Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

BOZKIRDA DENİZ KABUĞU (2000) 


Senaryo ve Yönetmen Ahmet Uluçay Görüntü Yönetmeni İlker Berke Yapım Tersine Filmler ve Organizasyon Müzik: Baba Zula, Kurgu: Mustafa Preşeva,

Oyuncular: Müjde Ar (Salur Hoca), Emin Gürsoy (Zurnacı), Serkan Özcan (Yakup), Ahmet Tepe (Bilge Kişi), Mehmet Gürleyen (öğretmen)

Konu: Film, 60’lı yılların ilk yarısında yoksul bir Anadolu köyünde çobanlık yapan Yakup’un, köyün yakınından geçen trende gördüğü bir kızın kendisine mendilini vermesiyle tutulduğu kara sevdayı konu alıyor. Uluçay, filminde bu kez çocukluğundan beri iç içe yaşadığı cinleri de, hayaletleri de bizlere tanıtırken, Gaipler Köyü’nde yaşanan çok zengin bir aşk hikayesini de izlettirecek. Uluçay, “filmin ortalık yerinde körler, sakatlar, deliler ve şizofrenlerin de bulunacağını” söylerken “bu insanların, gözlerimizi yaşartacak kadar güçlü bir dayanıklılıkla karşılıksız bir dayanışma içine nasıl girdiklerini” yalın ve güzel bir öyküyle anlatacağını” ifade etmekte, yeni filminin “görsel insanlık senfonisi olacağını” dile getirmektedir.

& Bozkırda Deniz Kabuğu, sıradan bir öykünün samimi bir sinema diliyle anlatıldığı bir film. Yeni filminin adını, yıllar önce bozkırda dolaşırken bulduğu bir deniz kabuğundan esinlenerek koyduğunu anlatan Uluçay, filmin senaryosu ve karakterleri ile ilgili olarak “Benim çocukluğum, var olup olmadığından, yaşanıp yaşanmadığına bir türlü emin olamadığım bu öyküler ve bu öykü kahramanları içinde geçti. Dağların ardında neler olduğunu merak edip yollara düşenler, deniz acaba ne menem bir şey diyerek başını alıp gurbete gidenler vardı. İşte bu filmde, bunlar da olacak. Kısacası film, bu bölgede bir kasabada geçen, içinde aşkın da bulunduğu bir öyküyü anlatacak” diyor. Onun deyimiyle bu filmde “ulaşılamayan bir tutku”nun öyküsünü izleyecek, “küçük şeylerden büyük bir şey çıkarmaya çalışacağız.”

Uluçay’ın düşsel gerçekçi yolculuğu bu filmde de karşımıza çıkıyor; cinler ve hayaletler filmin alışıldık kahramanları olarak gerçek varlıkların yanında yerlerini alıyor. Yapımcı Tayfun Delice “köyde yapılan çekimlerin, aynı zamanda Kütahyalılar için bir gurur tablosu çizmesi nedeniyle, belde sakinleri tarafından da büyük bir ilgi ve destek gördüğünü, yaptığı filmler ile Türk sinemasını uluslararası platformda başarıyla temsil eden Ahmet Uluçay’ın, Bozkırda Deniz Kabuğu ile de dünya sinemaseverlerinin beğenisini kazanacağını, imkansızlıklar içinde gerçekleştirilen diğer Uluçay filmleri kadar bu filmin de sinema öğrencileri için ders niteliği taşıyacak inanılmaz bir imgelem ürünü özel efektler barındırdığını” belirtmektedir.

Yapımcı Tayfun Delice, aynı zamanda CGI (Computer Generated Images [Bilgisayar Ortamında Oluşturulmuş Görsel Efektler]) konusunda uluslararası bir uzman. Yurtdışında ve özellikle Amerika’da bu konuda bir çok projeye imza atmış olan Delice, “Uluçay’ın düşsel gerçekçi imgelerinin aynı zamanda bu teknik yardımıyla da beyazperde de canlandırılacağını, bu uygulamanın tam da Uluçay’ın ihtiyaç duyduğu teknik olanakların kapılarını açtığını ve bu doğrultuda bir yönetmen ile yapımcı arasında gerek görülen yaratıcı dayanışmanın güzel bir örneğinin yaşandığını” belirtiyor. Ona göre Uluçay, “nadir yetişen sinema yönetmenlerinden biri, aynı zamanda o, bozkırda bir derya.” Delice, “Uluçay sinemasının her ne kadar yerel motifleri taşısa da, hikayenin her zaman çok samimi ve evrensel bir dil ile anlatıldığını, Uluçay’ın bu filminde de yine aynı çizgiyi korumakta olduğunu ve on beş yıldır üzerinde çalıştığı ve yazarlığını da yine kendisinin yaptığı senaryosunda, bir insan senfonisi yazarcasına yarattığı ‘arızalı’ ancak bir o kadar da zengin karakterlerinin hikayesini, metruk, terk edilmiş bir köy ortamında evrensel bir dil ile anlatmanın yollarını aralamakta” olduğunu sözlerine ekliyor.

Uluçay, oyuncu kadrosunu kısa ve uzun metrajlı filmlerinde olduğu gibi yine doğal yetenekli, oyunculuk eğitimi olmayan ancak bir o kadar da başarılı profesyonel oyunculuk performansı sergileyen kendi köyünden ve çevresinden yöre insanından oluşturuyor. Bu, oyuncuların olduğu kadar Uluçay’ın da bir başarısı. Uluçay, diğer çalışmalarında olduğu gibi, bu filminde de hikayeyi ve sahne duygusunu oyuncularına kolaylıkla geçirip deneyimsiz

 

Filmin İlham Kaynağı "Gaipler Köyü" Son filmiyle Oscar'ı kapmanın hayal olmadığını vurgulayan Uluçay, İHA muhabirine filmin senaryosunu nasıl yazdığını ise şöyle anlattı:

"Ben senaryonun merkezindeyim ama bu kez kendi hayatım değil. Ben hastanede iken Şaphane'nin Gaipler köyünde (Kütahya) yaşayan bir kızla tanıştım. Köylerin isminin neden, 'Gaipler' olduğunu sordum. Bizim buralarda da bilinir. Bazı erenler vardır. Allah dostları vardır. Bunlar kimi zaman kaybolup giderler. Kız, soruma 'bilmiyorum' diyerek yanıt verdi. İyi ki bilmiyormuş. Şimdi bu durumu elime alıp başını döndürdüm hikayenin.

"Filmin adını yıllar önce bozkırda dolaşırken bulduğum bir deniz kabuğundan esinlenerek koydum. Filmde cinler ve şeytanlar da olacak tabi. Metafizik boyutu olacak, onlarsız film olmuyor zaten. Filmin acıtan yönü de olacak. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli şeyi acı duyması, vicdana sahip olması" diye konuştu. Filmin senaryosunu yazarken çocukluğunda yaşadığı anılara da yer verdiğini söyleyen Ahmet Uluçay, hiç tanımadığı kızlara el sallamak için tren istasyonuna gittiğini ve hiçbir zaman kızlara tam zamanında el sallayamadığını anlattı. Okula giderken öğle yemeği tatilinde hemen istasyona gittiğini belirten Uluçay, "İstasyonda ne gelenimiz ne de gidenimiz var ama bir sürü çocukla birlikte giderdik. Trenin gelmesini beklerdik. Trenle gelen kızları görmek ve onlara el sallamak isterdik. Bunları hemşerim yönetmen Yavuz Ökzan'dan da duydum ben. Elimizi tam zamanında kaldırmazdık. Olur ki babası görür de bize kızar diye. Öyle bir ayarlardık ki tren duramayacak artık. O hızı ayalardık ve o anda ne yaparsan yap. Hiç tanımadığımız kızları uğrulardık" dedi. (kyn: http://www.haberler.com)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder