Senaryo ve Yönetmen Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş Kurgu Ali Aga
Oyuncular:
Melik Saraçoğlu (Melik), Bilgin Saraçoğlu (Anne), İsmail Saraçoğlu (Baba), Öykü
Altuntaş (Öykü), Orhan Saraçoğlu (Büyükbaba), Hakkı Kurtuluş ( Hakkı), Ahmet
Saraçoğlu ( Erkek Kardeş),
Konu: Lyon ve Viyana
üniversitelerinde aldığı sinema eğitiminin ardından arkadaşı Hakkı Kurtuluş ile
sinema dünyasına atılan Melik Saraçoğlu, Bergmanya’ya Yolculuk’un ardından bu
sefer sıra dışı bir konu ve çekim planlarına sahip filmi ‘Gözümün Nuru’ ile seyirci
karşısına çıktı. Genç yönetmen, Hakkı Kurtuluş ile birlikte yazıp yönettiği
sinema filminde, çocukluğundan itibaren başlayan ve ailesinde de genetik bir
hastalık olarak göze çarpan ‘retina dekolmanı’ hastalığını ve tedavi günlerini
komik bir dille anlattı.
Üniversite yıllarında ardı ardına
geçirdiği iki retina dekolmanının ardından kör olmanın kıyısından dönen ve kırk
gün boyunca gözleri bandajlı bir şekilde yüzükoyun yatmak zorunda kalan
Saraçoğlu, bu süreci tiye alan filminde, annesini, babasını ve abisini de
kamera karşısına ge çirdi. Saraçoğlu’nun tedavi günlerinin geçtiği kendi evinde
çekilen ve senaryodaki özgünlüğü ile sıra dışı kurgusuyla dikkat çeken yapımın
galası, 20. Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Ulusal Uzun
Metrajlı Film Yarışması’nın en güçlü adaylarından birisi olan film, Cinemaximum
Adana’daki gösteriminde ayakta alkışlandı. Gösterimin ardından, teknik ekip ve
aralarında anne, babası ve abisinin de olduğu oyuncu kadrosu ile sahneye çıkan
Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş ile seyircilerin sorularını yanıtladı.
Ödüller
20. Adana Altın Koza Film Şenliği2013
► En iyi film
► SİYAD en iyi film ödülü
► En iyi senaryo
► En iyi kurgu
Yerli sinemamız
dâhilinde yeni bir damara ihtiyaç duyduğumuz ortada. Zira minimalist yönelimin
ödül bazında ‘her şey’e dönüştüğü bir kısır döngüde ‘yaratıcılık’ beklemek
ikinci ya da üçüncü plana atılmış gibi görünüyor. Oysaki sıklıkla mizahıyla
övünen ve sıradan bir insanın yaşamını sürdürebilmesi adına bile ‘yaratıcılık’
talep eden bu topraklardan tazeleyici bir sinema beklemek ‘tuhaf’ olarak
addedilemeyecektir. Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un ikinci uzun metrajlı
filmi Gözümün Nuru, ‘yaratıcı’ fikirlerle yola çıkan ve yaşamın satır
arasındaki kimi mevzulara temas eden, tespitçi ve otobiyografik bir deneme… Ne
kadar iyi yahut kötü olduğu tartışılır ancak en azından sinemamız dâhilinde
yeni bir şeyler vadettiği tartışılmaz.
Gözümün Nuru, filmin
iki yönetmeninden biri olan Melik Saraçoğlu’nun hayat kesitine odaklanıyor;
Saraçoğlu’nun gözüyle/görme duyusuyla ilgili yaşadığı kimi sıkıntılar üzerinden
bir sinemacının kâbusunu mesele ediyor. Bu sıkıntılı hal, filme hem ‘görme’ duyusunun
sağladığı geniş bir alan tanıyor hem de meseleyi hem absürt hem de duygusal bir
şekilde ele alabilmesi adına fırsat tanıyor. Melik’in yaşadığı depresif süreç,
iki yönetmenin öğrencilik hayatından başlayarak ailevi dünyasına kadar varan
bir yeniden canlandırmanın fitilini ateşliyor ve izleyeni yeniden yorumlanan
bir gerçekliğe/absürtlüğe şahit ediyor.
Melik Saraçoğlu ve Hakkı Kurtuluş’un işin
içine kendilerini de katarak bina ettikleri dünyanın, kaba tabirle, kafası
oldukça rahat. Kendileriyle ve temas ettikleriyle dalga geçerek ellerindeki
malzemenin içeriğinde bolca bulunan dramayı hafifleştiren ikili, sinemamızda
pek de rastlamadığımız türden bir lezzetin peşine düşüyorlar. Bunun fikirsel
aşamada oldukça takdire şayan olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Zira kesinlikle
‘herkese göre’ olmayan mizah bir bölüm seyirci nezdinde işliyor ve bu sayede
yönetmenlerin amacı belirgin hale geliyor. İkiye bölünen seyirci farklı
kulvarlarda seyahat ediyor. Zira tam bu aşamada bir soru, kendi kendine
ortalıkta gezinmeye başlıyor. Aynı filmden ‘otobiyografik’ tınıları
attığımızda; gerçeklik bir an için yok farz edildiğinde geriye ne kalıyor?
Gözümün Nuru, kalkıştığı işin içerdiği
riskin farkında olduğu için ilk anından itibaren kendini samimi kılmak adına
çabalıyor. Gözünü kaybetmek üzere olan yönetmenin ‘sömürü’ potansiyeli taşıyan
hikâyesi, türlü ‘şebeklikler’ ile ‘ciddi’ olmaktan kaçınıyor. Bu esnada da
sürekli olarak filmin ‘amatör’ ruhunu destekler hamlelerde bulunuyor;
görselliğini sınırlıyor ve küçük kalmayı yeğliyor. ‘Sinema sevgisi’ ve ‘sinema
yapmanın sevgisi’ filmin her izleyene cazip gelebilecek damarını
oluşturuyorlar. Uzun lafın kısası, film kendini sevdirebilmek adına çok fazla
gülümsüyor ve samimi olduğunu vurgulama arzusu, asıl peşinde olduğu kavramı,
yani, ‘samimiyetini’ zedeliyor.
Sinema sevgisi mevzusu, uzaktan bir
‘sinefil filmi’ olarak yansıyan Gözümün Nuru’nun itici kuvveti şüphesiz. Lakin
filmin bu derin deryadan da dikkat çekici bir yaratıcılıkla çıktığını söylemek
zor. Lumiere’den Pelin Esmer’e değin varan referanslar bir türlü doygunluğa
ulaşamıyor; hep sığ sularda kalıyorlar. Bütün bu sorunlara ek olarak, filmin
kendine güvenini sesli bir şekilde ifade eden ‘dış ses’ hem dramatik hem de
mizahi yapıyı anbean zedeliyor. Kısa sürede filmin ‘doğal’ komikliğinin
frenleyeni haline gelen dış ses kullanımı, sinemayla ifade edilmesi gereken
duyguların özetleyeni niteliğinde…
Ne kadar iyi yahut kötü olduğu, bir yazı
üzerinden değil; filmle kurulan bağ üzerinden değerlendirilebilecek Gözümün
Nuru’nun tüm eksiklerine rağmen belli ölçülerde ilgiyi hak eden bir çaba
olduğunu da görünür kılmak gerek. Zira Melik Saraçoğlu, Hakkı Kurtuluş
ikilisinin bu eforunun sinemamızda bir emsali yok. Sadece bu açıdan bile
Gözümün Nuru’nu umudun kendisi haline gelmese de umut veren bir iş olarak
niteleyebiliriz. Sinemamızın kendisiyle dalga geçen, izleyiciyle arasına
duvarlar örmeyen, ‘açık’ yönetmenlere ihtiyacı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder