Powered By Blogger

20 Aralık 2022 Salı

OKUL (2004)

 


Yönetmen: Yağmur Taylan, Durul Taylan, Senaryo: Doğu Yücel Görüntü Yönetmeni Soykut Turan , Müzik: Kevin Moore, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, 1.Yönetmen Yardımcısı: Osman Taşçı, 2. Yönetmen Yardımcısı: Nuran Çelik, Kurgu: Murat Bolayır, 1. Kamera Ast.: Ercan Çapan, 2. Kamera Ast.: Kulin Yalvaç, Sanat Yönetmeni: Tolunay Türköz, Asistanları: Mine Işıklar, Pelin Aksu, Özlem Karabay, Yapım Sorumlusu: Salih Çelik, Yardımcı Yönetmen: Ayhan Özen, Özel Efekt Tasarımı: Volkan Duran, Stadycam Operatörü: Ali Can, Panter Operatörü: Vedat Arıç, Panter Asistanı: Mehmet Göksu, Plastik Makyaj: Derya Ergün, Makyaj: Asiye Öngü, Mine Öngü, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Işık Şefi: Serdar Öztürk, Işık Asistanları: Halil Kasap, Zafer Kaçmaz, Bülent Sancaklı, Mustafa Kaçmaz, İlkay Topuz, Sanat Yönetmeni Yardımcısı: Özlem Karabay, Kostüm Uygulama: Mine Işıklar, Kuaför: Erdal Söyler Ses Teknisyeni: Soner Alkaya, Boom Operatörü: Yekta Danabaş, Set Amiri: Fuili Özcan, 1. Set ast.: Cengiz Çetin, 2. Set Ast.: Yalçın Zevmin, 3. Set ast.: Turgay Sarıkaya, Set Elektirkleri: Murat Şengül, Mekanik Efekt Ast.: Ahmet Soytürk, Yetkili Yapımcı: Pınar Çetin, 1. Prodüksiyon Ast.: Ercan Çapan, 2.Prodüksiyon Ast.: Cenk Bulut,

Oyuncular: Nehir Erdoğan (Güldem), Burak Altay (Gökalp), Cem Kılıç (Burak), Sinem Kobal (Şebnem), Barış Yıldız (Umut), Deniz Güngören (Orçun),Rüzgar Çetin (1. sevgili), Şerif Yıldız (2. Sevgili), Erdem Çapan (3. Sevgili), Fırat Yücel (Gitarist), Ahu Akın (Bas gitarist), 3 D Sınıfı: Aslı Göymen, Elenor Zimmerman, Ceyda Tarhan, Bulut Yanılmaz, Mehmet Selçuk Bilgi, Eser Yeneler, Gökçe Sezgin, Berat Pekmezci, Dinar Kahveci, Öykü Pekul, Çiğdem Sönmez, Ayça Şenocaklı, Deniz Akkaya (Felsefe Hocası Alev), Ahmet Mümtaz Taylan (Müdür Vedat Bey), Emre Kınay (Din Hocası Kemal), Ragga Oktay (Bekçi Sülo), Ali Sunal (Alparslan Bey), Melisa Sözen,(Ceyda), Berk Hakman (Ersin), Barış Yıldız (Umut), Caner Özyurtlu (Ediz), Serdar Deniz (Giz), Deniz Güngören (Orçun), Hamdi Alkan (Milli Eğitim Müfettişi), Müge Taylan (Nesrin Hanım), Halit Ergenç (Tarih Öğretmeni Şeref Bey), Cem Karakaya (İlyas Bey),

Konu: Okul dergisinin editörü Gökalp (Burak Altay) okulun ilk günlerinden itibaren okulun en güzel kızı Güldem’e (Nehir Erdoğan) aşıktır. Güldem için hikayeler yazan ve bu hikayeleri okulun çeşitli yerlerine bırakarak onun kalbini kazanmaya çalışan Gökalp bu amacına hiçbir zaman ulaşamaz ve birgün ardında gizemli bir mektup bırakarak intihar eder. Bir yıl sonra tam Gökalp’in ölüm yıldönümünde gizemli olaylar baş gösterir. Bu olaylardan sadece Güldem değil, Güldem’in etrafındakiler de etkilenmek

tedir. Erkek arkadaşı Ersin(Berk Hakman), en yakın arkadaşı Şebnem (Sinem Kobal), kankası Ceyda (Melisa Sözen), okul dergisinin editörü Umut (Barış Yıldız), kameralarla öğrencileri gözetleyen Vedat Bey (Ahmet Mümtaz Taylan) ve gaddar hoca Alparslan Bey (Ali Sunal) da tehdit altındadır. Bir süre sonra gerçek ortaya çıkar, Gökalp’in hayaleti, intiharına neden olan herkesten intikam almaktadır. Hem de ÖSS’ye haftalar kala!

& Okul Türk sinemasında bir ilk mi? Birçok bakımdan evet. Bir gençlik çevresini bir korku filminin dekoru olarak kullanmak, korku ile komediyi karıştırmak, Batı'da pek moda olan 'kardeş yönetmenler' olayı gibi şeyler, bizde ilk kez görülüyor.

İzleyemediğim kimi TV dizileri yapmış Taylan biraderlerin, yine okuyamadığım kimi hiikaye ve romanlar yazmış olan Doğu Yücel'le birlikte yeni projelere destek veren Plato Film çatısı altında buluşmalarından ortaya çıkmış film ... Tam da ÖSS sınavlarına hazırlanmanın gerilimi içindeki bir sınıfta yaşanmış bir trajediden yola çıkıyor. Güzel Güldem'e tutulan, ama yazdığı mektup/hikayelerden biri kalabalık içinde deşifre olduğu için kırılan ve intihar eden Gökalp'in, bir yıl sonra okulda bir tür 'hayalet' olarak ortaya çıkmasıyla başlayan olaylar anlatılıyor. Özellikle Güldem Gökalp'in yakın arkadaşı ve giderek hiç sevmediği kişiler, bu hayalet işinden nasiplerini alıyorlar.

Okul'u büyük bir iyi niyetle izlememe rağmen pek tatmin olmadım doğrusu ... Film, birçok yerinde kimi televizyon reklamlarını andırıyor, hatta bir tür klip ve reklam sıralamasından oluşuyor gibi. Örneğin Gökalp ile Güldem'in ilk tanıştıkları bölümün sonun da acaba ne reklamı çıkacak hissine kapıldığını hatırlıyorum!. .. Her sekans (bölüm) kendi içine inşa edilmiş, ama gerçek bir akış ve devamlılık düşünülmemiş gibi. Bir korkutucu bölümden bir komik bölüme geçiliyor, kimi zaman komedi ile gerilim aynı bölüm içinde bağdaştırılmaya çalışılıyor. Ki bu da genelde zor ve çok riskli bir yöntemdir ve her sinemacının harcı değildir.

Ama iki şey var ki, filme belli bir değer kazandırıyor. Öncelikle kardeşlerin açık ve kesin bir sinema duygusu var. Örneğin iki temel öğeyle, aynalar ve bilgisayar ekranlarıyla oluşturulmuş tüm sahneler çok çekici. Aynaları böylesine iyi kullanmış pek az film hatırlıyorum. Dolapların açılıp kapandığı koridor ya da cep telefonuyla ruh çağırma (1) sekansları da başarılı. Hele sonuncusu yakında Turkcell veya Telsim'in reklamlarında kullanılırsa hiç şaşmam ...

Bir de genç oyuncular ... Filmin iyi seçilip iyi yönetilmiş hemen tüm genç oyuncu kadrosunu çok sevdim. Başta Nehir Erdoğan, içlerinde geleceğin oyuncuları da var. Kimi konuk oyunculuklar da iyi. Belki de onları görüp tanımak için de olsa, bu filme ilgi göstermeye değer ...

 Altyazı'nın geçen sayısı için Japon Korku Sineması dosyasını hazırlarken, korku türünün Japonya coğrafyasındaki özgünlüğü ne değinmeye çalışmıştık. Fırat Yücel, Ringu serisi üzerine yazarken korku filmlerinin anlatılarını temellendirdikleri iki genel yapı olduğunu söylemişti. Bunlardan birincisi, Çığlık (Scream, 1996) ile yeniden alevlenen, ergenkıyımı olarak Türkçeleştirmeyi tercih ettiğim teenslasher'larda olduğu gibi, anlatıyı baş karakterlerin gelecekte karşılaşacakları bir tehlike unsuru üzerine kurmaktı. İkincisi ise anlatıyı geçmişte meydana gelmiş bir trajedinin şimdiye ve geleceğe yayılması üzerine kurmaktı. Okul'da Gökalp'in Güldem'e yazdığı hikayeyi bir korku filmi anlatısı olarak aldığımızda bu hikayede iki temel anlatının da yer aldığını görüyoruz. Gökalp'in intiharı ve hayaletinin okula dönmesi ikinci olarak tanımladığımız yani geçmişteki bir trajedinin üzerine kurulu anlatılara denk düşüyor. Fakat filmdeki diğer karakterlerin tiplemeleri ve onların hayaletle karşılaşma biçimleri düşünüldüğünde, Okul daha çok ergenkıyımı filmlerinde hakim olan o birinci anlatıya uygun düşüyor. Taylan Biraderler ve Doğu Yücel verdikleri röportajlarda kanlıbıçaklı korku filmlerinden hoşlanma dıklarını ve bu yüzden de gerilimi kanla yaratmaya çalışmayan bir film çektiklerini söylemişlerdi. Böyle bir tercih yapıldığında, sorulacak ilk soru "seyirciyi korkutacak şey kan ve çeşit çeşit ölümler olmayacaksa ne olacak?" oluyor. Burada da başta Fırat Yücel'in saydığı iki temel anlatıya da kendine has bir gerilim yaratma gücü veren kilit sorular ortaya çıkıyor. Anlatı boyunca karakterler ve seyirci öykünün gizemini ne biçimde ve hangi sırada öğreniyor? Filmin gizemi nerede açılmaya başlıyor? Gizemler açıldıkça yeni gizemler ekleniyor mu? İki temel anlatıda da gizemlere dair bilgilerin öykü içinde karakterler ve seyirci arasındaki dolaşımı büyük önem kazanıyor. Sokağın sonunda baltalı bir adam bekliyorsa ve bunu seyirci biliyor da karakter bilmiyorsa, karakter oraya doğru giderken seyirci karakterin başına geleceğ sonra bu bilgi filmin içinde de verildi. Seyirciye ilk on dakikanın ardından artık daha önce bildiği herşeyi görmüş olarak, ona sunulacak yeni gizemleri, yeni tedirginlikleri beklemeye başlamasına rağmen Okul’un anlatısı seyircinin bu bekleyişini neredeyse final sahnesine kadar uzatarak filmi uzun bir süre gizemsiz bırakıyor. Seyirci Gökalp'in hayaletinin geldiğini biliyor, Güldem de aynı şeyi hissediyor,biliyor; diğer karakterlerin de başlarına garip şeyler geliyor ama Güldem'in Gökalp'in hayaletinin geldiğini sezme düzeyi ile diğer karakterlerin sezme düzeyi arasındaki eşitsizlik bir gerilim, tedirginlik yaratmıyor. Kimsenin ölmediği bir film olduğu için korku filmlerine dair birinci temel anlatıya örnek olan ergenkıyımı filmlerinde olacağı gibi karakterlerin tek tek öldürülmesinden kaynaklanan bir gerilim de doğmuyor. Ya da korku filmlerine dair ikinci temel anlatı içinde geçmişteki bir trajedinin şimdiye ve geleceğe taşınması sürecinde olacağı gibi Gökalp' in hayaletinin bilinmez bir plandaki sırayla ve biçimlerle varlığını hissettirdiğini kuşkulandıracak bir şey de olmuyor. Anlatının içinde seyirciye ya da karakterlere. Gökalp'in hayaletinin varlığında "Aşıktı, aşkına karşılık bulamadı, dalga geçildi, intihar etti ve geri döndünün ötesinde, gizemli bir bilgi olduğu sunulmuyor. Böyle bir gizem olmayınca da seyircinin bilmek istediği şey filmin finalinden başka bir şey olmamaya başlarken, hayaletin yaptığı bir numara ve ardından bir de okul içi espriden oluşan episodik sahnelerle filmin anlatısı finaline doğru çevriliyor. Bu noktada Taylan Biraderlerin ve Doğu Yücel'in Okul'un sadece bir korku filmi değil; komediye, gençlikaşk filmlerine de kendini yakın hisseden bir film olduğunu belirttiklerini hatırlamak gerekiyor. Filmin klasik bir korku filminden beklenebilecek şekilde Gökalp'in hayaletini daha gizemli bir noktaya taşımak gibi bir tercih yapmadığı düşünüldüğünde, Gökalp'in hayaletinin anlatının merkezinde tutmayıp hayaleti daha büyük başka bir öykünün karakteri haline getirebilirdi diye düşünmek mümkün. Okul'a baktığımızda böylesine daha büyük bir hikaye potansiyelinin ÖSS olarak mevcut olduğunu, ancak bu potansiyeli kullanmanın filme dair başka tercihler yüzünden oldukça zorlaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu tercihlerin başında filmi tek bir mekanda ve bir yatılı okulda çekmek geliyor.

Doğu Yücel Okul 'un çekim öyküsüne dair yazısında, eğitim sistemi eleştirisini ÖSS üzerinden daha yoğun yapabilmek ve de filme daha klostrofobik bir atmosfer verebilmek için romandaki üniversite öğrencisi karakterlerini yatılı bir lisenin öğrencileri haline getirdiklerini yazmıştı. Filme bakıldığında ise bu iki amacın birbiriyle çeliştiğini söylemek mümkün. Türkiye' de ya da en azından filmin geçtiği İstanbul gibi büyük şehirlerde ÖSS senesi olabildiğince okul mekanının dışında cereyan eden ilişkilerden oluşur. Öğrenciler evde oturup ders çalışabilmek için doktorlardan yalan raporlar alırlar, özel hocadan özel hocaya koşarlar, her hafta sonu dersaneye giderler bütün bunları yapabilmek için kimi yatılı liselerde okuyan öğrenciler lise sonda yatılı olmaktan çıkarlar, birkaç arkadaş ev kiralarlar, aileleriyle üniversite tercihleri ders çalışma düzenleri, ÖSS dışı hayatları üzerine türlü münakaşalara girerler. ÖSS tam da okulu dışarı iten bir sistemken, filme tek mekan olarak yatılı okul seçilmesi ÖSS sisteminden türeyen ve sıkıntıya sıkıntı katan bir sürü başka mekan ve ilişkiyi anlatının dışında bırakıyor. Filmi tek bir mekanda çekmenin, öyküye dair diğer mekanları ve ilişkileri öyküye dahil edemeyeceğiniz anlamına gelmediğini düşünebiliriz. O zaman da Okul için ÖSS'yi var eden ilişkileri, mekanları kullanarak daha büyük bir öykü oluşturmanın yolu karakterlere yazılacak diyaloglardan geçmeye başlıyor. Ya da filmin girişindeki harika ÖSS deneme testi çözme sahnesi üslubunda daha çok sahne eklemek gerekiyordu. O sahne ÖSS yolculuğu içindeki pratiklerden en önemlisi olan deneme testi çözme durumunun duygusunu yakın planlar içinde, çevrilen saman kağıdı sayfalarının, silginin sürtünmesinin, kurşun kaleminin işaretlemesinin sesini de kullanarak, Kevin Moore'un müziğinin de etkisiyle henüz filmin başında seyirciye geçirebiliyordu. Fakat sonrasında bu sahnenin duygusunun, üslubunun film içinde başka sahnelerde tekrarlanmaması ve ÖSS'ye dair repliklerin "çalışma lazım", "orta öğretim puanı da önemli", "işletme yazacağım, ama konservatuar sınavına da gireceğim" in ötesinde olmaması, Okul'un ÖSS'nin nasıl bir yolculuğu içerdiği ne dair bir öykü yaratabilmesine engel oluyor. ÖSS sadece karakterleri gelecekte bekleyen bir tehlike olarak kalıveriyor ve Gökalp'in hayaletinin dahil olabileceği ÖSS üzerinden daha zengin bir anlatı oluşamıyor Anlatısını kurarken yeni gizemlere, yeni gerilimIere yeteri kadar yer verememiş olması, ÖSS gibi bir sürü mekana ve ilişkiye yayılarak büyüyen güçlü bir canavarı tek bir mekan ve birkaç karakter içine hapsederek zayıflatmasına rağmen Okul'u izlemiş olmanın, böyle bir mm in yapılabildiğini bilmenin verdiği bir umut var. O umut da, filmin korku türünü bu coğrafyada çekerken, Türkiye' deki lise gençlerinin gündelik hayatı üzerine, o hayatı tanıyan ve o hayata içeriden bakabilen birilerinin bir film yaratabilmiş olması. Matematik formüllerine, boy abdestinin inceliklerine, eğitim müfredatı gereği dua ezberlemenin garipliğine, sevdiğin kızı etkiIemenin yollarını düşünmenin çaresizliğine, 'de' bağlacının kullanımına dair bugünden, buradan, gündeliğin içinden çıkma diyalogları olan bir filmin olması bu tür çabaların devam edebileceğine dair bir umut oluşturuyor. Ali Sunal'ın canlandırdığı saplantılı matematik öğretmeni Alparslan Bey, Caner Özyurtlu ve Deniz Güngören'in canlandırdığı lisenin fırlama testesteron karakterleri Ediz ve Orçun, Ragga Sülo'nun canlandırdığı testesteron dostu okul bekçisi Sülo, Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdığı lisenin piç yakışıklı delikanlı karakterleri Ersin ve Burak, Emre Kınay'ın canlandırdığı yumuşak ama emin sesli din hocası Kemal Bey karakterleri popüler Türk sinemasının ihtiyacını hissettiği gündelik hayattaki gerçekliğin mizah dolu gözlemini içeriyor. Türkiye' de mizah dergilerinin yıllardır yaptığı şeyi, yani Türkiye'deki gündelik hayatı mizah ve karikatür içinde deforme edip, başka türlerle harmanlayıp görselleştirebilmeyi, Türk sinemasının da yapmaya başlayabileceğine dair bir umut oluşturuyor Okul. (Enis Köstepen)

&Televizyonda yaptıkları işlerle, özellikle de Sır Dosyası isimli ufak çapta bir külte dönüşmüş dizi ile, dikkat çeken Taylan Biraderler'in günün birinde sinema yapacakları bekleniyordu. Son yılların dikkat çeken romanlarından Hayalet Kitap'ın bir uyarlaması ile bu işe başlayacakları duyulduğu andan beri bu bekleme daha farklı bir boyut kazanmıştı. Film sinemalarda gösterime girmeden önce senaryo yazarının kitabın da yazarı olan Doğu Yücel olacağının, müziklerin Kevin Moore, yaratık tasarımlarının ise Galip Tekin tarafından yapılacağının açıklanması da ortaya iyi bir şeylerin çıkacağına dair işaretler sayılabilirdi. Filmin yapımcılığını Sinan çetin' in yapacak olması ise kimilerine göre olumlu, kimilerine göre soru işaretleri uyandıran bir durumdu. Bir yandan da filmin, her ne kadar çok doğru olmasa da, Türk sinemasının ilk korku filmi olarak lanse edilmesi de farklı bir kesimde de bir merak uyandırmıştı. Tabii ki bir filmin öncesinde yaratılan doğal ya da yapay beklentiler bir yana, filmin değerlendirilebileceği tek yer sinema salonu ve benim salondan çıkarken aklımdan geçen tek kelime "olmuş" idi.

Okul için çok başarılı bir film, bir başyapıt ya da yılın en iyi filmlerinden biri gibi sıfatlar kullanmak belki çok doğru değil ama iddialı bir projeden, hem ortalamanın üzerinde bir iş hem de gelecek için de umut verici bir çalışma çıktığını görmek güzel.

Filmin ortak yönetmenleri Yağmur ve Durul Taylan'a değinecek olursak, ikilinin sinemayı özellikle de popüler sinemayı çok sevdiklerini ve bilim/kurgu, korku gibi türlere hakim olduklarını görmek zor değil. Aynı şeyleri yazar Doğu Yücel için de söylemek mümkün. Bu durumda filmden bu alanlarda sağlam anlar beklemek doğal. Her ne kadar korku/gerilim yaratmak üzere tasarlanmış durumların her birinin birer klişe olduğu gibi bir eleştiri haklı olsa da amaçlarını da yerine getiriyorlar. Tüm film içinde keyif veren sinemasal anlar bulmak çok mümkün. İlk akla gelenler giriş sayabileceğimiz bölümden sonra kameranın farklı hızlarda okulda dolaşması, filmin en başında Güldem'in (Nehir Erdoğan) odasına girerken kameranın yaptığı hareket ile filmin sonunda, aslında film başa dönerken ve Güldem odasından çıkarken, kameranın yaptığı hareketin ilk gördüğümüz hareketin bire bir tersi olması sayılabilir. Ayrıca Ersin'in (Berk Hakman) okulun koridorlarında tek başına dolaşması ve Şebnem'in (Sinem Kobal) aynalardan köşe bucak kaçması ve sonunda ön planda kendisi varken arka planda, aynadaki aksinin yavaş yavaş ona yaklaşması gibi sahneler de ilk anda   akılda kalan sahnelerden birkaçı idi.

Ancak korku/gerilim sahnelerinde yaşanan başarının komedi sahnelerinde de yakalandığını söylemek güç. Aslında her bir komedi sahnesinin kendi içinde başarılı olduğunu söylemek mümkün ve başka bir filmin içinde belki de başarılı olabilirdi. Ancak bu filmdeki korku ve komediyi birbiri içine yedirmek amacı başarılı olamamış. Bu iki öğe istenildiği kadar birbiri içine girememiş ve filmin korku tarafı ayrı komedi tarafı ayrı bir yerde duruyor. Korku tarafı daha ağırlıklı olunca komedi kısmının tümüyle çıkmasının daha iyi olacağı sonucuna varılabilir. Yine aynı nedenden dolayı aslında keyifli ve iyi oynanmış tipler olan Ediz (Caner Özyurtlu) ve Orçun (Deniz Güngören) da sanki başka bir filme aitler.

Bunun yanında korku komedi ayırt etmeden filmin tümüne yayılmış bir takım ayrıntılar da var ki hem gördüğümüz okulun gerçek dünyada var olduğu izlenimini veriyor hem de filmin genç bir senaryo yazarının elinden çıktığını hissetmemizi sağlıyor. Hugo olayı bu ayrıntıların en başarılılarından biri. Belli bir yaş grubu, telefonun üzerinde "Hugo'nun a " mesajını görünce neden bahsedildiğini hemen anlayabiliyor. Oysa bu yaş grubunun üstü (ve muhtemelen altı) Güldem'in açıklamasına kadar neden bahsedildiğini anlamayacak muhtemelen (bu arada Güldem'in açıklamasını fazlası ile normal bulduğumu da eklemeliyim).

Benzer şekilde Ediz ve Orçun'un porno filmlerden bahsederken Vivid filmleri ile amatör filmleri karşılaştırmaları, "Jenna'nın ilk filmi" gibi cümleler kurmaları da aynı şekilde filmi günümüzden yapıyor. Şimdiye kadar porno filmler ile ilgili duyduğumuz tüm espriler bir kuşak öncesinden kalan Alman filmleri ve Almanca üzerine olmuştu. E.T ve Türk versiyonu Badi arasındaki ayrım gibi ufak ama önemli ayrıntılar da bu gerçekliği desteklemiş. Filmin senaryosunun bir olumlu noktası da genç öğrencilerin konuşma biçimleri. Karakterlerin kullandığı kelimeler ve konuşma biçimleri bazı istisnalar olsa da günümüz gençliğinin konuşma biçimini yansıtıyor, özellikle argonun kullanılış biçimi ne çok aşırı ne de yapmacık duruyor. Ancak bu diyalogları kullanan genç oyuncuların çok başarılı olduklarını söylemek zor. Berk Hakman ve Cem Kılıç'ın canlandırdıkları karakterlerin okul içinde de bir anlamda rol yaptıkları ve doğal olmadıklarını düşünmek mümkün ve bu nedenle de abartılı oyunlarının canlandırdıkları karakterlere uygun gözüktüğü söylenebilir. Ancak filmin başrol oyuncusu Nehir Erdoğan hele de bir rock solisti olarak gözüktüğü sahnede yakalanması gereken parlaklığı yakalayamıyor bir türlü (açıkçası Erdoğan'ın Okul'dan sonra gösterime çıkan Merhaba Hababam Sınıfı'nda daha iyi olduğunu söyleyebilirim).

İlginç bir şekilde filmdeki en iyi oyunculuklar. Deniz Akkaya'yı bir kenara bırakırsak, konuk oyunculardan geliyor. Ahmet Mümtaz Taylan ve Raga Oktay bu isimlerden ikisi. Ancak özellikle Emre Kınay'ın Din Kültürü öğretmeni çok çok başarılı. Kınay'ın canlandırdığı bu öğretmenle çoğumuz eğitim yaşamının bir yerlerinde mutlaka karşı karşıya gelmişizdir. Kınay'ın bu ufacık roldeki başarısı hem keşke bu tip filmin baş karakterlerinden biri olsaymış dedirtiyor hem de İnşaat'dan sonra bu filmdeki başarısıyla da Kınay'ın bundan sonra sinemada daha iyi işler yapacağım müjdeliyor.

Filmin kamera önü ve arkasında yer alan pek çok insanın henüz çok genç yaşlarda olduklarını da göz önüne alırsak, çoğunun bu ilk sinema filmlerinde yakaladıkları başarıyı daha da ileriye götüreceklerini umuyorum. En azından Taylan Biraderler'in bildikleri yolda gitmeye devam edeceklerini tahmin etmek zor değil. Bir ufak not da her ne kadar bu filmde tasarımları çok fazla kullanılmamış olsa da ülkemizin en iyi çizgi romancılarından biri olduğunu düşündüğüm Galip Tekin için. Umarım bir gün Türk sinema seyircisinin, hikayenin gerektirdiği tüm bütçe ve teknik olanakların sağlanması koşuluyla, tümüyle Tekin'in bir hikayesinden uyarlanmış bir film görme şansı olur. (Hasan Nadir Derin)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder