BEYZA’NIN KADINLARI (2005)
Yönetmen: Mustafa
Altıoklar Senaryo: Mustafa Altıoklar, Nükhet Bıçakçı, Ebru Hacıoğlu,
Kamera: Soykut Turan, Müzik: Fahir Atakoğlu, Yapım: Key
Prodüksiyon/ Elif Dağdeviren, Altıoklar Film /Prodüksiyon: Hermes Film:/Cüneyt
Ortan Yardımcı
Yönetmen: Ceyda
Demir, Yapım Koordinatörü: Tuncay Kapucu, Şarkılar: Lara Kamhi,
Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Set Fotoğrafçısı: Selin Demircioğlu,
Negatif Kurgu: Kadir Burç, Kurgu: Gürol Filiz, Dolly Operatörü: Ufuk
Kavar, Görsel Efektler: Volkan Duran, Yapım Tasarım ve Sanat
Yönetmeni: Aslı Tümen, Editör; Erhan Acar, Gürol Filiz, Sanat
Yön. Yrd Gülay Kakşi, Yönetici Yapımcı: Emine Altıoklar, Bülent
Helvacı, Yapım Sorumlusu: Salih Kahraman,
Oyuncular: Tamer Karadağlı
(Fatih Okan), Demet Evgar (Beyza), Levent Üzümcü (Doruk), Mine Çayıroğlu
(Serap), Berrak Tüzünataç (Figen), Aslı Bayram, Damla Başak, Salih Güney
(Savcı), Arda Kural (Naim), Engin Hepileri (Hüseyin), Haldun Boysan, Ahmet
Mümtaz Taylan, Yıldırım Öcek, Evrim Solmaz, Zeynep Aktuğ, Gülseven Yılmaz, Ülkü
Ülker, Mehmet Ulay, Nesime Alış, Alper Erze, Serhan Ernek, Asuman Çakır, Oktay
Dener, Banu Bramen, Ufuk Özkan, İncilay Şahin, Engin Atlan, Oğuzhan Ogras,
Mehmet Harbalioğlu
Konu: Hayatında her şeyin yolunda
gittiğini düşünen, psikiyatr kocası Doruk’a aşkla bağlı Beyza Türker’in hayatı,
yaşamaya başladığı tuhaf bilinç kayıplarıyla altüst olur. Bu arada İstanbul’un
çeşitli semtlerinde bulunan kesilmiş bacaklar yüzünden şehri seri katil korkusu
sararken, cinayetleri araştıran komiser Okan yeni iş ortağı Doruk Türker ile
tanışır.
Doruk Türker bu davada seri cinayet uzmanı
olarak görev almıştır. Komiser Okan ve Doruk seri katili ararken, Beyza da
hatırlayamadığı kayıp zamanlarının peşine düşer. Polis katilin peşindeyken
Beyza da kendi gerçeğiyle yüzleşir: Öldürülen kurbanlarla arasında kendisinin
bile çözemediği bir ilişki bulunmaktadır.
Beyza’nın Kadınları, bir yandan giderek
derinleşen bir seri katil bulmacası, diğer yandan kişilik bölünmesi yaşayan bir
kadının kendisi ve geçmişiyle yüzleşmesi üzerine kurulu. Beyza ve Fatih ayrı
ayrı iz sürerken, hikayenin derininde en büyük günahlardan biriyle, bir
insanlık suçuyla karşı karşıya gelecekler,
Beyza’nın Kadınları:
1 Beyza Türker: 30 yaşında,
zarif, kırılgan narin, biraz tutuk. Keyfi yerinde olduğunda esprili. Ama
enerjisi çok yüksek değil. Biraz koşsa yorulacak, üşütecek. Eski zamanlarda
yaşasa, ince hastalığa yakalanacak. Korunması,kollanması gerekiyor. Erkeklerde
kol kanat germe, elini sıcak sudan soğuk suya sokmama isteği uyandırıyor.
Romantik, şehirli, edepli, kültürlü, ve nazi halleriyle, tam da saygın bir
adamın karısı olarak gururla taşıyabileceği bir kadın. Her şeyi ölçülü ve
seviyeli., gülmesi, ağlaması, yemek yemesi, bedensel hareketleri, sesi…Güzel
olmasına rağmen silik bir kadın. Asla dikkati çekecek giysiler, aksesuarlar
kullanmaz. Yerine göre giyinen, her zaman hanımefendi olan kadınlardan.
Dişiliğini asla ön plana çıkarmaz, çünkü dişiliğinden haberdar değildir. Pastel
renkler, soluk desenler, modern ama iddiasız kostümleri tercih eder. Diz boyu
yırtmaçsız etekler,hafif bol kesimli pantolonlar, belki biraz sıkıcı üstler.
..Boynunda genellikle tamamlayıcı bir fular olur, adet yerini bulsun, aksesuar
olsun. Yanında ne olur ne olmaz hırkası taşıyan, üşümekten korkan
kadınlardandır.
Saçları hep topuz, solgun yüzü
makyajsız, ayakkabıları düz, manikürü yerinde ama ten rengi ojelerle. Beyza
yemek seçen, iştahsız kadınlardan, biraz mızmız sayılabilir. Başı önde, dalgın
yürürken yanınızdan geçerse emin olun dikkatinizi fazla çekmez.
Kocasına aşık, hayran ve biraz
da bağımlı. Hem karı koca, hem de hasta pisikaytr ilişkileri var. Onu
kaybetmemek için kendini ona teslim etmiş. İşlevsel olmak için orta halli bir
kreşte öğretmenlik yapıyor. Beyza’nın kendiyle ilgili bildiği gerçekler spor
yapmayı ve çocukları çok sevdiği gibi sıradan şeyler.
2. Ayla : Çocukluk, saflık ve eskilik. Ayla
25 yıl öncesinde kalmış, hala aynı büyük acıyı, travmayı yaşıyor. Dağınık
saçları her zaman yüzünü örten, sakar, beceriksiz, kendi aleminde yaşayan bir
çocuk. Korku ve acı Ayla’nın çocukluğunun üzerine karanlık olarak çöküyor.
70’li yıllarda büyüyen bütün çocuklar gibi biraz sakil, bebe yakalı elbiseler
ve el örgüsü hırkalar giyiyor.
3. Dilara:
Kadınlığın bütün gücü, dişiliğin bütün enerjisi Dilara’da toplanmış. Rüzgar,
fırtına gibi. Erkeklerin başını döndüren, kadınları kıskançlığa boğan, her
hareketiyle dişi, her bakışıyla çekici, yürüdüğünde etrafına kadınlık saçan bir
kadın.
Giysileri,
gösterişli makyajı ve aksesuarlarıyla ruhundaki bütün dişi enerjiyi ortaya
döküyor. Uçuşan kumaşlar, derinlere uzanan yırtmaçlar, her hareketiyle biraz
daha açılan dekolteler tam Dilara’ya göre. Ama asla ucuzluğa kaçmıyor. Bir
erkek ancak Dilara isterse yanına yaklaşabilir.
Saçları,
uzun, dalgalı, göğüslerine kadar iniyor, salınarak yürürken her daim
savruluyor. Dilara bir hedonist. Sadece dişiliği değil hayatın bütün zevklerini
yaşamak istiyor. Her şeyi dibine kadar yaşamak istiyor. Haz düşkünü, maceracı.
Esprileri, dalgacı, ve neşeli muhabbetiyle herkesi kendisine hayran
bırakabiliyor.
4. Rabia :
Temizlik, kutsallık, insan ruhunun saflığı ve Allah’a yaklaştığı anları
anımsatan bir kadın. Peygamberlerin etrafında olan kutsal ve dokunulmaz,
dişilikten çok çağrılarda bulunan bir mesajcı. Tesettür kıyafetleri 70’li
yıllardan kalma ve dönemin en zengin, en seçkin örneklerinden.
Eldivenleri, uzun, krem rengi pardösüleri
ve büyük eşarplarıyla başka bir alemden gelmiş gibi. Temizlik ve meleklik
çağrıştırıyor. Ama nasıl bir melekolacağı insanına göre değişiyor. Bazıları
için can alıcı bir Azrail gibi görünürken, bazen de hayat veren bir meleğe
benziyor. Dimdik ve ağır bir yürüyüşü, makyajsız yüzüyle temizliği, masumluğu
ve kutsallığı anlatıyor. (“Bayza’nın Kadınları” resmi internet sitesi)
" Bu önemli bir nokta
mıdır; bilmiyorum ama son zamanlarda yabancı filmlerden çok Türk filmlerini
izlemek için sinema salonlarının yolunu tuttuğum bir gerçek. Son dönem Türk
sineması, her ne kadar yoğun bir esinlenme rüzgarı altında olsa da, bugüne
kadar gördüğümüz ilk tür filmlerini arka arkaya sıralamakta.
"Beyza'nın
Kadınları" ise, belki de ilk Türk CSI filmimiz. Polisiye demiyorum, çünkü
CSI ve benzerleri şeklinde Crime Scene Investigation konularını içeren ayrı bir
tür oluşmak üzere. Malum olduğu şekilde, bu serilerde polislerimiz üstün bir
teknolojinin azımsanmayacak ve insan faktörünü tek haneli yüzdelere indiren
yardımlarıyla sorunları çözmekte, katilleri gayet steril ortamlarda derdest
etmekteler. Seyirci de televizyon karşısından hem mest olmuş, hem de suç
işlerse başına geleceklere karşı koşullanmış masum bir insan olarak kalkmakta.
Bunun Mustafa Altıoklar ve
filmiyle alakası ne diyecek olursanız, ben ne zaman CSI serilerinden birini
izlesem, Altıoklar'ın bu yapımlardan ne kadar etkilendiğini tekrar
hissediyorum. Bazı tekniklerin direkt olarak aynı şekilde uygulandığı bir
gerçek (tahlil ve soruşturma sahnelerinde sürecin değişik aşamalarının ekranın
bölünerek aktarılması gibi), ama başarısız bir çok etkilenme örneği gözümüzün
önünde dururken; bu filme haksızlık etmemeliyiz.
Çünkü; Beyza'nın Kadınları gerçekten iyi
bir film. Demet Evgar gibi bir oyuncu ve, Beyza gibi çok şeritli bir otobanın
hangi şeridinde olacağına karar verememiş bir karakterin birleşiminden kötü bir
film yapmak, çok az yönetmene nasip olacaktır zaten.
Filmin bahsettiğimiz TV dizilerine ve (belki birazcık)
"Saw"a olan benzerliğini bir kenara bırakacak olursak; gerek senaryo
açısından, gerekse sinema tekniği açısından ortada gayet başarılı bir iş var.
Mustafa Altıoklar gibi çoğunluğun beğenilerinden uzakta filmler yapmaktan keyif
alan bir yönetmen için, son derece Mainstream bir film olduğu söylenebilir,
efektler, makyaj ve planlar üzerine kafa yorulduğu aşikar. "O şimdi
Asker", "İstanbul Kanatlarımın Altında" ve (aslında hiç adını
bile anıp Kieslowski'ye saygısızlık etmek istemiyorum) "Öldürme Üzerine
Küçük Bir Film" in ardından, nihayet yönetmen yapı olarak bütünlük arz
eden, belirgin ve keyif veren bir akışa sahip ilk filmini çekmiş görünüyor. İlk
yirmi dakikada yaşadıklarımızın ardından, birden kurgunun hızlanması, zaman
zamansa inanılmaz şekilde yavaşlaması, yürümeden koşmaya çalışan bir filmde
normal olan aksaklıklar olarak değerlendirilmeli.
Oyuncu performanslarına bakacak olursak,
ben tahmin edebileceğiniz üzere üç rolü ön plana çıkartmak istiyorum. İlk
başlarda birazcık sırıtıyor gibi dursa da, Levent Üzümcü pek abartıya kaçmayan
oyunculuğuyla başarılı, Mine Çayıroğlu kısacık rolüne rağmen karakterini bir
kıyafet gibi üzerine giyebilmiş; kendisini Beyza rolünde görebilmek nasıl bir
duygu olurdu tahmin edemiyorum.
Ve tabii Demet Evgar, Altıoklar'ın bazı sahnelerde Beyza'nın çok
üzerine gittiğini düşünsem bile, buralarda bile aksamadan, film boyunca sürecek
harika bir performansla karşımızda. Aksama yok, genç oyuncularda çok sık
gördüğümüz (kendisini asla genç filan saymasam da Tamer bey'in de aynı dertten
muzdarip olduğunu düşünmekteyim) abartıya düşme yok, gerçekten izleyenlerin
yıllarca unutmayacaklarını düşündüğüm bir iş çıkartmış. Bugüne kadar kendisini
kocaman açılmış ağzım ve beğenimle izlediğimi itiraf ederken, bugünden sonra
naçizane takdirimi de yanımda taşıyacağımı belirtmeliyim. (Emre Arifoğlu, www.
Film.gen.tr)
"Beyza'nın Kadınları, her şeyden
önce, son dönemde "ne tutarsa, oradan gidelim" akımına fazlaca
kapılmış Türk Sineması'na, sadece iyi bir film yapmak gibi çok temel bir amaçla
yola çıkarak hareket getiren, özellikle çekimleri ve kurgusuyla özenilerek
hazırlanmış bir film.
Filmin isminin iyi mi kötü mü olduğu tartışılır belki ama filmin,
Demet Evgar tarafından canlandırılan ana karakterine uygun görülen Beyza
ismindeki isabet tartışılmaz. İçinde birçok motifi barındıran bir isim Beyza.
Filmde, büründüğü tüm kişilikleri kapsayan, alaturkayla alafranga arasında ve
filmin seyirciye sunmak istediği en beyaz, en saf ve en günahsız anlamlarını da
taşıyan bir isim.
Mustafa Altıoklar'ın çektiği filmlerden
neyi yapıp, neyi yapamadığını az çok biliyorduk. Ama asıl merak ettiğimiz,
çoğunun sinemada pek de bir tecrübesi olmayan oyuncuların performanslarıydı.
Demet Evgar, bu filmden beklediğini almak adına hemen her şeyini ortaya koymuş.
Hırslı belli ki. Belki bu filmle birçok ödül de alabilir ama oyunculuğu
hakkında bir şeyler söyleyebilmemiz için onu başka filmlerde, başka başka
rollerde izlemeliyiz. Çünkü Demet Evgar, fiziksel görüntüsüyle de Beyza
karakterine yakışıyordu. Başka rollerin, onun üzerinde sırıtıp sırıtmayacağını
da zaman gösterecek.
Tamer Karadağlı'yı, ta
"Ferhunde Hanımlar" zamanından beri takip ederim. Bu dizide uzun süre
Selçuk adında bir doktoru canlandıran Karadağlı, hafif kendini beğenmiş eşine
bağlı bir portre çiziyordu. Daha sonra, neredeyse her evde keyifle izlenen
"Çocuklar Duymasın" dizisinde bu kez Haluk rolüyle karşımıza çıktı.
Bu rolde bir adım daha ileri giderek, "asarım, keserim" tadında bir
aile babasını canlandırıyordu. Hiç itirazım yok, rolün gereği buydu ve seyirci
olarak bu karakteri gayet inandırıcı bulmuştuk. Ama bu kez komiser Fatih Okan
rolünde izlediğimiz Karadağlı, rolünü çok aşarak, hakikaten kendini beğenmiş ve
astığına, kestiğine kendisini inandıran bir görüntü çiziyor. Bu yapmacık
görüntüyü, seyircinin yutacağını pek sanmıyorum. Çünkü, rolün gereği, kendi
doğrularıyla yaşayan, işinde iyi bir komiser olmalıydı. Kendisini dev aynasında
gören artist bir tip değil.
Tüm karakterleri tek tek ele
almak derdinde değilim ama Berrak Tüzünataç'ın canlandırdığı Figen rolüne
birkaç satır karalamadan geçemeyeceğim. Polis teşkilatımız alınmasın ama şu
yaşıma geldim ben daha emniyet camiasında çalışan bu kadar çekici bir kız
görmedim. Hani bunu niçin söylüyorum? Çünkü, Mustafa Altıoklar, her ortamda
filminin çok gerçekçi olduğundan, aslında sinema eleştirmenlerinin suç
araştırmalarıyla ilgili pek bir şey bilmediğinden bahsediyor. Ama, kendisi
görmüşse onu bilemem.
Filmin en gerçekçi hikayesi, arşiv
müdürlüğünde geçen olaylar etrafında dönüyordu. Aslında sadece arşiv
müdürlüğüne özel bir durum değil. Hemen hepimizin başına gelen genel bir devlet
dairesi bunalımı. Bürokrasinin başımıza ördüğü çorapları çok ince bir mizahla
anlatan bu bölüm, işlerin niye güçlükle yürüdüğünü eleştirel bir bakışla
anlatıyor. Beyza’nın Kadınları, genel anlamda, yıllardır bize sunulan Amerikan
polisiye filmlerinden pek de bir eksiği olmayan, hatta yer yer fazlası olan ama
özgün bir yapıdan uzak bir film. Kurgusuna, sürükleyiciliğine, detaylardaki
başarısına hiç sözüm yok. Senaryoda da pek bir açık olduğu söylenemez. Ama
bizden bir film değil işte. Mustafa Altıoklar, "Neşeli Günler" ya da
"Bizim Aile" gibi filmlerden hiçbirini çekmek istemezdim diyor.
Çekemez zaten. Çünkü bizim gibi düşünmüyor, bizim gibi hissetmiyor.(Bora
Tokgöz“www. film.gen.tr”
Mustafa Altıoklar’la
yıldızımız galiba tam olarak hiç barışmayacak. Profesyonel anlamda söylüyorum
bunu, yoksa kişi olarak çok sevdiğim bir insan.
Onun
yaptığı işleri beğenmeye hazırım, ondaki yeteneği biliyorum, görüyorum. Üstelik
‘tür sineması’na, kitleyi amaçlayan filmlere karşı da değilim. Ama o son
filmlerinde bana tam olarak 12’den vurmayı başaramamış gözüküyor.
“Beyza’nın
Kadınları”, yönetmenin iddiasına göre sinemamızdaki ‘ilk psikolojik gerilim
filmi’. Güneşin altında artık hiçbir şeyin ‘ilk’ olmadığını hatırlatayım
önce...Çok özetle, çocukluğunda uğradığı travmalar nedeniyle bellek kayıplarına
ve giderek kişilik bölünmesine uğramış bir kadının öyküsüyle, bir seri
cinayetler katilinin araştırılmasını koşut olarak götüren bir film bu...Yani
sinemamızda ilk değilse de az görülmüş türde bir film.
Altıoklar, biçim olarak işi
yine iyi götürüyor. Birçok sahne büyük ustalıkla çekilmiş. Örneğin köprü
üzerindeki takip ve bir adamı ‘konuşturma’ bölümü, cinayet sahnelerinin
clip’vari anlatımı, tüm final sahnesi çok iyi.
Ama tür sinemasının da kendine göre
kuralları var. Bunlardan biri de sanırım şudur: katil belli olunca, işi
bitir!...Ben katili sondan bir saat önce keşfettim, diyelim ki daha dikkatsiz
seyirciler 45 dakika kala keşfedebilirler. Zaten kabaca yarım saat kala da
belli oluyor.
Ondan sonrasıysa tam anlamıyla
gevşek. Film duraklıyor, onunla birlikte ilk başlarda tıpkı Amerikan polisi
gibi son derece kurnaz ve donanımlı gözüken Türk polisi de...Öyle ki, nerdeyse
Woody Allen’vari biçimde perdeye atlayıp eylemleri son derece yavaşlayan Tamer
Karadağlı’yı itmek geliyor içimizden!...
Altıoklar,
senaryodan çekime daha mütevazi davransa, çok altı çizilmiş, İngilizcesi ve
Türkçesiyle defalarca yinelenen bir ‘multiple personality’ olayını bu kadar kör
kör parmağım gözüne vermek yerine, daha yalın ve sade bir karafilm koşullarını
yerine getirse, film çok daha başarılı olabilirdi.
Teknik
standartları, müziği ve görüntüleri, hatta oyuncuları genelde hayli başarılı
olan film, böylece bütün olarak bir yarım başarıdan öteye gidemiyor. (Atilla
Dorsay)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder