Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

BOZKIRDA DENİZ KABUĞU (2000) 


Senaryo ve Yönetmen Ahmet Uluçay Görüntü Yönetmeni İlker Berke Yapım Tersine Filmler ve Organizasyon Müzik: Baba Zula, Kurgu: Mustafa Preşeva,

Oyuncular: Müjde Ar (Salur Hoca), Emin Gürsoy (Zurnacı), Serkan Özcan (Yakup), Ahmet Tepe (Bilge Kişi), Mehmet Gürleyen (öğretmen)

Konu: Film, 60’lı yılların ilk yarısında yoksul bir Anadolu köyünde çobanlık yapan Yakup’un, köyün yakınından geçen trende gördüğü bir kızın kendisine mendilini vermesiyle tutulduğu kara sevdayı konu alıyor. Uluçay, filminde bu kez çocukluğundan beri iç içe yaşadığı cinleri de, hayaletleri de bizlere tanıtırken, Gaipler Köyü’nde yaşanan çok zengin bir aşk hikayesini de izlettirecek. Uluçay, “filmin ortalık yerinde körler, sakatlar, deliler ve şizofrenlerin de bulunacağını” söylerken “bu insanların, gözlerimizi yaşartacak kadar güçlü bir dayanıklılıkla karşılıksız bir dayanışma içine nasıl girdiklerini” yalın ve güzel bir öyküyle anlatacağını” ifade etmekte, yeni filminin “görsel insanlık senfonisi olacağını” dile getirmektedir.

& Bozkırda Deniz Kabuğu, sıradan bir öykünün samimi bir sinema diliyle anlatıldığı bir film. Yeni filminin adını, yıllar önce bozkırda dolaşırken bulduğu bir deniz kabuğundan esinlenerek koyduğunu anlatan Uluçay, filmin senaryosu ve karakterleri ile ilgili olarak “Benim çocukluğum, var olup olmadığından, yaşanıp yaşanmadığına bir türlü emin olamadığım bu öyküler ve bu öykü kahramanları içinde geçti. Dağların ardında neler olduğunu merak edip yollara düşenler, deniz acaba ne menem bir şey diyerek başını alıp gurbete gidenler vardı. İşte bu filmde, bunlar da olacak. Kısacası film, bu bölgede bir kasabada geçen, içinde aşkın da bulunduğu bir öyküyü anlatacak” diyor. Onun deyimiyle bu filmde “ulaşılamayan bir tutku”nun öyküsünü izleyecek, “küçük şeylerden büyük bir şey çıkarmaya çalışacağız.”

Uluçay’ın düşsel gerçekçi yolculuğu bu filmde de karşımıza çıkıyor; cinler ve hayaletler filmin alışıldık kahramanları olarak gerçek varlıkların yanında yerlerini alıyor. Yapımcı Tayfun Delice “köyde yapılan çekimlerin, aynı zamanda Kütahyalılar için bir gurur tablosu çizmesi nedeniyle, belde sakinleri tarafından da büyük bir ilgi ve destek gördüğünü, yaptığı filmler ile Türk sinemasını uluslararası platformda başarıyla temsil eden Ahmet Uluçay’ın, Bozkırda Deniz Kabuğu ile de dünya sinemaseverlerinin beğenisini kazanacağını, imkansızlıklar içinde gerçekleştirilen diğer Uluçay filmleri kadar bu filmin de sinema öğrencileri için ders niteliği taşıyacak inanılmaz bir imgelem ürünü özel efektler barındırdığını” belirtmektedir.

Yapımcı Tayfun Delice, aynı zamanda CGI (Computer Generated Images [Bilgisayar Ortamında Oluşturulmuş Görsel Efektler]) konusunda uluslararası bir uzman. Yurtdışında ve özellikle Amerika’da bu konuda bir çok projeye imza atmış olan Delice, “Uluçay’ın düşsel gerçekçi imgelerinin aynı zamanda bu teknik yardımıyla da beyazperde de canlandırılacağını, bu uygulamanın tam da Uluçay’ın ihtiyaç duyduğu teknik olanakların kapılarını açtığını ve bu doğrultuda bir yönetmen ile yapımcı arasında gerek görülen yaratıcı dayanışmanın güzel bir örneğinin yaşandığını” belirtiyor. Ona göre Uluçay, “nadir yetişen sinema yönetmenlerinden biri, aynı zamanda o, bozkırda bir derya.” Delice, “Uluçay sinemasının her ne kadar yerel motifleri taşısa da, hikayenin her zaman çok samimi ve evrensel bir dil ile anlatıldığını, Uluçay’ın bu filminde de yine aynı çizgiyi korumakta olduğunu ve on beş yıldır üzerinde çalıştığı ve yazarlığını da yine kendisinin yaptığı senaryosunda, bir insan senfonisi yazarcasına yarattığı ‘arızalı’ ancak bir o kadar da zengin karakterlerinin hikayesini, metruk, terk edilmiş bir köy ortamında evrensel bir dil ile anlatmanın yollarını aralamakta” olduğunu sözlerine ekliyor.

Uluçay, oyuncu kadrosunu kısa ve uzun metrajlı filmlerinde olduğu gibi yine doğal yetenekli, oyunculuk eğitimi olmayan ancak bir o kadar da başarılı profesyonel oyunculuk performansı sergileyen kendi köyünden ve çevresinden yöre insanından oluşturuyor. Bu, oyuncuların olduğu kadar Uluçay’ın da bir başarısı. Uluçay, diğer çalışmalarında olduğu gibi, bu filminde de hikayeyi ve sahne duygusunu oyuncularına kolaylıkla geçirip deneyimsiz

 

Filmin İlham Kaynağı "Gaipler Köyü" Son filmiyle Oscar'ı kapmanın hayal olmadığını vurgulayan Uluçay, İHA muhabirine filmin senaryosunu nasıl yazdığını ise şöyle anlattı:

"Ben senaryonun merkezindeyim ama bu kez kendi hayatım değil. Ben hastanede iken Şaphane'nin Gaipler köyünde (Kütahya) yaşayan bir kızla tanıştım. Köylerin isminin neden, 'Gaipler' olduğunu sordum. Bizim buralarda da bilinir. Bazı erenler vardır. Allah dostları vardır. Bunlar kimi zaman kaybolup giderler. Kız, soruma 'bilmiyorum' diyerek yanıt verdi. İyi ki bilmiyormuş. Şimdi bu durumu elime alıp başını döndürdüm hikayenin.

"Filmin adını yıllar önce bozkırda dolaşırken bulduğum bir deniz kabuğundan esinlenerek koydum. Filmde cinler ve şeytanlar da olacak tabi. Metafizik boyutu olacak, onlarsız film olmuyor zaten. Filmin acıtan yönü de olacak. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli şeyi acı duyması, vicdana sahip olması" diye konuştu. Filmin senaryosunu yazarken çocukluğunda yaşadığı anılara da yer verdiğini söyleyen Ahmet Uluçay, hiç tanımadığı kızlara el sallamak için tren istasyonuna gittiğini ve hiçbir zaman kızlara tam zamanında el sallayamadığını anlattı. Okula giderken öğle yemeği tatilinde hemen istasyona gittiğini belirten Uluçay, "İstasyonda ne gelenimiz ne de gidenimiz var ama bir sürü çocukla birlikte giderdik. Trenin gelmesini beklerdik. Trenle gelen kızları görmek ve onlara el sallamak isterdik. Bunları hemşerim yönetmen Yavuz Ökzan'dan da duydum ben. Elimizi tam zamanında kaldırmazdık. Olur ki babası görür de bize kızar diye. Öyle bir ayarlardık ki tren duramayacak artık. O hızı ayalardık ve o anda ne yaparsan yap. Hiç tanımadığımız kızları uğrulardık" dedi. (kyn: http://www.haberler.com)

 

BATAK (2000) 


Yönetmen: Oğuz Gözen Senaryo: Halit Arkan Kamera: Vedat Karadeniz Yapım Arkan Film/Halit Arkan


Oyuncular: Ekrem Erkek, Meltem Berent, Halit Arkan, İnciay Özdemir, Nusret Özkaya, Ali Güney, Rüya Okan, Tuğba Gürel, Cemal Ertokuş


Konu: Taşralı bir genç, İstanbul’a çalışmak için gelir, tanıştığı hayat kadınına aşık olur. Bu aşk aynı zamanda gencin hayatının değişmesinde ve mutsuz olmasına yol açacaktır

 

BALALAYKA (2000) 


Yönetmen Ali Özgentürk Senaryo Işıl Özgentürk Görüntü Yönetmeni Mirsad Heroviç Yapım Sine Film/Muzaffer Arslan Yönetmen Yardımcısı: Ebru Oğuz, Hikaye: Ali Özgentürk Senaryo Danışmanları: Zeki Ökten, Rüstam İbrahimbekov, Yardımcı Yönetmen: Tamay Sayar, Aydoğan Yıldız Yapımı. (1.Kamera Ast.)Cihan Yılmaz (2.Kamera Ast), Kurgu: Hakan Akol, Mustafa Tan, Müzik: Aşkın Arsunan, Ses Tasarımı: Boris Dimitrov Trayanov, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Asistanları: Oruç Demir, Korhan Aysan, Yaşar Uyanık, Ferzan Yücel, Nurettin Keleş, Şeyhmuz Gencan, Emin Baş, Dekor: Ahmet Şişman, Kostüm: Mesru Tezel, Set Sorumlusu: İbrahim Öner, Danışmanlık: Hatice Yakar, Makyaj: Belgin Ömürdağ, Miksaj: Taylan Oğuz, Montaj: Hakan Akol, Onur Tan, Laboratuar Şefi: Yusuf Özbek, Yapım Koordinatörü: Gülin Tokat, Yapım Sorumlusu: Selma Koçoğlu, Özlem Yurtsever, Nesrin Gökban, Osman Tufan Cinyol, Özkan Tekin, Bülent Çolakel, Mali İşler: Sabahattin Şenyüz (Asya Film), Dış İlişkiler Görevlisi: Dünya Özgentürk (Asya Film), Şirket Müdürü: Rüya Arabacı (Asya Film), Yapım Asistanları: Yasemin Sim (TMC), Yasemin Çıra Sütlaş (TMC),

Oyuncular: Uğur Yücel, Cem Davran, Yekaterina Rednikova, Ercan Yazgan, Ozan Güven, Atılay Uluışık, Nadjezda Gorelova, Alla Juganova, Anna Veronova, İskender Bağcılar, Necdet Yakın, Anna Studikora, Victoria Samokbina, Valeria Skorokbodora (Balerin Kız),Yullya Bapoya (Oyuncu Kız), Tamilla Metşrill, Eka Çarkelşvill, Eka Glondil, Mala Tsetsbladze (1. Kız), Asmat Kiladze (2.Kız), Mellssa Özmen (3. Kız), Larlssa Krilova (Büyükanne), Gaba Kobaladze (Gürcü Köylü), Salome (Ninan’nın kızı), llana Lordkipadze (Nina’nın Annesi), Gergy Pirsbalalşrill, Sira Abzlanidze, Tiyatrocular: Otar Goberridze, Zurap Tsilatskiladzde, Zaal Goguradze, Zaza Goguradze, Manuçar Şerrasladze, Tiko Gobeçlşvill, Nana Kikiradze, Nato Gogltavri, Nadya Meparlşvill, İşçiler: Sese Mikara, Zaza Zolze, Burak Altay (Tanya’yı öldüren genç), Gümrük Memurları: Hasan Tepetam, Aziz Karakuş, Kenan Yıldız, Serdar Kınacı (Kahveci), Parçalayan Adamlar: Talip Meydan, Aydemir Özbay, Davut Çakar, Nesim Gökban (Otel Sahibi), İrfan Tankol (Müzisyen)

Konu: Olga, Tanya teyzesiyIe birlikte Türkiye'ye ameliyat olmak, sakat bacağını yenilemek için yolculuğa çıkar. Yolculuk sırasında Necati, gemici Hasan ve kardeşleri Mehmet gibi birbirinden farklı insanlarla tanışır. Üç kardeşin babaları sevgisini göstermeyen, sert bir adamdır. Abileri Necati babalarıyla birlikte yaşamış ve ona benzemiştir. Hasan on beş yaşında babasının disiplin anlayışından bunalmış, evden kaçmış ve gemilerde çalışmaya başlamıştır. Mehmet ise, babalarını terk eden annesiyle yaşamış ve babasını en son beş yaşındayken görmüştür. Almanya'da yaşamakta ve teknik ressamlık yapmaktadır. Üç kardeş babalarının evinde buluşmuş ve onun vasiyetini yerine getirmek için konuşmaktadırlar. Babalarının vasiyeti; gençlik arkadaşı olan ve Sovyetler'de yaşamış bir pilot arkadaşının tek dileği olan vatan toprağına, İstanbul'a gömülme isteğinin oğulları tarafından yerine getirilmesidir. Üç kardeş babalarının vasiyetini yerine getirmek için Rusya'ya giderler. Tanya ölen pilotun komşusudur ve cenazenin Türkiye'ye nakledilmesi için onlara yardımcı olacaktır. Tanya işleri için zaman zaman iki aylığına Türkiye'ye gider. Birlikte oturduğu babaannesi ise onun gitmesini istemez. Türkiye'ye dönecekleri otobüs büyük bir meydanda park etmiştir. Kalkış saati yaklaştıkça, çoğunluğu kadın olan yolcular yavaş yavaş gelmeye başlamışlardır. Kadınların çoğu bavul ticareti için Türkiye'ye gitmektedir. Yurt dışına çıkacağı için oldukça heyecanlı olan Olga, otobüsün bulunduğu yere herkesten önce gelmiştir. Tanya ve üç kardeş cenazeyle birlikte otobüsün kalkacağı yere gelmişlerdir. Necati Hasan'dan çoğunluğu genç kız olan yolcuların Türkiye'ye fahişelik yapmaya gittiğini öğrenince şaşırmıştır. Otobüs yoldan da yolcu toplayarak gitmektedir. Bunlardan biri de Kore gazisi yaşlı bir adamdır. Hasan, sosyal kişiliğiyle kolayca kadın yolcularla samimi olur. Kadınların çoğu meslek sahibidirIer. Nina, başarılı bir tiyatro oyuncusudur fakat tiyatrodan ayrılmıştır. O da küçük kızını bırakarak otobüse yoldan binen yolculardan biridir. Necati otobüsün yolcularından rahatsız olmuş, şoföre şikayette bulunmuştur. Otobüse yoldan binen yolcu kadınlardan Luba, neşeli bir kadındır ve yanındaki votka şişesini yolculara ikram eder. Luba'nın kocası otobüsün önünü keserek kadının kendisiyle gelmemesi durumunda öldüreceğini söyler. Hasan adamı 50 dolar vererek ikna eder. Otobüs Türkiye sınırına gelmiştir. Otobüsün Muavini Mustafa, Olga'yla yakınlaşmaya çalışır. Kore gazisini gümrük memurları pasaportu arı pasaportu olmadığı için alıkoyarlar. Otobüsün mola verdiği bir yerde Tanya, Necati'yle ilgilenmeye başlamıştır. Necati’ye karşı saldırganlaşan Hasan'ı Necati tokatlar. Kadınlar otobüs şoförünün gözetiminde elbiselerini değiştirmişlerdir. Şoför de kadın ticaretinin içindedir. Yolda kadınları bekleyen Talat, Tanya'dan Olga'yı da vermesini ister. Necati adamın üzerine saldırınca, Talat onları tehdit ederek gider. Otobüstekiler şoförün paniklemesiyle kaçarlarken, girdikleri bozuk yolda kuma saplanırlar. Yakındaki bir kır kahvesinden geceyi geçirmek için yardım isterler. Necati 'nin mesafeli ve durağan tavırları kadınların arasında alay konusu olmuştur. Mehmet Nina'ya aşık olmuştur ve kızla yakınlaşır. Tanya ise Necati'ye yakınlık duymaya başlamıştır. Rus kızlardan Hanya, moralinin çok bozuk olduğu bir anda bileklerini keserek intihar girişiminde bulunur. Onu Tanya kurtarır. Bir gece Tanya gizlice Olga'nın pasaportunu alarak kıza verir ve onun Mustafa'yla birlikte kaçmasını sağlar. Otobüsün mola verdiği bir motelde kadınlar başka erkeklerle birlikte olurlar. Motele gelen Talat'a Tanya tokat atınca, Talat'ın adamı Tanya'yı öldürür. Üç kardeş Tanya'nın tabutunu bir arabaya yükleyerek Rusyaya doğru yola çıkarlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 244”

 ÖDÜL

Siyad (Sinema Yazarları Derneği)nin (19992000) seçiminde:

► Ozan Güven "umut veren genç oyuncu"

5. Gökçeada Film Festivali'nde (2002):

►"en iyi film"  

 (Agah Özgüç başkanlığında Halk Jürisi: Mevlüt Akyıldız, Ünal Çetin, Selma Güden, Nadir Kaptan, Türkan Körpınar, Yüksel Pazarkaya, Erdoğan Sargut, Murat Suluoğlu, Ali Yıldırım, Rıdvan Yurtseven).

& Balalayka, çekimleri arifesinde Türk sinemasının bütün zamanlarının en çok seyredilen ve güldüren oyuncularından Kemal Sunal'ın beklenmedik ölümüyle gecikerek başlanmış bir filmdi. Yönetmen Ali Özgentürk'de, filmini Kemal Sunal'ın anısına ithaf etmiş. Yönetmen Ali Özgentürk, Kemal Sunal'ın ölümünden sonra filmde nelerin değiştiği hakkında şu görüşleri öne sürmüş: "Kemal ölünce film de öldü, çünkü yüz de, o ışık da öldü. Batum'da ilk günler ne çekeceğimi bilmiyordum. Önümde oyuncular, kamera, her şey var... Ama yüzü yoktu filmin. Yüzü olmayınca bir tür ruhunu, izleğini kaybediyorsun. İlk günler beni oyalayan şeyler çekiyordum. Çünkü senaryo, hikaye var, ama film artık o film değil.. 56 gün geçti, Rusya'dan getirdiğim genç bir kız oyuncuyla ilk çekimimi yaparken onun yüzünde filmin anahtarını, yüzünü buldum, filmi buldum... Aynı hikaye, ama başka bir film. O kızın yüzünün verdiği ışıkla yeniden çekmeye başlayıp, bir yandan yazıp bir yandan çekerek yeni bir çizgi üzerine yerleştirdim filmi" (Şenköken, Cumhuriyet, 2000) “2451” .

4 Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç; meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin arasında Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma endişesiyle dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).

4 'At', 'Hazal' gibi filmleriyle adını duyuran ve 70'li yıllarda Türk sinemasındaki değişimi temsil eden 'Genç Türk Sineması' kuşağının yönetmenlerinden olan Ali Özgentürk, yıllar içinde olgunlaştırdığı sinema dili ve usta işi anlatımıyla Balalayka'da prensip sahibi babalarının vasiyetini yerine getirmek için, babalarının en yakın arkadaşının Rusya'dan cenazesini yurda getirmeye çalışan üç kardeşin öyküsünü anlatırken; diğer yandan Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra bu ülkede oluşan yoksulluk dramı karşısında aklıyla beli özdeşleşmiş erkeklerimizin Nataşa diye damgaladığı Rus kadınlarının da hazin öyküsünü gündeme getiriyor. Aslında film ağırlıkla kendisine yaşamı, aşkı ve hayatın acımasızlığını, bu bağlamda Rus kadınlarının çaresizliklerinden ülkemizde düştükleri fahişe konumunu dikkatimize sunuyor ve bunu yaparken de üç farklı karaktere sahip üç kardeşin ilişkilerini fona yerleştiriyor. Özgentürk öyküsünü filmin en masum kişisini temsil eden ve içi çocuksu bir sevinçle dolu olan Olga'nın ağzından anlatıyor. Film çekilirken yazılmaya devam edilse de senaryo ve sağlam kurulmuş dramatik yapı filmde biraz Olga'nın rüya bölümlerinde falso vermeye başlıyor, filmin temposu ise Rus kızlarının zaman zaman dozu fazla kaçan şarkı söyleme ve eğlenme bölümlerinde düşüyor. Aslında zaaf gibi görünen bu kısımlar filmde dolgu gibi göze batıyor. Diğer yandan Uğur Yücel ve Cem Davran'ın oyunculukları birinci sınıf. Özellikle Cem Davran, onbeş yaşında babasının sıkıcı ve bunaltıcı bulduğu disiplinli dünyasından kaçarak gemilere sığınan, sevimli ama biraz lümpen Hasan karakterini çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Filmin Rus kadın oyuncuları da oldukça başarılı.

Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç; meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin arasında Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma endişesiyle dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).

4 Türkiye'de gerek medya, gerek polisler, gerek kadınlar tarafından aşağılanmasına alışmışız "Nataşa"ların... Hatta ne yazık ki onları, her düğmeye bastıklarında kullanmaya alıştıkları bir lüks haline getirmiş olan Türk erkekleri bu kadınları rahatça aşağılıyor. Halbuki sosyoekonomik ve sosyokültürel iki farklı açıdan RusyaTürkiye gerçekleri, bu kızlarla Türk erkeklerinin iç içe geçen para, şehvet ve romantizm kokulu ilişkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. (Bedri Baykam, Akşam G, 04 Şubat 2001)

4 Böyle bir konuyu, birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün, filmin her sahnesi kim bilir kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa filmde, Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün veriyor. Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü. (Hasan Pulur, Milliyet G, 06 Ocak 2001)


4 Balalayka.. Eşkiya'dan bu yana gördüğüm en güzel Türk filmi.. Dünya için sıradan, bizim için güncel bir konuya dayanıyor öykü.. Türk beyaz kadın mafyasına Nataşa temin eden bir Rus kızı ile işbirlikçisi Türk şoför, kısa yoldan kolay "Dolar" kazanmak peşindeki Rus kızlarını Batum'dan külüstür bir otobüse bindirip Türkiye'ye getirirler..

Otobüse bir tesadüf üç de, çok farklı yapı ve karakterde Türk kardeş binerler. Babalarının bir yakın arkadaşı var. Batum'da ölmüş, gömülmüş, ama vasiyet etmiş, İstanbul'da sonsuzu beklemek istiyor. Üç kardeş bu vasiyeti yerine getirmek için, Batum'daki mezarda ne kaldı ise onları bir tabuta yüklemiş, bu otobüse gelmişler.. Muavin ve serüvenperest bir yaşlı Kore gazisi, yolcuları tamamlıyor..

Hikaye, bir yandan bu kızların kendi dramları, bir yandan otobüsteki erkeklerle ilişkileri ve kendilerini bekleyen mafya ve beyaz kadın ticareti ile sürüp gidiyor Güzellik nerde biliyor musunuz?.. Ali Özgentürk hiç kafa ütülemeden, hiç zorlamadan çok yalın anlatıyor öyküyü.. Güzellik bu yalınlıkta.. Şurup gibi akıp gidiyor film, iki arıza dışında.. Biri teknik.. İki ayrı sahne kurguda bir araya gelirken, niye sade Türk filmlerinde üzeri çizilmiş kapkara kareler araya girer ve perdede sarı siyah o anlamsız görüntü oluşur da insanı filmden koparır?.. Bizde montaj nasıl yapılır bilen mi yok?.. Yoksa bu kopya hatası mı?.. O zaman Amerikan filmlerinde niye yok?.. Kaç kez karardı perde sayamadım. İkincisi, otobüs durduğunda ikinci yarıda film de durur gibi oldu.. Arkadan itmek gerekti, yeniden yürüsün diye.. Niye düştü tempo aniden o kadar?..

"Ticari" damgası yerim diye mi korkmuş Ali Özgentürk bilmem.. Konu ve senaryo çok uygunken, filme hem de nasıl kolay yerleşebilecek erotik sahneleri de, 40 yıl evvelin sineması gibi, daha başlarken bitirip, gerisini hayale bırakmış. Günümüz sineması ve sinema sanatı çok daha cesur, çok daha gerçekçi oysa.. Seyirci sayısını da arttırdı, herhalde.. Çünkü Nataşaları oynayan Rus kızları gerçekten çarpıcı fiziklere sahipler..


Bu filme başlamak üzere iken kaybettiğimiz Kemal Sunal'ı, Balalayka'da hiçbir yere yerleştiremedim. Sunal ölünce, Özgentürk başka bir film çevirmeye karar vermiş olmalı.. Filmdeki herkes çok iyi oynuyor.. Herkesin çok iyi sanatçı olması mantıken mümkün değil. O zaman ortaya Ali Özgentürk'ün oyuncu yönetimi ve her tipe hakkını vermesi çıkıyor.. Bu konuda da hem de nasıl başarılı..Uğur Yücel'e bayıldım.. Bir tip ancak böyle çizilir.. Oyunculuğu bırakıp kamera arkasına geçecekmiş.. Yazık.. Cem Davran harika.. Sinemada da harika, tiyatroda da, dizilerde de.. Davran, niye bu ülkede olması gereken yerde değil, anlamak mümkün değil.. Ercan Yazgan'ın şoför tiplemesi müthiş.. Rus kızlarının hepsi dolu dolu oynuyorlar.. Belli hepsi bu işin eğitimini almışlar.. Balalayka, yeni yılın ilk ayında, ilk sinema tercihiniz olacak kadar güzel bir film.. (Hıncal Uluç, Sabah G, 05 Ocak 2001)


4 Balalayka iyi bir hikayeyi ustalıkla anlatıyor. Kısa süreli bir yolculuk yaşayan insanların hızla gelişen yoğun ilişkilerini de inanılır biçimde sunuyor. Birbirinden bunca farklı, sayıları da epeyce çok ana karakteri net çizgilerle çizilmiş. Yabancı oyunculardan Yekaterina Rednikova'yı Oscar'lı "Hırsız"dan tanıyoruz. O ve tiyatrocu kızı oynayan Nadezha Gorelova, henüz filmin Kemal Sunal'la çekileceği sanılırken İstanbul'a gelip Türkçe öğrenmişler. Ama Rus oyuncuların kraliçesi, şişman Luba'yı oynayan ve ne yazık ki adını bilmediğim aktris. (Sevin Okyay, Radikal G. 30 Aralık 2000)

 

Nataşalar Ve Biz

Nataşa olayı... Komünist sistemin iflasından sonra koca bir ülkenin yaşadığı çöküşün en acıklı dışavurumlarından biri. Güzel, yetenekli, akıllı, iyi bir eğitim almış kadınların birden 'dünyanın en eski mesleğini yapmak, komşu ülke Türkiye'nin en eğitimsiz, en alt kesimlerinden gelen kaba erkeklerin koynuna atılmak zorunda kalmalarının öyküsü.. . Tarihin büyük dönemeçlerinde yaşanan toplumsal trajedilerin bireyleri mahkum ettiği acıklı öykülerin en güncel ve canlı olanlarından biri… Evet, Nataşalar... Onlar hakkında gazete haberleri, röportajlar ve söyleşiler okuduk. Manşetlere ya da TV kanallarına çıktılar. Ama yine de onları gerçekten tanıyamadık, dramlarını yüreğimizde hissedemedik. Çünkü onlar henüz iyi bir filme ya da romana konu olamadılar. Tuhaftır, sanat eserinin el atmadığı toplum olayları hep eksik ve güdük kalıyor, insana ulaşamıyor, çağına demir atamıyor.


Balalayka öncelikle bu eksiği gideriyor. Ölmüş babalarının vasiyeti gereği bir cenazeyi almak üzere Rusya'ya giden üç erkek kardeş, dönüş yolculuğunda Türkiye'ye gelen bir gurup Rus kadını tanıyor, fuhuş ticaretine tanık oluyor ve kendileri de bir ölçüde değişiyorlar.


Ali Özgentürk, Mektup felaketinden sonra sinemasının en iyi, en has öğelerine oldukça parlak bir dönüş yapıyor. Yer yer hafiften gerçeküstücü dokunuşları olan, ama temelde ayağını yere çok iyi basmış bir hikayede, klasik Özgentürk duyarlılığı, bu kez ele aldığı kahramanlara uyarak, o ünlü Slav hüznüyle de besleniyor. Ve ortaya gerçek bir hüzün ve keder şarkısı çıkıyor.


Elbette 'kusursuz' bir film değil bu... Çok iyi kurulmamış, mimarisi özenle düşünülüp inşa edilmemiş. Ama hangi Özgentürk fılmi öyledir ki? Böylece, kimi sahneler yeterince güçlü olamıyor, hatta boşta kalıyor. Örneğin filmin ana dramatik direklerinden biri olan, üç kardeş arasındaki gerilimin aniden yumuşadığı sahnenin kötü yazılmış, çekilmiş ve oynanmış olması gibi...

 Tüm oyuncular iyi, hatta çok iyi. Ama, Kemal Sunal için yazılmış bir rolü son anda yüklenen Uğur Yücel, özellikle öne çıkıyor. Öylesine ki bu film Uğur Yücel'siz ne olurdu diye düşünmek bile mümkün. Doğrudur, Kemal Sunal olsaydı bu başka, bambaşka bir film olurdu. Rus oyuncuların ayrıca çok güzel olduğu film, müziği ve görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ve Ali Özgentürk'ün yeniden gözde senaryocusu Işıl Özgentürk'le bir araya gelmesinin mutlu bir olay olduğunu düşündürtüyor. Yine de çok özel bir film bu. Ve sanırım en çok, sinemada belli bir hüzün duygusunu paylaşmayı sevenler için.. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönasans Yılları” syf43)

 Balalayka"nın hüznü…

Bir konunun, bir olgunun, ne kadar müsait, elverişli olursa olsun, rezil etmeden, pespaye etmeden, insanı küçültmeden, çıtayı yüksek tutarak, sinemaya aktarılacağını, Ali Özgentürk'ün "Balalayka" filminde görebilirsiniz...Zaten Ali Özgentürk, filmin adına "Nataşa" değil de "Balalayka" diyerek niyetini belli etmiş...Rusya’dan bir otobüs dolusu, güzel kadın Türkiye'ye geliyor. Niçin? Fuhuş yapmak için...

 

Böyle bir konuyu, birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün, filmin her sahnesi kim bilir, kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa filmde, Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün veriyor. Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü...


Sistem onları okutmuş, doktor yapmış, balerin yapmış, tiyatro oyuncusu yapmış, lakin sistem çökünce, bu insanlar, ancak fuhuş yaparak yaşamak zorunda kalmışlar.


Üç kardeş Türk, babalarının vasiyetine uyarak Rusya'ya gidiyorlar, babalarının, ölen bir arkadaşının, mezarından kemiklerini tabuta koyuyorlar, Türkiyeye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınlarla aynı otobüse biniyorlar, macera böyle başlıyor. Ama bu, yine de çok hoş bir film... Bir nehir gibi akan sürekli bir duyarlılığı, insanı etkisi altına alan yumuşak bir temposu ve aynı zamanda, içerdiği hüznü beklenmedik biçimde coşkun bir neşeyle dengeleme özelliği var. Hele beklenebilecek her türlü aşırı dramdan uzak, sade ve ekonomik finali…

 Tüm oyuncular iyi, hatta çok iyi. Ama, Kemal Sunal için yazılmış bir rolü son anda yüklenen Uğur Yücel, özellikle öne çıkıyor. Öylesine ki bu film Uğur Yücel'siz ne olurdu diye düşünmek bile mümkün. Doğrudur, Kemal Sunal olsaydı bu başka, bambaşka bir film olurdu. Rus oyuncuların ayrıca çok güzel olduğu film, müziği ve görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ve Ali Özgentürk'ün yeniden gözde senaryocusu Işıl Özgentürk'le bir araya gelmesinin mutlu bir olay olduğunu düşündürtüyor. Yine de çok özel bir film bu. Ve sanırım en çok, sinemada belli bir hüzün duygusunu paylaşmayı sevenler için.. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönasans Yılları” syf43)



 

 

ARTIK SEVMEYECEĞİM (2000)


Yönetmen Muzaffer Arslan Senaryo Muzaffer Arslan, Burhan Bolanlı Görüntü Yönetmeni Necati İltaç Yapım Sine Film/Muzaffer Arslan Diyalog: Bülent Oran, Müzik: Metin Bükey, Kurgu: Özdemir Arıtan, Yapım Sorumlusu: Nuri Tunçel, Yönetmen Yardımcısı: Nurettin İşmen, Şarkılar: Belkıs Özener,

Oyuncular: Türkan Şoray (Nesrin/Leyla), Cüneyt Arkın (Kemal), Önder Somer (Cahit), Münir Özkul (Ahmet), Ömercik (Ömer Dönmez), Muammer Gözalan (doktor), Fatma Bilgen, Kayhan Yıldızoğlu (Doktor), Selahattin İçsel (ağır ceza üyesi), Çocuk Yıldız: Ömercik (Cem) Ömer Dönmez”

KONU: Herkesin hayran olduğu besteci’ Kemal Alpay. Yakışıklı, iyi kalpli. Piyanosunun başındayken dünyayı unutuyor. Ama işler düşündüğü kadar yolunda değil. Karısı Nesrin mutsuz. O güzel şarkıların kendisi için yapılmış olmasının bile önemi yok. “Varlığımı fark edebilmen için top atmam gerekecek.” İyilik yerine heyecan, durgun bir hayat yerine macera peşinde. ‘Yalnız kendisinin hayran olduğu’ Cahit’le Almanya’ya kaçmak üzere. ‘Sevmediği bir erkekten taptığı bir erkeğe gidiyor’. ‘Tam da o gün, elinde bavul, ikiz kardeşi Leyla gelir. Görünüşleri aynı kişilikleri çok farklı. Yıllar önce ikisi de Kemal’i sevmiş. Ama Nesrin’in aşkı dilinde, kardeşininki ise kalbine gömülü. Onlar evlenirken Leyla Anadolu’da bir öğretmenlik alıp oralardan uzaklaşır. Bunca zaman sonra geri döndüğünde Nesrin evini terk etmek üzereydi. ‘İyi düşün, pişman olursun’ gibi sözleri dinleyecek durumda değil; “Pişman olduğum tek şey Kemal’i senin elinden almış olmak. Aslında tam birbiriniz için yaratılmışsınız.” Alyansını ona veriyor. Havaalanı yolundaki patlamalı kazadan yalnızca Leyla kurtulur, yardıma yetişen kişilerden biri olan Ali Demir. Yere düşen yüzüğü genç kızın parmağına takıyor. Kemal, Leyla’yı karısı zannediyor. Genç kız, defalarca gerçeği söylemek isteyip başaramamıştı. ‘Karısı’ ona ilk defa bu kadar yakın. Gözlerinde, özlemini duyduğu aşk ve şefkat dolu pırıltıları yakalamış. “Bundan sonra bana hep böyle bak olur mu sevgilim.” Bir gün, sabırsızlıkla beklediği müjdeyi alır; “Vücudumda son eserini taşıyorum.” Bir oğulları olur; Cem. Ama bu mutluluğu bozan bir şey var. Cahit, Almanya’dan dönmüş Nesrin zannettiği Leyla ile beraber olmak ister. Genç kadın karşı çıkınca elindeki mektup ve resimleri kocasına yollayacağını söyler. Onların tartışmasını yanlış yorumlayan Kemal karısını kovar. Sonraki kavgada Cahit ölür. Leyla, 10 yıl hapisle cezalandırılır’. (Murat Çelenligil) – Sinematürk internet veri tabanı)


FİLMİ İZLE 



 

AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜR (2000) 


 Yönetmen: Kamil Renklidere, Senaryo: Atilla Engin (Memduh Ün'ün 1964 Yapımı "Ağaçlar Ayakta Ölür "Los Darpdes Mueren de Pio" adlı oyunundan), Görüntü Yönetmeni: Kamil Çetin, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin

Oyuncular: Çolpan İlhan, Eşref Kolçak, Ahmet Sarılgan, Emre Altuğ, Sevinç Erbulak

Konu: Kalp hastası karısıyla yalnız bir yaşam sü­ren yaşlı bir adamın öyküsü. 15 yaşındaki to­runları yıllar yıllar önce Amerika ya gitmiştir. Bir televizyon haberinde torununun bir uyuştu­rucu ma.fyası tarafindan öldürüldüğünü öğre­nen büyük baba, karısının üzülmemesi için bu olayı ondan gizler. re torununun ağzından sah­te mektuplar yazar. Büyükbaba, bir rastlantısonucu torununa çok benziyen bir gençle tanı­Şır. Hazırlanan bir plana göre sahte torun ger­çeğinin yerine geçecek ve ona bir de sahte ge­lin bulanacaktır.

Not: Memduh Ün'ün 1964 Yapımı "Ağaçlar Ayakta Ölür "Los Darpdes Mueren de Pio" adlı oyunundan

 


2000 YILINDA GÖSTERİME 

GİREN FİLMLER


www.aa.com.tr


 

YAŞANMAMIŞ BİR ÖMÜR (1999)


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Ferhat Bakır, Yapım: Arkan Film/Halit Arkan

Oyuncular: Ömer Kutlugil, Mesut Engin, İncilay Özdemir, Cemal Gencer, Yılmaz Durul, Ercan Kızılkaya, İbrahim Kurt, Şafak Çoğdur, Mehmet Bereket, Özlem Gülen, Cemal Ertokuş, Mehmet Yılmaz, Ferhat Bakır, Güven Turgut,

Konu: İstanbul’dan köyüne dönen bir gencin öyküsü. Delikanlı köyüne döndüğünde annesinin ve kız kardeşinin öldürüldüğü haberini alır ve katilleri yakalamak üzere peşlerine düşer.

 

 

ŞAHİN (1999) 


Senaryo ve Yönetmen Nejat Gürsoy Görüntü Yönetmeni Ali Engin Müzik Can Tanyeli Yapımcı Hüseyin Apaydın Genel Koordinatör: Erkan Akın, Yardımcı Yönetmen: Özün Süzen


Oyuncular : Teoman Ayık, Yaşar Alptekin, Özlem Savaş, Yusuf Sezgin, Funda Gürdağ, Kazım Kartal, Nuri Alço, Fatma Belgen,

 

 

SINIR (1999)


Yönetmen: Yaşar Güner, Gürsel Ateş, Hikaye: Gani Rüzgar Şavata, Senaryo: Yaşar Güner, Urya Şavata, Görüntü Yönetmeni: Süha Kapkı, Müzik: Metin Karataş, Yapım: Ey Prodüksiyon/Fulya Eyilik Sanat Yönetmeni: Levent Çakır, Hasan Çobanoğlu, Kurgu: Mevlüt Koçak, Süpervizör: Gani Rüzgar Şavata, Yapım Koordinatörü: Cesur Koçak, Yönetmen Yardımcısı: Yaşar Güner, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Işık Asistanı: Murat Okan

Oyuncular: Gani Rüzgar Şavata (Barzan), İlknur Bozkurt (Keje), Eylül Deniz (Helin), Ali Şakar (Poyraz), Yaşar Güner (Hacı Ali Rıza), Ümit Yesin (Battal Ağa), Mehmet Emin Eren (Serker), Nurettin Özer (Reşit Ağa), Ensari Kurtiz (Maho), Ekrem Erkek, Aynur Aydan (Elif), Arzu Kıvanç (Meryem), Vehbi Varol (Cemal), İlhan Keskin (Kemal), Müzeyyer Çalışkan, Arzu Bacaksız, Murat Özlük, Levent Çakır (Komutan), Deniz Akbulut (Moğe)

KONU: 1998'de Kuzey Irak'taki Halepçe katliamında mağdur olan insanlara yardım amacıyla Dicle Üniversitesi'nde okuyan bir grup öğrenci Diyarbakır halkından yardım toplar ve Irak'a yol alırlar. Grubun başını çekenlerden biri SuriyeIrak sınırında yaşayan Kejan Aşireti'nden Battal Ağanın kızıdır. Battal Ağa, kızı Helin'in geri getirilmesi için yeğeni, iki çocuk babası Barzan'ı görevlendirir. Irak'a giden öğrenciler ve Barzan'ın yanı sıra, Suriye tarafından Ceylanpınar'da yaşayan, yine Kejan Aşireti'nden Poyraz da aynı serüveni paylaşır. Kuzey Irak'ta bilinmeyen bir savaşın içinde bulurlar kendilerini... Türkiye'ye geçişleri mümkün olmadığından Poyraz'ın yardımıyla Suriye'ye geçerler. Bu geçiş sırasında birkaç arkadaşını kaybederler. Suriye'de ummadıkları bir macerayla karşılaşırlar. Türk casus sanılarak işkenceye tabi tutulurlar ve tutuklanırlar.

& İşkenceyi konu alan her filme peşin olarak olumlu bakmadığımız gibi, Kürtlerin ve Türklerin kardeşliğini ele alan her filme de peşin olarak olumlu bakmıyoruz. Bizim için önemli olan filmin düzeyi, sinema dili ve sanatı açısından ne olup ne olmadığı. Sınır, taşıdığı iyi niyete karşın son derece yetersiz bir çalışma. Öyle ki sinemanın alfabesi bile yeterince kullanılmıyor ve olaylar, kişiler, siyasal veya psikolojik motivasyonlar yeterince açıklıkla belirmiyor. Ne yazık ki acı gerçek bu ve filmin baş oyuncusunun ödül töreninde "bu jüri satılmış" diye olay çıkarması da bu gerçeği örtecek gibi değil.

Ne yapalım, sırf iyi niyetle veya siyasal bağlanmayla fılm yapılmıyor, kolay kolay Yılmaz Güney de olunmuyor. Bu, yıllar süren sabırlı bir çabanın ve özenli ” bir yaklaşımın ürünü olmak zorunda. Başka yolu yok. .. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 135”

FİLMİ İZLE 


 

 

SEVGİLİM İSTANBUL (1999) 


Yönetmen: Seçkin Yaşar, Senaryo: Seçkin Yasar, Nedim Gürsel, İzzet Yasar, Müzik: Nikos Kypourgos, Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Yapım: Sanmal Aş./Ersin Pertan, Amenis Film/Pavla Rakovska, Hyperion Production / Panos Papahadzis, Katerina Fim/Nikos Kanakis, Sanat Kamera Asistanı: Halil İ. Çekiç, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Ses: Erkan Aktaş, Serdar Öngören Sanat Yönetmeni: Annie G. Pertan, (Fono Film laboratuarlarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Kariofyllia Karabeti, Alptekin Serdengeçti, Tunca Yönder, Erdinç Akbaş, Nedim Saban, Nisan Sirinyan, Kosta Kortidis, Bora Ayanoğlu, Köksal Engür, Emrah Kolukısa, Neşe Arda, Gülen Çehreli

Konu: İrini ve Ali Paris'te, bir uluslararası gazeteciler toplantısında tanışmış, birbirlerine âşık olmuşlardır. Ali tehlikeli konuları kurcalamakla ünlü bir Türk gazetecidir. İstanbul kökenli Yunan bir babanın kızı olan İrini de Yunanistan'da gazetecilik yapmaktadır. Albaylar cuntası döneminde, altı yaşındayken, babasının sivil polisler tarafından tutuklanıp götürülüşüne tanık olmuştur. Daha sonra babasının ölüm haberi gelmiş, ama ölüsü bulunamamıştır.

 İrini, hem sevgilisini hem de babasının şehrini görmek için, ilk kez İstanbul'a gelir. Birlikte geçirdikleri aşk ve tutku dolu birkaç günün ardından Ali ansızın kaybolur. Tehdit telefonları ve mektupları almakta olduğunu bildiği sevgilinin kaybı, İrini'yi, İstanbul labirentinde Kafka'vari bir arayışın içine sürükler.


Ali'yi arayan İrini şehrin şiddetiyle tanışırken, bir yandan da, kafasında babasının ve sevgilisinin imgeleri birbiriyle karışmaktadır. Çocukluğunda yaşadığı babasıyla ilgili travma geri gelmekte, İrini yavaş yavaş hayallerinin esiri olmakta, sanki gerçeklikle gerçek dışının iç içe geçtiği bir kara deliğin içine yuvarlanmaktadır.


NOT: 1999 yılında çekimi yapılan bu film aşağıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bazı nedenlerle mahkemelik olmuş ve mahkeme sonuçlandıktan sonra, gösterime 2007 yılında çıkabilmiştir. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı Ersin Pertan ve yönetmeni Seçkin Yaşar ile senaristi Nedim Gürsel arasındaki davayla ilgili olarak taraflarla görüştük:


 Ersin Pertan: Bir defa şunu söylemek gerekir. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı şahsen ben değilim. Filmin yapımcısı Sanrnal Aş.. Sanmal Aş.'nin ortakları da Ersin Pertan, Ani G. Pertan ve Erol bey. İkincisi: bu filmin ilk kopyasının basılmasına beş  altı gün kala filmin yönetmeni ve senaristi tarafından yapımcı firmaya dava açıldı ve mahkeme tarafından filme ihtiyati tedbir kondu. Bugün bu davalar devam ediyor ve ne zaman sonuçlanacağını bilemiyoruz. Bugüne kadar olan duruşmalara katılıp avukatımız aracılığıyla haklarımızı savunuyoruz. Filmin üzerinde tedbir kararı olduğundan herhangi bir kopyası basılmadı. Bu filmin yapılması için yönetmeni kendisi bize geldi hatta yapımcısı olmamızı rica etti. Bu konuda söyleyebileceğim her şey bunlardan ibaret. Sürmekte olan bir dava olduğundan daha fazla bir şey söylemem mümkün değil.


Seçkin Yasar: Halen sürmekte olan bir dava olduğundan fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Kısacası bu filmin parasını ben buldum. Bu parayı da bulurken her kuruşunun bu filme harcanacağını zannettim. Hatta Nedim Gürsel'le ben telif ücretlerimizi film gösterime girdikten sonra bile almayı taahhüt ettik. Biz bu mahkeme yoluna gitmeden önce piyasamızdaki film örgütlerine de başvurduk. FilmYön, SESAM gibi…

Biz 1996 yılında Nedim ile beraber bu senaryoyu yazdık. Eurimages'a başvurmak gerektiği için bir firma gerekiyordu. İlk başlarda Yavuz Özkan'ın firması vasıtasıyla bu başvuruyu yaptık. Bütün dosyaları hazırladım, yabancı ortakları buldum. Proje destek aldı. Yunanistan'a gidip orada oyuncu buldum.

Fakat çekimlere yirmi gün kala Yavuz Özkan bana 'ben önce kendi filmimi çekeceğim' dedi. Bu durumda biz de prodüktörümüzü değiştirdik. Benim filmimin sanat yönetmeni Ani G. Pertan'dı zaten. Böyle bir durumda da aklınıza kim gelir. İyi arkadaşınız ve filminizin sanat yönetmeninin şirketi var. Biz de Z Film'den bu firmaya (Sanrnal Aş.) bütün evrakları devrettik. Çekimler bittikten sonra, post prodüksiyonu bir başlatıp bir durdurarak bir buçuk yıla yaydılar. Film 1999 vizyonunu kaçırdığı gibi, 2000 gösterimini de kaçırdı. Biz de bir buçuk yıllık uzlaşma çabası ile geçen sürenin sonunda prodüktör firma aleyhine dava açtık. Bizim öncesinde de zaten Ersin Pertan'la da bir anlaşmazlığımız yoktu. Yorgun Savaşçı filminde ben asistandım o set fotoğrafçısıydı. Birlikte bile çalıştık.

Nedim Gürsel: Halen sürmekte olan bir dava olduğu için üstünde fazla konuşmak istemiyorum. Ben bu anlaşmazlıklar çıktığında arabuluculuk yapmak istedim. O güne kadar Ersin beyle hiç tanışmamıştım. Burada Beyoğlu'nda bir yerde oturduk. Ne oluyor diye konuştuk. Bana o gün çok ilginç bir şey söyledi. 'Film prodüktöründür dedi. Ben filmin Antalya Film Festivali'ne yetiştirilmesini önerdim kendisine. Filmdeki baş karakterimizin adı İrine'ydi. İrine barış demek. Antalya'nın o seneki teması da barıştı. 'Fena mı olur buradan bir başarı kazansak' dedim. Bu söylemlerim karşısında bir sürü bahaneyle sanki filmi gömmek istercesine bana cevaplar verdi. Beni bu konuşmamız esnasında en çok hayrete düşüren asıl şu oldu. Sanki bu filmde yönetmen yok, senarist yok, oyuncu yok filmin tek sahibi kendisi. Evet romanda böyle olmaz. Ben eseri yazarım, anlaşmamı yaparım ardından yayınevi devreye girer. Fakat sinemada böyle değildir ki. Kollektif bir olaydır sinema. Bana en son dedi ki: 'Siz Fransız ekolünden geldiğiniz için 'auteur' anlayışını savunuyorsunuz oysa bugün geçerli olan akçe Hollywood sinemasıdır. Hollywood'ta prodüktör ne derse o olur. Ben bu film Antalya'ya gitmez dersem, gitmez' dedi. (Antrakt Sinema Dergisi TemmuzAğustos 2003 Sayı 71)

4 Seçkin Yasar’ın yıllardır gösterilemeyen “lanetli filmi”, sonunda gün ışığına çıktı. Bu gecikme hiç de filmin lehine olmamış. Belki biraz bu yüzden, film eskimiş gözüküyor. Paris’te tanışan Yunan kökenli bir genç kadınla bir Türk gencinin hikayesi. Orda tanışıp ayrıldıktan sonra, genç kadın erkeği bulmak üzere İstanbul’a gelir. Ailesinin kentidir burası, ama o hiç görmemiştir. Araştırmacı gazetecilik yapan genç Türk’le dış politika yazarı kadın, ateşli sevişmelerini yinelerler.

 

Ama asıl önemli olan İstanbul’dur, bu en azından çift kültürlü, hatta çok kültürlü kent. Yunan kadın bir yandan bu kentin tarihsel, turistik, mistik hazinelerini keşfederken, öte yandan kentin geçmişindeki baskı, yıldırma ve ırkçılık dönemlerini öğrenir. Ve sürekli kendi ülkesiyle, tıpkı Türkiye gibi zaman zaman demokrasiyi rafa kaldırmış, askeri yönetimlere teslim olmuş, aydınlarının unufak edilmesine göz yummuş Yunanistan’la kıyaslar ve cunta döneminde kaybolup giden babasını hatırlar. Ama şimdi asıl önemli olan, tıpkı onun gibi gizemli biçimde kaybolmuş sevgilisini bulmaktır. Ancak bu gizemli kentte, bir kaybolan bir daha çıkagelir mi?

Bu iddialı özete bakmayın... Film, aslında klasik ve çok işlenmiş temalarına hemen hiçbir şey katamıyor, ne yazık ki...Aşırı Türk milliyetçiliği, İstanbul’dan kovulan Rumlar, her iki ülkede de yaşanan acılı deneyimler, askeri yönetimler ve cunta dönemleri gibi son derece önemli temalar, en klasik biçimde ele alınmış. Yoğun bir cinsel ilişkiyi siyasal bir fon üzerinde, onun aynası gibi yansıtma çabası, ne yazık ki yeni bir “Hiroşima Sevgilim”e yaklaşamıyor. İstanbul ise nerdeyse turistik bir yaklaşımla sunulmuş. Tarihsel mekanlardan bohem meyhanelere, herşeyde bir “deja vu” havası var. Kimileri buna turistik broşür gayreti de diyecektir. Soyut final de bu tatminsizliği giderecek gibi değil. Bir hayal kırıklığı... (Atilla Dorsay)

4 Nedim Gürsel, ilk sinema deneyimi olan film hakkında şunları söylüyor: "Her ne kadar duygusal bir aşkın arayışı gibi gözükse de aslında derinde daha ince ayrıntılar yatıyor. Mesela; Yunanlı genç gazetecinin babası aslında Kıbrıs olayları sırasında İstanbul'dan sürgün edilmiş ve bir daha geri dönememiş. Bu genç kadın sevgilisinin peşinden babasının yaşadığı İstanbul'a geliyor. Hikaye giderek babasını tanıma, onu yeniden keşfetmeye doğru gelişiyor. Yunanlı kadının gözünden İstanbul'un anlatılmasına varıyor" (Köksal, Cumhuriyet, 01.10.2000).

Film yönetmen ve yapımcı arasında yaşanan ihtilaftan dolayı vizyona giremedi. Sevgilim İstanbul'un yapımcısı tarafından bilinçli olarak gösterime sokulmadığını belirten yönetmen Yasar ve yapıt sahibi Gürsel, yapımcı (Pertan çiftine) aleyhinde dava açmışlardır. (Öztürk. 2004:290). Davanın gerekçeleri yapımcının filmin bitmesini ve Antalya Altın Portakal Film Festivaline katılmasını engellemesiydi. Olayların bu noktaya varmasının nedenleri kısaca şöyleydi: yönetmen Seçkin Yasar filmi için gereken paara desteğini Eruimages'dan almıştır (1 milyon 100 bin Fransız Frangı). Yaşar yapımcılığın yaratıcılığını engelleyeceğini düşünerek önce Yavuz Özkanla anlaşır. Gerek Yaşar'ın başrol oyuncusunun yoğun işleri nedeniyle gerekse de Yavuz Özkan'ın öncelikle kendi filmini yapmaya karar vermesiyle Yasar bu kez Ersin Pertan'la ve filminin aynı zamanda sanat yönetmeni olan Annie G.Pertan'la anlaşır ve yapılan bir protokolle filmin hakları Pertanlar'a geçer. Hatta Yasar. başlangıçta yüz kutu film ve beş çalışma haftası için anlaşmasına karşın, seksen kutu film ve dört hafta için imza atar. Ayrıca filmin haklarının yüzde sekse Pertanlar'ın olmuştur (Öztürk, 2004:290). Yönetmen Yasar bu gelişmelerle ilgili şunları söyler: "Neredeyse kameranın ayakları havada film çektik. Tam bir cambazlık yaptık. Sonuçta dört haftayı üç gün geçince benden bu üç günlük 1 milyar 190 milyonluk parayı da istedi. Hem de bir cumartesi akşamüstü ben gemide çekimdeyken"... Yasar'a göre yapımcıyla aralarındaki diyaloğu koparan olay ise, Annie G. Pertan'la sette yaptıkları tartışmaya dayanmaktaydı. "Manastırda yapılacak bir çekimde gündüz çekimlerini gece yapmam istendi. Bir daha oraya gelmemek için. Arklarla geceyi gündüz yaptık"... 11 Eylül 2000'de Pertan'ı: kendilerinden asla talep edilmeyen bir takım telif hakları yazılarından dolayı stüdyo çalışmalarını durdurduğunu belirten Yasar, "Bugüne dek durdum çünkü adalet çok yavaş işliyor ve karşılıklı halledebileceğimizi düşündüm. Daha önce bu nedenle bir tek dava bile açılmamış. Kendisi de yaratıcı olan bir insanın böyle davranması anlaşılır gibi değil" demektedir. Filmin yaratıcılarından bir diğeri olan Nedim Gürsel ise, gelişen olaylar hakkında "Bu bir çocuk yetiştirip, onun birisi tarafından hapse tıkılması ya da dolaba kapatılması gibi bir şey. Ersın bey Seçkin Yasar ve Yunanlı prodüktörle konuşmayı reddediyor. Tek diyalog kurduğu kişi ben oldum. O, bunun bir takım pürüzler yüzünden bu noktaya gelindiğini ve filmin gecikmesinin kendisiyle ilgisi olmadığını söyledi" demektedir (Köksal, Ol. 10.2000).

Filmin yapımcısı Ersin Pertan ise hakkındaki iddialara ilişkin şunları söylemektedir: "Yönetmen bu filmi çekerken bütün haklarını sonuna kadar kullanmıştır ... Yapımcının da bazı hakları var... Bir yapımcı yönetmenin emir eri değildir. Filmin ticari ve mali konuları yapımcıdan sorulur. Filmin ticari vizyona girmesi, hangi festivallere gideceği ya da televizyon satışı olup olmayacağı uygun gördüğü biçimde davranır ve hiç kimseye de sormaz. Film yakında zaten tamamlanacak ve biz de yapımcı olarak uygun gördüğümüz şekilde tamamlayacağız". Filmin bestecisinin telif hakları ile ilgili devir işlemlerine ilişkin Yaşar ve Yunanlı ortak yapımcının, Pertanlar'ın kendilerinden böyle bir istekte bulunmadıkları iddiasına ise Pertan, "İstedik çünkü ticari olarak vizyona girebilmesi için bu belgeler gerekli... Buna da yapımcı olarak ben karar veririm" diye yanıt vermiştir (Köksal, 0l. 10.2000). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 237”