve Yönetmen: Çağan Irmak, Görüntü Yönetmen: Selahattin Sancaklı, Müzik: Mor ve Ötesi, Yapım: ANS Prodüksiyon Abdullah Oğuz, Timur Savcı Yardımcı Yönetmen: Cevriye Demir, Kurgu: Şafak Bal, Sanat Yönetmeni: Aynur Topalak, Murat Güney, Teknik Direktör: Şener Onar, Panther Operatörü: Hakan Yamaç, Kurgu Ast.: Aziz İmamoğlu, Ekrem Ertikmen, Kostüm Asst.: İpek Savaş, Makyaj: Ahsen Gülkaya, Ses Tasarım: Kaan Tatlı, Fuat Güney, Orçun Kozluca, Ses Kayıt: Erol Adilçe, Dolby Miksaj: Ufuk kayar, Yapım Koordinatörü: Esra Songun, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Nejat İşler (Fikret), Fikret Kuşkan Mustafa), Başak Köklükaya (Ceren), Şerif Sezer (Mukadder), Yaman Tercan (hademe), Zeynep Eronat (Selda), Kutay Köktürk (Kenan),Arda Seçgün (Kerem), Emre Başak (Mustafa’nın abisi), Borgahan Gümüşsoy (Mustafa’nın çocukluğu), Bedia Ener (Fikret’in annesi), Sevgi Onat (Ceren’in annesi), Hakan Ka (reklamcı genç), Nurhan Yılma (Lale), Ferit Aktuğ (hastanedeki polis), Selçuk Gürmeriç (Ceren’in babası), Özhan Sargın (yuva öğretmeni), Vahdet Çakar (Mustafa’nın babası), Halil Sarıdiken (Fikret’in babası), Tuncay Kaynak (erkek polis), Sena Taşkapılıoğlu (kadın Polis), Nesime Alış, Gökhan Seyhan (garson), Ümit Gürses (garson), Orhan Gürses (mezarlık bekçisi), Bülent Seyran, Ece Özgünel

Konu: Güzel bir düşü aratmayacak denli mutlu bir yaşamı vardı Mustafa’nın. Güzel ve severek evlendiği bir eşe, mükemmel bir işe, dünyalar güzeli bir evlâda sahipti. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Mustafa’nın bozulmayacağını düşündüğü, asla uyanmayacağını zannettiği bu güzel düş elim bir trafik kazası sonucu kâbusa dönüşür. Mustafa’nın deliler gibi sevdiği karısı Ceren ve o anda yanında olan genç bir erkek trafik kazası geçirirler. Genç erkeğin ağır yaralandığı feci kazada, Ceren ardında binlerce soru işareti bırakarak hayata veda eder. Bir anda her şeyin kontrolünü kaybeden Mustafa için yaşam artık bilmecelerle doludur. Karısının yanındaki genç adam kimdi? Neden Kilyos’tan dönüyorlardı? Karısı ondan başka neler saklamıştı? Mustafa bütün bu soruların cevabını kendi yöntemleri ile bulmaya karar verir. Karısı ile birlikte kaza geçiren ve adının Fikret olduğunu öğrendiği genci rehin alıp uygarlıktan uzak bir yere kaçırır.

Ölüm kalım savaşına dönüşen planını büyük bir ustalıkla uygulamaya başlayan Mustafa eve kapattığı Fikret’le kedinin fare ile oynadığı gibi oynayarak onu konuşturmaya çalışır. Mustafa'nın amacı Fikret sırları açıkladıkça arka bahçeye onun için kazdığı mezarı yavaş yavaş derinleştirmektir. Ancak polisler, meraklı komşu ve Mustafa’yı arayan yakınları sayesinde hikâye farklı bir yöne doğru ilerler. Hayatını cehenneme çeviren trafik kazasının ardındaki gerçeği çözmeye çalışan Mustafa hiç hesapta yokken kendi hayatının karanlık köşelerini de keşfetmeye başlar. Geçmişiyle yüzleşir ve kökleri çocukluğuna kadar uzanan müthiş bir sırrı da elinde olmadan itiraf eder.


FİLMİ İZLE 



 

MELEĞİN DÜŞÜŞÜ (2004)



Senaryo ve Yönetmen: Semih Kaplanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Eyüp Boz, Yapım: Kaplan Film/Semih Kaplanoğlu  Sanat Yönetmeni: Esad Tekand, Kurgu: Semih Kaplanoğlu, Hande Güneri, Ayhan Ergürsel, Işık Şefi: Nurdoğan Erduvan, Kostüm Uyguluma: Zeynep Sarıkaya, Ses Kayıt: İsmail Karadaş, (Sinefekt Laboratuarında hazırlanmıştır).

 

Oyuncular: Tülin Özen (Zeynep), Budak Akalın(Selçuk), Musa Karagöz (Müfit), Engin Doğan (Mustafa), Yeşim Ceren Bozoğlu (Funda), Özlem Turhal (Nilgün), Can Kolukısa, Funda Cansever, Merih Gürlük

 

Konu: Bir otelde temizlik görevlisi olarak çalışan Zeynep’in geceleri, babasının uygunsuz davranışları ile cehenneme dönmektedir. Zeynep’in, iletişim kurabildiği tek kişi otelde çalışan ve ona ilgi duyan Mustafa’dır.

Kendisinden yaşça küçük olan Mustafa’nın ilgisine karşılık vermez ancak, kayıtsız da kalamaz. Zeynep, içine girdiği kısır döngüden kurtulmak için bir çıkış yolu arar…

Şehrin başka bir yerinde genç bir ses teknisyeni olan Selçuk, eşinin ölümünün ardından suçluluk duygusu ile boğuşmaktadır. Selçuk’un karısının kıyafetlerinin bulunduğu bavul, Zeynep’in kaderini umulmadık bir şekilde değiştirecektir…

 Ödüller

16.Ankara Film Festivali, 2005

► Umut Veren Yeni Kadın Oyuncu Tülin Özen

 Seçiciler Kurulu Özel Ödülü Semih Kaplanoğlu

41.Antalya Film Şenliği, 2004

►En İyi Ses Tasarımı İsmail Karadaş
    ► En İyi Görüntü Yönetmeni Eyüp Boz ;
    ► En İyi Set Tasarımı Esad Tekand
    ►Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü Semih Kaplanoğlu
    ► En İyi Kadın Oyuncu Tülin Özen

12.Barcelona Bağımsız Sinema Festivali, En İyi Alternatif Film Semih Kaplanoğlu

24.İstanbul Film Festivali, 2005
     ►Fipresci Ödülü Semih Kaplanoğlu
     ►Jüri Özel Ödülü Eyüp Boz 
Nantes Film Festivali, 2005
     ►Büyük Ödül Semih Kaplanoğlu



 

KORU KENDİNİ (2004) 

Senaryo ve Yönetmen: Ayşe Polat, Görüntü Yönetmeni: Patrick Orth, Sanat Yönetmeni: Thilo Mengler, Yapım: Maria Koepf

Oyuncular: Pınar Erincin, Luk Piyes

Konu: İki genç kızın arkadaşlığı, umutları ve düşleri üzerine etkileyici bir öykü. Büyükannesi ölünce, 16 yaşındaki Alice, annesi tarafından Katolik bir eğitim yurduna yerleştirilir. Etraftaki seslere son derece duyarlı olduğundan yurdun diğer sakinlerinden çok farlıdır ve çoğunlukla yalnız başına kalır. Bir süre sonra aynı yurtta kalan Berivan adlı Kürt kızıyla tanışır. Annesi ve babasını kaybetmiş bir sığınmacı olan Berivan, Alman Göçmen Bürosu'nun kararını beklemektedir. Pasaport, aile fotoğrafları ve mektuplar gibi tüm kişisel eşyalarını hiç yanından ayırmadığı plastik bir torbada taşıdığı için herkes Berivan'a “Şapşal Torbacı” demektedir. Başlangıçta aralarında soğuk rüzgarlar esse de bir süre sonra arkadaş olurlar. Çok geçmeden Alice Berivan'ın dostluğuna daha bağımlı hale gelir. Ancak tam da hayatları düzelir gibiyken, İlir adında bir Arnavut gençle tanışmaları yoğun ama kırılgan dostluklarını sınava tabi tutar. Berivan İlir'e âşık olur, Alice kıskançlığa kapılır ve iki kız arasındaki ilişki dramatik bir şekilde kontrolden çıkmaya başlar.

 

KAYIP CENNET İNSANLARI (2004) 

Senaryo ve Yönetmen: Ümit Cin Güven, Görüntü Yönetmeni: Ulaş Zeybek, Müzik: M. Kağan Ergün, Yapım: Zoom Art Production/ Salih Karaman Kurgu: Hamdi Deniz, Sanat Yönetmeni: Nurdan Gür, Rahşan Erdoğan, Ortak yapımcı: Halim Çetin, Diyalog Kurgu: Umut Şenyol, Işık Şefi: Engin Altıntaş, Kamera Asistanları: Cahit Ersan, Erhan Derinoğlu Yönetmen Yardımcısı: Filiz Gülmez, Reji Asistanları: Fırat Gülle, Cem Özmerci, Sanat Asistanları: Cem Öztüfekçi, Makyöz: Suzan Kardeş,

Oyuncular: Erdinç Olgaçlı (Ahmet Baba), Ayten Soykok (Nurgül), Okan Selvi (Veli=, Timur Ölkebaş, Mustafa Öztürk, Yasemin Yozgat, Yaşar Mırzallı (Garip), Turgay Tanülkü (Hikmet), Hüseyin Elmalıpınar (Mahmut), Murat Öztürk Bezmiş), Toprak Kara, Gülşah Can (Ahmet babanın kızı), Ümit C. Güven, Nevşim , Bahattin Tekin (Boyacı), Salih Karahan (Deli İbrahim), İbrahim Çınar (Beyoğlu kemecisi), Selahattin Gül Abdurrahman Albayrak,


FİLMİ İZLE 



 

 KALBİN ZAMANI (2004)  

Senaryo ve Yönetmen: Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay, Müzik: Atilla Özdemiroğlu, Yapım: Asya Film ve Meteksan Bilişim Grubu Türk Bulgar Ortak Yapımı. Yardımcı Yönetmen: Tamay Soyer, Ebru Oğuz, Senaryo Danışmanları: Zeki Ökten, Nimet Ünal, Erhan Bener, Saynur Tezel, Ses Tasarımı: Boris Tuyanev, Kurgu: Mevlüt Koçak, Aylin Tirol, Laboratuar Kontrol: Yusuf Özbek, Ortak yapımcı: Niki Film, Miksaj: Serdar Öngören, Müzik Kayıt: Ulaş Ağçe, Işık: Ali Haydar Tuna, Animasyon: M. Bilsoft, Animasyon Kurgu: Yücel Üsal, Animasyon Müzik: Ali Bircan, Grafik tasarım: ve Jenerik Umut Karaman Çelebi, Proje/Yapım Süpervizörü: Saynur Tezle, Dekor Kostüm: Mustafa Ziya Ülkenciler, Asya Film Ekibi: {Sabahattin Şenyüz (Şirket Müdür), Sonit Özgentürk, (Yapım Görevlisi), Altan Can (Ofis Sorulması), Laboratuar: Sinefekt), Set Amiri: Zühtü Polat, Makyaj: Belgin Ömürdağ, Teknik Koordinatör (Kerem Kardoğlu, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, (Eurimages desteği ile gerçekleştirilmiştir.)

Oyuncular: Hülya Avşar (Belkıs), Halil Ergün (Cemil), Oktay Kaynarca (Akfar), Birol Ünel (Demir), Zeki Alaysa (Em. Başkomser Fikret), Güler Ökten (Aleksandra), Kayhan Yıldızoğlu (Melikyan), Genç, Dolunay Soysert (Belkıs), ArdKarapolat (Genç Aktör),

KONU: Kalbin zamanı, kuşakları aşan ve kilit noktaları üç farklı zaman diliminde oluşan bir aşk üçgenini konu
alıyor. ...." Filmin tüm hikâyesini, emekli bir dedektifin ağzından dinliyoruz: Bir arkadaşına, yirmi yıl önce tanık olduğu, aynı kadına aşık olan üç gençle ilgili bir olayı hatırlayan komser, gençlerden birinin ölümü ile sonuçlanan bu olay üzerinde bir süre çalıştıysa da olayı aydınlatamamış ve nihayetinde bu dosyanın gencin 'intihar' ettiği sonucuyla kapanmasını hiçbir zaman içine sindirememiştir. Bunun bir cinayet olduğuna inanan emekli dedektif aradan geçen yıllara aldırmadan yeniden katilin peşine düşecek ve bizi de yanına katarak zamanda bir yolculuğa çıkaracaktır. Ali Özgentürk, gençlik, aşk, dostluk ve mizahla harmanladığı "Kalbin Zamanı"nı şu cümlelerle özetliyor: "Üç adam bir kadını sevdi.... Kadın da onları.... Aşk 50 yıl sürdü.... İçlerinden biri öldürüldü 


FİLMİ İZLE 



 

 

İKİ GENÇ KIZ (2004) 


Yönetmen: Kutluğ AtamanGörüntü Yönetmeni: Emre Erkmen, Müzik: Replikas, Yapım: Yalan Dünya Film, Yönetmen Yardımcıları: İlke Abur Erçin, Burcu Baki, Kamera Asistanları: Jürgen Daum, Derya Erkenci, Işık Şefi: Kaan Korkmaz, Işık Asistanları: Hatip Karabudak, Necmettin Akdeniz, Sanat Okulu Asistanı: Meltem Balta, Kurgu: Zeynep Zilelioğlu, Aziz Günhan İmamoğlu, Lev , Ses: Julio Rodrigez, Özgün , Senaryo Danışmanı: Yıldırım Türker, Sanat Yönetmeni: Emel Güntaş, Yapım Koordinatörü: Nükhet Özel, Kostüm Sorumlusu: Güneş Çapan, Mekan Sorumlusu: Sezan Tanacan, Devamlılık: Deniz Can Şahin, Boom Operatörü: Timur Serengil, Ses Tasarımcısı: Erol Adilce, Ses Kurumu: Umut Şenyol, Gökhan Alat (Demo Prodüksiyon), Çiğdem Uygur, Ses Miksaj: Turgay Yalçın (Demo Prodüksiyon), Optik Ses Sorumlusu: Eyüp Yıldız, Laboratuar Sorumlusu: M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Kimyager: Ferda Yılmaz, Jenerik: Şafak Mıhlaç, Negatif Aktarım: Aytekin Birkan, Negatif Renk Düzenleme: Erol Şahin, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Renk Düzenleme: Cenk Erol, Yapım Asistanları: Alaz Akdoğan, Ali Kılıç, Gülşah Köse, Elif Refiğ, Makyöz: Emine Türk, Kuaför: Ayhan Akyurt, İmran Şahin, Set Fotoğrafları: Emine Derkan, Post Prodüksiyon Yöneticisi: Ayla Oygur, Teknik Hizmet Sorumlusu: Şener Onar, 8mm Filmcilik, Ulaşım: Kontur Turizm, Güneş Nakliyat, Prodüksiyon Avukatı: Süheyla Bingül, Basın Danışmanı: Şeyda Taluk, Grafik Görsel Danışman: Boran Güney, Prodüksiyon Sekreter: İşper Güventürk, (Fono Film laboratuarlarında hazırlanmıştır),

Oyuncular: Hülya Avşar (Leman), Feride Çetin (Behiye), Vildan Atasever (Handan), Tuğçe Tamer (Çiğdem), Sezgi Mengi (Erim), Uğur Baltepe (Burak), Murat Prosçiler (Tufan), İpek Bilgin (Eczacı), Can Kolukısa (Fotoğrafçı), Ufuk Akkuzu (Çetin), Yeşim Ceren Bozoğlu (Patrfümeri/Tezgahtar), Gülşah Köse (Kitapçı/Kasiyer), Alpcan Nedim Bircan (Ceket Satıcısı), Emrah Kolukısa (1. Bekçi/Üniversite), Gökhan Özkul (2. Bekçi/Üniversite), Ömer Aktaş (Dersane Müdürü), Sinan Yüce (Taksi Şoförü), Demet Genç (Genç Anne), Tekin Temel (Genç Baba), Lara Sevdik (Kız Çocuk), Konuk Oyuncular: Savaş Akova (Salim), Gönen Bozbey (Nevin), Hikmet Körmükçü (Yıldız), Aysun Metiner (Şevket Sevgili), Cengiz Sezici (Şevket)

Konu: 18 yaşlarındaki akıllı, sert, çevresine karşı öfkeli ve yalnız bir genç kız olan Behiye ile güzel, göz alıcı, sıcak, sevgi dolu, yumuşak Handan´ın bir kaçış öyküsünü perdeye taşıyor: Handan (Vildan Atasever) ve Behiye (Feride Çetin) tesadüfen tanışan ve tanıştıkları anda sıkı fıkı dost olan iki genç kızdır. İstanbul´un farklı bölgelerinde yaşayan ve farklı sosyal sınıflardan gelen iki kafadar, bulundukları durumdan bıkmış ve hayatlarını değiştirmek istemektedirler. Handan´ın annesi Leman (Hülya Avşar) ise 35 yaşlarında güzel, alımlı bir kadındır. Kendisine ve kızına bakmak için metreslik yaparak geçinmektedir. Behiye´yi Handan´dan kıskanmaya başlayan Leman, bu arkadaşlığı kendince engellemeye çalışır. Handan´ın amacı kendisini ve annesini seneler önce terk eden, Avustralya´da yaşayan babasının yanına gitmektir. Asi tavırlarıyla dikkatleri üzerine çekmeye çalışan ve dar gelirli bir ailenin kızı olan Behiye de kendisine bir yol arkadaşı bulduğunu düşünerek, hayal ederek planında Handan´a yardım eder.

 Ödül

42. Antalya Altın Portakal Film Festivali (24 Eylül1 Ekim 2005)

►En İyi Yönetmen

►En İyi Kadın Oyuncu

►En İyi Görüntü Yönetmeni

 

& UĞUR VARDAN 29.4.2005 Radikal

Arıza başımda duman

Tüketim toplumunun albenisine kapılarak ayakta durmaya çabalayan ve bu yolda her şeyi mubah sayanlar... İki sezon önce izlediğimiz iki Amerikan gençlik filmi, 'Onüç' (Thirteen) ve 'Kötü Kızlar' (Mean Girls) aynı sularda yüzüyordu. Catherine Hartwicke imzalı 'Onüç', meseleyi gerçekçi ve zekice kaleme alınmış bir öykünün yanı sıra görsel açıdan da yer yer MTV tarzı çok hızlı, günün seyircisine seslenen bir üslupta ele alıyordu. Mark S. Waters'ın 'Kötü Kızlar'ına gelince, bildiğimiz mesajları tekrarlayan, klasik lise filmlerinin taze bir karışımı niteliğindeydi. İki filmi aynı parantezde buluşturan öğeler sadece gençliğe eğilmeleri değil; ana karakterlerinin, öykündükleri bir alanda var olabilmek adına gerçek kimliklerinden vazgeçebilmeleriydi.

Behiye'nin öfke nöbetleri Kutluğ Ataman'ın '2 Genç Kız'ı da, bu iki filme, Türkiye cephesinden eklemleniyor sanki. Mesele aynı; kendi kabuğunu kırmak için çabalayan varoşların anarşist kızı Behiye, hayatını 'mış' gibi yaparak yaşayan Handan'ın hikâyesine dahil oluyor. Üniversite çağındaki iki kız, kısa bir tanışma faslı ve birbirlerine ısınmanın ardından ilişkilerini derinleştiriyor. Daha doğrusu Behiye, bohçasını kapıp Handan'ın evine çörekleniyor. Evli bir erkekle metres hayatı yaşayan ve kendi özlemlerini, bir nebze kızının hayatında gideren Handan'ın annesi Leman, bu taşınma eylemini pek onaylamıyor ama kızının gül hatırına katlanıyor. Sonrası mı? Bu da filmin yatağını belirliyor...

'2 Genç Kız'a kaynaklık eden Perihan Mağden'in romanını okumadım, dolayısıyla sadece film üzerinden konuşabilirim; Ataman'ın filminde ilk elde 'İki ana karakter birbirlerine neden bu denli yaklaşıyorlar ve biri, diğerinin hayatına bir gün içinde nasıl bu kadar çabuk adım atıyor' sorusu zihinlerde beliriyor ve bence bu soru, öykü boyunca çok net açıklanmıyor. Her ne kadar film, bu meselenin farkında olduğunu anne Leman'a aynı soruyu sordurarak gösteriyor ve alınan cevabı tatminkâr bularak yoluna devam ediyor etmesine ama bence çok da ikna edici olamıyor. Öte yandan öfke nöbetlerine çok çabuk kapılan Behiye'yi, bol 'sikt..'li jargonu yanında (bu arada Burger King, Boğaziçi ve F tipi sikt..'li cümlelerden payını alıyor), küçük dünyasında tanıyoruz önce: Odasında bir Pazartesi dergisi görmek mümkün (yani bir feministtir o). Ama yeri geldiğinde geleneksel ailenin bir parçası oluyor ve elinde bezi, kızıl saçlarıyla taşları ovalarken buluruz onu.

Asi, bu diyarlardan gitmek istiyor ama film boyunca küfürlerin dışında iki kez aykırılığına rastlıyoruz: Boğaziçi'nin havuzuna dalarken ve sokakta, çeşmenin içinde çırpınırken. Bu eylem esnasında Handan'a sesleniyor: 'Birazcık cesaret'. Handan'ın cesaretine ise her gün gittiği kozmetik dükkanında tezgâhtar kıza diklenirken şahit oluyoruz. Biraz da Behiye'den destek alıyor ve sesini yükseltiyor. Handan'ın aslında formülü belli: zengin bir koca bulmak. Çevresinde bu unvana layık tek bir isim var; Erim. Erim'in ise niyeti çok açık: bu bakire kızı becermek ve sonra da arkadaşına peşkeş çekmek.

Erim ve arkadaşından başlayarak şunu rahatça söylemek mümkün: '2 Genç Kız', belki ana karakterleri arasındaki ilişkinin derinliği konusunda ikna edici değil ama erkeklere bakışı açısından fikri net: İstisnasız bütün erkekler kötüdür. Nasıl mı? Karakterlere bakalım: Onları indirdikten sonra çaktırmadan ellemeye çalışan taksi şoförü, her alışverişte asansörde mastürbasyon yapan bakkalın çırağı, anne Leman'ı aldatan, doğum gününü bile es geçen Şevket bey, Behiye'ye kan kusturan ve Para dergisi okumaktan başka bir şey yapmayan ağabeyi, onun sözüne kanıp kızına yapılan zulme sesini çıkarmayan babası ve her şeyden önemlisi, anakızı bırakıp Avustralya'ya kaçan Behiye'nin babası (ki bu nokta, öyküdeki 'baba figürü'nü de karşılıyor aynı zamanda). Film bir de o ünlü 'atasözüne' gönderme yapıyor sanki: İki karakteri ele alırsak, hikâye kızını dövenle dövmeyeni anlatıyor bir bakıma.

Molped reklamındaki gibi... Gelelim oyunculuklara... Bu film dolayısıyla tanıdığımız iki genç isim de oldukça başarılı ama Handan rolündeki Vildan Atasever, daha zor bir sınava soyunmuş ve canlandırdığı karakteri, hiç bir ihtilafa mahal bırakmazsızın inandırıcı kılmış. Behiye'yi canlandıran Feride Çetin ise, özellikle öfke nöbetlerinde sanki rol yaptığını belli ediyor gibi. Ya Hülya Avşar? Bence Hülya Avşar'a ilişkin bir türlü keşfedilemeyen ve gerçek değerini bulamayan bir yıldız muamelesinden artık vazgeçelim. Geçmişten, 'Benim Sinemalarım' ve 'Berlin in Berlin' filmlerinden kalan ve zihinlerdeki yeri son derece muğlak olan performanslarının dışında bir türlü iyi oyunculuğuna şahit olmadığımız (ve bana kalırsa şahit olma olasılığımızın son derece küçük olduğu) Hülya Avşar, hayatımızı gereksiz yere işgal ediyor. '2 Genç Kız'daki Hülya Avşar da son derece klişe, özensiz ve de vasat. Molped reklamında, genç kızlarla aşık atan kadının ötesine geçemiyor.

Dinamik bir üslubun peşinde

Ya reji? Yer yer müzikten beslenen ve doğru seçilmiş şarkılarla sahnelerini zenginleştiren bir anlatım (özellikle Handan'ın Erim'in yazlığından döndüğü sahne bir doruk noktası) tutturan Kutluğ Ataman, dinamik, genç bir üslubun peşine takılmış; ki bence bu seçim olumlu sonuçlar vermiş. Zaten '2 Genç Kız'ın üslubunda problem yok; ama yine de kişisel olarak beni Kutluğ Ataman'ın bir önceki filmi 'Lola + Bilidikid' daha çok heyecanlandırmıştı. Giriş kısmındaki 'Onüç'le bağlayayım: Catherine Hartwicke'in yapıtı, kız çocuğuna sahip her ebeveyn için gerçek anlamda bir 'horror' (gerilim) filmi tadındaydı. '2 Genç Kız'ın 'kıssadan hisse' gibi bir amacı yok ve karakterlerine sahip çıkmaktan da korkmuyor. Ama yine de bu öykü bizi biraz gerseydi, daha bir memnun olurdum, kendi adıma...


FİLMİ İZLE 



 

HOŞGELDİN HAYAT (2004) 

Yönetmen Ümit Elçi Senaryo İlker Barış, Ferhan Gündoğdu, Seher Aydın, Ümit Elçi, Kamera Erhan canan Yapım Fergün Yapım/İsmet Gündoğdu Öykü: Ferhat Gündoğdu, Işık: Kahraman Kongur, Müzik: Semih Erdoğan, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Yönetmen Asistanları: Ayşem Pelin Aktan, Serap Danış, Hamit Koptekin, Sertaç Bilgi, Genel Koordinatör: Süreyya Altıok, Prodüksiyon Amiri: Cemal İhsan Gündoğdu, Prodüksiyon Asistanları: Emre Tekin, Nazlı Güneş, Müslüm Gündoğdu, Sanat Yönetmeni: Cevil Küdsan, San Yön. Ast.: Canan Cirit, Steadycam Operatörü: Sami Utku, Kamrera Asistanları: Özgür Eken, Hakan Canan, Hakan Tezer, Serdar Gül, Makyaj: Halime Bıçakçı, Kuaför: Emek Gül, Işık Asistanları: Teoman Aşkın, Serhat Hepgüzerler, Ufuk Kuyulu, Ozsan Dündar, Set Amiri: Tarık Karakulak, Set Asistanları: Orhan Özdemir, Cemil Sobacı, Murat Koç, Ses Kayıt, Eşleme ve Miksaj: Erkan Aktaş, Renk Düzeltme: Erıol Şahin, Jenerik: Şafak Kılınç, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, Telesine: Tuncay Koçtürk, Kopya Baskı: Zekeriya Şahin, Osman Yıldız, Perrak Yalçın, Laboratuar Sorumlusu: Yahya Öztürk, Laboratuar: M. Mustafa Oruç, Mustafa Şahin, Caner Can,

Oyuncular: Ferhat Gündoğdu (Emir), Kerem Alışık (Ferhat), Ceyda Düvenci (Kan), Yelda Reynaud (Ayça), Arzu Yanardağ (Zuhal), Nihat Nikerel (İbrahim), Ahmet Mekin (Şemdil), Engin Yüksel (Berdan), Murat Çakar ( Mahmut Usta, Zekiye Aktek (Hacer), Ertan Güntav (Tahsin), Ökkeş Aycan, Şirin Taşpınar, Barış Çeviker, Erdoğan Poyraz, Ayşen Pelin Aktan, Cihan Cindoğan, Müslüm Gündoğan, İsmet Gündoğdu, Cevdet Gündoğdu, Doğan Gündoğdu, Eren Gündoğdu,

Konu: Emir, arkadaşı Serhat‘ın canını kurtarmak için kaza sonucu kardeşini öldürür ve bu yüzden ailesini terk eder.Yurt dışına iltica eder ve yıllar sonra ülkesine döndüğünde ise kendini Büyük bir çıkmazın içinde bulur. Emirsiz hayat kendine bir yol belirlemiştir ve geçmişi bir duvar gibi karşına çıkar. Ama Emir kararlıdır

 

HIRSIZ VAR (2004)

Yönetmen Oğuzhan Tercan Senaryo Haluk Özenç Görüntü Yönetmeni: Tolga Kutlar Yapım Med Yapım/Mehmet N. Karaca, Ali Akdeniz Ortak Yapımcı/ Cemal Noyan Öykü: Mehmet N. Karaca, Oğuzhan Tercan, Haluk Özenç, Ali Akdeniz, Sanat Yönetmeni: Mete Yılmaz, Kostüm: Tuba Unat, Özel Kostümler: Dilek Hanif, Defile Koreografi: Sait Sökmen, Yapım Sorumluları: Funda Ödemiş, Mine Öztürk, Işık: Ali Salşim Yaşar, Yardımcı Yönetmen: Ozan Açıkjan, Ses: Boris Trayanov, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Kurgu: Rıfkı İlyasoğlu, Müzik: İskender Paydaş, (İmaj ve Pan Film’in katkılarıyla)

Oyuncular: Haluk Bilginer, Mehmet Ali Erbil, Gamze Özçelik, Birol Ünel, Gülse Birsel, Fatih Akın, Dost Elver, Mustafa Turan, Ahmet Mümtaz Taylan, Esra Eron, Haldun Boysan, Hakan Salınmış, Bora Tekay, Ömür Arpacı, Aslı Çifkurt, Haktan Pak, Hakan Boyav, Yunus Günce, Uğur Serhan, Zafer Kayaokay, Suna Pekuysal,

Konu: Tüm malvarlığını kaybederek kalp krizinden ölen bir işadamının karısı, mafya dünyasının bir temsilcisi, marjinal bir modacı ve baş mankeni, profesyonel bir soyguncu ve bir magazin gazetecisinin yolları bir gece içinde kesişirse ne olur? Bu olağanüstü karmaşayı konu alan film son 56 yıl içindeki Türkiye’nin gündemini belirleyen finans, medya, magazin ve yeraltı dünyasını biraraya getirerek izleyenlere eğlenceli, tempolu ve aksiyonla dopdolu bir macera sunuyor...