Yönetmen: Yağmur
Taylan, Durul Taylan, Senaryo: Doğu Yücel Görüntü Yönetmeni Soykut
Turan , Müzik: Kevin Moore, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen,
1.Yönetmen Yardımcısı: Osman Taşçı, 2. Yönetmen Yardımcısı: Nuran
Çelik, Kurgu: Murat Bolayır, 1. Kamera Ast.: Ercan Çapan, 2.
Kamera Ast.: Kulin Yalvaç, Sanat Yönetmeni: Tolunay Türköz,
Asistanları: Mine Işıklar, Pelin Aksu, Özlem Karabay, Yapım Sorumlusu: Salih
Çelik, Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, Özel Efekt Tasarımı: Volkan
Duran, Stadycam Operatörü: Ali Can, Panter Operatörü: Vedat Arıç,
Panter Asistanı: Mehmet Göksu, Plastik Makyaj: Derya Ergün, Makyaj:
Asiye Öngü, Mine Öngü, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Işık Şefi: Serdar
Öztürk, Işık Asistanları: Halil Kasap, Zafer Kaçmaz, Bülent Sancaklı,
Mustafa Kaçmaz, İlkay Topuz, Sanat Yönetmeni Yardımcısı: Özlem Karabay, Kostüm
Uygulama: Mine Işıklar, Kuaför: Erdal Söyler Ses Teknisyeni: Soner
Alkaya, Boom Operatörü: Yekta Danabaş, Set Amiri: Fuili Özcan,
1. Set ast.: Cengiz Çetin, 2. Set Ast.: Yalçın Zevmin, 3. Set
ast.: Turgay Sarıkaya, Set Elektirkleri: Murat Şengül, Mekanik
Efekt Ast.: Ahmet Soytürk, Yetkili Yapımcı: Pınar Çetin, 1.
Prodüksiyon Ast.: Ercan Çapan, 2.Prodüksiyon Ast.: Cenk Bulut,
Oyuncular: Nehir Erdoğan
(Güldem), Burak Altay (Gökalp), Cem Kılıç (Burak), Sinem Kobal (Şebnem), Barış
Yıldız (Umut), Deniz Güngören (Orçun),Rüzgar Çetin (1. sevgili), Şerif Yıldız
(2. Sevgili), Erdem Çapan (3. Sevgili), Fırat Yücel (Gitarist), Ahu Akın (Bas
gitarist), 3 D Sınıfı: Aslı Göymen, Elenor Zimmerman, Ceyda Tarhan, Bulut
Yanılmaz, Mehmet Selçuk Bilgi, Eser Yeneler, Gökçe Sezgin, Berat Pekmezci,
Dinar Kahveci, Öykü Pekul, Çiğdem Sönmez, Ayça Şenocaklı, Deniz Akkaya (Felsefe
Hocası Alev), Ahmet Mümtaz Taylan (Müdür Vedat Bey), Emre Kınay (Din Hocası
Kemal), Ragga Oktay (Bekçi Sülo), Ali Sunal (Alparslan Bey), Melisa
Sözen,(Ceyda), Berk Hakman (Ersin), Barış Yıldız (Umut), Caner Özyurtlu (Ediz),
Serdar Deniz (Giz), Deniz Güngören (Orçun), Hamdi Alkan (Milli Eğitim
Müfettişi), Müge Taylan (Nesrin Hanım), Halit Ergenç (Tarih Öğretmeni Şeref
Bey), Cem Karakaya (İlyas Bey),
Konu: Okul dergisinin editörü Gökalp
(Burak Altay) okulun ilk günlerinden itibaren okulun en güzel kızı Güldem’e
(Nehir Erdoğan) aşıktır. Güldem için hikayeler yazan ve bu hikayeleri okulun
çeşitli yerlerine bırakarak onun kalbini kazanmaya çalışan Gökalp bu amacına
hiçbir zaman ulaşamaz ve birgün ardında gizemli bir mektup bırakarak intihar
eder. Bir yıl sonra tam Gökalp’in ölüm yıldönümünde gizemli olaylar baş
gösterir. Bu olaylardan sadece Güldem değil, Güldem’in etrafındakiler de
etkilenmek
tedir. Erkek arkadaşı Ersin(Berk Hakman),
en yakın arkadaşı Şebnem (Sinem Kobal), kankası Ceyda (Melisa Sözen), okul
dergisinin editörü Umut (Barış Yıldız), kameralarla öğrencileri gözetleyen
Vedat Bey (Ahmet Mümtaz Taylan) ve gaddar hoca Alparslan Bey (Ali Sunal) da
tehdit altındadır. Bir süre sonra gerçek ortaya çıkar, Gökalp’in hayaleti,
intiharına neden olan herkesten intikam almaktadır. Hem de ÖSS’ye haftalar
kala!
&
Okul Türk sinemasında bir ilk mi? Birçok bakımdan evet. Bir gençlik çevresini
bir korku filminin dekoru olarak kullanmak, korku ile komediyi karıştırmak,
Batı'da pek moda olan 'kardeş yönetmenler' olayı gibi şeyler, bizde ilk kez
görülüyor.
İzleyemediğim kimi TV dizileri yapmış
Taylan biraderlerin, yine okuyamadığım kimi hiikaye ve romanlar yazmış olan
Doğu Yücel'le birlikte yeni projelere destek veren Plato Film çatısı altında
buluşmalarından ortaya çıkmış film ... Tam da ÖSS sınavlarına hazırlanmanın
gerilimi içindeki bir sınıfta yaşanmış bir trajediden yola çıkıyor. Güzel
Güldem'e tutulan, ama yazdığı mektup/hikayelerden biri kalabalık içinde deşifre
olduğu için kırılan ve intihar eden Gökalp'in, bir yıl sonra okulda bir tür
'hayalet' olarak ortaya çıkmasıyla başlayan olaylar anlatılıyor. Özellikle
Güldem Gökalp'in yakın arkadaşı ve giderek hiç sevmediği kişiler, bu hayalet
işinden nasiplerini alıyorlar.
Okul'u büyük bir iyi niyetle
izlememe rağmen pek tatmin olmadım doğrusu ... Film, birçok yerinde kimi
televizyon reklamlarını andırıyor, hatta bir tür klip ve reklam sıralamasından
oluşuyor gibi. Örneğin Gökalp ile Güldem'in ilk tanıştıkları bölümün sonun da
acaba ne reklamı çıkacak hissine kapıldığını hatırlıyorum!. .. Her sekans
(bölüm) kendi içine inşa edilmiş, ama gerçek bir akış ve devamlılık
düşünülmemiş gibi. Bir korkutucu bölümden bir komik bölüme geçiliyor, kimi
zaman komedi ile gerilim aynı bölüm içinde bağdaştırılmaya çalışılıyor. Ki bu
da genelde zor ve çok riskli bir yöntemdir ve her sinemacının harcı değildir.
Ama
iki şey var ki, filme belli bir değer kazandırıyor. Öncelikle kardeşlerin açık
ve kesin bir sinema duygusu var. Örneğin iki temel öğeyle, aynalar ve
bilgisayar ekranlarıyla oluşturulmuş tüm sahneler çok çekici. Aynaları
böylesine iyi kullanmış pek az film hatırlıyorum. Dolapların açılıp kapandığı
koridor ya da cep telefonuyla ruh çağırma (1) sekansları da başarılı. Hele
sonuncusu yakında Turkcell veya Telsim'in reklamlarında kullanılırsa hiç şaşmam
...
Bir de genç oyuncular ...
Filmin iyi seçilip iyi yönetilmiş hemen tüm genç oyuncu kadrosunu çok sevdim.
Başta Nehir Erdoğan, içlerinde geleceğin oyuncuları da var. Kimi konuk
oyunculuklar da iyi. Belki de onları görüp tanımak için de olsa, bu filme ilgi
göstermeye değer ...
Altyazı'nın geçen
sayısı için Japon Korku Sineması dosyasını hazırlarken, korku türünün Japonya
coğrafyasındaki özgünlüğü ne değinmeye çalışmıştık. Fırat Yücel, Ringu serisi
üzerine yazarken korku filmlerinin anlatılarını temellendirdikleri iki genel
yapı olduğunu söylemişti. Bunlardan birincisi, Çığlık (Scream, 1996) ile
yeniden alevlenen, ergenkıyımı olarak Türkçeleştirmeyi tercih ettiğim
teenslasher'larda olduğu gibi, anlatıyı baş karakterlerin gelecekte
karşılaşacakları bir tehlike unsuru üzerine kurmaktı. İkincisi ise anlatıyı
geçmişte meydana gelmiş bir trajedinin şimdiye ve geleceğe yayılması üzerine
kurmaktı. Okul'da Gökalp'in Güldem'e yazdığı hikayeyi bir korku filmi anlatısı
olarak aldığımızda bu hikayede iki temel anlatının da yer aldığını görüyoruz.
Gökalp'in intiharı ve hayaletinin okula dönmesi ikinci olarak tanımladığımız
yani geçmişteki bir trajedinin üzerine kurulu anlatılara denk düşüyor. Fakat
filmdeki diğer karakterlerin tiplemeleri ve onların hayaletle karşılaşma
biçimleri düşünüldüğünde, Okul daha çok ergenkıyımı filmlerinde hakim olan o
birinci anlatıya uygun düşüyor. Taylan Biraderler ve Doğu Yücel verdikleri
röportajlarda kanlıbıçaklı korku filmlerinden hoşlanma dıklarını ve bu yüzden
de gerilimi kanla yaratmaya çalışmayan bir film çektiklerini söylemişlerdi.
Böyle bir tercih yapıldığında, sorulacak ilk soru "seyirciyi korkutacak
şey kan ve çeşit çeşit ölümler olmayacaksa ne olacak?" oluyor. Burada da
başta Fırat Yücel'in saydığı iki temel anlatıya da kendine has bir gerilim
yaratma gücü veren kilit sorular ortaya çıkıyor. Anlatı boyunca karakterler ve
seyirci öykünün gizemini ne biçimde ve hangi sırada öğreniyor? Filmin gizemi
nerede açılmaya başlıyor? Gizemler açıldıkça yeni gizemler ekleniyor mu? İki
temel anlatıda da gizemlere dair bilgilerin öykü içinde karakterler ve seyirci
arasındaki dolaşımı büyük önem kazanıyor. Sokağın sonunda baltalı bir adam
bekliyorsa ve bunu seyirci biliyor da karakter bilmiyorsa, karakter oraya doğru
giderken seyirci karakterin başına geleceğ sonra bu bilgi filmin içinde de
verildi. Seyirciye ilk on dakikanın ardından artık daha önce bildiği herşeyi
görmüş olarak, ona sunulacak yeni gizemleri, yeni tedirginlikleri beklemeye
başlamasına rağmen Okul’un anlatısı seyircinin bu bekleyişini neredeyse final
sahnesine kadar uzatarak filmi uzun bir süre gizemsiz bırakıyor. Seyirci
Gökalp'in hayaletinin geldiğini biliyor, Güldem de aynı şeyi
hissediyor,biliyor; diğer karakterlerin de başlarına garip şeyler geliyor ama
Güldem'in Gökalp'in hayaletinin geldiğini sezme düzeyi ile diğer karakterlerin
sezme düzeyi arasındaki eşitsizlik bir gerilim, tedirginlik yaratmıyor.
Kimsenin ölmediği bir film olduğu için korku filmlerine dair birinci temel
anlatıya örnek olan ergenkıyımı filmlerinde olacağı gibi karakterlerin tek tek
öldürülmesinden kaynaklanan bir gerilim de doğmuyor. Ya da korku filmlerine
dair ikinci temel anlatı içinde geçmişteki bir trajedinin şimdiye ve geleceğe
taşınması sürecinde olacağı gibi Gökalp' in hayaletinin bilinmez bir plandaki
sırayla ve biçimlerle varlığını hissettirdiğini kuşkulandıracak bir şey de
olmuyor. Anlatının içinde seyirciye ya da karakterlere. Gökalp'in hayaletinin
varlığında "Aşıktı, aşkına karşılık bulamadı, dalga geçildi, intihar etti
ve geri döndünün ötesinde, gizemli bir bilgi olduğu sunulmuyor. Böyle bir gizem
olmayınca da seyircinin bilmek istediği şey filmin finalinden başka bir şey
olmamaya başlarken, hayaletin yaptığı bir numara ve ardından bir de okul içi
espriden oluşan episodik sahnelerle filmin anlatısı finaline doğru çevriliyor.
Bu noktada Taylan Biraderlerin ve Doğu Yücel'in Okul'un sadece bir korku filmi
değil; komediye, gençlikaşk filmlerine de kendini yakın hisseden bir film
olduğunu belirttiklerini hatırlamak gerekiyor. Filmin klasik bir korku
filminden beklenebilecek şekilde Gökalp'in hayaletini daha gizemli bir noktaya
taşımak gibi bir tercih yapmadığı düşünüldüğünde, Gökalp'in hayaletinin
anlatının merkezinde tutmayıp hayaleti daha büyük başka bir öykünün karakteri
haline getirebilirdi diye düşünmek mümkün. Okul'a baktığımızda böylesine daha
büyük bir hikaye potansiyelinin ÖSS olarak mevcut olduğunu, ancak bu
potansiyeli kullanmanın filme dair başka tercihler yüzünden oldukça zorlaşmış
olduğunu söyleyebiliriz. Bu tercihlerin başında filmi tek bir mekanda ve bir
yatılı okulda çekmek geliyor.
Doğu Yücel Okul 'un çekim öyküsüne dair
yazısında, eğitim sistemi eleştirisini ÖSS üzerinden daha yoğun yapabilmek ve
de filme daha klostrofobik bir atmosfer verebilmek için romandaki üniversite
öğrencisi karakterlerini yatılı bir lisenin öğrencileri haline getirdiklerini
yazmıştı. Filme bakıldığında ise bu iki amacın birbiriyle çeliştiğini söylemek
mümkün. Türkiye' de ya da en azından filmin geçtiği İstanbul gibi büyük
şehirlerde ÖSS senesi olabildiğince okul mekanının dışında cereyan eden
ilişkilerden oluşur. Öğrenciler evde oturup ders çalışabilmek için doktorlardan
yalan raporlar alırlar, özel hocadan özel hocaya koşarlar, her hafta sonu
dersaneye giderler bütün bunları yapabilmek için kimi yatılı liselerde okuyan
öğrenciler lise sonda yatılı olmaktan çıkarlar, birkaç arkadaş ev kiralarlar,
aileleriyle üniversite tercihleri ders çalışma düzenleri, ÖSS dışı hayatları
üzerine türlü münakaşalara girerler. ÖSS tam da okulu dışarı iten bir
sistemken, filme tek mekan olarak yatılı okul seçilmesi ÖSS sisteminden türeyen
ve sıkıntıya sıkıntı katan bir sürü başka mekan ve ilişkiyi anlatının dışında
bırakıyor. Filmi tek bir mekanda çekmenin, öyküye dair diğer mekanları ve
ilişkileri öyküye dahil edemeyeceğiniz anlamına gelmediğini düşünebiliriz. O
zaman da Okul için ÖSS'yi var eden ilişkileri, mekanları kullanarak daha büyük
bir öykü oluşturmanın yolu karakterlere yazılacak diyaloglardan geçmeye
başlıyor. Ya da filmin girişindeki harika ÖSS deneme testi çözme sahnesi
üslubunda daha çok sahne eklemek gerekiyordu. O sahne ÖSS yolculuğu içindeki
pratiklerden en önemlisi olan deneme testi çözme durumunun duygusunu yakın
planlar içinde, çevrilen saman kağıdı sayfalarının, silginin sürtünmesinin,
kurşun kaleminin işaretlemesinin sesini de kullanarak, Kevin Moore'un müziğinin
de etkisiyle henüz filmin başında seyirciye geçirebiliyordu. Fakat sonrasında
bu sahnenin duygusunun, üslubunun film içinde başka sahnelerde tekrarlanmaması
ve ÖSS'ye dair repliklerin "çalışma lazım", "orta öğretim puanı
da önemli", "işletme yazacağım, ama konservatuar sınavına da
gireceğim" in ötesinde olmaması, Okul'un ÖSS'nin nasıl bir yolculuğu
içerdiği ne dair bir öykü yaratabilmesine engel oluyor. ÖSS sadece karakterleri
gelecekte bekleyen bir tehlike olarak kalıveriyor ve Gökalp'in hayaletinin dahil
olabileceği ÖSS üzerinden daha zengin bir anlatı oluşamıyor Anlatısını kurarken
yeni gizemlere, yeni gerilimIere yeteri kadar yer verememiş olması, ÖSS gibi
bir sürü mekana ve ilişkiye yayılarak büyüyen güçlü bir canavarı tek bir mekan
ve birkaç karakter içine hapsederek zayıflatmasına rağmen Okul'u izlemiş
olmanın, böyle bir mm in yapılabildiğini bilmenin verdiği bir umut var. O umut
da, filmin korku türünü bu coğrafyada çekerken, Türkiye' deki lise gençlerinin
gündelik hayatı üzerine, o hayatı tanıyan ve o hayata içeriden bakabilen
birilerinin bir film yaratabilmiş olması. Matematik formüllerine, boy
abdestinin inceliklerine, eğitim müfredatı gereği dua ezberlemenin garipliğine,
sevdiğin kızı etkiIemenin yollarını düşünmenin çaresizliğine, 'de' bağlacının
kullanımına dair bugünden, buradan, gündeliğin içinden çıkma diyalogları olan
bir filmin olması bu tür çabaların devam edebileceğine dair bir umut
oluşturuyor. Ali Sunal'ın canlandırdığı saplantılı matematik öğretmeni
Alparslan Bey, Caner Özyurtlu ve Deniz Güngören'in canlandırdığı lisenin
fırlama testesteron karakterleri Ediz ve Orçun, Ragga Sülo'nun canlandırdığı
testesteron dostu okul bekçisi Sülo, Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdığı
lisenin piç yakışıklı delikanlı karakterleri Ersin ve Burak, Emre Kınay'ın
canlandırdığı yumuşak ama emin sesli din hocası Kemal Bey karakterleri popüler
Türk sinemasının ihtiyacını hissettiği gündelik hayattaki gerçekliğin mizah
dolu gözlemini içeriyor. Türkiye' de mizah dergilerinin yıllardır yaptığı şeyi,
yani Türkiye'deki gündelik hayatı mizah ve karikatür içinde deforme edip, başka
türlerle harmanlayıp görselleştirebilmeyi, Türk sinemasının da yapmaya
başlayabileceğine dair bir umut oluşturuyor Okul. (Enis Köstepen)
&Televizyonda
yaptıkları işlerle, özellikle de Sır Dosyası isimli ufak çapta bir külte
dönüşmüş dizi ile, dikkat çeken Taylan Biraderler'in günün birinde sinema
yapacakları bekleniyordu. Son yılların dikkat çeken romanlarından Hayalet
Kitap'ın bir uyarlaması ile bu işe başlayacakları duyulduğu andan beri bu
bekleme daha farklı bir boyut kazanmıştı. Film sinemalarda gösterime girmeden
önce senaryo yazarının kitabın da yazarı olan Doğu Yücel olacağının, müziklerin
Kevin Moore, yaratık tasarımlarının ise Galip Tekin tarafından yapılacağının
açıklanması da ortaya iyi bir şeylerin çıkacağına dair işaretler sayılabilirdi.
Filmin yapımcılığını Sinan çetin' in yapacak olması ise kimilerine göre olumlu,
kimilerine göre soru işaretleri uyandıran bir durumdu. Bir yandan da filmin,
her ne kadar çok doğru olmasa da, Türk sinemasının ilk korku filmi olarak lanse
edilmesi de farklı bir kesimde de bir merak uyandırmıştı. Tabii ki bir filmin
öncesinde yaratılan doğal ya da yapay beklentiler bir yana, filmin
değerlendirilebileceği tek yer sinema salonu ve benim salondan çıkarken
aklımdan geçen tek kelime "olmuş" idi.
Okul için çok başarılı bir
film, bir başyapıt ya da yılın en iyi filmlerinden biri gibi sıfatlar kullanmak
belki çok doğru değil ama iddialı bir projeden, hem ortalamanın üzerinde bir iş
hem de gelecek için de umut verici bir çalışma çıktığını görmek güzel.
Filmin ortak yönetmenleri
Yağmur ve Durul Taylan'a değinecek olursak, ikilinin sinemayı özellikle de
popüler sinemayı çok sevdiklerini ve bilim/kurgu, korku gibi türlere hakim
olduklarını görmek zor değil. Aynı şeyleri yazar Doğu Yücel için de söylemek
mümkün. Bu durumda filmden bu alanlarda sağlam anlar beklemek doğal. Her ne
kadar korku/gerilim yaratmak üzere tasarlanmış durumların her birinin birer
klişe olduğu gibi bir eleştiri haklı olsa da amaçlarını da yerine getiriyorlar.
Tüm film içinde keyif veren sinemasal anlar bulmak çok mümkün. İlk akla
gelenler giriş sayabileceğimiz bölümden sonra kameranın farklı hızlarda okulda
dolaşması, filmin en başında Güldem'in (Nehir Erdoğan) odasına girerken kameranın
yaptığı hareket ile filmin sonunda, aslında film başa dönerken ve Güldem
odasından çıkarken, kameranın yaptığı hareketin ilk gördüğümüz hareketin bire
bir tersi olması sayılabilir. Ayrıca Ersin'in (Berk Hakman) okulun
koridorlarında tek başına dolaşması ve Şebnem'in (Sinem Kobal) aynalardan köşe
bucak kaçması ve sonunda ön planda kendisi varken arka planda, aynadaki aksinin
yavaş yavaş ona yaklaşması gibi sahneler de ilk anda akılda kalan sahnelerden birkaçı idi.
Ancak korku/gerilim sahnelerinde yaşanan
başarının komedi sahnelerinde de yakalandığını söylemek güç. Aslında her bir
komedi sahnesinin kendi içinde başarılı olduğunu söylemek mümkün ve başka bir
filmin içinde belki de başarılı olabilirdi. Ancak bu filmdeki korku ve komediyi
birbiri içine yedirmek amacı başarılı olamamış. Bu iki öğe istenildiği kadar
birbiri içine girememiş ve filmin korku tarafı ayrı komedi tarafı ayrı bir
yerde duruyor. Korku tarafı daha ağırlıklı olunca komedi kısmının tümüyle
çıkmasının daha iyi olacağı sonucuna varılabilir. Yine aynı nedenden dolayı
aslında keyifli ve iyi oynanmış tipler olan Ediz (Caner Özyurtlu) ve Orçun
(Deniz Güngören) da sanki başka bir filme aitler.
Bunun yanında korku komedi ayırt etmeden filmin tümüne yayılmış
bir takım ayrıntılar da var ki hem gördüğümüz okulun gerçek dünyada var olduğu
izlenimini veriyor hem de filmin genç bir senaryo yazarının elinden çıktığını
hissetmemizi sağlıyor. Hugo olayı bu ayrıntıların en başarılılarından biri.
Belli bir yaş grubu, telefonun üzerinde "Hugo'nun a " mesajını
görünce neden bahsedildiğini hemen anlayabiliyor. Oysa bu yaş grubunun üstü (ve
muhtemelen altı) Güldem'in açıklamasına kadar neden bahsedildiğini anlamayacak
muhtemelen (bu arada Güldem'in açıklamasını fazlası ile normal bulduğumu da
eklemeliyim).
Benzer şekilde Ediz ve Orçun'un porno
filmlerden bahsederken Vivid filmleri ile amatör filmleri karşılaştırmaları,
"Jenna'nın ilk filmi" gibi cümleler kurmaları da aynı şekilde filmi
günümüzden yapıyor. Şimdiye kadar porno filmler ile ilgili duyduğumuz tüm espriler
bir kuşak öncesinden kalan Alman filmleri ve Almanca üzerine olmuştu. E.T ve
Türk versiyonu Badi arasındaki ayrım gibi ufak ama önemli ayrıntılar da bu
gerçekliği desteklemiş. Filmin senaryosunun bir olumlu noktası da genç
öğrencilerin konuşma biçimleri. Karakterlerin kullandığı kelimeler ve konuşma
biçimleri bazı istisnalar olsa da günümüz gençliğinin konuşma biçimini
yansıtıyor, özellikle argonun kullanılış biçimi ne çok aşırı ne de yapmacık
duruyor. Ancak bu diyalogları kullanan genç oyuncuların çok başarılı
olduklarını söylemek zor. Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdıkları
karakterlerin okul içinde de bir anlamda rol yaptıkları ve doğal olmadıklarını
düşünmek mümkün ve bu nedenle de abartılı oyunlarının canlandırdıkları
karakterlere uygun gözüktüğü söylenebilir. Ancak filmin başrol oyuncusu Nehir
Erdoğan hele de bir rock solisti olarak gözüktüğü sahnede yakalanması gereken
parlaklığı yakalayamıyor bir türlü (açıkçası Erdoğan'ın Okul'dan sonra
gösterime çıkan Merhaba Hababam Sınıfı'nda daha iyi olduğunu söyleyebilirim).
İlginç bir şekilde filmdeki en iyi oyunculuklar. Deniz Akkaya'yı
bir kenara bırakırsak, konuk oyunculardan geliyor. Ahmet Mümtaz Taylan ve Raga
Oktay bu isimlerden ikisi. Ancak özellikle Emre Kınay'ın Din Kültürü öğretmeni
çok çok başarılı. Kınay'ın canlandırdığı bu öğretmenle çoğumuz eğitim yaşamının
bir yerlerinde mutlaka karşı karşıya gelmişizdir. Kınay'ın bu ufacık roldeki
başarısı hem keşke bu tip filmin baş karakterlerinden biri olsaymış dedirtiyor
hem de İnşaat'dan sonra bu filmdeki başarısıyla da Kınay'ın bundan sonra
sinemada daha iyi işler yapacağım müjdeliyor.
Filmin kamera önü ve arkasında yer alan
pek çok insanın henüz çok genç yaşlarda olduklarını da göz önüne alırsak,
çoğunun bu ilk sinema filmlerinde yakaladıkları başarıyı daha da ileriye
götüreceklerini umuyorum. En azından Taylan Biraderler'in bildikleri yolda
gitmeye devam edeceklerini tahmin etmek zor değil. Bir ufak not da her ne kadar
bu filmde tasarımları çok fazla kullanılmamış olsa da ülkemizin en iyi çizgi romancılarından
biri olduğunu düşündüğüm Galip Tekin için. Umarım bir gün Türk sinema
seyircisinin, hikayenin gerektirdiği tüm bütçe ve teknik olanakların sağlanması
koşuluyla, tümüyle Tekin'in bir hikayesinden uyarlanmış bir film görme şansı
olur. (Hasan Nadir Derin)