Eser: Yaşar Kemal
Senaryo: Yaşar Kemal, Türkan
Şoray, Işıl Özgentürk, Arif Keskiner (Yaşar Kemal'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni : Güneş
Karabuda
Kameraman: Muzaffer Turan
Özgün Müzik : Zülfü Livaneli
Yapım : Umut Film/Arif
Keskiner
Yönetmen Asistanları: Zafer
Par, Arif Erkuş, Leyla Taçdemir, Görüntü Yönetmeni Asistanları: Erhan
Güner, Serdar Selvidal, Ses Teknisyeni: Erkan Esenboğa, Montaj: Lennart
Arvidsson, Set Ekibi: Sonay Kanat, Kemal Kundak, Kemal Altun, Taci
Ersen, Işık Ekibi: Turgut Köse, Ali Koşun, Müzisyenler: Ferhat
Liva-neli, Daoud Amin, Ziyaettin Aytekin, Kemal Rastgeldi, Prodüksiyon
Amiri: Erol Deniz, Dublaj Rejisörü: Levent Dönmez, Laboratuvar: Nordisk
Filmkopia,
Oyuncular: Türkan Şoray, Talat Bulut, Mahmut
Cevher, Ahmet Mekin, Aliye Rona, Hüseyin Peyda, Yaman Okan, Erol Demiröz, Pars
Sezer (Küçük Oyuncu), Sabahat Işık,
Not: Film Osmaniye ilçesinin Hemite
köyünde çekilmiştir.
KONU: Esme (Türkan Şoray) köyün en güzel
kızıdır. Yaşadığı yörede herkes vurgundur Esme'ye. Esme de köyün yiğit delikanlısı
eşkıya Abbas'a (Mahmut Cevher) sevdalıdır ama. köy Ağası Halim'le (Ahmet Mekin)
evlenmek zorunda kalmıştır. Ve bu evlilikten çocuğu olmuştur. Esme uğruna elini
kana bulayıp, on bir yıldır hapislerde yatan Abbas bir gün çıkar gelir. Abbas
karalıdır. Çünkü hala Esme'ye vurgundur. Onu kaçırmak ister. Esme de ona boş
değildir. Gene de direnir, kaçmaz. Çünkü çocuğu Hasan'ı (Pars Sezer) düşünür.
Abbas, bir gece evi basıp Esme'nin kocasının öldürür. Ve Esme'yi kaçırır. Ama
köylüler Abbas'ı öldürüp, cesedini köy meydanına atarlar. Esme'nin uğursuz
güzelliği felaketler getirmektedir. Esme'nin köyden alıp başını gitmesi ya da
ölmesi istenmektedir. Bu kez Esme'yi öldürmek için Ali (Talat Bulut)
görevlendirilir. Ali de bu işi beceremez. Çünkü bu güzelliğe kıyamaz. Peki ya
kim yapacaktır bu işi? Oğlu Hasan mı? Silah Hasan'a verilir. Babasının kanı
yerde kalmamalıdır. Bütün olaylardan suçlu olan Esme öldürülmezse Hasan'ın
babası Halil, mezarında hortlayacaktır. Ve Esme çırılçıplak leğende, Hasan
anasına silahı ateşler ...
ÖDÜL:
Ankara Sanatevi adına sinema
ya-zarlarının düzenlediği (1982) "En İyi 5 Yerli Film" seçiminde
► "Yılanı
Öldürseler" 5 filmden biri seçil-di.
► "En İyi Özgün
Müzik" dalında da Lülfü Livaneli "Birinci" oldu.
* Türkan Şoray'ın yönetmenlik
çalışmasını hiç ummadığım derecede olumlu bulduğumu baştan belirtmeliyim.
Osmaniye ilçesinin Hemite köyünde çekilen filmin yönetmeni Türkan Şoray'ın mı
sunusunu akla getirecek denli başarılı bir bütünlüğü sahip "Yılanı
Öldürseler", öz ve biçim yönünden de, teknik açılardan da Yeşilçam
'ölçütlerinin hayli üstünde bir düzeye ulaşmış. (Sungu Çapan, Milliyet Sanat
Dergisi, S.: 44, 15 Mart 1982)
* "Yılanı
Öldürseler", biraz Yaşar Kemal'in anlatım zenginliklerini içeren
yapıtından gelen akıcılıkla ve biraz da, Şoray'ın katkısıyla, klasik bir
deyişle eli yüzü düzgün bir film. Böylesine bir konudan daha başka, örneğin
Türk sineması için aşama yapacak bir film çıkarılamaz mıydı? Sanırız bu da en
azın-dan yapıtın taşıdığı tema açısından olanaksız olurdu. Çünkü "Yılanı
Öldürseler" tüm başarılı taraflarına rağmen, Türk sinemasında bu konuda
yapılmış benzer filmlerin bir yinelenmesi ötesine gidecek hiçbir özellik
taşımıyor. (Burçak Evren, Gösteri, S.: 17, Nisan 1982) “Agah Özgüç, a.g.e. ”
*
Evet, hem genel olarak, hem de birçok yönüyle özel olarak başarılı bir film
"Yılanı Öldürseler". Ama bir edebiyat uyarlaması aynı düzeyde
başarılı demek güç. Yaşar Kemal'in senaryo ekibi içinde yer alması da bu
yargıyı değiştiremiyor. (Ahmet Günlük, Nokta, S.: 5,15-21 Mart 1982)
* Türkan Şoray'ın iyi
niyetini, özellikle bu kon uya gösterdiği özeni yadsımak mümkün değil. Ancak,
Türkan Şoray gibi kendini kanıtlamış bir sanatçının Yaşar Kemal romanını
sinemalaştırmak ve dış festivallere katılmak gibi ağır bir sorumluluğun
yarattığı psikolojik baskı altında bazı yanlışlara düştüğü de gözden kaç-mıyor.
(Turan Aksoy, Hey, S.: 19, 15 Mart 1982)
*
Doğu Anadolu, Güney Anadolu, Güney-Doğu Anadolu... Tarih içinde insanoğlunun en
büyük uygarlıkları kurduğu, en görkemli yapıtları yarattığı yerler... Hangi
yazgı, hangi dönüşü olmayan yanlış, hangi tanrıların laneti bu yerleri en
acılı, en iç burucu insan dramlarının da sahnesi haline getirip koymuş? Hangi
karayazı bu yöreleri çağımızda bile süren koyu karanlıklara boğmuş? Kim, hangi
suçlu, İnsanları böyle geri bırakmış, insanı insana böylesine kıydırmış,
insanı insanın kurdu falmış? Yaşlı büyük ananın yüreğini, oğlunun katili
bellediği güzel Esmeye karşı böylesine kinle doldurmuş? Küçük oğlu Ali'yi,
torunu Hasan'ı katil kılma pahasına, üstelik Hasan'ı "ana katili etme
pahasına Esme'yi yok ele isteğini yüreğine böylesine doldurmuş? Kim yanık yüzlü
köylüyü, kadınıyla erkeğiyle olayları yatıştırmak, kinleri, tutkuları
söndürmeye çalışmak yerine ateşe körükle giden, şiddeti, kini, Öldürme isteğini
yüreklendiren ağızlar haline getirmiş? Bu topraklar lanetli mi gerçekten, hep
böyle kinle, ölümle dolu Öyküler mi olacak burada, romancılarımız bunları
anlatacak, filmcilerimiz bunları mı seyrettirecekler bize?
"Yılanı
Öldürseler", bu "Doğu filmleri" zincirine yeni bir halka ekliyor
Yaşar Kemal’in bir romanından gelen sağlam bir malzemeye yaslanan, senaryosu
üstün-de bir hayli uğraşılmış, çekimi özenle yapılmış, teknik işlemler Türk
sinemasının alışılmış standartlarının çok üstünde (İsveç’te) gerçekleştirilmiş,
çok ince kurgusu, müziği ile de dikkatleri çeken.. Ama tüm bu çalışmaların
sonucu, insanı tam anlamıyla doyuran bir filme ulaşmıyor bence... Niye? Bunu
anlamaya, açıklamaya çalışayım,,.
"Yılanı
Öldürseler"de, biçim olarak hemen göze batan özellikler var. Bir kez,
yakın planların, yüzleri iyice yakından veren yakın planların genelde çok az
kullanıldığı dikkati çekiyor. Çokluk genel ve orta planlarla oluşuyor öykü. Bu
yönetmen açısından bilinçli bir tutum kuşkusuz ve sonuçta, filmin görsel yanına
bir tür "minyatür" görünümü kazandırıyor.
Sanki eski
minyatürlerimizden yararlanma tekniği geliştirilmek İstenmiş gibi geliyor
İnsana... Diğer yandan, film, kuşkusuz geniş ölçüde kurgu sırasında sağlanmış,
ama bir ölçüde mutlaka çekim aşamasında da düşünülmüş olması gereken biçimde,
kısa planlardan oluşuyor. Birbirine çabucak bağlanan, filme çok akıcı, giderek
hızlı bir tempo kazandıran planlar.,. Bu hızlı anlatım/ kurgulama, filmi hemen
yalnızca olayların genel akışının izlendiği, kişiler, kişilikler, onların
karakterleri, onlarda olaylarla oluşan değişimler üstünde durmayan bir yapıt
haline getiriyor. Bu da, filmi bir zamanlar "Ulusal Sinemacıların”
özellikle Halil Refiğ'in savunduğu biçimde bize, bizim halk masallarımıza ve
genelde "Doğu öykülerine, masallarına bağlıyor: Batı'da bireyin ortaya
çıkışı, gelişmesi, psik-ojinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkışıyla da daha
geniş ruh bilimsel boyutlar kazanması sürecine tümüyle ters olarak İşleyen bir
süreçle, bireyin bireysel psikolojinin var olmadığı, bireylerin değil
toplulukların, "halkın" anlatıldığı bir anlatı biçimi. Film, sanki bu
Doğu anlatı geleneğine bağlanmak istermiş gibi bir anlatım seçiyor ve zaten
"minyatür" görselliği ile çelişmiyor, tam tersine bağdaşıyor bu...
Bir ölçüde "Hazal’da da var olan ve belli bir bileşime gitmede, bir uyum
sağlamada bir ölçüde başarılı olan bir arayış söz konusu, belki de...
Ama ne var ki bu uyum,
filmin (öykünün) genel tavrıyla, yapısıyla uyumlu değil, "Yılanı
Öldürseler" tümüyle klasik dramatik yapıda bir öykü çünkü. Giderek bir
trajedi bu... Trajediyi yalnızca "koyu dram" anlamına almıyorum:
Klasik Yunan trajedisinin havası, öğeleri seziliyor filmde.
Yılanı
Öldürseler"i seyri zevkli, görsel açıdan ilginç, ayrıca belli bir öz anlatım
birlikteliği, uyumu tutturmuş ilginç bir çaba sayıyorum. Ama "Doğu
filmleri "köy filmleri "geri kalmışlık öyküleri anlatmadaki yöntemler
üstüne yeni baştan ve şöyle esaslı bir düşünme gereği de var derim. Bu film
bana bu gereği yeniden duyurdu. Ayrıca, bir de, baştaki girişe dönersek,
kuşkusuz yadsıyamayacağımız biçimde var olan, üstelik bize, sanatımıza Yaşar
Kemal'leri, Orhan Kemal'leri, Bekir Yıldız'ları ve son dönemin birçok başarılı
sinema ürününü armağan etmiş olan geri kalmışlığımız ve onun koşullarının yanı
sıra, biraz da başka gerçeklerimize eğilmek, biraz da onları, söz gelimi kentin
sorunlarını ve insanlarını, kentleşmenin acılarını anlatsak nasıl diyorum...