BOZKIRDA DENİZ KABUĞU (2000)
Senaryo ve Yönetmen Ahmet
Uluçay Görüntü Yönetmeni İlker Berke Yapım Tersine Filmler ve
Organizasyon Müzik: Baba Zula, Kurgu: Mustafa Preşeva,
Oyuncular: Müjde Ar (Salur
Hoca), Emin Gürsoy (Zurnacı), Serkan Özcan (Yakup), Ahmet Tepe (Bilge Kişi),
Mehmet Gürleyen (öğretmen)
Konu: Film, 60’lı yılların ilk
yarısında yoksul bir Anadolu köyünde çobanlık yapan Yakup’un, köyün yakınından
geçen trende gördüğü bir kızın kendisine mendilini vermesiyle tutulduğu kara
sevdayı konu alıyor. Uluçay, filminde bu kez çocukluğundan beri iç içe yaşadığı
cinleri de, hayaletleri de bizlere tanıtırken, Gaipler Köyü’nde yaşanan çok
zengin bir aşk hikayesini de izlettirecek. Uluçay, “filmin ortalık yerinde
körler, sakatlar, deliler ve şizofrenlerin de bulunacağını” söylerken “bu
insanların, gözlerimizi yaşartacak kadar güçlü bir dayanıklılıkla karşılıksız
bir dayanışma içine nasıl girdiklerini” yalın ve güzel bir öyküyle anlatacağını”
ifade etmekte, yeni filminin “görsel insanlık senfonisi olacağını” dile
getirmektedir.
& Bozkırda Deniz Kabuğu, sıradan bir öykünün samimi bir
sinema diliyle anlatıldığı bir film. Yeni filminin adını, yıllar önce bozkırda
dolaşırken bulduğu bir deniz kabuğundan esinlenerek koyduğunu anlatan Uluçay,
filmin senaryosu ve karakterleri ile ilgili olarak “Benim çocukluğum, var olup
olmadığından, yaşanıp yaşanmadığına bir türlü emin olamadığım bu öyküler ve bu
öykü kahramanları içinde geçti. Dağların ardında neler olduğunu merak edip
yollara düşenler, deniz acaba ne menem bir şey diyerek başını alıp gurbete
gidenler vardı. İşte bu filmde, bunlar da olacak. Kısacası film, bu bölgede bir
kasabada geçen, içinde aşkın da bulunduğu bir öyküyü anlatacak” diyor. Onun
deyimiyle bu filmde “ulaşılamayan bir tutku”nun öyküsünü izleyecek, “küçük
şeylerden büyük bir şey çıkarmaya çalışacağız.”
Uluçay’ın düşsel gerçekçi yolculuğu bu filmde de karşımıza
çıkıyor; cinler ve hayaletler filmin alışıldık kahramanları olarak gerçek
varlıkların yanında yerlerini alıyor. Yapımcı Tayfun Delice “köyde yapılan
çekimlerin, aynı zamanda Kütahyalılar için bir gurur tablosu çizmesi nedeniyle,
belde sakinleri tarafından da büyük bir ilgi ve destek gördüğünü, yaptığı
filmler ile Türk sinemasını uluslararası platformda başarıyla temsil eden Ahmet
Uluçay’ın, Bozkırda Deniz Kabuğu ile de dünya sinemaseverlerinin beğenisini
kazanacağını, imkansızlıklar içinde gerçekleştirilen diğer Uluçay filmleri
kadar bu filmin de sinema öğrencileri için ders niteliği taşıyacak inanılmaz
bir imgelem ürünü özel efektler barındırdığını” belirtmektedir.
Yapımcı Tayfun Delice, aynı zamanda CGI
(Computer Generated Images [Bilgisayar Ortamında Oluşturulmuş Görsel Efektler])
konusunda uluslararası bir uzman. Yurtdışında ve özellikle Amerika’da bu konuda
bir çok projeye imza atmış olan Delice, “Uluçay’ın düşsel gerçekçi imgelerinin
aynı zamanda bu teknik yardımıyla da beyazperde de canlandırılacağını, bu
uygulamanın tam da Uluçay’ın ihtiyaç duyduğu teknik olanakların kapılarını
açtığını ve bu doğrultuda bir yönetmen ile yapımcı arasında gerek görülen
yaratıcı dayanışmanın güzel bir örneğinin yaşandığını” belirtiyor. Ona göre
Uluçay, “nadir yetişen sinema yönetmenlerinden biri, aynı zamanda o, bozkırda
bir derya.” Delice, “Uluçay sinemasının her ne kadar yerel motifleri taşısa da,
hikayenin her zaman çok samimi ve evrensel bir dil ile anlatıldığını, Uluçay’ın
bu filminde de yine aynı çizgiyi korumakta olduğunu ve on beş yıldır üzerinde
çalıştığı ve yazarlığını da yine kendisinin yaptığı senaryosunda, bir insan
senfonisi yazarcasına yarattığı ‘arızalı’ ancak bir o kadar da zengin
karakterlerinin hikayesini, metruk, terk edilmiş bir köy ortamında evrensel bir
dil ile anlatmanın yollarını aralamakta” olduğunu sözlerine ekliyor.
Uluçay, oyuncu kadrosunu kısa
ve uzun metrajlı filmlerinde olduğu gibi yine doğal yetenekli, oyunculuk
eğitimi olmayan ancak bir o kadar da başarılı profesyonel oyunculuk performansı
sergileyen kendi köyünden ve çevresinden yöre insanından oluşturuyor. Bu,
oyuncuların olduğu kadar Uluçay’ın da bir başarısı. Uluçay, diğer
çalışmalarında olduğu gibi, bu filminde de hikayeyi ve sahne duygusunu
oyuncularına kolaylıkla geçirip deneyimsiz
Filmin İlham Kaynağı "Gaipler Köyü"
Son filmiyle Oscar'ı kapmanın hayal olmadığını vurgulayan Uluçay, İHA
muhabirine filmin senaryosunu nasıl yazdığını ise şöyle anlattı:
"Ben senaryonun
merkezindeyim ama bu kez kendi hayatım değil. Ben hastanede iken Şaphane'nin
Gaipler köyünde (Kütahya) yaşayan bir kızla tanıştım. Köylerin isminin neden,
'Gaipler' olduğunu sordum. Bizim buralarda da bilinir. Bazı erenler vardır.
Allah dostları vardır. Bunlar kimi zaman kaybolup giderler. Kız, soruma
'bilmiyorum' diyerek yanıt verdi. İyi ki bilmiyormuş. Şimdi bu durumu elime
alıp başını döndürdüm hikayenin.
"Filmin adını yıllar önce bozkırda
dolaşırken bulduğum bir deniz kabuğundan esinlenerek koydum. Filmde cinler ve
şeytanlar da olacak tabi. Metafizik boyutu olacak, onlarsız film olmuyor zaten.
Filmin acıtan yönü de olacak. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli şeyi
acı duyması, vicdana sahip olması" diye konuştu. Filmin senaryosunu
yazarken çocukluğunda yaşadığı anılara da yer verdiğini söyleyen Ahmet Uluçay,
hiç tanımadığı kızlara el sallamak için tren istasyonuna gittiğini ve hiçbir
zaman kızlara tam zamanında el sallayamadığını anlattı. Okula giderken öğle
yemeği tatilinde hemen istasyona gittiğini belirten Uluçay, "İstasyonda ne
gelenimiz ne de gidenimiz var ama bir sürü çocukla birlikte giderdik. Trenin
gelmesini beklerdik. Trenle gelen kızları görmek ve onlara el sallamak
isterdik. Bunları hemşerim yönetmen Yavuz Ökzan'dan da duydum ben. Elimizi tam
zamanında kaldırmazdık. Olur ki babası görür de bize kızar diye. Öyle bir
ayarlardık ki tren duramayacak artık. O hızı ayalardık ve o anda ne yaparsan
yap. Hiç tanımadığımız kızları uğrulardık" dedi. (kyn:
http://www.haberler.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder