YAZI TURA (2004)
Senaryo ve Yönetmen: Uğur
Yücel, Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer, Müzik: Erkan Oğur,
Yapım: Cinegram – Mahayana Film/ Uğur Yücel, Hakkı Göçeoğlu, Defne kayalar,
Haris Padouvas Kurgu: Uğur Yücel,
Valdis Oskarsdottir, Sanat Yönetmeni: Gülay Doğan, Yapım
koordinatörü: Gülay Mercan, Yapım Sorumlusu: Salih karaman, Yapım
Asistanı: Ercan Sönmez, Yönetmen Yardımcısı: Hatice Memiş, Burcu
Alptekin, Serpil Altın Urjan, Aslı Sağ, Kamera asistanları: Belkıs
Elgin, Oytun Orgül, Makyaj: Sevinç Uçar, Ses Kayıt: Kadir Yazıcı,
Boris Trayanov, Ses Kurgu: Alper Tunga Demirel, Ses Miks: Burak
Topalakçı, Cast Asistanı: Sinem Şengülen,
Oyuncular: Nenan
İmirzalioğlu (Cevher), Olgun Şimşek (Rıdvan), Bahri Beyat (Baba Cemil), Engin
Günaydın (Sencer), Teoman Kumbaracıbaşı (Teoman), Erkan Can (Firuz), Settar
tanrıöğen (Zeyyat), Eli Mango (Tasula), Sultan Gündüz (Rahime), Miszgin Kapazan
(Şefika), Levent Can (Hamit), Şinasi Yurtsever (Basri), Erdoğan Güleç (Raşit),
Ahmet Mümtaz Taylan (Maki Amca), Ülkü Duru (Melahat), Haldun Boysan (Muhittin),
Seda Akman (Nazan), Yağmur Özkan (Elif), Hanife Kılıç (Şahine), Sema Keçik
(Nurten), Süleyman Şahin (Davut), Larissa Nastase (Tülin), Ekrem Günay (Sıtkı),
Ozan Güven (Asker), Timuçin Esen (Asker), Metin Arslan (Travesti), Cem
Cücenoğlu (Maganda), Kahvedeki Gençler: Ümit Akbağ, Mustafa Akçakaya, Bülent
Özçetin, Uğur Ustura, Güzin usta (Penceredeki kadın), Müjdan Kayserli (Spiker),
Emin Saygılı (Laf atanlara), Erkan Horzum (Laf atanlara), Hüseyin Durmaz
(kahvedeki adam), Sedef Ozan (Sultan’ın misafirleri), Serpil Keskin ((Sultan’ın
misafirleri), Şerife Edigli (Sultan’ın misafirleri), hamdiye Hamamcı (Sultan’ın
misafirleri), Aysel Sivri (Sultan’ın misafirleri), Mustafa Topaloğlu
(Traktörcü), Mustafa Kopuk (Mangalcı), Ulvi Atmaca (dublör), Hülya Arslan,
Diren Polatoğulları
Konu: Yazı Tura 1999
yılında geçen iki hikayenin filmidir. İki gencin hikayesi... Biri Göremeli
futbolcu “Şeytan Rıdvan”, diğeri İstanbul’da babası ile birlikte yaşayan
“Hayalet Cevher”. Her ikisi de aynı zamanda askere gitmişler, Güneydoğu’da
cephede birlikte savaşmışlardır. Her ikisinin de askerden sonrası için
beklentileri, hayalleri vardır. Rıdvan köyüne, mayına basmış ve goller atacağı
sağ bacağı kopmuş olarak döner. Ne sözlüsü ne de arkadaşları askerden önce
bıraktığı gibi değildir. Üstelik savaşta yaşadıkları Rıdvan’ı sürekli çöküşe
götürmektedir. Cevher de aynı mayın patlamasında sağ kulağını yitirmiştir.
Ancak hayatındaki büyük değişikliği Marmara Depremi’nde babasını enkaz altından
çıkardıktan sonra yaşayacaktır.
¸ 41. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde: (3-10 Ekim 2004)
En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo,
En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Film Müziği de dahil
toplamda 12 dalda ödüle layık görülerek bir rekora imza atan bu önemli film.
& Yazı
Tura... Hayatın kimi zaman bir paranın o ya da bu yana düşmesi kadar küçük bir
olaya bağlı kaldığını, başımıza gelen en önemli şeylerin küçük, küçücük olaylar
yüzünden olduğunu simgeleyen bir ad mı bu? Ya da filmin Doğu'da 'teröristlere
karşı' savaşırken bir mayına basma sonucu ikisi de yaralanan ve ikisinin de
hayatları değişen iki kahramanı, sonuç olaarak bir paranın iki yüzü gibi
birbirini tamamlayan bir hikaye mi oluşturuyor? Aslında dosyadaki açıklamaya
göre, savaşmaya giden birliklerdeki erler yazı tura atarmış: kim hayatta
kalacak diye ...
Sürekli hareket halinde olan
bir kamera, grenli djital görüntüler ve amatör ya da 'avant garde' bir film
havasıyla başlayan Yazı Tura, kısa zamanda, biraz da birer handikap olan bu
öğeleri aşarak seyircisini perdeye bağlıyor. Çünkü iki ayrı hikaye biçiminde
anlatılan şeyler ilginç, özgün, yaralayıcı bir duyarlılıkta. Tüm bunların,
filmi üzerinde, sinema üzerinde uzun süredir düşündüğü bilinen Uğur Yücel'in
beyaz perdeye yansıyan öz kişiliğinden kaynaklandığı kesin ...
İlk hikayenin kahramanı Şeytan Rıdvan.
Rıdvan, bir ayağını yitirerek çıktığı bu olaydan ve askerlik hizmetinden sonra
sanki Göreme'nin eşsiz dekoru önünde dolaşan bir yalnız gölge... Ayağıyla
birlikte, gelecek için tüm mutluluk umutları da yiten bu genç adam, sürekli
geçmişle ilişkili karabasanlar görüyor. Ne sevgilisi, ne arkadaşları içindeki
fırtınaları anlayabiliyor. Onun ruhunu asıl yok eden şeyinse, çok başka bir giz
olduğunu sonlarda öğreniyoruz.
Hayalet Cevher'se İstanbul'u
kendine mekan tutmuş, babasının uyarılarına karşın kirli işlere bulaşmıştır.
Duymayan sol kulağı ve şiddete kayan yaşamı içinde hayalet gibi yaşarken, ani
Marmara depremi onun da yaşamında yeni gedikler açıyor. Bu sırada, babanın
vaktiyle kovduğu ve Atina'ya göç etmiş Rum karısı Tasula, koca adam olmuş
oğluyla çıkıp da gelmez mi? Bu beklenmedik ağabeyin üstelik 'o biçim' olması,
Cevher'de tam bir şok yaratacaktır ...
Uğur Yücel'in iki hikayesi de
birbirinden ilginç. İlk hikaye de terör denen olayın gazete haberlerini aşıp
gerçek yaşamlara dalan ve çok kişinin hayatını mahvetmiş uzantıları işleniyor.
İkincisinde ise, büyük kentteki şiddet olgusunun ilginç bir yansımasının yanı
sıra, çeşitli vesilelerle
İstanbul'dan ve Türkiye'den kovduğumuz azınlıkların dramına değinen simgesel bir
boyut var.
Bu son derece ilginç filmin başlıca
kusurları, aşırı kaçan bir biçimcilik çabası ve de iki hikayenin her şeye
karşın birbirine organik biçimde bağlanamaması... En azından finalde iki
kahraman arasında duyulan diyaloğu kendi adıma duymak yerine görmeyi ve onları
bir kez olsun doğrudürüst birlikte izlemeyi yeğlerdim. Kenan İmirzalıoğlu'nun
karizmasıyla günümüzün en etkili erkek oyuncusu olmaya doğru gittiğini
haberleyen filmde, Olgun Şimşek ve tüm yardımcı oyuncu kadrosu da çok iyi. Şurası
açık ve kesin: bu filmle sinemamıza yeni ve iyi bir yönetmen geldi. “Atilla
Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 150”
Yazı
iyi tura eh işte
Türk
sineması, külleri henüz soğumayan bir sorun olan Güneydoğu'daki 'kirli' savaşa
bugüne değin iki kez kamerasını uzattı; Reis Çelik'in 'Işıklar Sönmesin'i ve
Kazım Öz'ün 'Fotoğraf'ıyla. Hâlâ yeterince bakir olan bu konu, şimdi de Uğur
Yücel'in 'Yazı Tura'sıyla bir kez daha deşiliyor. Ama bir farkla, Yücel'in filmi
savaş öncesine ya da anına değil, sonrasına bakıyor. Hollywood'un, Vietnam
sonrası yaptığı onlarca filmde olduğu gibi savaşın bireyler üzerindeki
tahribatına, yarattığı kişisel trajedilere, ruhsal fırtınalara göz atıyor. Daha
somut sinemasal referanslarla söylersek bir parça 'Rambo' (First Blood), ama
daha çok 'Avcı' (The Deer Hunter) türü hesaplaşmalar var 'Yazı Tura'da.
Şehirli
seyirci için uzak gelebilecek bir mekânda, diyalekte ve insan ilişkileri içinde
geçiyor ilk öykü. Rıdvan'ın dramını gerçekten de yüreğinizde hissettiğiniz
anlar var ve bunların sayısı ortalamanın üzerinde. Sahici oyuncular ve
oyunculuklarla ilerliyor hikâye. 'Karışık Pizza'dan, “İki Film On Yönetmen”den
ve kimi TV dizilerinden yeteneğine çok önceden aşina olduğumuz ve oyunculuğuna
vurulduğu
muz Olgun Şimşek, belki her
şeyi tek başına üstleniyor gibi görünüyor ama Engin Günaydın'ın, Erkan Can'ın
varlığı ve sinema sözcüğüyle ilk kez bu film sayesinde tanışan amatörlerin
samimiyeti, strüktürü daha da sağlam temeller üzerine oturtuyor
Hikâye İstanbul'a taşınınca problemler
başlıyor. İlk filmini çeken Türk yönetmenler genellikle her türlü derdi de
peliküle yansıtmaya çabalar. 'Yazı Tura'da Güneydoğu sorunu, Yunanistan'la
ilişkiler, kıyısından Kıbrıs, mafya, homofobi ve 17 Ağustos depremi var. Önemli
olan bunları nasıl anlattığı diyebilirsiniz. Ama bu konular Türk sinemasında o
kadar çok işlendi ki, bu tür bir öykü her önümüze geldiğinde bir kedi misali
pençelerimizi çıkarmak zorunda kalıyoruz. İkinci hikâyeye ilişkin bir
dezavantaj da televizyonda kullanılan yüzlerin yarattığı handikap. Ki Uğur
Yücel, filmin 'Alacakaranlık'tan önce projelendirildiğini söylüyor. Ama bu
gerçek, kronolojinin bizim seyirci belleğimizdeki yerlerinde bir oynama
yapmıyor ve yine mafya eksenli, sadece farklı yere bağlanılmaya çalışılan bir
hikâye izliyormuşuz hissini güçlendirmekten başka bir şeye hizmet etmiyor.
Ya üslup? Kahramanlarının ruh
durumundaki karmaşıklığı görüntüyle dillendirmek adına çoğu kez hızla akıp
giden imajlar, hızlı kesmeler ve baş döndürücü kurgu, ses bandından gelen
uğultularla beslenerek vurucu etki yapması sağlanmış. Filmin yönetmenlik
kumaşını bu noktalarda değerlendirirsek çok da olumlu şeyler söylemek mümkün
değil, çünkü bu üslup bence karakterlerin meselelerini aktarmaktan çok
seyircinin gereksiz yere boğulmasına neden olmuş.
Ama
zaten 'Yazı Tura'nın gerçek etkisi bu tür görsel oyunlarda değil, hikâyenin
dramatik anlarında kıyıya vuruyor. İşte bu anlarda da oyunculuğa ihtiyaç
duyuluyor. Olgun Şimşek'ten yukarıda bahsetmiştik, ya diğer öyküyü taşıyan
Kenan İmirzalıoğlu? 'Deliyürek'ten 'Alacakaranlık'a, oradan da 'Yazı Tura'ya
uzanan bir çizgide iki iyi sinema adamıyla çalıştı İmirzalıoğlu (Osman Sınav ve
Uğur Yücel). Kartpostal çocuğundan oyuncu çıkarmak... İmirzalıoğlu için bu film
dolayısıyla karar vermek bence erken. Çünkü 'Yazı Tura'da 'çok iyiler' arasında
forma kapma uğraşında. Dolayısıyla 'Diğer maçlara bakalım' derim.
Son dönemlerdeki örneklere istinaden
söylüyorum, popülerlik adına bir sürü abuk sabuk proje önümüze atıldı. 'Yazı
Tura' böylesi bir ligde saygın bir çabanın ürünü olarak duruyor. Ama yine de
kendi içinde gerekli dengeyi sağlayamadığını söylemeliyim. Eğer iki öykü, bu
denli keskin ayrımlarla sunulmasa ve iç içe geçerek anlatılsa, belki de böyle
bir hissiyat oluşmayacaktı. Ya da finali ilk öyküyle yapsak, filme ilişkin
yaklaşımımızda (vasatla başlayıp iyiyle bitirmek adına) farklılıklar olacaktı.
Ama Yücel'in tercihleri bu; buna da saygı göstermekten başka elimizden bir şey
gelmez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder