Powered By Blogger

20 Aralık 2022 Salı

 

BEYZA’NIN KADINLARI (2005) 

Yönetmen: Mustafa Altıoklar Senaryo: Mustafa Altıoklar, Nükhet Bıçakçı, Ebru Hacıoğlu, Kamera: Soykut Turan, Müzik: Fahir Atakoğlu, Yapım: Key Prodüksiyon/ Elif Dağdeviren, Altıoklar Film /Prodüksiyon: Hermes Film:/Cüneyt Ortan Yardımcı Yönetmen: Ceyda Demir, Yapım Koordinatörü: Tuncay Kapucu, Şarkılar: Lara Kamhi, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Set Fotoğrafçısı: Selin Demircioğlu, Negatif Kurgu: Kadir Burç, Kurgu: Gürol Filiz, Dolly Operatörü: Ufuk Kavar, Görsel Efektler: Volkan Duran, Yapım Tasarım ve Sanat Yönetmeni: Aslı Tümen, Editör; Erhan Acar, Gürol Filiz, Sanat Yön. Yrd Gülay Kakşi, Yönetici Yapımcı: Emine Altıoklar, Bülent Helvacı, Yapım Sorumlusu: Salih Kahraman,

Oyuncular: Tamer Karadağlı (Fatih Okan), Demet Evgar (Beyza), Levent Üzümcü (Doruk), Mine Çayıroğlu (Serap), Berrak Tüzünataç (Figen), Aslı Bayram, Damla Başak, Salih Güney (Savcı), Arda Kural (Naim), Engin Hepileri (Hüseyin), Haldun Boysan, Ahmet Mümtaz Taylan, Yıldırım Öcek, Evrim Solmaz, Zeynep Aktuğ, Gülseven Yılmaz, Ülkü Ülker, Mehmet Ulay, Nesime Alış, Alper Erze, Serhan Ernek, Asuman Çakır, Oktay Dener, Banu Bramen, Ufuk Özkan, İncilay Şahin, Engin Atlan, Oğuzhan Ogras, Mehmet Harbalioğlu

Konu: Hayatında her şeyin yolunda gittiğini düşünen, psikiyatr kocası Doruk’a aşkla bağlı Beyza Türker’in hayatı, yaşamaya başladığı tuhaf bilinç kayıplarıyla altüst olur. Bu arada İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan kesilmiş bacaklar yüzünden şehri seri katil korkusu sararken, cinayetleri araştıran komiser Okan yeni iş ortağı Doruk Türker ile tanışır.

Doruk Türker bu davada seri cinayet uzmanı olarak görev almıştır. Komiser Okan ve Doruk seri katili ararken, Beyza da hatırlayamadığı kayıp zamanlarının peşine düşer. Polis katilin peşindeyken Beyza da kendi gerçeğiyle yüzleşir: Öldürülen kurbanlarla arasında kendisinin bile çözemediği bir ilişki bulunmaktadır.

Beyza’nın Kadınları, bir yandan giderek derinleşen bir seri katil bulmacası, diğer yandan kişilik bölünmesi yaşayan bir kadının kendisi ve geçmişiyle yüzleşmesi üzerine kurulu. Beyza ve Fatih ayrı ayrı iz sürerken, hikayenin derininde en büyük günahlardan biriyle, bir insanlık suçuyla karşı karşıya gelecekler,

Beyza’nın Kadınları:

1 Beyza Türker: 30 yaşında, zarif, kırılgan narin, biraz tutuk. Keyfi yerinde olduğunda esprili. Ama enerjisi çok yüksek değil. Biraz koşsa yorulacak, üşütecek. Eski zamanlarda yaşasa, ince hastalığa yakalanacak. Korunması,kollanması gerekiyor. Erkeklerde kol kanat germe, elini sıcak sudan soğuk suya sokmama isteği uyandırıyor. Romantik, şehirli, edepli, kültürlü, ve nazi halleriyle, tam da saygın bir adamın karısı olarak gururla taşıyabileceği bir kadın. Her şeyi ölçülü ve seviyeli., gülmesi, ağlaması, yemek yemesi, bedensel hareketleri, sesi…Güzel olmasına rağmen silik bir kadın. Asla dikkati çekecek giysiler, aksesuarlar kullanmaz. Yerine göre giyinen, her zaman hanımefendi olan kadınlardan. Dişiliğini asla ön plana çıkarmaz, çünkü dişiliğinden haberdar değildir. Pastel renkler, soluk desenler, modern ama iddiasız kostümleri tercih eder. Diz boyu yırtmaçsız etekler,hafif bol kesimli pantolonlar, belki biraz sıkıcı üstler. ..Boynunda genellikle tamamlayıcı bir fular olur, adet yerini bulsun, aksesuar olsun. Yanında ne olur ne olmaz hırkası taşıyan, üşümekten korkan kadınlardandır.

Saçları hep topuz, solgun yüzü makyajsız, ayakkabıları düz, manikürü yerinde ama ten rengi ojelerle. Beyza yemek seçen, iştahsız kadınlardan, biraz mızmız sayılabilir. Başı önde, dalgın yürürken yanınızdan geçerse emin olun dikkatinizi fazla çekmez.

Kocasına aşık, hayran ve biraz da bağımlı. Hem karı koca, hem de hasta pisikaytr ilişkileri var. Onu kaybetmemek için kendini ona teslim etmiş. İşlevsel olmak için orta halli bir kreşte öğretmenlik yapıyor. Beyza’nın kendiyle ilgili bildiği gerçekler spor yapmayı ve çocukları çok sevdiği gibi sıradan şeyler.

2. Ayla : Çocukluk, saflık ve eskilik. Ayla 25 yıl öncesinde kalmış, hala aynı büyük acıyı, travmayı yaşıyor. Dağınık saçları her zaman yüzünü örten, sakar, beceriksiz, kendi aleminde yaşayan bir çocuk. Korku ve acı Ayla’nın çocukluğunun üzerine karanlık olarak çöküyor. 70’li yıllarda büyüyen bütün çocuklar gibi biraz sakil, bebe yakalı elbiseler ve el örgüsü hırkalar giyiyor.

3. Dilara: Kadınlığın bütün gücü, dişiliğin bütün enerjisi Dilara’da toplanmış. Rüzgar, fırtına gibi. Erkeklerin başını döndüren, kadınları kıskançlığa boğan, her hareketiyle dişi, her bakışıyla çekici, yürüdüğünde etrafına kadınlık saçan bir kadın.

Giysileri, gösterişli makyajı ve aksesuarlarıyla ruhundaki bütün dişi enerjiyi ortaya döküyor. Uçuşan kumaşlar, derinlere uzanan yırtmaçlar, her hareketiyle biraz daha açılan dekolteler tam Dilara’ya göre. Ama asla ucuzluğa kaçmıyor. Bir erkek ancak Dilara isterse yanına yaklaşabilir.

Saçları, uzun, dalgalı, göğüslerine kadar iniyor, salınarak yürürken her daim savruluyor. Dilara bir hedonist. Sadece dişiliği değil hayatın bütün zevklerini yaşamak istiyor. Her şeyi dibine kadar yaşamak istiyor. Haz düşkünü, maceracı. Esprileri, dalgacı, ve neşeli muhabbetiyle herkesi kendisine hayran bırakabiliyor.

4. Rabia : Temizlik, kutsallık, insan ruhunun saflığı ve Allah’a yaklaştığı anları anımsatan bir kadın. Peygamberlerin etrafında olan kutsal ve dokunulmaz, dişilikten çok çağrılarda bulunan bir mesajcı. Tesettür kıyafetleri 70’li yıllardan kalma ve dönemin en zengin, en seçkin örneklerinden.

Eldivenleri, uzun, krem rengi pardösüleri ve büyük eşarplarıyla başka bir alemden gelmiş gibi. Temizlik ve meleklik çağrıştırıyor. Ama nasıl bir melekolacağı insanına göre değişiyor. Bazıları için can alıcı bir Azrail gibi görünürken, bazen de hayat veren bir meleğe benziyor. Dimdik ve ağır bir yürüyüşü, makyajsız yüzüyle temizliği, masumluğu ve kutsallığı anlatıyor. (“Bayza’nın Kadınları” resmi internet sitesi)

" Bu önemli bir nokta mıdır; bilmiyorum ama son zamanlarda yabancı filmlerden çok Türk filmlerini izlemek için sinema salonlarının yolunu tuttuğum bir gerçek. Son dönem Türk sineması, her ne kadar yoğun bir esinlenme rüzgarı altında olsa da, bugüne kadar gördüğümüz ilk tür filmlerini arka arkaya sıralamakta.

"Beyza'nın Kadınları" ise, belki de ilk Türk CSI filmimiz. Polisiye demiyorum, çünkü CSI ve benzerleri şeklinde Crime Scene Investigation konularını içeren ayrı bir tür oluşmak üzere. Malum olduğu şekilde, bu serilerde polislerimiz üstün bir teknolojinin azımsanmayacak ve insan faktörünü tek haneli yüzdelere indiren yardımlarıyla sorunları çözmekte, katilleri gayet steril ortamlarda derdest etmekteler. Seyirci de televizyon karşısından hem mest olmuş, hem de suç işlerse başına geleceklere karşı koşullanmış masum bir insan olarak kalkmakta.

Bunun Mustafa Altıoklar ve filmiyle alakası ne diyecek olursanız, ben ne zaman CSI serilerinden birini izlesem, Altıoklar'ın bu yapımlardan ne kadar etkilendiğini tekrar hissediyorum. Bazı tekniklerin direkt olarak aynı şekilde uygulandığı bir gerçek (tahlil ve soruşturma sahnelerinde sürecin değişik aşamalarının ekranın bölünerek aktarılması gibi), ama başarısız bir çok etkilenme örneği gözümüzün önünde dururken; bu filme haksızlık etmemeliyiz.

Çünkü; Beyza'nın Kadınları gerçekten iyi bir film. Demet Evgar gibi bir oyuncu ve, Beyza gibi çok şeritli bir otobanın hangi şeridinde olacağına karar verememiş bir karakterin birleşiminden kötü bir film yapmak, çok az yönetmene nasip olacaktır zaten.

Filmin bahsettiğimiz TV dizilerine ve (belki birazcık) "Saw"a olan benzerliğini bir kenara bırakacak olursak; gerek senaryo açısından, gerekse sinema tekniği açısından ortada gayet başarılı bir iş var. Mustafa Altıoklar gibi çoğunluğun beğenilerinden uzakta filmler yapmaktan keyif alan bir yönetmen için, son derece Mainstream bir film olduğu söylenebilir, efektler, makyaj ve planlar üzerine kafa yorulduğu aşikar. "O şimdi Asker", "İstanbul Kanatlarımın Altında" ve (aslında hiç adını bile anıp Kieslowski'ye saygısızlık etmek istemiyorum) "Öldürme Üzerine Küçük Bir Film" in ardından, nihayet yönetmen yapı olarak bütünlük arz eden, belirgin ve keyif veren bir akışa sahip ilk filmini çekmiş görünüyor. İlk yirmi dakikada yaşadıklarımızın ardından, birden kurgunun hızlanması, zaman zamansa inanılmaz şekilde yavaşlaması, yürümeden koşmaya çalışan bir filmde normal olan aksaklıklar olarak değerlendirilmeli.

Oyuncu performanslarına bakacak olursak, ben tahmin edebileceğiniz üzere üç rolü ön plana çıkartmak istiyorum. İlk başlarda birazcık sırıtıyor gibi dursa da, Levent Üzümcü pek abartıya kaçmayan oyunculuğuyla başarılı, Mine Çayıroğlu kısacık rolüne rağmen karakterini bir kıyafet gibi üzerine giyebilmiş; kendisini Beyza rolünde görebilmek nasıl bir duygu olurdu tahmin edemiyorum.

Ve tabii Demet Evgar, Altıoklar'ın bazı sahnelerde Beyza'nın çok üzerine gittiğini düşünsem bile, buralarda bile aksamadan, film boyunca sürecek harika bir performansla karşımızda. Aksama yok, genç oyuncularda çok sık gördüğümüz (kendisini asla genç filan saymasam da Tamer bey'in de aynı dertten muzdarip olduğunu düşünmekteyim) abartıya düşme yok, gerçekten izleyenlerin yıllarca unutmayacaklarını düşündüğüm bir iş çıkartmış. Bugüne kadar kendisini kocaman açılmış ağzım ve beğenimle izlediğimi itiraf ederken, bugünden sonra naçizane takdirimi de yanımda taşıyacağımı belirtmeliyim. (Emre Arifoğlu, www. Film.gen.tr)

"Beyza'nın Kadınları, her şeyden önce, son dönemde "ne tutarsa, oradan gidelim" akımına fazlaca kapılmış Türk Sineması'na, sadece iyi bir film yapmak gibi çok temel bir amaçla yola çıkarak hareket getiren, özellikle çekimleri ve kurgusuyla özenilerek hazırlanmış bir film.

Filmin isminin iyi mi kötü mü olduğu tartışılır belki ama filmin, Demet Evgar tarafından canlandırılan ana karakterine uygun görülen Beyza ismindeki isabet tartışılmaz. İçinde birçok motifi barındıran bir isim Beyza. Filmde, büründüğü tüm kişilikleri kapsayan, alaturkayla alafranga arasında ve filmin seyirciye sunmak istediği en beyaz, en saf ve en günahsız anlamlarını da taşıyan bir isim.

Mustafa Altıoklar'ın çektiği filmlerden neyi yapıp, neyi yapamadığını az çok biliyorduk. Ama asıl merak ettiğimiz, çoğunun sinemada pek de bir tecrübesi olmayan oyuncuların performanslarıydı. Demet Evgar, bu filmden beklediğini almak adına hemen her şeyini ortaya koymuş. Hırslı belli ki. Belki bu filmle birçok ödül de alabilir ama oyunculuğu hakkında bir şeyler söyleyebilmemiz için onu başka filmlerde, başka başka rollerde izlemeliyiz. Çünkü Demet Evgar, fiziksel görüntüsüyle de Beyza karakterine yakışıyordu. Başka rollerin, onun üzerinde sırıtıp sırıtmayacağını da zaman gösterecek.

Tamer Karadağlı'yı, ta "Ferhunde Hanımlar" zamanından beri takip ederim. Bu dizide uzun süre Selçuk adında bir doktoru canlandıran Karadağlı, hafif kendini beğenmiş eşine bağlı bir portre çiziyordu. Daha sonra, neredeyse her evde keyifle izlenen "Çocuklar Duymasın" dizisinde bu kez Haluk rolüyle karşımıza çıktı. Bu rolde bir adım daha ileri giderek, "asarım, keserim" tadında bir aile babasını canlandırıyordu. Hiç itirazım yok, rolün gereği buydu ve seyirci olarak bu karakteri gayet inandırıcı bulmuştuk. Ama bu kez komiser Fatih Okan rolünde izlediğimiz Karadağlı, rolünü çok aşarak, hakikaten kendini beğenmiş ve astığına, kestiğine kendisini inandıran bir görüntü çiziyor. Bu yapmacık görüntüyü, seyircinin yutacağını pek sanmıyorum. Çünkü, rolün gereği, kendi doğrularıyla yaşayan, işinde iyi bir komiser olmalıydı. Kendisini dev aynasında gören artist bir tip değil.

Tüm karakterleri tek tek ele almak derdinde değilim ama Berrak Tüzünataç'ın canlandırdığı Figen rolüne birkaç satır karalamadan geçemeyeceğim. Polis teşkilatımız alınmasın ama şu yaşıma geldim ben daha emniyet camiasında çalışan bu kadar çekici bir kız görmedim. Hani bunu niçin söylüyorum? Çünkü, Mustafa Altıoklar, her ortamda filminin çok gerçekçi olduğundan, aslında sinema eleştirmenlerinin suç araştırmalarıyla ilgili pek bir şey bilmediğinden bahsediyor. Ama, kendisi görmüşse onu bilemem.

Filmin en gerçekçi hikayesi, arşiv müdürlüğünde geçen olaylar etrafında dönüyordu. Aslında sadece arşiv müdürlüğüne özel bir durum değil. Hemen hepimizin başına gelen genel bir devlet dairesi bunalımı. Bürokrasinin başımıza ördüğü çorapları çok ince bir mizahla anlatan bu bölüm, işlerin niye güçlükle yürüdüğünü eleştirel bir bakışla anlatıyor. Beyza’nın Kadınları, genel anlamda, yıllardır bize sunulan Amerikan polisiye filmlerinden pek de bir eksiği olmayan, hatta yer yer fazlası olan ama özgün bir yapıdan uzak bir film. Kurgusuna, sürükleyiciliğine, detaylardaki başarısına hiç sözüm yok. Senaryoda da pek bir açık olduğu söylenemez. Ama bizden bir film değil işte. Mustafa Altıoklar, "Neşeli Günler" ya da "Bizim Aile" gibi filmlerden hiçbirini çekmek istemezdim diyor. Çekemez zaten. Çünkü bizim gibi düşünmüyor, bizim gibi hissetmiyor.(Bora Tokgöz“www. film.gen.tr”

 Mustafa Altıoklar’la yıldızımız galiba tam olarak hiç barışmayacak. Profesyonel anlamda söylüyorum bunu, yoksa kişi olarak çok sevdiğim bir insan.

Onun yaptığı işleri beğenmeye hazırım, ondaki yeteneği biliyorum, görüyorum. Üstelik ‘tür sineması’na, kitleyi amaçlayan filmlere karşı da değilim. Ama o son filmlerinde bana tam olarak 12’den vurmayı başaramamış gözüküyor.

“Beyza’nın Kadınları”, yönetmenin iddiasına göre sinemamızdaki ‘ilk psikolojik gerilim filmi’. Güneşin altında artık hiçbir şeyin ‘ilk’ olmadığını hatırlatayım önce...Çok özetle, çocukluğunda uğradığı travmalar nedeniyle bellek kayıplarına ve giderek kişilik bölünmesine uğramış bir kadının öyküsüyle, bir seri cinayetler katilinin araştırılmasını koşut olarak götüren bir film bu...Yani sinemamızda ilk değilse de az görülmüş türde bir film.

Altıoklar, biçim olarak işi yine iyi götürüyor. Birçok sahne büyük ustalıkla çekilmiş. Örneğin köprü üzerindeki takip ve bir adamı ‘konuşturma’ bölümü, cinayet sahnelerinin clip’vari anlatımı, tüm final sahnesi çok iyi.

Ama tür sinemasının da kendine göre kuralları var. Bunlardan biri de sanırım şudur: katil belli olunca, işi bitir!...Ben katili sondan bir saat önce keşfettim, diyelim ki daha dikkatsiz seyirciler 45 dakika kala keşfedebilirler. Zaten kabaca yarım saat kala da belli oluyor.

Ondan sonrasıysa tam anlamıyla gevşek. Film duraklıyor, onunla birlikte ilk başlarda tıpkı Amerikan polisi gibi son derece kurnaz ve donanımlı gözüken Türk polisi de...Öyle ki, nerdeyse Woody Allen’vari biçimde perdeye atlayıp eylemleri son derece yavaşlayan Tamer Karadağlı’yı itmek geliyor içimizden!...


Altıoklar, senaryodan çekime daha mütevazi davransa, çok altı çizilmiş, İngilizcesi ve Türkçesiyle defalarca yinelenen bir ‘multiple personality’ olayını bu kadar kör kör parmağım gözüne vermek yerine, daha yalın ve sade bir karafilm koşullarını yerine getirse, film çok daha başarılı olabilirdi.


Teknik standartları, müziği ve görüntüleri, hatta oyuncuları genelde hayli başarılı olan film, böylece bütün olarak bir yarım başarıdan öteye gidemiyor. (Atilla Dorsay)


FİLMİ İZLE 


 

BANYO (2005)



Senaryo ve Yönetmen: Mustafa Altıoklar, Görüntü Yönetmeni; Mirsad Herovic Eser: Gül Abus Semerci (“Banyo” isimli oyunundan), Müzik: Gökhan Kırdar, Yapım: Şahin Alparslan, Mustafa Altıoklar, Emine Altıoklar Yönetmen Yardımcısı: Ceyda Demir, Ses Teknisyeni: Onur Yavuz, Ses Tasarımı: Usal Onan Karagözoğlu, Sanat Yönetmeni, Yasemin Kalaba, Kurgu: Gürol Filiz, Final Mix Asistanı: Usal Onan Karagözoğlu, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Diyalog Edit; Fatih Rağbet,

Oyuncular: Selçuk Yöntem, Demet Evgar, Janset Paçal, Burak Sergen, Sermiyan Midyat, Seray Sever,

Konu: Büyük aşklar, karmaşık ilişkiler, bahanesiz ihanetler, psikolojik sadakatsizlikler, isimsiz ego savaşları, ölümcül güvensizlikler, sızılı sadakatsizlikler, erotik acılar, şehvetli ayrılıklar, seksi yıkımlar, tensel uçurumlar... ve bir "Banyo" da bundan daha fazlası olabilir. Türkiye'nin en iddialı erotikkomedi filmi "Banyo", kadın erkek ilişkilerini bir banyonun kapı aralığından gözetleyip ilişkiler ve ihanetler üzerindeki mahremiyetler buğusuna mizahi bir sünger çekiyor.

Banyo'nun yönetmen koltuğunda oturan Mustafa Altıoklar; binlerce yıldır süregelen kadınerkek ilişkileri içindeki trajik karmaşayı bambaşka bir mekanda, olağanüstü bir yorumla beyaz perdeye taşıyor. Altıoklar Film'in yapımcılığını üstlendiği film, üç ayrı banyoda birbirleriyle ilişkileri, ihanetleri ve hesaplaşmaları çakışan üç ayrı çift arasındaki trajikomik duygu ve ego savaşlarını ustaca bir kurgu ve mizahi bir yaklaşımla işliyor.


FİLMİ İZLE 



 

BABAM VE OĞLUM (2005) 


Senaryo ve Yönetmen: Çağan Irmak, Müzik: Evanthia Reboutsika Görüntü Yönetmeni: Rıdvan Ülgen Yapım Avşar Film/ Şükrü Avşar Kurgu: Kıvanç İlgüner , Sanat Ynetmeni: Murat Güney, Yapım Koordinatörü: Gülay Mercan, Uygulayıcı Yapımcı: Esi Gülce, Yapım Asistanı: Aysun Devrim Damgaoğlu, Ercan Sönmez ,Gökhan Cavlı, Murat Özata, Ali Ay, Cem Bağlar, Fatih Tekşal , İsmet Yılmaz, Yardımcı Yönetmen: Irmak Çığ, 1. Yönetmen Yardımcısı: Cenk Aksoyer,Bahadır Başaran, Zeynep Arısoy, Cenk Aksoyar, Kameraman: Ali Cihan Yılmaz, Cenk Tatarer, Ethem Dağ, Focus Puller: Ali Cihan Yılmaz Magnum: Erdoğan Gündoğdu ,Veysel Şahin, JimmyJib: Durmuş Sorkut Harun Altınsoy , Halil Şahin, Diyalog Kurgu: Fatih Rağbet, Işık Şefi : Hakkı Yazıcı, Işık Asistanı : Adnan Demir ,Fatih Özçelik, Zafer Özsoy Bülent Yavuz, Sedat Kılıç, Kostüm Uygulama Canan Çayır , Sanat Asistanı: Birol Uluocak, Emre Hamamcı , Yelkan İşkorkutan , Buket Sezgin , Uğur Aygan, Kostüm Asistanı : Yunus Harani, Nurcan Tatalır, Makyaj: Simay Muratoğlu, Makyaj Asistanı : Hasan Selçuk , Serpil Yılmaz, Hilal Günay  Ses Tasarım: Orçun Kozluca, Ses Kayıt: Levent İntepe , Dolby Miksaj : Erkan Aktaş , Ses Kayıt Asistanı : Ömür Müldür , Serhat Seyis , İsmail Alacan, Recep Demir, Basın Danışmanı: Sadi Çilingir, Ofis Koordinasyon Nejla Kutlu, Set Amiri : Sadun Demirkapı, Set: Barış Matur, Murat Ferah, Hasan Demirkapu

Oyuncular: Çetin Tekindor (Hüseyin Efendi), Ege Tanman (Deniz), Fikret Kuşkan (Sadık), Hümeyra Akbay (Nuran), Şerif Sezer (Gülbeyaz Teyze ), Özge Özberk (Birgül ), Binnur Kaya (Hanife), Yetkin Dikinciler (Salim), Erdal Tosun (Gazeteci Mustafa), Halit Ergenç (Özkan), Bilge Şen (Fatma), Tuba Büyüküstün (Aysun), Nergis Çorakçı (Sakine), Mahmut Gökgöz (Kahya),Muzaffer Demirel (Neşet), Yakup Yavru (Kondüktör), T. Akay Kavukçu (K. Hüseyin), Burak Akçakaya (Sadık), Ali Çolpan (Salim), Ege Kaya (Ayşegül Ayşegül), Sencar Sağdıç (Meyhaneci), Alaattin Sakar (Kahveci), Levent İntepe (Asker), Hayri Güler

KONU: 1980 darbesinde annesini kaybeden küçük Deniz (babası o dönemde bir çok erkek çocuğa verilen ismi koymuş) yedi yıl sonra hiç görmediği dedesinin Ege’deki çiftliğine doğru bir yolculuğa çıkar. Deniz’in dedesini hiç görmemesinin nedeni dedesiyle babasının yıllardır küs oluşudur. Hüseyin Efendi (Çetin Tekindor) okumaya diye gönderdiği oğlunun politik olaylara karıştığını öğrenince onu evlatlıktan silmiştir çünkü. Sadık’ın her şeye rağmen baba evine geri dönüşünün nedeni Deniz’den ayrılmak zorunda oluşudur; küçük oğlunu babasına emanet edecektir. Kelimenin tam anlamıyla Deniz bu çiftlikte hafif tatlı kaçık bir ailenin ortasında bulur kendini. Evin yanaşmaları, küs teyze (Şerif Sezer), traktör kullanan ve telsizle konuşan müthiş bir babaanne (Hümeyra), bileğinden boğazına kadar bilezikle dolaşan gelin Hanife (Binnur Kaya) ve saf bir amca (Yetkin Dikinciler). Düşünsenize hepsi bağırarak ve hep bir ağızdan konuşuyor. Sadık, uğruna savaştığı bir Türkiye’ye ve terk ettiği sevgilisiyle ve kendiyle kasabada yüzleşirken; çocuk, dedesinin ve babasının arasındaki tüm buzları eritecektir.

 ÖDÜLLER:

 27. Siyad Türk Sineması Ödülleri2005

► Cahide Sonku  En İyi Kadın Oyuncu Hümeyra Akbay

 ► En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Şerif Sezer   

 ► En İyi Yönetmen Çağan Irmak

► En İyi Erkek Oyuncu Çetin Tekindor

► En İyi Film Çağan Irmak

► Mahmut Tali Öngören  En İyi Senaryo Çağan Irmak

 11.Sadri Alışık Ödülleri 2006

► En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Özge Özberk (Babam ve Oğlum)

 11.Nürnberg Türkiye/Almanya Film Festivali 2006

► Halk Jürisi Ödülü Çağan Irmak

 25. İstanbul Film Festivali 2006

► En İyi Kadın Oyuncu Şerif Sezer

► En İyi Erkek Oyuncu Fikret Kuşkan

► Halk Jürisi Ödülü Çağan Irmak

13. ÇASOD "En İyi Oyuncu" Ödülleri 2006

► Jüri Özel Ödülü Yetkin Dikinciler

► En İyi Erkek Oyuncu Çetin Tekindor


FİLMİ İZLE 




 

ANNE YA DA LEYLA (2005) 

 Senaryo ve Yönetmen: Mesut Uçakan (Mehmet Çetin’in aynı isimli kısa film öyküsünden esinlerek), Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin Müzik: Gündoğar, Yapım: Sinema Ajans/Mesut Uçakan Yardımcı Yönetmen: Süreyya Karakuş, Kamera: Süha Kapkı, Sanat Yönetmeni: Semanur Yaşar, Kostüm: Emel Kaduoğlu, Ses Kayıt: Bekir Tunç (Akademi Dublaj Stüdyosu), Dublaj Yönetmeni: Atilla Yiğit, Pozitif Kurgu: Nejdet Tok (Yeni Lale FilmStüdyosu), Uygulayacı Yapımcı: Zebil Film Yapım San. Tic. Ltd.Şti, Yapım koordinatörü: Abdurrahman Uzun, Yardımcısı: Nebahat Keskin, Kurgu: Necdet Tok (Yeni Lale Film), Işık Şefi: Mehmet Varol, Işık Operatörü: Mehmet Varol (24 Kare), Makyaj: Esen Sandıkçı, Laboratuvar: Sinefekt, Set Amiri: Erdoğan Eren, Prodüksiyon Amiri: Mete Şen, Çekim yerleri: Beyoğlu/Eminönü/ Kemerburgaz / Florya


Oyuncular:
Turgay Başyayla, Oğulcan Gezgin, Aylin Coşkun, Müge Oruçkaptan, Şehnaz Dilan, Orhan Aydın, Özcan Varaylı, Ahmet Fırat, Mehmet Arslan, Yıldırım Yanılmaz, Bülent Polat, Gökmen Ürü, Öznur Kula, Remzi Evren, Turan Tıurgut, İhsan Duduoğlu, Canan Suavi, Seniha Koru, Jülide Güven, Musa Turgut, Bilal Şener, Abdurrahman Uzun, Selahattin Sevim, Çetin Atay, Gülsüm Yanıbeyaz, Aliye Çağrışı, Kemal Kantarcuılar, Gülperi Bülbül, Saba Ayşarkı, Küçük Oyuncular: Beyzanur Uçakan, Mehmet Gözütok ve Gökmen, Tolga Öz, Cahit Akat, Ömer Toraman, Murat Yiğit, Burhan İnce,

Konu: Kerem ile Mecnun Beyoğlu'nda bir kahvehanede beklemektedir. Kaderin biraraya getirdiği bu çocukla genç aynı kişiyi beklediklerini farketmişlerdir. Ama birisi onu çocukluk aşkı diğeri ise annesi olarak görmektedir. Kasaba da arkadaşlarının Mecnun adını taktıkları Sait daha küçücükken aşık olduğu Leyla'ya kafayı takmıştır. Çok küçükken ayrılmalarına rağmen onu hiç unutamamıştır ve hep onu beklemiştir. Çırağı olduğu derviş terzi gibi o da sevdiğine kavuşmayı yıllarca beklemiştir. Ustası ölürken ona kavuşacaklarını müjdelemiştir. Bundan da cesaret alan Mecnun annesi babası öldükten sonra beraber yaşadığı ablasının ve eniştesinin yanından kaçar ve İstanbul'a Leyla'sını aramaya gelir. Kerem ise engelli babası ve dadısıyla İstanbul'da güzel bir yerde yaşamaktadır. Ama içinde hep bir annesizlik acısı vardır. Sürekli dadısına onunla ilgili sorular sormaktadır. Dadısı babasının baskısıyla ona annesinin öldüğünü söylemiştir ama bu ona çok büyük bir vicdan azabı vermektedir. Bir gün Dadısı Kerem'in babasıyla bu konuyu konuşurken Kerem de bunu duyar. Daha sonra babasının olmadığı bir zaman dadısını sıkıştırır. Zaten ölmek üzere olduğunu hisseden dadı kendini söylemek zorunda hisseder. Annesinin yaşadığını söyler ve resmini verir. Bunun üzerine Kerem de evden kaçar ve annesinin peşine düşer. Annesinin adresinden Zilli Zarife'ye ulaşan Kerem onunla da konuşur. Ama o annesi hakkında kötü şeyler söyler ve onu ziyarete gelen adam da Kerem'i kandırır. Ama Kerem ondan kurtulmayı başarır. Bu esnada Mecnun ise Beyoğlu’ndaki pavyonları dolaşmıştır. Bir kaç kere çok yaklaşmış ama kaçırmıştır Leyla'sını. Leyla'nın onun yardımına ihtiyacı olduğunu hisseden Mecnun sürekli oralarda koşuşturup her izin peşinden gidiyordur. Bu esnada Kerem ve Mecnun çarpışırlar. Yere düşen resimden ikisinin de aynı kişiyi aradıklarını anlarlar. Sonra Mecnun son olarak Leyla'nın olduğunu düşündüğü otelin karşına götürür Kerem'i ve beklemeye başlarlar. Bu esnada Leyla çıkar otelden, bunun üzerine Mecnun ve Kerem de peşinden koşarlar. Tam artık kaybettiklerini düşünürlerken o tekrar karşılarına çıkar ama bu karşılaşma hiç de bekledikleri gibi olmaz. Leyla'nın bir hayat kadını olduğunu öğrenirler ve kendileri kim olduklarını açıklayamadan Leyla öldürülür.

En hafif deyimiyle İslam’a yakın bir hükümetin işbaşında olduğu günümüz Türkiye’sinde, birzamanların İslamcı Sinema’sının da bir atılım yapması beklenirdi. Artık işin başında, dolayısıyla tüm para kaynaklarının başında kolayca ilişki kurabilecekleri insanlar olduğuna göre...

Ama öyle olmadı, olmuyor. İsmail Güneş’in “The İmam”ından sonra ayni camianın yıllanmış ideolog ve yönetmenlerinden Mesut Uçakan da yeni filmiyle tüm beklentileri boşa çıkarıyor. Hem de tartışmasız biçimde...

Büyük kentte ikisi de bir kadını arayan iki insanın sürpriz dostluğunu anlatıyor film...Yıllar önce çekip gitmiş gerçek annesini arayan bir çocukla, kendi Leyla’sını arayan bir Mecnun karşılaşıyorlar. Ve aradıklarının ayni kadın olması olasılığıyla şaşkına dönüyorlar., Bu Fuzuli’den olduğu kadar Borges’ten de esinlenmiş olabilecek hikaye, ne yazık ki ayni güzellikte bir filme yol açmıyor. Uçakan, kimi kent çekimlerinde belli bir beceri gösterse de, başarısı bununla sınırlı kalıyor. Ne hikayedeki düşünsel tabanı işliyor, ne olaylara belli bir doğulu mistik katabiliyor, ne görünürdekinin ardındaki gizeme erişebiliyor. Oldukça kötü oyuncularla ve daha da önemlisi, son derece sıradan diyaloglarla hiçbir yere varılamıyor. Asıl sorunun birzamanlar kendilerine İslamcı diyen sinemacıların çağdaş sinemayı izlemedikleri, kendilerini geliştiremedikleri olduğu ortaya çıkıyor. Ve bu da doğrusu hazin bir görüntü olarak karşımıza geliyor. (Atilla Dorsay)



 

2005 YILINDA 

GÖSTERİME GİREN FİLMLER




Adalet Emine  PEE 1909 / 1986


 

YAZI TURA (2004)  


Senaryo ve Yönetmen: Uğur Yücel, Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer, Müzik: Erkan Oğur, Yapım: Cinegram – Mahayana Film/ Uğur Yücel, Hakkı Göçeoğlu, Defne kayalar, Haris Padouvas Kurgu: Uğur Yücel, Valdis Oskarsdottir, Sanat Yönetmeni: Gülay Doğan, Yapım koordinatörü: Gülay Mercan, Yapım Sorumlusu: Salih karaman, Yapım Asistanı: Ercan Sönmez, Yönetmen Yardımcısı: Hatice Memiş, Burcu Alptekin, Serpil Altın Urjan, Aslı Sağ, Kamera asistanları: Belkıs Elgin, Oytun Orgül, Makyaj: Sevinç Uçar, Ses Kayıt: Kadir Yazıcı, Boris Trayanov, Ses Kurgu: Alper Tunga Demirel, Ses Miks: Burak Topalakçı, Cast Asistanı: Sinem Şengülen,

Oyuncular: Nenan İmirzalioğlu (Cevher), Olgun Şimşek (Rıdvan), Bahri Beyat (Baba Cemil), Engin Günaydın (Sencer), Teoman Kumbaracıbaşı (Teoman), Erkan Can (Firuz), Settar tanrıöğen (Zeyyat), Eli Mango (Tasula), Sultan Gündüz (Rahime), Miszgin Kapazan (Şefika), Levent Can (Hamit), Şinasi Yurtsever (Basri), Erdoğan Güleç (Raşit), Ahmet Mümtaz Taylan (Maki Amca), Ülkü Duru (Melahat), Haldun Boysan (Muhittin), Seda Akman (Nazan), Yağmur Özkan (Elif), Hanife Kılıç (Şahine), Sema Keçik (Nurten), Süleyman Şahin (Davut), Larissa Nastase (Tülin), Ekrem Günay (Sıtkı), Ozan Güven (Asker), Timuçin Esen (Asker), Metin Arslan (Travesti), Cem Cücenoğlu (Maganda), Kahvedeki Gençler: Ümit Akbağ, Mustafa Akçakaya, Bülent Özçetin, Uğur Ustura, Güzin usta (Penceredeki kadın), Müjdan Kayserli (Spiker), Emin Saygılı (Laf atanlara), Erkan Horzum (Laf atanlara), Hüseyin Durmaz (kahvedeki adam), Sedef Ozan (Sultan’ın misafirleri), Serpil Keskin ((Sultan’ın misafirleri), Şerife Edigli (Sultan’ın misafirleri), hamdiye Hamamcı (Sultan’ın misafirleri), Aysel Sivri (Sultan’ın misafirleri), Mustafa Topaloğlu (Traktörcü), Mustafa Kopuk (Mangalcı), Ulvi Atmaca (dublör), Hülya Arslan, Diren Polatoğulları

Konu: Yazı Tura 1999 yılında geçen iki hikayenin filmidir. İki gencin hikayesi... Biri Göremeli futbolcu “Şeytan Rıdvan”, diğeri İstanbul’da babası ile birlikte yaşayan “Hayalet Cevher”. Her ikisi de aynı zamanda askere gitmişler, Güneydoğu’da cephede birlikte savaşmışlardır. Her ikisinin de askerden sonrası için beklentileri, hayalleri vardır. Rıdvan köyüne, mayına basmış ve goller atacağı sağ bacağı kopmuş olarak döner. Ne sözlüsü ne de arkadaşları askerden önce bıraktığı gibi değildir. Üstelik savaşta yaşadıkları Rıdvan’ı sürekli çöküşe götürmektedir. Cevher de aynı mayın patlamasında sağ kulağını yitirmiştir. Ancak hayatındaki büyük değişikliği Marmara Depremi’nde babasını enkaz altından çıkardıktan sonra yaşayacaktır.

¸ 41. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde: (3-10 Ekim 2004)

 En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Film Müziği de dahil toplamda 12 dalda ödüle layık görülerek bir rekora imza atan bu önemli film.

 

& Yazı Tura... Hayatın kimi zaman bir paranın o ya da bu yana düşmesi kadar küçük bir olaya bağlı kaldığını, başımıza gelen en önemli şeylerin küçük, küçücük olaylar yüzünden olduğunu simgeleyen bir ad mı bu? Ya da filmin Doğu'da 'teröristlere karşı' savaşırken bir mayına basma sonucu ikisi de yaralanan ve ikisinin de hayatları değişen iki kahramanı, sonuç olaarak bir paranın iki yüzü gibi birbirini tamamlayan bir hikaye mi oluşturuyor? Aslında dosyadaki açıklamaya göre, savaşmaya giden birliklerdeki erler yazı tura atarmış: kim hayatta kalacak diye ...

Sürekli hareket halinde olan bir kamera, grenli djital görüntüler ve amatör ya da 'avant garde' bir film havasıyla başlayan Yazı Tura, kısa zamanda, biraz da birer handikap olan bu öğeleri aşarak seyircisini perdeye bağlıyor. Çünkü iki ayrı hikaye biçiminde anlatılan şeyler ilginç, özgün, yaralayıcı bir duyarlılıkta. Tüm bunların, filmi üzerinde, sinema üzerinde uzun süredir düşündüğü bilinen Uğur Yücel'in beyaz perdeye yansıyan öz kişiliğinden kaynaklandığı kesin ...

İlk hikayenin kahramanı Şeytan Rıdvan. Rıdvan, bir ayağını yitirerek çıktığı bu olaydan ve askerlik hizmetinden sonra sanki Göreme'nin eşsiz dekoru önünde dolaşan bir yalnız gölge... Ayağıyla birlikte, gelecek için tüm mutluluk umutları da yiten bu genç adam, sürekli geçmişle ilişkili karabasanlar görüyor. Ne sevgilisi, ne arkadaşları içindeki fırtınaları anlayabiliyor. Onun ruhunu asıl yok eden şeyinse, çok başka bir giz olduğunu sonlarda öğreniyoruz.

Hayalet Cevher'se İstanbul'u kendine mekan tutmuş, babasının uyarılarına karşın kirli işlere bulaşmıştır. Duymayan sol kulağı ve şiddete kayan yaşamı içinde hayalet gibi yaşarken, ani Marmara depremi onun da yaşamında yeni gedikler açıyor. Bu sırada, babanın vaktiyle kovduğu ve Atina'ya göç etmiş Rum karısı Tasula, koca adam olmuş oğluyla çıkıp da gelmez mi? Bu beklenmedik ağabeyin üstelik 'o biçim' olması, Cevher'de tam bir şok yaratacaktır ...

Uğur Yücel'in iki hikayesi de birbirinden ilginç. İlk hikaye de terör denen olayın gazete haberlerini aşıp gerçek yaşamlara dalan ve çok kişinin hayatını mahvetmiş uzantıları işleniyor. İkincisinde ise, büyük kentteki şiddet olgusunun ilginç bir yansımasının yanı sıra, çeşitli vesilelerle İstanbul'dan ve Türkiye'den kovduğumuz azınlıkların dramına değinen simgesel bir boyut var.

Bu son derece ilginç filmin başlıca kusurları, aşırı kaçan bir biçimcilik çabası ve de iki hikayenin her şeye karşın birbirine organik biçimde bağlanamaması... En azından finalde iki kahraman arasında duyulan diyaloğu kendi adıma duymak yerine görmeyi ve onları bir kez olsun doğrudürüst birlikte izlemeyi yeğlerdim. Kenan İmirzalıoğlu'nun karizmasıyla günümüzün en etkili erkek oyuncusu olmaya doğru gittiğini haberleyen filmde, Olgun Şimşek ve tüm yardımcı oyuncu kadrosu da çok iyi. Şurası açık ve kesin: bu filmle sinemamıza yeni ve iyi bir yönetmen geldi. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 150”

 UĞUR VARDAN Radikal 24.9.2004

Yazı iyi tura eh işte

Türk sineması, külleri henüz soğumayan bir sorun olan Güneydoğu'daki 'kirli' savaşa bugüne değin iki kez kamerasını uzattı; Reis Çelik'in 'Işıklar Sönmesin'i ve Kazım Öz'ün 'Fotoğraf'ıyla. Hâlâ yeterince bakir olan bu konu, şimdi de Uğur Yücel'in 'Yazı Tura'sıyla bir kez daha deşiliyor. Ama bir farkla, Yücel'in filmi savaş öncesine ya da anına değil, sonrasına bakıyor. Hollywood'un, Vietnam sonrası yaptığı onlarca filmde olduğu gibi savaşın bireyler üzerindeki tahribatına, yarattığı kişisel trajedilere, ruhsal fırtınalara göz atıyor. Daha somut sinemasal referanslarla söylersek bir parça 'Rambo' (First Blood), ama daha çok 'Avcı' (The Deer Hunter) türü hesaplaşmalar var 'Yazı Tura'da.

 Yücel, bu ilk uzun metrajlı çalışmasında iki ana karaktere odaklanmış ve onların serüvenlerini iki ayrı hikâyeyle önümüze getirmiş. Başlangıçtaki operasyon sekansının ardından film net bir çizgiyle ayrılıyor ve ikiliden önce 'Şeytan Rıdvan'ın, ardından da 'Hayalet Cevher'in öyküsüne kulak veriyoruz. Futbolculuk düşlerine bastığı bir mayınla veda eden Rıdvan, sadece ayağını değil geleceğini de kaybetmiştir. Arkadaşlarıyla eskisi kadar derin değildir ilişkisi. Daha doğrusu o artık böyle düşünmektedir. Ahali kahvede arkasından konuşup durur ve en önemlisi, sevdiği kızı ailesi vermek istemez. Üstüne üstlük ortaokul aşkının sureti de peşindedir. Hayalet Cevher cephesinde ise şehrin kuralları işlemektedir. Çeksenet piyasasında kendine bir rol biçen Cevher, bu hayattan bir an önce sıyrılmak için yeni bir seçeneğin peşine düşmüştür; şöyle küçük bir büfe... Babası ve amcasıyla bu hayali ete kemiğe büründürürken 17 Ağustos depremi patlar. Ardından da babasının ilk karısı olan Rum Tasula'nın Atina'dan geri dönüşü. Yanında da eşcinsel üvey ağabeyi Teoman'ın ortaya çıkışı. Kısacası onca belanın içinde bir de değerler karmaşası yaşar Cevher.

 'Olgun' oyunculuk

Şehirli seyirci için uzak gelebilecek bir mekânda, diyalekte ve insan ilişkileri içinde geçiyor ilk öykü. Rıdvan'ın dramını gerçekten de yüreğinizde hissettiğiniz anlar var ve bunların sayısı ortalamanın üzerinde. Sahici oyuncular ve oyunculuklarla ilerliyor hikâye. 'Karışık Pizza'dan, “İki Film On Yönetmen”den ve kimi TV dizilerinden yeteneğine çok önceden aşina olduğumuz ve oyunculuğuna vurulduğu

muz Olgun Şimşek, belki her şeyi tek başına üstleniyor gibi görünüyor ama Engin Günaydın'ın, Erkan Can'ın varlığı ve sinema sözcüğüyle ilk kez bu film sayesinde tanışan amatörlerin samimiyeti, strüktürü daha da sağlam temeller üzerine oturtuyor

Hikâye İstanbul'a taşınınca problemler başlıyor. İlk filmini çeken Türk yönetmenler genellikle her türlü derdi de peliküle yansıtmaya çabalar. 'Yazı Tura'da Güneydoğu sorunu, Yunanistan'la ilişkiler, kıyısından Kıbrıs, mafya, homofobi ve 17 Ağustos depremi var. Önemli olan bunları nasıl anlattığı diyebilirsiniz. Ama bu konular Türk sinemasında o kadar çok işlendi ki, bu tür bir öykü her önümüze geldiğinde bir kedi misali pençelerimizi çıkarmak zorunda kalıyoruz. İkinci hikâyeye ilişkin bir dezavantaj da televizyonda kullanılan yüzlerin yarattığı handikap. Ki Uğur Yücel, filmin 'Alacakaranlık'tan önce projelendirildiğini söylüyor. Ama bu gerçek, kronolojinin bizim seyirci belleğimizdeki yerlerinde bir oynama yapmıyor ve yine mafya eksenli, sadece farklı yere bağlanılmaya çalışılan bir hikâye izliyormuşuz hissini güçlendirmekten başka bir şeye hizmet etmiyor.

Ya üslup? Kahramanlarının ruh durumundaki karmaşıklığı görüntüyle dillendirmek adına çoğu kez hızla akıp giden imajlar, hızlı kesmeler ve baş döndürücü kurgu, ses bandından gelen uğultularla beslenerek vurucu etki yapması sağlanmış. Filmin yönetmenlik kumaşını bu noktalarda değerlendirirsek çok da olumlu şeyler söylemek mümkün değil, çünkü bu üslup bence karakterlerin meselelerini aktarmaktan çok seyircinin gereksiz yere boğulmasına neden olmuş.

Ama zaten 'Yazı Tura'nın gerçek etkisi bu tür görsel oyunlarda değil, hikâyenin dramatik anlarında kıyıya vuruyor. İşte bu anlarda da oyunculuğa ihtiyaç duyuluyor. Olgun Şimşek'ten yukarıda bahsetmiştik, ya diğer öyküyü taşıyan Kenan İmirzalıoğlu? 'Deliyürek'ten 'Alacakaranlık'a, oradan da 'Yazı Tura'ya uzanan bir çizgide iki iyi sinema adamıyla çalıştı İmirzalıoğlu (Osman Sınav ve Uğur Yücel). Kartpostal çocuğundan oyuncu çıkarmak... İmirzalıoğlu için bu film dolayısıyla karar vermek bence erken. Çünkü 'Yazı Tura'da 'çok iyiler' arasında forma kapma uğraşında. Dolayısıyla 'Diğer maçlara bakalım' derim.

 Öyküler iç içe geçseydi...

Son dönemlerdeki örneklere istinaden söylüyorum, popülerlik adına bir sürü abuk sabuk proje önümüze atıldı. 'Yazı Tura' böylesi bir ligde saygın bir çabanın ürünü olarak duruyor. Ama yine de kendi içinde gerekli dengeyi sağlayamadığını söylemeliyim. Eğer iki öykü, bu denli keskin ayrımlarla sunulmasa ve iç içe geçerek anlatılsa, belki de böyle bir hissiyat oluşmayacaktı. Ya da finali ilk öyküyle yapsak, filme ilişkin yaklaşımımızda (vasatla başlayıp iyiyle bitirmek adına) farklılıklar olacaktı. Ama Yücel'in tercihleri bu; buna da saygı göstermekten başka elimizden bir şey gelmez

FİLMİ İZLE



 ŞANS KAPIYI KIRINCA (2004)

Senaryo ve Yönetmen: Tayfun Güneyer, Görüntü Yönetmeni: Veli Ku
zlu, Müzik: Patrick Chartol, Jean – Michel Vallet, Claire Michael, Yapım: Öger Prodüksiyon/Vural Ögertürk Böcek Yapım Kurgu: Çağrı Türkkan, Sanat Yönetmeni: Zafer Kanyılmaz, Yapım Sorumlusu: Alev Gezer, Sanat Yön. Yrd: Yavuz Fazlıoğlu, Kostüm Sorumlusu: Ebru Kayahan, Kostüm Ast.: Zuhal Kozak, Makyaj: Neriman Eröz, Ses Kayıt: Hasan Baran, Basın Danışmanı: Günfer Günaydın

,Oyuncular: Ferhan Şensoy (Başkan Carlos/Kuddusi), Asuman Dabak (Nermin), Zeki Akasya (Peder Alfonzo), İlkay Saran (Lezize), Rasim Öztekin (Hose Ricardo), Necmi Yapıcı (Ercan), Fethi kantarcı (Yaman), Alev Gezer (Alev), Ayça Tekindor (Prenses Maria), Sinan Çetin (Cocierce), Doğa Rutkay (Hostes), Tamer Karadağlı (Pilot), Mehmet Ali Alabora (Yolcu), İpek Tuzcuoğlu (yolcu), Hakan Yılmaz (Sunucu), Cihat Tamer (Başbakan)

Konu: Şans Kapıyı Kırınca” tipik bir orta direk olan Yurdum Ailesi’nin bir yarışma programıyla başlayan kahkaha dolu serüvenini konu alıyor. Yurdum ailesi izlenme rekorları kıran Şans Kapıyı Kırınca adlı yarışma programına katılır. Kazandıkları takdirde birçok pahalı hediyenin sahibi olacaklardır. Bu önemli görev evin reisi olarak Kuddusi Yurdum’ a düşer. Yarışmaya çok iyi hazırlanan Kuddusi, son cevapta takılır ve büyük ödülü kaybederler. Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan ailemizi sürpriz bir teselli armağanı beklemektedir: Barboonia Adası’nda bir haftalık bir tatil…

Kendilerini, ummadıkları bir anda, hiç tanımadıkları Küba açıklarında minik bir ada cumhuriyeti olan “Barboonia Republic” de bulan Yurdum Ailesi’nin hayatları, adaya adım attıkları ilk andan itibaren tamamen değişecek ve artık hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır. Barboonia Adası’nın egzotik atmosferinde geçen birbirinden komik olaylara gebe bu macera ailenin birbirlerine ve hayata bakış açılarını sil baştan şekillendirirken, küçük bir olayın insan hayatında ne gibi farklılıklar yaratabildiğini esprili bir dille anlatıyor…

 

 SİMBİYOTİK (2004) 

 Senaryo ve Yönetmen: Harun Özakıncı, Görüntü Yönetmeni: Alper Özcan, Yapım: Artiz Mektebi/Harun Özakıncı

Oyuncular: Taylan Özgür Ölmez, Ece Dizdar, Emsal Özaksun, Harun Özakıncı, Ersin Aycan, Şafak Sezer, Oktay Kaynarca, Güven Kıraç, Cem Yılmaz, Derya Alabora, Lâle Mansur, Zuhal Olcay, Zeki Demirkubuz, Onur Tokgöz

Konu: Ahlak sorg usunun yapılacağı Simbiyotik'in konusu kısaca şöyle: Taylan, şan bölümünde okur. Hayali ünlü bir türkücü olmaktır. Yıllık 7 bin dolar harç bedeli için parası yoktur. Arkadaşı Harun, ilk taksit olan bin doları öder ve Taylan'a bir klip çekerek müzik yapımcıları tarafından tanınması için uğraşır. Bu arada Harun karşı daireye taşınan Ece'ye sırılsıklam aşık olmuştur. Harun ile Ece arkadaşları Emsal ile Ersin'in nikah şahitliklerini yaparlar. Nikâhtan sonra Harun, Ece'ye evlenme teklifinde bulunur ve birkaç hafta sonra evlenirler. Bu arada Uludağ'da sahneye çıkan Taylan'ın albüm hazırlığı içindedir. Albüm tanıtım kokteyline EmsalErsin ve HarunEce çifti de katılır. Grupça kayak yapmaya çıkmışlardır ama bir tek Taylan geri dönmez. Hemen arama ekipleri kurulur. Taylan'ı bulan, arkadaşları olur. Taylan donma noktasındadır. Harun bir doktor arkadaşını arayarak ne yapması gerektiğini sorar.

Doktor, Taylan'ın kan akışını hızlandıracak iğne yapılması gerektiğini söylese de bunun için zaman olmadığı anlaşılır. Doktor, tek bir çarenin kaldığını söyler, o da bir kadınla sevişmek. Oysa Emsal da Ece de evlidir. Ersin ve Harun ne yapacaklardır? (kyn: http://www.frmtr.com/kultur)

NOT Simbiyotik: 1) Ortak yaşayan canlı, 2) Çıkar ilişkisinin biyolojik terimi.

 

 

PARDON (2014) 


Yönetmen: Mert Baykal, Senaryo: Ferhan Şensoy Görüntü Yönetmeni Ulaş Zeybek , Yapım: Plato Film/Sinan Çetin 1.Yönetmen Yard: Berna Ertürk, 2. Yön. Yrd: Fulya Badioğlu, 3. Yön. Yrd: Sevinç Demirel, Görüntü Yönetmeni: Ulaş Zeybek, Yardımcı Yönetmen: Erhan Tursun, Kamera Asistanı: Murat Erdoğan, Post Prodüksiyon Sorumlusu: Çetin Güven, Sema Şahin, Görsel Efekt Süpervüzörü: Volkan Duran, Flame Artist: Sinan Mustafaoğlu, Sanat Yönetmeni: Dilşat Zulkadiroğlu, 1. Sanat Asist: Özgür Özkaya, 2. Sanat Asist: Kadir Başak, 3. Sanat Asist: Fahri Demisöz, Terzi: Fatma Sedef, Kostüm: Arzu Bulucu, Afiş tasarım: Koray Doyran (Alameti Farika), Makyaj: Nimet İnkaya, Derya Ergün, Smore Operatörü: Sema Şahin, Dilan Tanrıkulu, Proje Yönetmeni: Alki Hakan, Set Fotoğrafçısı: Ahmet Çökmez, Editör: Aylin Zol Tinel, Mert Baykal, Müzik: Alen Konakoğlu, Işık Şefi: Yusuf Erol, Işık Asist: Sadi Varel, Ses Teknisyeni: Serkan Karaca, Dialog Atmosfer montajı: Gökhan Alat, Ses Kurgusu: Çağlar Çakmak, Gökhan Alat, Jenerik: Volkan Duran, Boom Operatörü: Baycan Akçayöz, Ulaşım: Tekin Maral, Hüseyin Baykal, Necati Zıbalı, Set Amiri: Erol Varel, Set Asist: Cafer Erol, Crane Operatörü: Ali Kaygusuz, Genel Koordinatör: Berna Parlak, Yetkili Prodüksiyon Amiri: Hülya Gürsoy, Prodüksiyon Asistanları: Selçuk Kara, Erdal Söyler, Özgür Yılmaz, Yapımcılar: Gamze Akkaş, Pınar Çetin, Şahin Alpaslan,

Oyuncular: Ferhan Şensoy (İbrahim), Rasim Öztekin (Muzo), Ali Çatalbaş (Aydın), Bülent Kayabaş (Amir), Zeki Alasya (Müdür), Erol Günaydın (Baba), Şehnaz Çakıralp (Asuman), Levent Ünsal (2. Müdür), Sermiyan Midyat (Enişte), Celal Belgin (Yardımcı), Parkan Özturan (Gardiyan Osman), Levent Yılmaz (Asuman baba), Canan Suavi (Anne), Ebru Soyuerden (Kız Kardeş), Hakan Bilgin (1. Taksi Şöforü), Orhan Ertirk (Minübüs Jandarma), Erkan Üçüncü (Nöbetçi Jandarma), Orçun Kaptan (Kasadaki Tip), Özkan Aksu (Otogar Polis), İnci Şen (Asuman Anne), Hikmet Tosun (Hakim), Ayşegül Avcı (Avukat Media), Rafi Eğilmez (Ambül Ağabey), Akif Şahin (Pala), Cevat Seyitoğlu (Damat), Galip Y Erdoğan Poyraz (Tren 1. Jandarma), Erol Varol (Tren 2. Jandarma), Galip Yalman (Bahçııvan), Selman Özdoğan (Yazıcı), Benan Baydemir (Taksim Polis), Cafer Erol (Marketçi), Mehmet Mayaoğlu (1. Jandarma), Tugay Dizieroğlu (2. Jandarma), Murat Özkabak (3. Jandarma), Levent Ersin (4. Jandarma), Murat Arpacı (5. Jandarma), İlker Görkem (6. Jandarma), Murat Tahtacı (7. Jandarma), Bahadır Benil (8. Jandarma), Kenan Göze (1. Gardiyan), Ahmet Öz (2. Gardiyan), Burhan Yılmaz (3. Gardiyan), Özcan Mayaoğlu (4. Gardiyan), Zihnbi Mallıoğlu (5. Gardiyan), Yılmaz Artar (1. Kumarbaz), Yusuf Çatalbaş (2. Kumarbaz), Fikret Seçmece (3. Kumarbaz), İlyas Altuntaş (Kahveci), Sait Şenvardar (Fotoğrafçı), Hemşireler: Fulya Badioğlu, Ece Oğultürk, İrem Aslan, Feride Özkan, Figen Aktürk, Havva Yıldız, Nazlı Mengi, Esra Topaç, Cütru Höyük

Konu: İbrahim (Ferhan Şensoy), Muzo (Rasim Öztekin) ve Aydın (Ali Çatalbaş) kendi basit dünyalarında yaşayan üç arkadaştır. Fakat askere çok geç giden İbrahim’in üniforma görünce korkup kaçma huyu, onların hayatını dönüşü olmayan biçimde değiştirir. İbrahim’i gözaltına alan polis, yasadışı bir örgütle ilgili bir ipucu ele geçirdiğini zanneder. Sorgulamayı yapan komiser (Bülent Kayabaş), faili belli olmayan bazı suçları üstlenirlerse hemen çıkarılacakları mahkemede ifadelerini reddederek serbest kalabileceklerini söyler. İbrahim’in itirafname imzalamayı kabul etmesiyle felaketler zinciri başlar. İbrahim, Muzo ve Aydın, derhal tutuklanarak Sinop Cezaevi’ne gönderilir.

Aylar süren mahkemelerden, hiç de üç arkadaşın umduğu gibi bir sonuç çıkmaz. Hapishane hayatı da onları kendisine uymaya mecbur bırakmaktadır. Dışarıdan alınan haberler ise pek iç açıcı değildir. İbrahim’in yaşadığı mahallede tanıyıp tutkuyla sevdiği Asuman (Şahnaz Çakıralp) başka biriyle evlenmek üzeredir.


FİLMİ İZLE