Powered By Blogger

28 Nisan 2015 Salı

KÖROĞLU (1944)

Yönetmen Refik Kemal Arduman,
Senaryo
Muharrem Gürses,
Operatör
Baha Gelenbevi , Cezmi Ar , Menasi Filmediris
Yapım
Ses Film/Necip Erses
Yönetmen Yardımcısı:
İhsan Tomaç,
MüZik: Sadi Işılay

Oyuncular: Mümtaz Yener, Haşim Evci, Gülistan Güzey, Kadri Ögelman, Sezer Sezin, Avni Dilligil, Nebile Teker


► Şimdi Köroğlu filmini merakla bekleyebili-riz. Bu film bize, ya yıllardan beri gölgede kalan hakikati meydana çıkaracak veya onu yine eski rollerine terkedecek. Bu bakımdan Mümtaz Ener'e büyük bir iş düşüyor.


Köroğlu'nda bütün kabiliyetle, herşeyle oynamak ve seyirciye yaranmak. Bunu yapabileceğini temenni edelim. Bu sayede Mümtaz, kendi mevkini bulurken, sanat hayatımız da birinci sınıf bir artist kazanmış olur.


► Bir film çevriliyor.Dertli Pınar, Deniz Kızı filmlerini meydana getiren Ses stüdyosu yeniden iki film hazırlatmakla meşguldür.. Bunlardan biri "Köroğlu”dur. Bu filmin dış sahnelerini çekmek için bir kafile İnegöl'ün Cerrah köyüne yirmi gün kaldı. Bu seyahate ait görüşlerini filmde teknik asistanlık' yapan Baha Gelenbevi'nin ağzından dinleyelim;


Size ilkin filmin üzerinde çalışan eşhası tanıtayım: Baş rolü Şehir Tiyatrosu'ndan Mümtaz Ener oynuyor. Rejisör yine Şehir Tiyatrosu'ndan Refik Kemal Arduman' dır. Süpervizör'lüğü, İpek Film'de birçok filmlerin operatörlüğünü yapmış olan Cezmi Ar yapıyor. Senarist Muharrem Gürses, musikisini Sadi Işılay üzerine aldı. Operatörü Manasi Filmeridis, makiyaj Kadri Ögelmanda, Resimler ile de Foto Şehir uğraşıyor. Efendim bizim Cerrah köyü seyahatimiz bir alemdi. Refik Kemal Arduman burada hakikaten gayet centilmen bir rejisör rolünde idi. Terbiyesi onu hiddetlendiği zaman bağırmaktan alıkoyuyordu ama, hıncını boynundaki düdüğü habire öttürmekten almasına da kimse mani olamıyordu.


Atlılara çevirtilen sahneler onu bir hayli üzdü.'Malum ya, gemideki kaptan ne ise filmde de rejisör odur. Filmin ve yanında çalışanların her şeyinden mes'ul dür. En ufak bir kaza tehlikesi onun dakikalarca yüreğini oynatıyor, yüzü altüst oluyordu: Vakıa kimseye mühim bir şey olmadı, hiç birimiz hastaneye düşmedik ama, eğer bu dış sahneler daha birkaç gün uzasa idi, zannederim ki, centilmen rejisörümüzün kendisi üzüntüden yatağa düşecekti. Arkadaşların rivayetine göre bu seyahatte ben de bir 'hayli rol oynamışım. Beni Spencer Tracy'nin çevirdiği "Iki Yüzlü Adam" a benzetenler oldu. İş dışında her şeyin bir hoş tarafını buluyordum.


Yediğimiz yemekten, yattığımız yere kadar her şeyden memnundum. Ama gel gelelim, iş esnasında pek farkında değilim ama bir titizleniyor, bir aksileşiyormuşum ki. sormayın. İşte herşeyden, bulutlardan; güneşten, filmi çeken makineden, makyajdan, sözün kısası her şeyden şikayet ediyor, mızmızlaşıyormuşum. Bu aksiliğim bazan o kadar ileri gidiyormuş ki, beğendiğim şeylere bile itiraz ettiğim oluyormuş. Söz aramızda işin bu tarafının ben de farkındayım ama, bir kere ismim titize çıkmış, bunu da değiştirmektense öyle kalması daha çok işime geliyordu.

Bu filmin bir adsız kahramanı var. Hiç olmazsa ondan burada bahsedeyim. Adı Burhan Uskan'dır. Filmin en yorucu sahnelerini o çevirdi. At üzerinde yapılan bütün canbazlıkları, kayalardan yuvarlanmaları, döğüşleri hep o yaptı. Öyle zamanlar oldu ki bizim Burhan döğüşün heyecanına kapılıyor, sahnenin çekilmesi bittiği halde karşısındakini hala tartaklamakta devam ediyordu onu güçlükle ayırabiliyorduk.
Köyde hepimiz muayyen vazifelerimizden başka munzam işler de almıştık. Bizim makyajcı Kadri'ye de eczacılık düşmüştü. Kadri iş esnasında kendisine garip bir kıyafet bulmuştu. “ Plaja gitmeye belki vakit bu lamam fırsat,bu fırsat iken bari yanayım," diye çıplak vüçutla ayağına geçirdiği beyaz bir şortla geziyordu.
Bir gün kalabalık bir döğüş sahnesini çeviriyorduk. Yanımıza koşa koşa bir köylü ço-cuğu yanaştı


" Ağabey, "dedi. "Diha şuradan doktoru istiyorlar. ..-
.. Hangi doktoru, diye sorduk. Burada doktor yok ki.. - "
Yok olur mu?" Biraz ilerde duran Kadri'yi gösterdi: ..
Nah işte donlu doktor. Onlar isterler! . - .. O günden sonra Kadri'yi hep bu isimle çağırdığımızı ilaveye lüzum yok sanırım. Bu yolculukta en çok sıkıntı çeken fotoğrafçı Miço oldu. Zavallıyı bir dakika rahabırakmadılar. Miço'nun midesi bir gün düzelemedi. . Söz aramızda o midenin yerinde ben de olsam düzelemezdim. Çünkü Miço bizim yemeklerimizden umumiyetle heo ikişer porsiyon yer, yemek aralarında hararet bastırmak için cacık içer, bunun salatalarını az bulursa, ayrıca bir hıyar daha soyar.


İştihası açılmışken kapamak günah olacağından nereden eline geçirdiğini bir türlü keşfedemediğimiz erik pestilini yer Erik faslı açılmışken dağlardaki çakal eriklerinden avuç dolusu atıştırır, sonra başlayan mide ağrılarını dindirmek için, üç şişe gazoz içerdi. Bütün bu işlerden sonra zavallıcık bir parça uzanmak istese, hemen kaldırırlardı.


Partinin en sükutisi kimdir? diye soracak olursanız, tereddütsüz Cezmi Ar'dır diye cevap veririm. Sık sık köy meydanında, altında oturduğu çınarın bile onun sükutunden çatlayıp, orta yerinden ikiye ayrıldığını arkadaşlar rivayet ediyorlar
Bu seyahat esnasında ağıza alınması adeta yasak olan bir kelime vardı: “Mana“ Herhangi bir sözün arasında: Bunun manası şudur, demeye kalmadan, biraz ileriden şiddetli bir: Efendim . sesi duyulur ve film operatörü Manasi ortaya çıkardı. Bu sebeple üç hafta kadar süren yolculuğumuzda .. mana .. kelimesini kullanmamaya karar verdik. Bu yüzden her şeyin manasını izaha pek meraklı olan senarist Muharrem Gürses konuşurken 'bir hayli güçlük çekti. İşte size bir filmin dış sahneleri arasındaki bir, iki hususi sahnecik.. (Rakım Çalapala - Yıldız, 15 Temmuz) 1945, Sayı: 156 Cilt: 13 )


Nermin kabul etmez. Bir süre sonra Reşit in şöhreti hızını kaybeder. Nesteren le birlikte olur. Nesteren de Reşit i terkeder. Nermin barda çalışmaya başlar. Reşit sonunda Nermin in ısrarı ile köyüne döner.


 Filmciliğimizde en acınacak nokta, bu işe her girenin en baştan başlayışı, yani kendisinden evvel bu alanda çalışmış olanların tecrübelerinden istifade edip işi onların getirdiği noktadan ileri doğru götürmeyişleridir. Son zamanlarda gördüğümüz, yerli filmlerde bizi en çok üzen bir takım pek iptidai ve basit hatalara düşüşlerdir. Şimdiye kadar en çok film çevirmiş rejisörümüz olan Muhsin Ertuğrul'dan, hiç değilse kendi tecrübelerinden bol bol istifade edeceği için, böyle bir gerileme beklenemez. mevzuu biliyoruz. Artistleri tanıyoruz. Rejisör malumunuz. İmkanlar da meçhulümüz değil


HÜRRİYET APARTMANI (1944)

Yönetmen Talat Artemel
Operatör
Kriton İlyadis
Senaryo
Sedat Simavi
Yapım
Ses Film/Necip Erses

Oyuncular: Gülistan Güzey, Suavi Tedü, İsmail Galip Arcan, Şaziye Moral, Reşit Gürzap, Nezahat Dilligil (Tanyeri), Nevin Aypar, Mümtaz Ener, Sezer Sezin, Sami Ayanoğlu, Necdet Mahfi Ayral, Reşit Baran

KONU: Meşrutiyetin ilanı sıralarında II. Abdülhamit'in jurnalcilerinden Arif Paşa, konağında karısı Afet Hanım kızı Leyla ve manevi evladı soyu sopu belirsiz fakat asil bir genç olan Kamuran ile yaşarlar. Leyla ve Kamuran itiraf edemedikleri bir aşk yaşarlar. Leyla, Kamuran'dan kendisini babasından istemesini beklerken, Kamuran da bu istekte bulunmak için bir an önce ." Darül Fünun'u bitirrnesi beklemektedir. Bu arada doğru dürüst bir eğitimi dahi olmayan. babasının asaleti ile övünen züppe Firuz Bey, Leyla'ya talip olur; hem Arif Paşanın konağına kapılanmak hem de bir sefarette iş kapabilmek nivetindedir. Kamuran sınavlarını verip mezun olmuştur. İki gencin durumunu bilen Leyla'nın dadısı Kamuran’ı Leyla'yı istemesi için teşvik eder, Paşa ve karısı bu durumu hoş karşılamazlar ve Leyla'yı Firuz ile nişanlarlar. Meşrutiyet ilan edilir ve Paşa tüm nüfuz, iktidar ve servetini .kaybeder, elde kalan bir kaç parça emlağı, Kamuran paraya çevirerek paşaya bir apartman alır ve adını Hürriyet Apartnı koyar. Kamuran'ın iyilikleri üzerine Paşa, Vivana sefaretine tayin olduğu günden beri Leyla’yı arayıp sormayan Firuz’dan vazgeçip tekrar Kamuran'a vermeyi düşünür. Paşa gidince sefaretteki görevi de biten Firuz parasız pulsuz İstanbul'a döner, metresi Froso ıle yaşar bir gün Paşaının bir apartman sahibi olduğunu öğrenir ve hemen oraya gider, eski damadını karşısında gören Paşa, Kamuran'ı unutup kapıları Firuz'a açar Leyla'nın da Firuz’a muhabbeti olduğunu sanan Kamuran, Hürriyet apart-manını terk eder, bu ara Paşa'nın karşı koymasına rağmen apartmanı sigorta ettirmiştir, giderken, dalgınlıkla sisgorta poliçesini de beraberinde götürür, bunun farkına varıp döndüğünde apartmanın yanmakda olduğunu görür, hemen po1içeyi Paşa'ya verir, bunun hesaba dayanan bir şey olduğu kanaati ile Paşa Kamuran'ı kovar, Kamuran ümitlerini bitiren bu olay üzerine, ayrılırken Leyla'nın alevler arasından kendine geldiğini görür, iki sevgili, "bu karanlık alemden avdınlığa ve daha mesut, daha doğru bir dünvaya, hürriyete feyiz dolu bir cumhuriyete ve ebedi demokrasiye doğru yol alırlar."(Orhan Ünser, “Kelimelerden Görün-tüye” syf, 16)


► Türk filmi nasıl olmalı? Yıllardan beri bu mesele üzerinde münakaşa eder dururuz. Tarif eder, anlatırız. Fakat bir türlü anlaşamayız, anlatamayız. Çünkü aradığımız, Frenklerin "Mahalli Koku" dedikleri şeydir. Koku tarife sığar mı? Olsa olsa o kokuya yakın bu kokunun adını söyleyeceksiniz. Fakat yine yalan yanlış olacak. İşte Türk filmlerinde de "bizden!" diye aradığımız mevzu, söz, saz, kıyafet, tavır, düşünüş, zevk, nükte... Kısaca bizim cemiyetimiz, bu filmde görülebildi. Hürriyet Apartmanı filmciliğimizde o kadar büyük bir zafer ki, ne kadar övülse, ne kadar söylense, alkışlansa az olur.


Bu filmde emsalsiz bir başarı elde eden Şaziye Moral'ı tebrik etmeden, rollerini çok iyi oynayan Reşit Gürzap ve Necdet Ayral ile Nezahat Dilligil'i alkışlamadan geçe

mem.

Galip Arcan biraz fazla teatral oynamasa daha iyi olacaktı. Suavi Tedü şle Sami Ayanoğlu gibi onun notu da orta ile iyi arasındadır. Bilhassa Hürriyet'in ilanı kabul edildiği zamanki telaşı, heyecanı, korkusu kafi değil!.


Gülistan Güzey'e gelince; o bazı yerlerde iyi, bazı yerlertde zayıf. Belli ki, tecrübesi artarsa daha iyi oynayabilecek. Bereket versin rolü eski devrin kapalı konak kızlarından birisidir. Pek göze batmıyor. Bu filmin en muvaffakiyetli bir noktası müziğindedir. Alaturka kısmları Sadi Işılay, alafranga montajını Muhiddin Sadak yapmış ve her iki müzik de erini bulmuş, oturmuş. Sanatkarlarla iyi çalışma imkanları verdiği için Ses Film müessesesi sahibi Necip Erses'e teşekkür etmeyi yerinde buluyoruz. (Rakım Çalapala, Yıldız 1 Ocak 1946)


HASRET (1944)

Yönetmen Faruk Kenç
Senaryo
Mualla Kenç
Operatör
Kriton İlyadis
Müzik
Münir Nurettin Selçuk
Yapım
İstanbul Film Faruk Kenç


Oynayanlar: Münir Nurettin Selçuk, Oya Sensev, Talat Artemel, Müfit Kiper, Refik Kemal Arduman, Vedat Karaokçu, Emin Kalaycı, Reşit Baran,


KONU: "Hasret iyi ve fena taraflarını dngeleyebilen bir eser oldu. Bilhassa eldeki malzeme ve teknik imkan darlığına rağmen çekiliş bakımından, ilerisi için az da olsa bir şeyler vadetmektedir. Yalnız, keşki filmin başında yazılan mevzunun hakikiliğine sadık kalınmasa idi de, sonunda sadece büyük babanın gözlerini kaybetmesiyle kalınsa idi. İstanbullu bestekar köyden ayrılırken, genç kızla nişanlısının, dedelerini elinden tutarak onu uğurlamağa çıkmaları, filmde çok daha iyi hava verirdi, zannediyoruz.

► Bu yazıyı tenkit mahiyetinde yazmıyorum. Maksadım sadece intiba ve düşüncelerimi kaydetmektir. Hasret filmi yerli film sanayimizin arık ve kurak hayatı içinde gösterilen bir gayret hamlesinin mahsulüdür. Her şeyden önce bu noktayı takdir etmek ve takdirle karşılamak bir vicdan borcudur. “Tenkid” e gelince: Bu, herhalde bir film yapmaktan daha kolaydır. Hele Hele Amerika ve Avrupa film pazarından gelen ve bilgi, zevk ve para gibi muazzam sermayelerin mahsulü olan şaheserleri her gün görüp örnek aldıktan sonra bu işi herkes Yapabilir.

Burada marifet bu değildir. Göz kamaştırıcı, muhteşem örneklerin yanında bizim binbir vasıtasızlık ve binbir zorluk içinde sadece heves, sevgi ve biraz Da görgü ile yaptığımız filimleri Mukayeseye kalkışmak haksızlık ve insafsızlık olur. Böyle bir deneştirmeyi Şu misalle izah edelim.


Farzedinki oturduğumuz fakirhanenin karşısında, mükellef bir konakta oturan çok zengin ve kalabalık bir aile var Bu çocuklar iyi beslenen iyi büyütülen gürbüz çocuklardır. Süslü püslü giyinip kuşanan uşaklar, hizmetçilerle mekteplerine gidiyorlar. Biz de kıt kanaat geçinen, kendi yağiyle kavrulan bir ailenin babasıyız. Darıdünyada biricik evladımız var. Kansız, cılız bir yavrucağız. Evimi-ze gelen bir misafir karşıki zengin ailenin gürbüz çocuğu ile bizimkini mukayese ede-rek:Aman sizin oğlan ne sıska, ne çirkin şey.. Halbuki bakın, evlat dediğin şu karşıki ço-cuklarına denir. Ne güzel ne gürbüz.. İlah. Diye bizim çocuğumuzu yeriyor. Şimdi bu misafire uyarak yavrumuzu horlayıp sokağamı atacağız?.


Hayır hayır böyle yapmayacağız, bütün ailece toplanıp içimiz sızlayarak kendi cılız ve yoksul çocuğumuzu anlandırmak, canlandırmak için gerekli tedbirleri gücümüz yettiği kadar almağa çalışacağız. Fırsat arayan menfi ruhlulara has yakıcı, kırıcı bir “tenkid” e geçmiyeceğiz. Bilakis kendi hayatımızın mahsüllerine karşı yapıcı bir tenkid ruhu içinde teşvikkar davranacağız. (İsmail Galp Arcan, Hollywood Dünyası, 24 Şubat 1945 no 68)


► "Hasret” iyi ve fena taraflarını dengeleyebilen bir eser oldu. Bilhassa eldeki malzeme ve teknik imkan darlığına rağmen çekiliş bakımından, ilerisi için az da olsa bir şeyler vaat etmektedir denilebilir. Yalnız, keşke filmin başında yazılan mevzunun hakikiliğine sadık kalınmasa idi de, sonunda sadece büyük babanın gözlerini kaybetmesiyle kalınsa idi. İstanbullu bestekar köyden ayrılırken, genç kızla nişanlısının, dedelerini elinden tutarak onu uğurlamağa çıkmaları, filmde çok daha iyi hava verirdi, zannediyoruz. (Yıldız 1 Nisan 1945, Sayı 148, Cilt 13)





GÜNAHSIZLAR (1944)

Yönetmen Faruk Kenç
Senaryo Mualla Kenç
Operatör Kemal Baysal
Yapım İstanbul Film /Faruk Kenç 

Oyuncular : Sadri Alışık, Oya Sensev, Nuriye İnce, Müjde Tunç, Emin Kalaycı, Tevfik İnce, Müjde Tunç, Rauf Ulukat, Halit Akçatepe

KONU: Annesi öldürülüp kimsesiz kalan bir genç kızla, ona yardım eden bir balıkçının öyküsü

► " Günahsızlar", bir balıkçı köyünde geçiyor. Bir kahpe var, onun da bir kızı var. Kahpe kadını vuruyorlar. Kız ortada kalıyor. Muhtar alıyor kızı güvendiği bir aileye, bir balıkçı ailesine emanet ediyor. “Sizde kalsın, imkân olursa, akrabası çıkarsa vereceğiz” diye. Balıkçının genç oğlu, bu kahpenin kızına aşık oluyor. Oluyor ama, Sansür 'olmaz' diyor. Bir kahpenin kızına aşık olunmaz.
Yahu gazetelerde okuyoruz hadiseleri. Affedersiniz umumhaneden alıyor kadını, tövbe ettiriyor, evleniyor. Bu nasıl oluyor? Ona bakmayın, olur ama filmde olmaz. Uğraştılar uğraştılar. Baktım olacak gibi değil, birilerini koyduk araya, kurtardık." Filmin yönetmeni Faruk Kenç böyle diyor.

► Konu ve oyuncuları farklı olarak aynı isimde sonraki yıllarda iki film daha çekilmiştir. 1972 yılında Selim İleri’nin senaryosundan Atıf Yılmaz’ın rejisiyle çekilen filmi 1989 yılında takip eden filmin senaryosu ve rejisi Cevat Okçugil’e ait.


ONÜÇ KAHRAMAN (1943)

Yönetmen Şadan Kamil
Senaryo
Ragıp Şevki Yeşim “*”
Opreratör
Coni Kurteşoğlu
Yapım
Ha-Ka Film / Halil Kamil



Oyuncular: Sami Ayanoğlu, Fatma Bürün (Andaç), Talat Artamel, Müfit Kiper, Tevhit Bilge, Cahit Irgat, Ali Sururi, Sadettin Erbil


KONU: Yerli film olduğu için herhalde hepimiz birer defa göreceğiz. Görmeğe değer mi, değmez mi meselesini burada münakaşa etmek faydasız olur. 13 rakamının uğursuzluğuna inanırsanız, filmin bütün bozukluklarını bu uğursuzluğuna yükliyebilirsiniz. Gönül istiyor ki, milli mevzular çok daha dikkatle ve emekle çevrilsin.


Her şeye rağmen bu film bize Fatma Andaç gibi yeni bir sanatkarla, Şadan Kamil gibi yeni bir rejisör tanıtıyor. (Sezai Solelli, Yıldız Dergisi, 1.4.1945 sayı, 148)

NOT: Almanya’da fotoğraf eğitimi alan Şadan Kâmil’in ilk filmi bu filmdir.

___________________________________________


(*) Henry Koster’in (1905-1988) bir hikâye-sinden, Heinz Goldber’in (1891-1969) senar-yosuyla yönetmen Curtis Bernhardt’ın (1899-1981) filme çektiği ve 22 Eylül 1930 yılında Finlandiya’da gösterime giren “Die Letzte Kompanie” isimli filmden uyarlama. Filmde başlıca rolleri oynayan oyuncular: Conrad Veidt (1893-1943), Karin Evans (1909-2004) ve Erwin Kalsler (1883-1958)


NASREDDİN HOCA DÜĞÜNDE (1943)



Yönetmen Ferdi Tayfur, Muhsin Ertuğrul
Senaryo Burhan Felek
Operatör Cezmi Ar. Yoakim Filmeridis
Müzik Sadettin Kaynak
Yapım İpek Film / İpekçi Kardeşler

Oyuncular: Hazım Körmükçü (Nasreddin Hoca), Necla Sertel (Hocanın karısı), Ferdi Tayfur, Yaşar Nezihi Özsoy, Sait Köknar, Müzeyyen Senar “Işıl”, Zati Sungur, Reşit Gürzap, Reşit Baran, Sadettin Kaynak, Kâni Kıpçak, Sami Ayanoğlu, Müfit Kiper, Muazzez Arçay, Naşit Özcan, Şükriye Atav, Halide Pişkin, Sıtkı Akçatepe, Leman Akçatepe,

KONU: Bir sünnet düğününde Hoca'nın öyküleri anlatılır. Araya Sadettin Kaynak, Nüzeyyen Senar girer. Ardından Karagöz, Orta Oyunu, Zati Sungur ve Ferdi Tayfur'un Lorel-Hardi taklitleri, Yani film tam bir "Yamalı Bohça"

Eleştiri:  İlk fıkralardan bir ikisi çekildikten sonra görmek üzere beni çağırdılar. Doğrusu beğenmedim. Bu sahneler kahvede hocaya altın bozdurdukları ve alacaklıların gelip para bozdurduğu fıkralardı. Beğenmedim Çünkü sahne tamamiyle ölü ve hareketsiz olmaktan başka artistler de konuşacakları şeyleri ezberlemediklerinden hadise ile münasebet almayacak sözler söylüyorlardı. (Burhan Felek, Cumhuriyet, 2 İkinciteşrin 1943)

Not:  Nasrettin Hoca'yı canlandıran Hazım Körmükçü'nün ani bir rahatsızlık geçirmesi nedeniyle çekime ara verildi. Uzun bir süre yarım kalan filmin bazı bölümlerini Ferdi Tayfur çekip tamamladı. 1943 yılında gösterime giren filme, Körmükçü'nün iddialarına göre bazı gereksiz sahneler eklemişti. İzni alınmadan yapılan değişiklik ve eklemelere karşı çıkan sanatçı. İpek Fiilm kurumuna dava açtı. ( "Kim haklı? Hazım Mı? Sinemacılar mı? Hoolywod Dünyası” 30 İlkteşrin 1943) 



ESTERGON KALESİ (1943)

Yönetmen Vedat Örfi Bengü
Senaryo Fikri Rutkay
Kamera Cezmi Ar
Yapım Halk Film / Fuat Rutkay


Oyuncular: Ahmet Üstün, Necla İz, Cahit Irgat, Hulusi Kentmen, Ali Küçük, Feridun Çölgeçen

Konu: Estergon kalesine giden Kocabey, Canbey ve arkadaşları bir handa konaklarlar, buraları düşman kaynamaktadır, handa bir talmn şakiler Kocabey ve arkadaşlaarına gece baskın yapmak planı kurarlar, bu eşkiyalar dindaşları olmalarına rağmen kendilerine yaptıklarından bıkmış olan hancının kızı Nadya kendisinden yardım istenmesine rağmen planı Kocabey ve arkadaşlarına bildirir ve baskına çıkanlar bozguna uğrarlar. Nadya'ya teşekkür eden Kocabey ve arkadaşları kaleye giderler. Daha sonra Nadya hanlarında Estergon kalesine yapılacak bir saldırının hazırlıklarını öğrenir ve kaleye haber verir, kale komutanı karşılık vermek ister, Canbey'e ilgi duyan Nadyalnın tek istediği kalede kalmaktır,


Canbey de Nadya'ya ilgisiz kalmaz, Kocabey de habersiz olarak Nadya'yı sevmektedir fakat kardeşi Can beyin durumunu görünce kale komutanına onları evlendirmelerini söyler, Nadya Müslüman olur. Nadiye adını alır, Canbey ile evlenirler. Kale kuşatılmıştır, çarpışmalar sonucu kalede erzak ve cephane tükenir, kale komutanı kadınları, çocukları ve yaşlıların çıkışlarına izin ister, kabul edilmez, bunun üzerine kadınlar düşman tarafından ırzlarını kaybederek öldürülmektense kendi erkekleri tarafından öldürülmeyi isterler. Aradan yedi yıl geçer bu kez kale Türkiler tarafından kuşatılır, savaşlar sonucu kale komutanı aynı teklifte bulunmak zorunda kalır Can Bey ve arkadaşları kabul edilmemesini isterlerse de Lala Mehmet Paşa teklifi kabul eder. “(Orhan Ünser, “Kelimelerden Görüntüye)


Estergon Kalesi Macaristan'ın başkenti Budapeşte'nin 60 km kuzey batısında Tuna nehri kıyısında yer alan ve Osmanlı tarihinde büyük bir önem taşıyan bir kaledir. Macaristan sınırları içinde olan bir kaledir ve Tuna nehrini tepeden görür. Ancak kale 1594 yılında Alman, Leh ve Venedikliler'den oluşan büyük bir ordu tarafından kuşatıllan orduya göre çok daha küçük bir orduyla savunulan Estergon Kalesi 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilk defa Osmanlıların eline geçti. Kalenin bulunduğu bölge bir sancakbeyliği haline getirilerek Budin Bey-lerbeyliğine bağlandı.


Estergon Kalesi o sırada kalede bulunan Sokollu Mehmed Paşa'nın oğlu Anadolu Beylerbeyi Sokolluzade Lala Mehmed Paşa'nın kumandanlığı altında kahraman-ca savaştı. Ancak kale açlık ve susuzluk nedeniyle sonunda teslim olmak zorunda kaldı. Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi tarafından kaydedilen bu cesaretli savun-ma Estergon Kalesi türküsüyle Türk belleklerine yerleşmiş önemli bir tarihi olaydır. 1605 yılında kaleyi geri almak isteyen Osmanlılar tekrar bir kuşatma düzenlediler. Bu sefer Sadrazamlık görevine getirilmiş olan Sokolluzade Lala Mehmed Paşa 30 günlük bir kuşatmadan sonra kaleyi 29 Eylül 1605 tarihinde ele geçirdi. Kale bu tarihten sonra 78 yıl daha Osmanlıların elinde kaldı. 1683 yılında Osmanlıların II. Viyana Kuşatması'nda başarısızlığa uğramasından sonra Avrupa Devletlerinin Kutsal İttifak'ı oluşturarak Macaristan'ı Osmanlıların elinden alması sonucu Estergon Kalesi bu sefer kesin olarak Osmanlıların elinden çıktı. (kyn: www.turkcebilgi.com)

DERTLİ PINAR (1943)




Senaryo ve Yönetmen Faruk Kenç

Foto Direktörü Baha Gelenbevi

Müzik Sadi Işılay

Yapım Ses Film/ Necip Erses



Oyuncular: Nezihe Becerikli (Nazlı), Suavi Tedü (Ali), Talat Artemel, Sami Ayanoğlu, Refik Kemal Arduman, Vedat Karaokçu, Müfit Kiper, Gülistan Güzey, Hüseyin Kemal Gürmen, Handan Adalı, Mücap Ofluoğlu, Halit Akçatepe



KONU: Kan davalı iki ailenin çocukları Ali ile Nazlı’nın dramatik aşk öyküsü.



Eleştiri: 'Dertli Pınar az bütçeyle  yapılmış filmlerin şüphesiz en iyilerindendir. Bu film, gerek fotoğraflan ve gerek ses tekniği bakımdan bize istikbal için büyük ümitler veriyor... Sinemacılığın Türkiye'de gösterdiği inkişaf, ehil kimselere zevk sahibi kimselere bırakılmasındadır. Yerli diye yapılan bir çok film gördük.



Güya milli kahramanIarı veya mevzuları ele alıyor ve onları katlediyordu. Bereket versin ki Yayın ve Basım Umum Müdürlüğü bu işle yakından alakadar olarak mefahirimizin istismar edilmesine müsaade etmemek yolunu tutmuştur…



Bir eserin ticari olması onun muhakkak adi olmasına bağlı değildir. Bir filmin rağbet görmesi için içinde muhakkak bir sürü şarkı ve göbek atma sahneleri bulunması icap etmez. Musiki ve dansın güzel ve iyi tertiplenmiş bir mevzua refakat etmesi tabiidir, mevzu, musiki ve dans için bir vesileden ibaret kalmamalıdır. (Fikret Adil, “Dertli Pınar” Tanin, 18.3.1944)



► Film bu tarihten sonra iki kez sinemaya uyarlanmıştır. Bunlardan ikincisi 1968 yılında Osman Fahir Seden’in senaryosu ve rejisiyle, üçüncüsü de Zafer Par’ın senaryosu Orhan Elmas’ın rejisiyle 1978 yılında beyaz perdeye aktarılmıştır. (Okan Ormanlı, “Türk Sinemasında Eleştiriler” SYF, 38.) 



SÜRTÜK (1942)



Yönetmen Adolf Körner
Senaryo Refik Kemal Arduman
Eser Bernard Show’un “Pygmalion  [1]  isimli romanından uyarlama
Operatör Necati Tözüm
Yapım Ha-Ka Film / Halil Kâmil

Oyuncular: Zehra Yumsel, Refik Kemal Arduman, Halide Pişkin, Avni Dilligil,  Muazzez Arçay, Mümtaz Ener, Hulusi Kentmen, Reşit Baran

KONU:  Sınıf atlayan bir fahişenin öyküsü.

► Bernard Shaw'un Pygmalion oyunundan uyarlanan My Fair Lady müzikalinin film versiyonunda, baş karakterlerden profesör Henry Higgins ciçekci kız Eliza Doolitle'i sevmişitir. Oyuna ilham kaynağı olan Yunan mitolojisinden alınma hikayedeki, tüm kadınların kusurlu olduğunu düşünüp, onlara örnek olmak üzere kusursuz bir kadın heykeli yapmaya girişen, sonra da ona aşık olan heykeltras Pygmalion, Henry Higgins karakterinde yansıtılmıştır. Henry Higgins, orta yaşlı biraz huysuz ve snob bir fonetik bilimcidir, kimsenin İngilizceyi düzgün konuşamadığından sürekli yakınmaktadır.

Londra'nın salaş, serseri yatağı mekanlarından birinde gece vakti dolaşırken gördüğü ciçekçi kız Eliza Doolitle'in başta konuşması olmak üzere her şeyini çok acımasız bir şekilde eleştirir ve kızcağızı fena halde aşağılar. Birkaç gün sonra, Eliza, kendince en cici ve temiz giysilerini giymiş olarak, elinde de yeterli olduğunu düşündüğü bir miktar para ile profesörün kapısını çalıp, diksiyon dersi almak ve kibar bir hanım olmak istediğini, bunun bedelini ödeyecek parası olduğunu söyler. profesör önce bunu ciddiye almasa da, kankası albayın da teşvikiyle, Eliza'dan düzgün İngilizce konuşan, mükemmel bir lady yaratma işine girişir. Epey zor olur ama, filmin sonunda sadece bunu başarmakla kalmaz, rakipsiz bir şarlatan avcısı olduğunu iddia eden ve aristokratların bulunduğu bilumum mekanlarda sürekli boy gösteren sevimsiz bir macara Eliza'yi bir prenses olarak yutturmayı bile başarır. eh, orijinal Pygmalion hikayesinin aşk meşk boyutu da atlanmamıştır, film bu açıdan da mutlu sonla biter. [2]

Not: Film 1965 ve 1970 yılında Sadık Şendil’in senaryosuyla Ertem Eğilmez tarafından iki kez daha sinemaya uyarlanmıştır.


[1]  Pygmalion 1938 İngiliz yapımı romantik komedi filmidir. Pygmalion, İrlanda'lı oyun yazarı George Bernard Shaw'ın 1913 yılında yazdığı aynı adlı tiyatro eserinden uyarlanmıştır. Bu oyun da yine aynı adı taşıyan Yunan Mitolojisi'ne dayanıyordu. Bernard Shaw aynı zamanda senaryonun yazılmasına da katkıda bulunmuştur. Anthony Asquith'in filmin başrol oyuncusu Leslie Howard ile birlikte yönettiği bu satirik komedi filminin diğer önemli rollerinde, sinemaya yeni adım atmış olan Wendy Hiller ve Scott Sunderland oynamışlardır. Filmin kurgusunu ise o tarihte henüz yönetmenliğe geçmemiş olan David Lean yapmıştır. Filmin siyah beyaz görüntüleri Harry Stradling Sr.'a aittir. Üst tabakadan bir bilim adamı, ses bilimci ve konuşma hocası Henry Higgins (Leslie Howard) bataklıktan çıkaracağı kaba saba konuşan bir sokak kadınını (Wendy Hiller) kısa süre içinde büyüleyici bir sosyete gülü-ne dönüştüreceğine dair arkadaşı ile iddiaya girer ve sonunda yarattığı bu eserine aşık olur. Filmin/oyunun dayandığı Yunan Mitolojisi'nde ise, Kıbrıs'lı bir heykeltraş olan Pygmalion kendi yonttuğu bir heykele aşık oluyordu. Aralarında Bernard Shaw'un da bulunduğu senaryo ekibine En İyi Uyarlama Senaryo Akademi Ödülü verilmişti. Film, en iyi film, en iyi erkek ve kadın oyuncu dallarında olmak üzere 3 dalda daha Akademi Ödülü'ne aday gösterilmişti. Venedik Film Festivali'nde ise Leslie Howard'a en iyi erkek oyuncu Volpi Kupası verildi. Eserin çok sayıda uyarlamaları yapılmıştır. Bunlardan en tanınmışı 1956 tarihli My Fair Lady adlı Broadway müzikali ve bundan uyarlanan aynı adlı 1964 tarihli müzikal filmdir. George Cukor'un yönettiği Audrey Hepburn ve Rex Harrison'lu bu technicolor film tam 8 Oscar kazanmıştı. http://tr.wikipedia.org/)
[2] sozluk.sourtimes.org