Powered By Blogger

18 Ekim 2024 Cuma

HİLE YOLU (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Ersin Kana Müzik Murat Başaran Görüntü Yönetmeni Mehmet Zengin Yapım Pancard Film/ Hakan Alak, Hüseyin Türkan Kurgu: Umut Şen, Sanat Yönetmeni : Özlem Baş, Uygulayıcı Yapımcı: Ömer Tunar, Yapım Sorumlusu: Birten Kılıç, Zafer Aykaç, Yardımcı Yönetmen: Yasemin Çağan Boğalıoğlu, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek, Işık Şefi: Ersin Aldemir, Ses Tasarım: Tayfun Çolakoğlu


Oyuncular: Ozan Bilen (Korhan), Serkan Yakan (Murat), Halil İbrahim Aras (Kofik), Özgül Koşar (Ceren), Mazlum Kiper (Paşa), Ali Savaşçı (Şeyhmuz), Serap Matyaş, Murat Şen, İsmail Yıldız, İsmail Yıldız, Ersin Umut Güler, Yeşim Dalgıçer


Yapımcılığını Hakan Alak'ın üstlendiği film, Agos Gazetesi kurucusu Hrant Dink'in cinayetine (19 Ocak 2007) odaklanıyor. Asıl katil/katillerin yer aldığı ama silindiği söylenen güvenlik kamerası kayıtlarında ne olduğu fikrinden yola çıkıyor, .cinayetin 2 yıl sonrasından başlattığı hikayeyi katillerin ağzından anlatıyor.

 

KUKLALARIN EFENDİSİ (Kaan Karsan 23 Nisan 2013)

Türkiye Sineması’nda ‘yakın tarih’in genelde uzaklaşması beklenir ki üzerine rahatça film çekilebilsin… Mevcut politik sıkıntılar, otoriter bir tavırla gizliden gizliye baskılanır ve su yüzüne çıkarılmaz. Bu nedenle ulu orta vuku bulan sürü psikolojisi terörü bile gündemden dışlanabilir. Zaten bu sebeple halen ‘Sivas Katliamı’ üzerine çekilmiş cesur bir filmimiz yoktur. Derin devlet pencerelerden el sallarken, algılarımız bunu görmezden gelmek ya da ileri bir tarihe ötelemek durumunda kalır. Çünkü biliriz ki, çatlak sesler düzene güdümlenen toplumlarda pek sevilmezler. Bu hafta vizyonda boy gösteren Hile Yolu, pek yapılmayan bir şey yapıyor ve altı boş bırakılan Hrant Dink suikastına bir fon çiziyor. Bu acı bu kadar tazeyken de mutlaka mercek altına alınmayı hak ediyor.

Hile Yolu, Hrant Dink’in katline sebebiyet veren organize, beyni yıkanmış ve hedefe kilitli öldürme güdüsünün peşine takılıyor temelde. Odağına ise tam olarak ne için ve kim için çalıştığını bilmeyen, toplumu kuş bakışı kontrol eden bir sistem tarafından kuklalaştırılan ve ‘The Manchurian Candidate’ misali insani duygularından arındırılan birkaç tetikçiyi alıyor. Bu kişiler ve yaşamak üzere oldukları tecrübeler üzerinden gerilimli bir çatı kurarak pragmatist ve faşist düzeni sabitlemeye çalışan derin sistematiği deşiyor; Hrant Dink’in ölümüne sebebiyet veren dünya görüşünün hangi çarkın içerisinde savrulduğundan bahsediyor. Tam anlamıyla Türk olmanın beş ya da daha çok gayrıresmi şartı var gibi. Bu şartlar, köhnemiş bir eğitim sisteminin ve kültürlerarası bir dehlizde ayyuka çıkan aidiyet sorunlarının bir mahsulü. Hile Yolu’nda aidiyet problemleri nedeniyle büsbütün ait olmayı arzulayan birkaç adam var. ‘Kafatasçı zihniyet’ olarak tabir edilen ve bir anlamda Türkiye gerçeklerini görselleyen bu algı yaşanmış ve yaşanması olası birçok sosyal katliamın müstakbel doğurganı. Mevzubahis filmimiz de bu olguyu irdelemek amacıyla yola koyuluyor.

Filmin sorduğu soru aslında oldukça basit: “Hrant Dink öldürüldükten sonra basından saklanan, silinen görüntülerde ne vardı?”. Filmin gerçeğe dirsek temasındaki öyküsel kurgusu da bu soruya muhtemel bir cevap vermenin derdinde. İç içe geçmiş onlarca kavramdan mafya, devlet, din ve milliyetçilik başta olmak üzere birçoğunu hiyerarşik bir piramit düzeninde konumlandıran Hile Yolu, asıl amacının ne olduğunu samimi bir şekilde hissettiriyor. Lakin eli mecbur bir şekilde duygusal olarak derinleştirdiği karakterlerle ve bu karakterlerle ‘duygudaşlık’ kurdurma yöntemleriyle hedefinden saptığını söylemek de çok yanlış olmayacaktır.

Hile Yolu, filmin tamamında odakta olacak başkarakterlerini dakikadan dakikaya zavallılaştırıyor. İşin bu yönünde bir sıkıntı yok. Zira bu karakterler, ‘politik olarak doğru’ nitelemesinin yanına yaklaşamıyor olsalar dahi zavallılar. O kadar zavallılar ki, tüm bu olan bitenin içerisinde gözlemlediklerinden ders çıkarma yetileri bile yok. O zavallılar, yalnızca bir üst kata ulaşmak için kullanılan bir basamak hüviyetindeler. Sıkıntı ise ‘zavallı’ hallerinin film tarafından son derece vasat hamlelerle duygusal hale getirilmesi… Hiç şüphe yok ki karakterlere uzantılanan ailevi bağlar başta olmak üzere buna benzer birçok hamle, aslında karakteri derinleştirilmek için kullanılan ve klasik film gramerinin çok kullanımlık bir ürünü olan bir metot. Bu metot, Hile Yolu’nun baştan sona çürük olan bir merdivenin ilk basamaklarını doğru tahlil edememesine ve ele aldığı problemi hiyerarşik düzenin en tepesine yerleştirmesine sebebiyet veriyor. Hâlbuki bu büyük sorun, parça parça değil; daha bütüncül bir şekilde incelenmeyi hak ediyor.

Tüm bu metinsel sıkıntıların yanında filmin ‘ajan formülü’ mayasının da tutmadığı aşikâr. Aslında ortada sarkmalarına rağmen fena yazılmamış bir senaryo var; ancak bu senaryonun perdeye taşınması aşamasında büyük problemler ortaya çıkmış gibi görünüyor. Hile Yolu, süresi boyunca ‘gerilimli’ bir filmmiş gibi yapıyor. Gelin görün ki teorik olarak sahip olduğu gerilimi bir türlü pratiğe dökemiyor ve bu da filmin teknik yönünün, duygusal yönünü zedelemesine yol açıyor.

Hile Yolu, katiyen iyi bir film değil. İyi bir film olmamasının çok fazla sebebi var. Bu sebepler de teknik ve öyküsel olarak ikiye ayrılıp uzun uzadıya incelenebilir. Öte yandan film, yakın tarihe kafa yoruyor oluşuyla belli ölçüde saygıyı hak ediyor. Her ne kadar ‘kafa yorarken’ yanlış sularda yüzmenin eşiğine geliyor olsa da…(www.eksisinema.com)

HAYAT BOYU (2013)

 

Senaryo ve Yönetmen Aslı Özge Görüntü Yönetmeni Emre Erkmen Yapımcı Nadir Öperli Ortak Yapımcı : Bero Beyer, Mete Gümürhan, Soysal Demir, Enis Köstepen, Töre Karahan, Kurgu: Aslı Özge

Oyuncular: Defne Halman (Eda), Hakan Çimenser (Can), Defne Halman Gizem Akman (Nil), Onur Dikmen (Tan), Süreyya Güzel (Ahu), Haktan Pak (Efe), Sinem Öcalır (Ani), Canan Öztürk (Gül), Cuneyt Cebenoyan (Ali),

Konu: İlk filmi Köprüdekiler ile İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri´nde en iyi film ödüllerini alan Aslı Özge´nin yeni filmi Hayatboyu, dünya prömiyerini 63. Berlin Film Festivali´nde yaptı. Film, sorunlarının çözümü ayrılık olabilecekken birbirlerinden kopamamanın duygusal sıkışıklığını yaşayan evli bir çiftin hikâyesini anlatıyor. Filmin izlediği Ela saygın bir sanatçı, Can ise başarılı bir mimar. İstanbul´un en seçkin semtlerinden birinde, mimari tasarımını Can´ın yaptığı, bir evi paylaşmaktalar. İlişkilerindeki tutku çoklukla sönmüş olsa da karşılıklı saygı ve ilgi, beraberliklerinin sürmesini sağlıyor. Ta ki Ela bir gün Can´ın bir telefon konuşmasına kulak misafiri oluncaya dek... "İnsanlar mutsuzluklarına rağmen yaşamlarının mevcut halinin o kadar da kötü olmadığına kendilerini inan

 Ödüller 32. İstanbul Film Festivali2013

►En İyi yönetmen “Aslı Özge”

►En iyi görüntü yönetmeni “Emre Erkmen”

Evlilik – Çökerse Altındaki İnsanı Ezecek Kadar Ağır Bir Şey!

Aslı Özge ilk filmi “Köprüdekiler”de, taşınma, tayin olma, hayatının aşkını bulma, karnını doyurma gibi beklentileri ile çaresizlik ve umutsuzluk arasında sıkışıp kalmış kişilerin gerçek hikayelerini anlatıyordu bize. Neredeyse her kare, onların çıkışsızlıklarını hissettirmek üzere tasarlanmıştı. Kapı aralıklarında, dar yolların veya koridorların ortasında konumlandırılan karakterler, hep bir değişim ve hareket peşinde olmalarına rağmen, sanki bu mekanların, şehrin, ülkenin görünmeyen ipleri onların elini kolunu bağlamaktaydı.

“Köprüdekiler”den farklı olarak, üst sınıftan, orta yaşlı karakterleri ele alsa da “Hayatboyu” da aynı şekilde bu sıkışma hissiyatına odaklanıyor. Ela ve Can, kızlarını büyütmüş, ilk sahnedeki sevişmenin niteliğinden anladığımız kadarıyla ilişkileri rutine teslim olmuş bir çift. İzleyici olarak bizler onların kusursuzca tasarlanmış evlerini dışardan izlerken, bir kafesin içine hapsolmuş iki ruhun hallerine tanıklık ediyor gibiyiz. Tam da bir güncel sanatçı ve mimarın birlikteliğine uygun bir ev bu; bilenmiş zevkleri yansıtan her ayrıntısının üzerinde durulmuş, özgün bir tasarıma sahip. O kadar kusursuz ve hesaplı ki, adeta yaşamıyor. Ece ve Can’ın ilişkisi gibi, spontanlığa yer bırakmayan, dönüşme ihtimali olmayan, ölü bir yapı. Çiftin birliktelikleri de aynı evleri gibi iyi sunulmuş bir proje, ancak içinde bir yaşam belirtisi yok. Daha çok dışarıya karşı bir mükemmellik tablosu çizme motivasyonuyla sürdürülen, alışkanlıkların bir sonraki anı belirlediği bir hayata sahipler. Sonra beklenmedik bir şey oluyor ve Ela, Can’ın aralarındaki anlaşmayı bozduğunu, kendisini aldattığını öğreniyor.

“Hayatboyu” evliliği içinden çıkılması zor bir kurum olarak ele alırken esas olarak Ela’nın bakış açısına, onun ruhsal hallerine yoğunlaşıyor. Belki biraz entelektüelliğin ve öğrenilmiş medeni olma baskısının getirdiği ketumlukla, bu ilişkide tüm hissedilenler bastırılmakta. Kocasının ihanetini öğrendiğinde ona bağırıp çağırmak, onunla bu konuda yüzleşmek ya da bu üzüntüsünü bir arkadaşıyla paylaşmak yerine, bir şey olmamış gibi davranmayı tercih ediyor Ela. Tabii duyguları yok etmek mümkün değil; küçük sakarlıklar, yükselen tansiyonlar, huzursuz kıkırdamalar olarak çıkıyor bunlar Ela’nın vücudundan.

Filmin atmosferine de baştan sona bu gerginlik, pusuda bekleyen, her an patlamaya hazır bir halin varlığı hakim. Seyirciyi duygusal olarak manipüle etmeyen, hatta en ufak bir duygusal kıpırtı uyandırmayan, mesafeli bir anlatım tercih edilse de, boğulma hissi illa ki izleyene eşlik ediyor film boyu. En geniş, beyaz, ferah mekanlardaki sahnelerde bile kadraj içindeki kolonlar, pervazlar, tırabzanlar karakterleri sıkıştırıyor.

Pasif agresif bir tavırla içinde biriktirdiği hıncı, yarattığı eserle ortaya koyuyor Ela: Bir vincin ucunda asılı, dev bir kaya parçası. Bunun korkutucu bulunmasından müthiş bir zevk alıyor. Düşerse altındaki insanı ezecek kadar “ağır bir şey olmalı” derken, değiştiremediği hayatı için kendine, hissiz ve tepkisiz bir robot gibi hayatına devam ettiği için de kocasına duyduğu kızgınlığı gözlemlemek mümkün. “Aşk”ta karısının yüzüne yastık bastıran Haneke karakteri Ela’ya çok da uzak değil. Yeniden yaşadığını hissedebilmek için kara çıplak ayakla basması gereken, yalnızlık hissini yenebilmek için kocasından bir tepki kırıntısı bekleyen Ela’nın yaşadığı çalkantıları, duygu dalgalanmalarını minimum diyalogla yansıtması gereken Defne Halman’a ciddi bir iş düşüyor. En büyük yardımcısı ise steril atmosferleriyle Ela’nın iç yolculuğuna ayna olan mekanlar. Çiftin hayatlarında yaşadığı depremi, gerçek bir deprem teste tabi tuttuğunda kısa süreliğine Can’a odaklanıyor film. Fakat o noktaya kadar sadece suskunluğu ve mesafeliliğine tanık olduğumuz, yalnızca Ela’nın gözünden tanıdığımız bu karakterin içine bu denli kısa sürede girmek ve derinlerde yaşadıklarını idrak etmek çok da mümkün olmuyor.

Çalıştığı galeriyle ilgili memnuniyetsizliğini sinirle anlatan Ela’ya kızı rahatlıkla, “Çık o zaman o galeriden” diyor. “Çok mu alternatif var” diye cevap veriyor Ela da. O güne dek tuğlaları tek tek üst üste koyarak inşa ettiği hayatını yıkıp, yeniden inşa etme ihtimali ona fazlasıyla korkutucu geliyor. Arabayla, uçakla çıkılan onca yolculuğa, otogarda, havalanında geçen onca sahneye rağmen, bu filmin karakterleri henüz hiçbir yere gidemiyorlar. Daha doğrusu, Ela taşınma fikriyle ev aradığında bile gidebildiği en uzak yer, Can’la evlerinin mutfak ışığının açık olduğunu görebildiği mesafede. İnsanların bir toz bulutu içinde el yordamıyla yol adıkları bir atmosfer yarattığı son eserinde anlatmaya çalıştığı gibi, nereye gittiğini bilemeden, yalnızlık ve kaybolmuşluk hissiyle ilerlemeye çalışıyor Ela. Burcu Aykar (www.eksisinema.com)

 

GÜZELLİĞİN ON PAR' ETMEZ (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Hüseyin Tabak Kurgu: Chrıstoph Loıdl, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek,

Oyuncular: Abdulkadir Tuncer (Veysel), Nazmi Kirik, Lale Yavaş, Magdalena Kronschläger, Susi Stach, Branko Samarovski, Yüşa Durak

Konu: 12 yaşındaki Veysel ve ailesi ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar. Yeni bir hayata başlayacakları Avusturya’ya göç eden aile buradaki yaşam dinamiklerine ayak uydurmakta bir hayli zorlanırlar. Bu yeni ülke, yeni dil ve yeni kültür özellikle küçük Veysel için büyük sıkıntılar doğurur. Veysel’in hayattaki tek umudu ve hayali sınıfındaki Ana’ya aşkını ilan edip ondan da aynı karşılığı görebilmektir. Sürekli Ana’nın hayalleriyle yaşan genç çocuk Cem isimli orta yaşlı komşusuyla tanışınca harekete geçecek, hayallerinin gerçek sonuçlarını en saf haliyle tecrübe edecektir.

ÖDÜL

49. Antalya Film Şenliği (2012)

►En İyi Film “Hüseyin Tabak”

►En İyi Senaryo “Hüseyin Tabak”

►En İyi Erkek Oyuncu “Abdulkadir Tuncer”

►En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu “ Lale Yavaş”

►En İyi Kurgu “Chrıstoph Loıdl

►Behlül Dal Jüri Özel Ödülü “Yüşa Durak

 Gönülden Gelen Çorba

(Kaan Karsan 15 Mayıs 2013)

Altın Portakal’ın ödül şampiyonu Güzelliğin On Par’ Etmez, çoğu şey üzerine ‘kafa yoran’ bir film. Kürt meselesine, aşka, zamanında yurtdışına göç etmiş olan Türkiyelilerin yaşadığı uyumsuzluk problemlerine, genç ve ‘küçük’ bir insan olmanın beraberinde getirdiği çaresizliğe ve bunun dışında birçok şeye temas etmenin derdinde… Buradan oraya ve oradan buraya kurulan bir göz temasının iyi niyetli ve pasifist filmi… Ya da daha kesin bir tabirle iyi niyetli ve pasif’ diyebiliriz Güzelliğin On Par’ Etmez için.

Filmin yönetmeni Hüseyin Tabak, bir nokta seçip etrafı gözlemlemek için en tarafsız bölgeyi seçiyor. Bu bölge elbette ki sıradan bir çocuğa ait: Veysel’e… Veysel göçün getirdiği aidiyet problemlerini en derinden ve en acı verici şekilde yaşayan bir çocuk… Ne babasının ne ailesinin ne de bizzat kendisinin akıbeti belli. Sınıfta aşık olduğu kızla bir iletişim kurabilmek adına kullanması gereken kelimeleri bile bilmiyor. Çok beklendik bir şekilde, kısır bir sürecin içerisinde ne ‘o’ tarafa ait olabiliyor ne de bu tarafta kalabiliyor. Bu mecburi göçün yıllardır anlatılagelen ve kemikleşen sorunlarından elbette ki. Bir tarafta Avrupa, bir tarafta Türkiye var. Acı çekenler ise bu ikisinin arasındaki çizgide dengede durmaya çalışanlar. Bir kanıksamışlığın içerisinde Veysel’in bir ayrıcalığı var: inadı ve kararlılığı… Veysel bir kimlik kazanmak ve üzerindeki ‘kimliksizleştirme’ emellerini bertaraf etmek adına yeni bir dil öğrenmeye, yeni bir kültürü özümsemeye ve her şeyden önemlisi ‘biri’ olmaya hazır. Güzelliğin On Par’ Etmez de Veysel’in arzuhali üzerinden yol alarak üslupsal olarak tutan bir formül izliyor. Bu sayede Veysel etrafını izlerken seyirci Veysel’i izliyor. Film en azıdan karakterler alanında daldan dala savrulmayarak risk almıyor. Ancak filmin daldan dala savrulduğu nokta ‘içeriksel’ deryada cereyan ediyor.

Hüseyin Tabak daha sık anlatılması gereken, milyonların yaşadığı bir sorunu anlatmaya soyunuyor, evet. Ancak Güzelliğin On Par’ Etmez, en çok ihtiyacı olan şeyi, berraklığı bir türlü bulamıyor. Filmin odağına giren problemler bir slayt şov edasıyla yer değiştirirken, Tabak bir türlü asıl anlatmak istediği meseleyi seçemiyor. Filme öyle ya da böyle dâhil edilen onca meselenin her biri ayrı ayrı mühim ve ayrı ayrı derin Bir filmin tüm bu meseleler silsilesini yekpare ve tutarlı bir bütüne vardırması oldukça zor. Güzelliğin On Par’ Etmez de hepsine aynı mesafede konumlanmaya çalışırken inceliğinden ödün veriyor ve sığlığından bir türlü arınamıyor. Onlarca kısa cümle, tek bir uzun cümlenin yokluğunu maalesef unutturamıyor.

Hüseyin Tabak’ın tertemiz yönetmenliği ve oyuncularının filmi ısıtan performansları ise ilerisi için umut veriyor. Bu da teknik tercihlerin öykü anlatmak için gayet yeterli olduğuna işaret ediyor. Lakin bilindiği üzere bir senaryo, bir filmin her şeyi olmasa da çoğu şeyi… Güzelliğin On Par Etmez de özenli cilasına rağmen hatalar, eksikler ve fazlalıklarla dolu olan bir senaryo olarak zihinlerde yer edinecekmiş gibi görünüyor. Tabii bütün bu falsolara rağmen göç meselesinin hızlandırılmış bir özetini seyretmek isteyen ve filmine değer veren bir yönetmenle tanışma emelinde olan seyircilerin tatmin olma ihtimali cepte.(www.eksisinema.com)

 

GÜNCE (2013)

 

 Yönetmen Kemal Uzun, G. Mete Şener Senaryo Namık Üstünel Görüntü Yönetmeni Gökhan Tanış, Onur Özşeker Müzik Cahit Berkay Yapım Akademi Prodüksiyon / Namık Üstünel, G. Mete Şener Sanat Yönetmeni: Selda Çiçek, Uygulayıcı Yapımcı: Korhan Günay, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek

Oyuncular: Cemal Hünal, Leyla Lidya Tuğutlu, Nisa Melis Telli, Levent Sülün, Gürkan Uygun, Ayça Varlıer, Ferdi Akarnur
, Erdal Küçükkömürcü, Pamir Pekin, Yeliz Başlangıç, Haluk Levent, Pekcan Türkeş, Mustafa Vural, Alperen Khamis, Çağdaş Tekelioğlu ,

Konu: Radyo programcısı olan Cengiz’in tüm yaşamı, iş dışındaki zamanlarda karısı ve kızıyla geçer. Fakat mutlu bir pazar günü tüm yaşamını alt üst edecek olayların ilki ile karşı karşıya kalır. Bu olayın ardından daha mütevazı bir yaşam sürmeyi planlayan Cengiz’in tüm hayatının anlamı kızı Günce olur. Yıllar geçtikçe Günce'yle birlikte Cengiz de büyür. Ta ki 5 yaşındaki Günce'yi de kaybetme riskiyle yüzleşene kadar.

GÖZÜMÜN NURU (2013)

 

 Senaryo ve Yönetmen Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş Kurgu Ali Aga

Oyuncular: Melik Saraçoğlu (Melik), Bilgin Saraçoğlu (Anne), İsmail Saraçoğlu (Baba), Öykü Altuntaş (Öykü), Orhan Saraçoğlu (Büyükbaba), Hakkı Kurtuluş ( Hakkı), Ahmet Saraçoğlu ( Erkek Kardeş),

Konu: Lyon ve Viyana üniversitelerinde aldığı sinema eğitiminin ardından arkadaşı Hakkı Kurtuluş ile sinema dünyasına atılan Melik Saraçoğlu, Bergmanya’ya Yolculuk’un ardından bu sefer sıra dışı bir konu ve çekim planlarına sahip filmi ‘Gözümün Nuru’ ile seyirci karşısına çıktı. Genç yönetmen, Hakkı Kurtuluş ile birlikte yazıp yönettiği sinema filminde, çocukluğundan itibaren başlayan ve ailesinde de genetik bir hastalık olarak göze çarpan ‘retina dekolmanı’ hastalığını ve tedavi günlerini komik bir dille anlattı.

Üniversite yıllarında ardı ardına geçirdiği iki retina dekolmanının ardından kör olmanın kıyısından dönen ve kırk gün boyunca gözleri bandajlı bir şekilde yüzükoyun yatmak zorunda kalan Saraçoğlu, bu süreci tiye alan filminde, annesini, babasını ve abisini de kamera karşısına ge çirdi. Saraçoğlu’nun tedavi günlerinin geçtiği kendi evinde çekilen ve senaryodaki özgünlüğü ile sıra dışı kurgusuyla dikkat çeken yapımın galası, 20. Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nın en güçlü adaylarından birisi olan film, Cinemaximum Adana’daki gösteriminde ayakta alkışlandı. Gösterimin ardından, teknik ekip ve aralarında anne, babası ve abisinin de olduğu oyuncu kadrosu ile sahneye çıkan Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş ile seyircilerin sorularını yanıtladı.

Ödüller

20. Adana Altın Koza Film Şenliği2013

► En iyi film

► SİYAD en iyi film ödülü 

► En iyi senaryo

► En iyi kurgu

 
O KADAR İÇTEN Kİ ‘DEĞİL’ (Kaan Karsan 18 Ekim 2013)

Yerli sinemamız dâhilinde yeni bir damara ihtiyaç duyduğumuz ortada. Zira minimalist yönelimin ödül bazında ‘her şey’e dönüştüğü bir kısır döngüde ‘yaratıcılık’ beklemek ikinci ya da üçüncü plana atılmış gibi görünüyor. Oysaki sıklıkla mizahıyla övünen ve sıradan bir insanın yaşamını sürdürebilmesi adına bile ‘yaratıcılık’ talep eden bu topraklardan tazeleyici bir sinema beklemek ‘tuhaf’ olarak addedilemeyecektir. Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un ikinci uzun metrajlı filmi Gözümün Nuru, ‘yaratıcı’ fikirlerle yola çıkan ve yaşamın satır arasındaki kimi mevzulara temas eden, tespitçi ve otobiyografik bir deneme… Ne kadar iyi yahut kötü olduğu tartışılır ancak en azından sinemamız dâhilinde yeni bir şeyler vadettiği tartışılmaz.

Gözümün Nuru, filmin iki yönetmeninden biri olan Melik Saraçoğlu’nun hayat kesitine odaklanıyor; Saraçoğlu’nun gözüyle/görme duyusuyla ilgili yaşadığı kimi sıkıntılar üzerinden bir sinemacının kâbusunu mesele ediyor. Bu sıkıntılı hal, filme hem ‘görme’ duyusunun sağladığı geniş bir alan tanıyor hem de meseleyi hem absürt hem de duygusal bir şekilde ele alabilmesi adına fırsat tanıyor. Melik’in yaşadığı depresif süreç, iki yönetmenin öğrencilik hayatından başlayarak ailevi dünyasına kadar varan bir yeniden canlandırmanın fitilini ateşliyor ve izleyeni yeniden yorumlanan bir gerçekliğe/absürtlüğe şahit ediyor.

Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un işin içine kendilerini de katarak bina ettikleri dünyanın, kaba tabirle, kafası oldukça rahat. Kendileriyle ve temas ettikleriyle dalga geçerek ellerindeki malzemenin içeriğinde bolca bulunan dramayı hafifleştiren ikili, sinemamızda pek de rastlamadığımız türden bir lezzetin peşine düşüyorlar. Bunun fikirsel aşamada oldukça takdire şayan olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Zira kesinlikle ‘herkese göre’ olmayan mizah bir bölüm seyirci nezdinde işliyor ve bu sayede yönetmenlerin amacı belirgin hale geliyor. İkiye bölünen seyirci farklı kulvarlarda seyahat ediyor. Zira tam bu aşamada bir soru, kendi kendine ortalıkta gezinmeye başlıyor. Aynı filmden ‘otobiyografik’ tınıları attığımızda; gerçeklik bir an için yok farz edildiğinde geriye ne kalıyor?

Gözümün Nuru, kalkıştığı işin içerdiği riskin farkında olduğu için ilk anından itibaren kendini samimi kılmak adına çabalıyor. Gözünü kaybetmek üzere olan yönetmenin ‘sömürü’ potansiyeli taşıyan hikâyesi, türlü ‘şebeklikler’ ile ‘ciddi’ olmaktan kaçınıyor. Bu esnada da sürekli olarak filmin ‘amatör’ ruhunu destekler hamlelerde bulunuyor; görselliğini sınırlıyor ve küçük kalmayı yeğliyor. ‘Sinema sevgisi’ ve ‘sinema yapmanın sevgisi’ filmin her izleyene cazip gelebilecek damarını oluşturuyorlar. Uzun lafın kısası, film kendini sevdirebilmek adına çok fazla gülümsüyor ve samimi olduğunu vurgulama arzusu, asıl peşinde olduğu kavramı, yani, ‘samimiyetini’ zedeliyor.

Sinema sevgisi mevzusu, uzaktan bir ‘sinefil filmi’ olarak yansıyan Gözümün Nuru’nun itici kuvveti şüphesiz. Lakin filmin bu derin deryadan da dikkat çekici bir yaratıcılıkla çıktığını söylemek zor. Lumiere’den Pelin Esmer’e değin varan referanslar bir türlü doygunluğa ulaşamıyor; hep sığ sularda kalıyorlar. Bütün bu sorunlara ek olarak, filmin kendine güvenini sesli bir şekilde ifade eden ‘dış ses’ hem dramatik hem de mizahi yapıyı anbean zedeliyor. Kısa sürede filmin ‘doğal’ komikliğinin frenleyeni haline gelen dış ses kullanımı, sinemayla ifade edilmesi gereken duyguların özetleyeni niteliğinde…

Ne kadar iyi yahut kötü olduğu, bir yazı üzerinden değil; filmle kurulan bağ üzerinden değerlendirilebilecek Gözümün Nuru’nun tüm eksiklerine rağmen belli ölçülerde ilgiyi hak eden bir çaba olduğunu da görünür kılmak gerek. Zira Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş ikilisinin bu eforunun sinemamızda bir emsali yok. Sadece bu açıdan bile Gözümün Nuru’nu umudun kendisi haline gelmese de umut veren bir iş olarak niteleyebiliriz. Sinemamızın kendisiyle dalga geçen, izleyiciyle arasına duvarlar örmeyen, ‘açık’ yönetmenlere ihtiyacı var.

 

GİTME BABA (2013)

 

 


Yönetmen Ahmet Sönmez Senaryo Çiğdem Suyolcu Yapım Filmekibi/Çiğdem Suyolcu Renk Düzenleme: Çağlar Özlek, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek

Oyuncular: Murat Karasu (Lütfi Suyolcu), Çiğdem Suyolcu ,(Çiğdem Suyolcu), Şenay Gürler (Hülya Suyolcu), Payidar Tüfekçioğlu (Erdal), Mustafa Uğurlu (Kadri), Mehmet Esen (Gürhan), Mesut Akusta (Harun), Gökhan Mete (Naci), Volkan Cal (Çağrı Suyolcu), Zafer Erdaş (Talat), Ali Çelik (Sıtkı), Yener Gürsoy (Fahrettin), Ragıp Yavuz (Remzi), Tayfun Erten (Çamuroğlu), Yaren Altun (Küçük Çiğdem), Emirhan Balcı (Küçük Çağrı),

Konu: 1980 Kuşadası. Çiğdem babası Lütfi'ye, Çağrı annesi Hülya'ya sarılmış ailecek uyumaktadırlar. Lütfi uyanır, kalkar, çalışma odasına geçer ve çalışmaya başlar. Bu arada Çiğdem ve Çağrı uyanmış televizyon seyretmektedirler. İzledikleri filmdeki adamın ölmesiyle tedirgin olan Çiğdem babasının yanına gidip "Sen ölürsen ben ne yapacağım?" diye sorar, babası "Hiç gitmemişim gibi beni sevmeye devam edeceksin, ben de seni" der. Bununla tatmin olmayan Çiğdem hala babasının gözlerinin içine bakmaktadır. Lütfi "Bir insan bir insandan ne zaman gider biliyor musun?" diye sorar, Çiğdem "Ölünce değil mi babiş?" diye sorar, babası "Hayır unutunca" der. Bu cümleleri duyan Çiğdem rahatlar ve "Ben seni hiç unutmam" der, sarılırlar.

Ertesi gün Lütfi, Kuşadası Belediyesi'ndeki makam odasında aile büyüğü Naci ile görüşme yaparken tehdit telefonu alır fakat önemsemez. Bu arada Naci'nin uyarısıyla yakın arkadaşı ve yardımcısı olan Erdal'ın bir takım kanun dışı işlerini tespit eder ve bu durum onda büyük bir hayal kırıklığı yaratır. Yanına çağırıp konuştuğu Erdal'la yollarını ayırır. O gün annesiyle pazara çıkan Çiğdem kaybolur Lüfi bunu aldığı tehdide bağlar. Hemen diğer yakın arkadaşları Talat ve Harun ile olay yerine gelir. Bir süre sonra Çiğdem pazar yerinde bulunur. 2 ay sonra Lütfi caddede bir arkadaşıyla yürümektedir. "Başkanım" diyerek yaklaşan adama Lütfi esprili bir şekilde "Ben başkan değilim artık, sade vatandaşım, darbe oldu" der. Adam "Sen her şartta bizim başkanımızsın mutlaka bir gün yine oturursun o koltuğa" der. Ertesi akşam kapı çalınır, Lütfi kapıyı açar, arama emriyle gelen polisler evi ararlar. Çiğdem kapının önünde "Gitme baba" dese de Lütfi'yi tutuklayıp götürürler. Çiğdem babasının olmadığı süre boyunca çok mutsuz olur.

 

GELMEYEN BAHAR (2013)

Yönetmen Emrah Senaryo Emrah, Tarkan Ateşmen Görüntü Yönetmeni Doğan Sarıgüzel Müzik Caner Tepecik, Emrah Yapım Yağmur Film/Esin Yağmurdereli, Çağrı Bingüller Danışman: Nedim Hazar, Kurgu: Emre Aş, Kamera Ekibi: Ahmet Açıkkol,

Oyuncular: Orhan Alkaya (Davut), Ayten Uncuoğlu (Feriha), Hasan Küçükçetin (Mirza), Beyza Şekerci (Bahar), Gürkan Tavukçuoğlu (Özgür), Duygu Keser (Songül), Ayşe Kökçü (Neslihan), Turgay Tanülkü (Sinan), Kerem Kupacı, Volkan Bora, Cem Avnayim, Mert Öner, Caner Kadayıfçı, Emre Cilasın, Emre Büyükpınar, Meral Asiltürk ,Pelin Bölükbaş , Aylin Tunceli. Seher Terzi. Özgür Biber, Efe Karaman. Ceren Özben, Musa Pekdemir,

Konu: Kendi küçük dünyalarına sıkışan insanların, hür gün gazete haberlerinde rastladığımız öyküsüdür Gelmeyen Bahar. Bir fabrikada işçi olarak çalışan, 18 yaşına daha yeni girmiş Bahar’ın geleceğiyle ilgili bambaşka hayalleri varken, ailesi onun kaderini çoktan belirlemiştir. Suskun bir anne, evinde bulamadığı mutluluğu başka yerlerde arayan emekli bir baba ve işsiz bir ağabeyin arasında sıkışıp kalan Bahar, kurtuluşu çok iyi bilmediği bir dünyada aramaktadır. Amcası ise, kendi oğluna eş yapmak için, Bahar’ın kanunen reşit olmasını beklemektedir. Başına gelen üzücü bir olay sonrasında evden kaçmak zorunda kalan Bahar için hüküm çoktan verilmiştir bile.

Ailenin namusunu temizlemek ise, evin oğlu Mirza’ya düşmüştür. Mirza ise işsizlik ile mutsuz giden evliliğinin kıskacında her geçen gün biraz daha sıkışırken, eşi Songül’ün kendisinden habersiz bir şeyler çevirdiğini hisseder. Ancak bu küçük, sıkıntılı dünyada hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Gelmeyen Bahar: Oysa Hiç Acelesi Yoktu

(Gulcin Kaya 07 Mart 2013)

Sinema sanatının bizdeki kadar ezilip büzüldüğü, sıradışı deneylere alet edildiği zor görülür. En azından bizdeki hal ve gidişatın eşine az rastlanır ilginçlikte olduğu kesin. Kimden oyuncu olur, hangi komedyenin filmi daha komik tartışmalarının onbeşinci yılında popülerliğini yitirmesini, şarkıcılıktan yönetmenliğe geçen ünlülerimize borçluyuz mesela. Belirli bir akımdan gelen müzik insanları için müzik piyasasında yarışıp kendini ispatlamanın bir sonraki aşaması sinemada yarışmak oldu gibi. Seyirci diğer meslektaşlarının sinema kabiliyetlerini tartışmayı bitirememişken; sahne adıyla Emrah, yönetmen ismiyle Emrah Erdoğan, kendi yönettiği ilk filmiyle vizyonda arzı endam ediyor. Hangisinin filmi daha az kötü tartışmalarına yeni bir soluk getiren bu filmle birlikte, bu bir yarışsa eğer, ruh sağlığınız için içerisinde yer almamayı kolaylıkla tercih edebileceğiniz bir yarışa dönüşüyor.

Hayatımız boyunca izlediğiniz tüm iyi filmleri unuttuğumuz bir distopya hayal edelim. Öyle başyapıt olmalarına da gerek yok, sadece ortalama filmler olsun. Böyle bir birikimle Emrah Erdoğan’ın filmine girdiğiniz takdirde bile, henüz filmin açılış sekansını izlediğinizde ilk şaşkınlığınızı yaşamanız muhtemel. Ardından takip eden yüzlerce dakika boyunca ise kendisinin neden illa bir film çekmek zorunda olduğunu açıklayabilecek zaruri bir gerekçe bulamayabilirsiniz. Zira Gelmeyen Bahar, gerçekten de herhangi bir anının anlamlandırılmasına olanak sağlayan bir film değil. Anlatabileceği her şeyi tastamam anlattığını düşünürken, çizdiği talihsiz dünyaya talihsiz bir cesaretle kefil oluyor. Ortaya çıkan iş ise seyirci için zorlu bir sabır testine dönüşüyor. Uzun yıllar önce sinemanın belirli bir türünde aktif olarak yer almış ve sinemayı orada bırakmış bir birikimin ürünü gibi görünen film, ilk yanlışını 2013 yılında vizyona girerek yapıyor. Yeşilçam döneminin popüler dram anlayışını benimserken güncel anlamda bünyesine dahil ettiği tek şey ‘töre cinayetli drama dizileri’ oluyor. Karakterleri, olay örgüsü ya da müzik seçimleriyle ‘bir dram nasıl olmamalı’ sorusunun cevaplarından onlarcasını bünyesinde barındıran bir deneme olarak kabul edilebilecek olan ve sinema disiplinine bu denli yabancı kalabilen bir yapıtın, sinemanın temel prensiplerine göre incelenmesi bir hayli güç. En az filmin kendisini izlemek kadar da yıpratıcı bir deneyim.

Senaryo, oyunculuk, teknik arka plan gibi temel dallarda hiçbir faktörü önemsemeyen ve bu haliyle barışık olan film, verdiği mesajlar ile ciddiye alınmak istiyor. Kadına şiddeti karşı dikkat çekmek amacıyla çıktığı bu yolda 8 Mart tarihinde vizyona girerek belirli bir farkındalık yaratmak istiyor belli ki. Ancak tutarsızlık anlamında rekor kırabilecek olan senaryosu buna bile izin vermiyor. Çünkü deneyimlediğimiz şey, bir asır uzunluğunda hissedilen süresi boyunca, ‘farkında olmadan’ kendi mesaJinnı yalanlamak için didinen bir yapım. Filmin trajik olabildiği tek nokta da burası. Kadına karşı şiddet konusunda farkındalık yaratmaya çalışan film, senaryosu ve karakter çizimleriyle bu şiddeti nedenselleştiriyor. Bunu da senaryo ve karakter yazımını ciddiye almadan bildiğini okuyan tavrına ve bilinçli bir tercihle meydana gelmediği her halinden belli olsa da filmi esareti altına almış olan cinsiyetçi bakış açısına borçlu. Bunu tartışmak ise en az bu bilinçsiz tercihler kadar önemsiz ve de talihsiz.

Beyaz perdede bolca dizi, bazen standup gösterisi, kimi zaman da uzun video klipleri izleme şansına eriştiğimiz şu günlerde ortaya çıkmasının pek de şaşırtıcı olmadığı bir film Gelmeyen Bahar. Arz ve talep arasındaki kusursuz ilişki devam ettiği sürece son da olmayacağını iyi biliyoruz. Belki de bu sebeple, özelinde ateş püskürmek yerine genel tabloya bakıp daha uzun çıkarımlar yapmak en iyisi olacaktır.

G.D.O. KARAKEDİ (2013)

 

Yönetmen Murat Aslan Senaryo Şafak Sezer Görüntü Yönetmeni Ercan Özcan Yapım Setra Film /İlker Özcan Kurgu: Erkan Özekan, Sanat Yönetmeni: Rıza Doğan, Kostüm Tasarım: Özge Öztürk, Genel Koordinatör: Uğur Atukman, Uygulayıcı Yapımcı: Aslı Çökük, İdari Yapımcı: Süha Kılıç, Tamer Güven, Yardımcı Yönetmen: Serhat Çakılcıoğlu, PostProdüksiyon Sorumlusu: Nejla Tiryaki, Ses Tasarım: Levent İntepe, Afiş: Rodin Alper Bingöl, Dublör  Süpervizorü: Serkan Döner

Oyuncular: Şafak Sezer Gürkan), Volkan Başaran (Duran), Serkan Şengül (Orhan), Melisa Aslı Pamuk (Elmas), Demet Bölükbaşı, Durul Bazan (Psikopat), Erdem Akakçe ( Cengiz), Şener Kökkaya, Hamdi Kahraman (Hamdi), Seda Yıldız (Aybars), Server Mutlu, Cenk Kangöz (Cemal), Emel Müftüoğlu (Konuk Oyuncu), Erdoğan Tuncel, Halil Kumova, Serkan Döner, Musa Pekdemir,

Konu: Gürkan Güler, Balat’ın yerlisidir. Anne ve babası rahmetli olmuş olan Gürkan’ın, kardeşleri Duran ve Orhan’dan başka kimsesi yoktur. Üç kardeş babalarından kalan Balat’taki evlerinde bekar hayatı yaşamaktadırlar. Gürkan, erken yaşta kardeşlerinin sorumluluğunu üstlendiği için evlenememiştir. Gürkan ve Duran baba yadigarı ticari taksi ile dönüşümlü olarak taksicilik yapmakta, en küçük kardeşleri Orhan ise tezgahta pilav satarak eve katkı sağlamaktadır. Üç kardeş, zor yaşam şartlarında ayakta kalmak için mücadele etmektedir.

Duran, Elmas adında güzel bir kıza delicesine aşık olmuştur ve bu aşkı karşılıklıdır. Elmas’ın ailesi ise kızı zengin biri ile baş göz etme derdindedir. Duran, abisi Gürkan’a durumu anlatıp, Elmas ile evlenmek istediğini söyler. Gürkan, maddi durumlardan mütevellit D uran’ın isteğini rededer. Duran, mahalleden arkadaşı olan korsan taksici Hamdi’yi de yanına alarak, sevdiği kızı düğün günü kaçırır.

Orhan, her zamanki gibi tezgahını açmış, pilavını satmaktadır. Müşterilerine siparişi götürdüğü sırada mafyanın kuryeliğini yapan Cengiz ile çarpışır. Cengiz, yeraltı dünyasının önemli ismi Aybars’ın adamıdır ve üzerinde Aybars’a ait değeri paha ölçülemez elmas koleksiyonu vardır. Üzerindeki emanet yüzünden peşindeki sivil polislerden kaçmakta olan Cengiz, Orhan ile çarpıştığı sırada Orhan’ın önlüğünün içine, içinde elmasların olduğu babedi bırakır, geri geleceğini söyleyerek uzaklaşır. Sürekli zengin olma hayalleri kuran Orhan, ayağına gelen bu fırsatı değerlendirmenin yollarını aramaya başlar.

 

EVE DÖNÜŞ: SARIKAMIŞ 1915 (2013)

 

 Yönetmen Alphan Eşeli Senaryo Alphan Eşeli, Serdar Tanketin Görüntü Yönetmeni Hayk Kirakosyan Yapım Mars Entertainment Group/

Böcek Yapım/Ömer Faruk Sorak, Oğuz Peri Kurgu: Ömer Özyılmazer, Müzik Emre Dünda, Murat Uncuoğlu, Sanat Yönetmeni: Tural Polat, Kostüm Tasarım: Gülümser Gürtunca, Genel Koordinatör: Pelin Kaya, Uygulayıcı Yapımcı: Emrah Gamsızoğlu, Yapım Sorumlusu: Onur Çakır, Yardımcı Yönetmen: Simin Sinkil, Makyaj: Ahsen Gülkaya, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Ses Kayıt: Okan Selçuk,

Oyuncular: Uğur Polat (Saci Bey), Nergis Öztürk (Gül Hanım), Serdar Orçin (Onbaşı Sami), Muharrem Bayrak (Çoban Ali), Şevket Süha Tezel (Er Mahmut), Sıla Çetindağ (Zeynep), Myraslava Kostyeva Akay (Nihan), Şebnem Hassanisoughi, Miray Akay


Konu: I. Dünya savaşı sırasında Ruslara karşı yapılan, 109.274 askerin şehit düştüğü “Sarıkamış Harekatı” Osmanlı İmparatorluğu’nun mağlubiyeti ile sonuçlandı. Doğu Anadolu Bölgesi Ocak 1915 tarihiyle artık hiç kimseye ait olmayan, belirsizliğin ve karmaşanın hüküm sürdüğü bir yere dönüştü.

 

Ne Rusların, ne de Osmanlı’nın tam olarak sahip olamadığı, yönetim ve otoriteden yoksun bu bölgede kaderlerine terk edilen insanlar, kendilerini daha önce karşılaşmadıkları bir hayatta kalma mücadelesi içinde bulurlar.

Bakü’de görevli Hariciye Nazırlığı Kalem Müdürü’nün eşi Gül Hanım ve kızı Nihan, onlara Erzurum yolunda eşlik eden Hariciye Nazırlığı mensubu Saci Efendi, zorlu ve sert kış koşullarının hakim olduğu bu kimsesiz topraklarda yol alırken savaşın ortasında kalmış, harabeye dönmüş ve terk edilmiş bir köye ulaşırlar. Issızlığın ortasında ki bu köyde geçirdikleri ilk akşamlarında yalnız olmadıklarını öğrenirler. Birbirlerinden farklı, toplumunun değişik sınıf ve kültüründen gelen 8 insan, vahşi doğanın ve koşulların ortasında kalmış bu ıssız köyde dayanılmaz bir açlıkla baş ederken hayatta kalmanın peşinde ve eve dönüş mücadelesi ile karşı karşıyadır artık…

ERKEKLER (2013)

 

Yönetmen Faruk Aksoy Senaryo Faruk Aksoy, Yılmaz Okumuş, Hilal Çelenk Müzik Oğuz Kaplangı Görüntü Yönetmeni Mirsat Herovic Yapım Aksoy Film/ Faruk Aksoy, Servet Aksoy Ortak Yapımcı: Elif Aksoy, Faruk Metin, Yapım Koordinatörü: Özlem Tunç, Yürütücü Yapımcı: Ebru Aksoy, Kurgu: Erkan Özekan, Sanat Yönetmeni: Başak Çavdar, Kostüm Tasarım: Uğur Vural Kıvırcık, Yapım Amiri: Özgür Düşmez, Yardımcı Yönetmen: Gülçin Önel, 1. Yönetmen Yardımcısı: Silva Delioğlu, Reji Ekibi: Sedat İnci, Online Kurgu: Çağlar Özlek, Renk Düzenleme: Çağlar Özlek; Negatif Kayıt Çağlar Özlek, Makyaj Tasarım: Tuba Camkıran, Ses Miks: Serdar Öngören, Görsel Efekt Süpervizörü: Serkan Zelzele

Oyuncular: Ali Poyrazoğlu (Dr. Nazım), Asuman Dabak (Zerrin), Fikret Kuşkan (Adem), Güneş Emir (Hale), Fatih Ermiş, Yasemin Erkent , Ethel Mulinas Araf, Zehra İçöz,


Konu: Erkekler aşık olur, koca olur, baba olur ve sonra bir çuval inciri berbat ederler, denen filmde ‘Yaratılıştan mı böyleler, sonradan mı böyle oluyorlar! Erkeklerin tedavisi mümkün mü? Sorusunun cevabı 20 Aralık’tan itibaren ‘Erkekler’ filminde veriliyor.

 

ERKEK TARAFI: TESTOSTERON (2013)

 

Yönetmen İlksen Başarır Senaryo Kemal Aydoğan , İlksen Başarır , Mert Fırat Görüntü Yönetmeni Hayk Kirakosyan Yapım Eser Andrzej Saramonowicz Mars Entertainment Group / Kutu Film / Hazal Dut , Seyhan Kaya , Sevil Demirci, Muzaffer Yıldırım Kurgu: Ömer Özyılmazer, Sanat Yönetmeni: Baran Uğurlu, Yardımcı Yönetmen: Merve Özmutlu, Devamlılık: Özlem Ayçiçek, Afiş: Emre Erdem, Müzik: Taner Yücel , Okan Kaya , Ahmet Kenan Bilgiç

Oyuncular: Mert Fırat (Tankut), Timur Acar (Aliş), Metin Coşkun (Adem), Onur Ünsal (Korcan), Emre Karayel (Kamber), Cihan Ercan (Seçkin), Tuna Kırlı (Volkan),

Konu: Aşkı mantık mı, duygular mı, yoksa biyoloji mi yönetir? Her şey nikah salonunda evlenmek üzere olan gelinin salondaki konuklardan biriyle öpüşmesiyle başlar. Nikah salonu savaş alanına döner, kimin kime vurduğu belli değildir. Ortalık yatışınca kavganın tarafları olan farklı mesleklere ve karakterlere sahip 7 adam ünlü bir pop şarkıcısı olan gelinin neden kendi halinde bir bilim adamıyla olan ilişkisini nikah salonunda bitirmeye çalıştığını tartışır. Gece boyunca tek ortak noktaları olan “kadınlar” üzerinden konuşurlar. Kadınlarla olan komik hikayelerini anlattıkça zaafları ve zayıflıkları teker teker ortaya saçılır.

 Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Salihcan Sezer 22 Kasım 2013)

2008’de Oyun Atölyesi tarafından sahneye konulduğunda, kısa sürede büyük hit olurken; Kemal Aydoğan yönetimindeki başarılı ve şöhretli kadrosuyla, beş sene boyunca kapalı gişe sahnelerde resmen şov yaptı. İzleyenlere özgün eğlence ve kaliteli komedi vaat eden bu oyun, Testosteron; geçen sene yeni bir anlayış, reji ve ekiple sahnelendiyse de filme alınan, açıkçası biraz daha tutulan ilk versiyonu oldu. Ulaş Torun’un mevkisinde Cihan Ercan’ın forma giymesi haricinde as kadrosuyla oynayan takımı; beyazperde deplasmanında yöneten, kamera kenarında taktikler veren ve sahada çekip çevirense İlksen Başarır.

Evlilik gerçekleşmek üzereyken, iptal olan bir düğünün akabinde; çeşitli bağları bulunan yedi erkeğin hesaplaşması, kavgaları ve dostluğu üzerinden gelişen bir hikaye konu ediliyor Erkek Tarafı’nda. Sürekli geri dönüşleri bulunan bu ironik, komik ve ters köşelerle dolu hikayede yalnızca düğün anından 1 Kadın, 1 Erkek dizisini anımsatan bazı görüntüler gösterilmiş. Tiyatroda flashback teknik ve doğal zorlukları itibariyle pek tercih edilmez. Ancak sinemanın bu görsel niteliğinden, hikayeyi renklendirebilecek olanaklarından yararlanmamanın açıklaması ‘hayal gücümüzü kısıtlamamak’ mıdır? Muhtemelen bilinçli tercih olsa da; bu haliyle popüler bir oyunun seyircisiz, platformsuz, full hd dvd çekimini izliyor gibiyiz zaman zaman. Geçmiş hikayelerini anlatan oyuncuların yüzlerini ve ifadelerini takip ediyor; canlandırmasını yine biz zihnimizde kuruyoruz. Farklarsa çok küçük; sözgelimi şiddet anlarında, başlar sargılandıktan sonraki sahne geçişleri tiyatroda ‘blackout’la çözümlenirken, burada montaj görüyoruz. Bunun dışında alabildiğine, teatral hava korunmuş ve oyun içeriğine bağlı kalınmış. Hemen her tiyatrosinema uyarlamasında gördüğümüz mekan ve dış çekimle ilgili kritik kararları bu filmde de görüyoruz. Neredeyse tek mekan ve hiç dış çekim yok, farklı bağlantılar da kullanılmamış. Mesela eş ve hatta tanıdık/akraba sorunsalı, yalnızca bir adet telefon konuşmasıyla aradan çıkarılmış. Dolayısıyla ortada film senaryosu yerine, geliştirilmiş oyun teksti bulunduğunu söyleyebiliriz. Peki bu saydıklarım dert mi? Cevap tamamen öznel.

Filmin içeriğini, karakterlerini ve diyaloglarını; bazıları seksist bulacaklardır (tıpkı oyunu evvelden yorumladıkları gibi). Oysa metnin asıl derdi; toplumsal cinsiyetçiliği, mizoJinniyi ve ataerkil söylemi alaya almak, mizahını yapmak Özellikle ‘kadınlara nasıl davranılması gerektiği’yle ilgili bazı karakterlerin tutumlarının yüzeyselliğine gülmemizi bekliyor film. Ve ne iyi yapıyor! Belki testosteron yüzünden ‘anlaşılır’ kılıyor ama bu yüzeyselliğe onay vermeye yahut (içten içe) desteklemeye koca bir asla. Hatta bu ayrımı belirginleştirmek için mesela baba karakterine ırkçı sayılabilecek öğeler ekliyor ki; onun zihniyetinin sakilliğini ve saçmalığını daha net algılayabilelim. Burada da asıl krediyi Andrzej Saramonowicz’in Mitos Boyut’un dilimize kazandırdığı basılı metne vermek gerek. Şu ana dek, okuduğum en komik oyun Testosteron. Üstelik bunu ‘kadın karşıtı’ bir kimlik üzerinden kesinlikle yapmıyor. Aksine ‘erkek’lik hallerine karşı bayağı tavırlı. Cinselliğe bakışı oldukça sığ, kararlarının neredeyse tamamını hormonları doğrultusunda veren bir grup üzerinden; erkek olmanın zorluklarına, güven, sadakat ve sevilme sorunlarına, erkek/kadınbaba/oğul gibi ilişkilerin kırılgan yapısına ve her şeyden öte testosterona karşı çaresizliklerine değiniyor. Film de yönetmenin becerileri nedeniyle aynı tavrı koruyarak karanlık, tehlikeli sulara hiç dalmıyor. Tiyatrosinema arası mecburi samimiyet farkı da en aza indirilmeye çalışılmış. Bununla birlikte ortaüst sınıf karakterlerinin kalifiye mesleklerinin ve özgün teorilerinin bir araya geliyor, hatta birbirlerini tekrarlıyor olmaları için özel tiyatro mantığında uygundur denilebilir. İş beyazperdeye geldiğinde ise sıva pek tutmuyor; isimler ve yerler değişse de, mot a mota yakın çeviride kayıp gözüküyor. Dolayısıyla iç piyasanın bayıldığı ‘bizden’ vasfının düşük oluşu, kehanetimce sinemada da büyük hit olabilecek bu eserin gişesine olumsuz etki edecektir.

Erkek Tarafı’nın çok ağır bastığı bazı şeyler var; Tolga Çebi’nin defalarca dinlenebilen, harika müzikleri ve oyunculuklar. Küçük farklarla sırasıyla Onur Ünsal, Mert Fırat, Tuna Kırlı muhteşem. Metin Coşkun tekliyor mu derken, taklit sahnesinden itibaren performansını yükseltiyor. Emre Karayel rolünü pek parlatamamış ve Timur Acar ile Cihan Ercan rolleri gereği biraz geri planda kalmış olsalar da hepsi gayet iyi.

Bir takım eksiklerinin beklentilerle yakın ilişkisinden dolayı filmin genelini kurban etmek adil değil. Eser de, sahnelemesi de yüksek kaliteye sahipken; böylesi uyarlamaların sorumluluğunu üstlenmenin de bir çok çapraz eleştiriyi beraberinde getirebileceğini akılda tutmak gerek. Dolayısıyla büyük resimde küçük detaylara takılmamaya gayret ederek bitirilebilir ki; enerjisi, coşkusu ve sıcaklığıyla Erkek Tarafı, kanımca Türk Sineması’nın son yıllardaki en eğlenceli komedisi.

EL-CİN (2013)

 

Senaryo ve Yönetmen Hasan Karacadağ Görüntü Yönetmeni Bahadır Eren Yapımcı Hasan Karacadağ Kurgu: Gürcan Cansever, Sanat Yönetmeni: Sumru Aytaç, Yardımcı Yönetmen: Gül İrem Kula, Reji Koordinasyon: Sevtap Salbacak, 1. Yönetmen Yardımcısı: İlker Çanga, Reji Ekibi: Kurtuluş Yiğit Demiralp, Focus Puller: Tahir Canlı, Steadicam Operatörü: Akın Çakır, Renk Düzenleme: Çağlar Özlek, Negatif Kayıt: Çağlar Özlek. Işık Şefi: Recep Bayburt, Işık Şef Yardımcısı, Serkan Yılmaz, Sanat Asistanı: Talha Almaz, Aylin Rahşan Telli, Makyaj : Nurhayat Özelçi, Gülşah Hıdımoğlu, Kuaför: Dinçer Kaya, Ses Operatörü: Serhat Seyis, Prodüksiyon Amiri: Yıldız Uysal

Oyuncular: Fulya Zenginer, Serdal Genç, Oğuzhan Yıldız, Hande Kaptan, Alper Kadayıfçı, Sevinç Erol, Elif Erdal, Çetin Yeltekin, Hakan Bozyiğit,

Konu: İstanbul Şile'de bir kız çocuğu bilinmeyen kişiler tarafından tuhaf bir şekilde kaçırılır. Aynı ilçede yaşayan ve kayıp çocuk olayıyla hiçbir ilgisi olmayan beş üniversite öğrencisi gündelik yaşamlarına devam ederken, kaçırılan kızla ilgili aniden doğaüstü olaylar yaşamaya, ürkünç görüntüler görmeye ve kendilerini Büyü, Ayin ve benzersiz bir Lanetle kuşatılmış olarak bulurlar. İlk başta anlamlandıramadıkları bu korkutucu olaylar, kendi aralarında tartışmalara sebep olur. Kayıp küçük kızı ve ailesini tanımadıklarını iddia eden bu beş genç, neden bu olayları yaşamaktadırlar? Küçük kız neden kaçırılmıştır, nerededir? Yoksa bu beş arkadaştan biri şeytanın ta kendisi midir? Dehşet gitgide artarken gizledikleri sır onları, insanlık tarihinden de eski, cinler aleminin ve Azrail yokuşu denen boyut kapısının eşiğine getirir. Gençler, ölümden daha korkutucu olan bu eşikten kurtulabilecekler midir? Azrail Yokuşuna gizlenen cüzzamlı sır nedir? Suçlu kimdir?

EKSİK SAYFALAR (2013)

 

 Yönetmen Ozan Çobanoğlu Senaryo Ozan Çobanoğlu, Berkay Berkman, Saygın Ersin Müzik Gürkan Çakıcı Görüntü Yönetmeni Hayal Aslan Yapım İlter Yapım Sanat Yönetmeni: Soydan Kus, Yapım Koordinatörü: Erd
al Koç, Yapım Ekibi: Murat Toker, İsmail Arıcı, Yardımcı Yönetmen: Mustafa Uzman, Reji Koordinasyon: Gül Özer, Reji Ekibi: Merve Çolak, Bircan Biricik, Umut Serden, Kamera Asistanı: Yakup Aslan, D.I.T. Operatörü: Savaş Bayrıdost , Negatif Kayıt: Çağlar Özlek

Oyuncular: Hüseyin Avni Danyal, Tolga Güleç, Tuvana Türkay, Kaan Çakır, Ozan Çobanoğlu, Soydan Soydaş, Sanem İşler, Ferdi Dalkılıç, Ebru Şahin, Demiray Acıdemir

Konu: Sekiz üst düzey yönetici, dolandırıcılık suçlarıyla yargılanmaktadırlar. Bu yargı sürecinde, bir gün kendilerini daha önce hiç görmedikleri bir ofiste bulurlar, kendini "Patron" olarak tanıtan gizemli bir adam onlara hayatlarında daha önce karşılaşmadıkları gerçeklerle yüzleştirecektir.

Bu gerilim dolu günlerde hayatta kalmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaya razıydılar artık. Son derece teknolojik olan bu ofis, sekiz çalışanını hiç bir yere bırakmak niyetinde değildir Aksiyon ve gerilim dolu günler başlamıştır artık. Nerdeler? Şimdi ne olacak? Gizemli Patron kim?, Kimler yalancı? Kimler masum? Kimler suçlu? kimler suçsuz?'... Akıl sınırlarını zorlayan bu sorular, birbirinden ilginç sürpriz finallerin habercisi olacaktır.

DÜĞÜN DERNEK (2013)

 

   Senaryo ve Yönetmen Selçuk Aydemir Görüntü Yönetmeni Türksoy Gölebeyi Yapımcı BKM Film/Necati Akpınar, Erdal Bali Uygulayıcı Yapımcı: Fatoş Sevinç, Müzik: Aytekin Ataş, Kurgu: Çağrı Türkkan, Sanat Yönetmeni: Veli Kahraman, Yapım Amiri: Erkan Gültekin, Yardımcı Yönetmen: Vedat Uyar, Reji Koordinasyon: Nazlı Sultan Kesici, 2. Kamera Asistanı: Sercan Sert, Kameraman: Gürol Beşe
r, Focus Puller: Yakup Algül, Ziya Kasapoğlu, Işık Şefi: Kadir Yazıcı, Ses Kayıt: Levent İntepe, Cast Direktörü: Mine Güler

Oyuncular: Ahmet Kural, Murat Cemcir, Rasim Öztekin, Barış Yıldız , Zerrin Sümer , Kemal İnci, Devrim Yakut, Binnur Kaya


Konu: Dört yakın arkadaşın kafa kafaya verip imece usülü bir düğün yapmaya çalışması ve bu süreçte beklenmedik durumlarla karşılaşmasını konu alan BKM yapımı komedi filminin senaryo ve yönetmenliği Selçuk Aydemir'e ait.


u Baştan söyleyelim; uzatmanın ve lafı dolandırmanın bir anlamı yok bu film, kendine 

nuna kadar mimikleri, fizik oyunculuğu yani şekilden şekle soktuğu bedeni ile bir Ahmet Kural gösterisi…

Sıvas’lı İsmail’ in oğlu Tarık Letonya’lı Monica ile evlenecektir. İsmail Esenyurt’ da yaşayan kankaları tüpçü Fikret (Ahmet Kural), Çetin (Murat Cemcir) ve öğretmen Saffet’i de işin içine sokarak bu düğünü baba olarak yapmaya girişir. Ama aksilikler peşini bırakmayacaktır.


Aslında bir uçak mühendisi olan yönetmen Selçuk Aydemir; “Çalgı Çengi” ve  ”İşler Güçler” de de Ahmet Kural ve Murat Cemcir’ le çalışmış ve hitap edeceği seyirci popülasyonunun fizibilite çalışmasını önceden yapmıştı. İşte “Düğün Dernek” bu fizibilite çalışmasının doğru yapıldığını ve bu tarzın seyircisinin olduğunu kanıtladı. Zaman zaman bel altı sokak dilinden beslense de irrite etmeden, akılcı espriler ve başarılı beden dili ile samimi komik karakterler yaratarak filmin başarılı olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu stilde filmlerde sinemada izleniyormuş. Her zaman kontrolsüz ve sınırsız bel altı ile komik olmaya çabalayan bir Recep İvedik olmak gerekmiyormuş !


Açıkçası film “İşler Güçler” dizi yönetmenliğinden kalma olacak, estetik bazı kusurlar barındırmakta.  Ama bana kalırsa başında sonuna kadar sıkmadan ve yormadan sizi perdede tutan ritmi ile bunu kapatmayı başarmış.  Düğün Dernek’ de yan roller ve özellikle gözümüzün alışık olduğu Rasim Öztekin’ in dengeli ve başarılı komedi oyunculuğunun da katkısı ile tempolu ve ziyadesiyle komik dakikalar sizi bekliyor. İşler güçler’ de ki alışkanlıklarımızdan olacak Sadi Celil Cengiz nereden fırlayıp çıkacak diye beklesek de o bu filmde yok. Ama ikili onu aratmayacak bir oyunculuk sergilemiş. Ve artık Ahmet Kural’ ın mimik kullanımında ülkemizin en iyilerinden olduğunu söyleyebiliriz. Yüzünü ve bedenini sizi şaşırtacak derecede esnetebilen bir oyuncu Ahmet Kural ve filme damgasını vurmuş.


Konuk oyuncular da sağlam isimlerden seçilmiş. Emel Sayın’ ın tatlı katkısı ve Sırrı Süreyya Önder’ in kısa ve başarılı küçük oyunculuğu ile de taçlandırılan filmi mutlaka izleyin derim…