Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

BALALAYKA (2000) 


Yönetmen Ali Özgentürk Senaryo Işıl Özgentürk Görüntü Yönetmeni Mirsad Heroviç Yapım Sine Film/Muzaffer Arslan Yönetmen Yardımcısı: Ebru Oğuz, Hikaye: Ali Özgentürk Senaryo Danışmanları: Zeki Ökten, Rüstam İbrahimbekov, Yardımcı Yönetmen: Tamay Sayar, Aydoğan Yıldız Yapımı. (1.Kamera Ast.)Cihan Yılmaz (2.Kamera Ast), Kurgu: Hakan Akol, Mustafa Tan, Müzik: Aşkın Arsunan, Ses Tasarımı: Boris Dimitrov Trayanov, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Asistanları: Oruç Demir, Korhan Aysan, Yaşar Uyanık, Ferzan Yücel, Nurettin Keleş, Şeyhmuz Gencan, Emin Baş, Dekor: Ahmet Şişman, Kostüm: Mesru Tezel, Set Sorumlusu: İbrahim Öner, Danışmanlık: Hatice Yakar, Makyaj: Belgin Ömürdağ, Miksaj: Taylan Oğuz, Montaj: Hakan Akol, Onur Tan, Laboratuar Şefi: Yusuf Özbek, Yapım Koordinatörü: Gülin Tokat, Yapım Sorumlusu: Selma Koçoğlu, Özlem Yurtsever, Nesrin Gökban, Osman Tufan Cinyol, Özkan Tekin, Bülent Çolakel, Mali İşler: Sabahattin Şenyüz (Asya Film), Dış İlişkiler Görevlisi: Dünya Özgentürk (Asya Film), Şirket Müdürü: Rüya Arabacı (Asya Film), Yapım Asistanları: Yasemin Sim (TMC), Yasemin Çıra Sütlaş (TMC),

Oyuncular: Uğur Yücel, Cem Davran, Yekaterina Rednikova, Ercan Yazgan, Ozan Güven, Atılay Uluışık, Nadjezda Gorelova, Alla Juganova, Anna Veronova, İskender Bağcılar, Necdet Yakın, Anna Studikora, Victoria Samokbina, Valeria Skorokbodora (Balerin Kız),Yullya Bapoya (Oyuncu Kız), Tamilla Metşrill, Eka Çarkelşvill, Eka Glondil, Mala Tsetsbladze (1. Kız), Asmat Kiladze (2.Kız), Mellssa Özmen (3. Kız), Larlssa Krilova (Büyükanne), Gaba Kobaladze (Gürcü Köylü), Salome (Ninan’nın kızı), llana Lordkipadze (Nina’nın Annesi), Gergy Pirsbalalşrill, Sira Abzlanidze, Tiyatrocular: Otar Goberridze, Zurap Tsilatskiladzde, Zaal Goguradze, Zaza Goguradze, Manuçar Şerrasladze, Tiko Gobeçlşvill, Nana Kikiradze, Nato Gogltavri, Nadya Meparlşvill, İşçiler: Sese Mikara, Zaza Zolze, Burak Altay (Tanya’yı öldüren genç), Gümrük Memurları: Hasan Tepetam, Aziz Karakuş, Kenan Yıldız, Serdar Kınacı (Kahveci), Parçalayan Adamlar: Talip Meydan, Aydemir Özbay, Davut Çakar, Nesim Gökban (Otel Sahibi), İrfan Tankol (Müzisyen)

Konu: Olga, Tanya teyzesiyIe birlikte Türkiye'ye ameliyat olmak, sakat bacağını yenilemek için yolculuğa çıkar. Yolculuk sırasında Necati, gemici Hasan ve kardeşleri Mehmet gibi birbirinden farklı insanlarla tanışır. Üç kardeşin babaları sevgisini göstermeyen, sert bir adamdır. Abileri Necati babalarıyla birlikte yaşamış ve ona benzemiştir. Hasan on beş yaşında babasının disiplin anlayışından bunalmış, evden kaçmış ve gemilerde çalışmaya başlamıştır. Mehmet ise, babalarını terk eden annesiyle yaşamış ve babasını en son beş yaşındayken görmüştür. Almanya'da yaşamakta ve teknik ressamlık yapmaktadır. Üç kardeş babalarının evinde buluşmuş ve onun vasiyetini yerine getirmek için konuşmaktadırlar. Babalarının vasiyeti; gençlik arkadaşı olan ve Sovyetler'de yaşamış bir pilot arkadaşının tek dileği olan vatan toprağına, İstanbul'a gömülme isteğinin oğulları tarafından yerine getirilmesidir. Üç kardeş babalarının vasiyetini yerine getirmek için Rusya'ya giderler. Tanya ölen pilotun komşusudur ve cenazenin Türkiye'ye nakledilmesi için onlara yardımcı olacaktır. Tanya işleri için zaman zaman iki aylığına Türkiye'ye gider. Birlikte oturduğu babaannesi ise onun gitmesini istemez. Türkiye'ye dönecekleri otobüs büyük bir meydanda park etmiştir. Kalkış saati yaklaştıkça, çoğunluğu kadın olan yolcular yavaş yavaş gelmeye başlamışlardır. Kadınların çoğu bavul ticareti için Türkiye'ye gitmektedir. Yurt dışına çıkacağı için oldukça heyecanlı olan Olga, otobüsün bulunduğu yere herkesten önce gelmiştir. Tanya ve üç kardeş cenazeyle birlikte otobüsün kalkacağı yere gelmişlerdir. Necati Hasan'dan çoğunluğu genç kız olan yolcuların Türkiye'ye fahişelik yapmaya gittiğini öğrenince şaşırmıştır. Otobüs yoldan da yolcu toplayarak gitmektedir. Bunlardan biri de Kore gazisi yaşlı bir adamdır. Hasan, sosyal kişiliğiyle kolayca kadın yolcularla samimi olur. Kadınların çoğu meslek sahibidirIer. Nina, başarılı bir tiyatro oyuncusudur fakat tiyatrodan ayrılmıştır. O da küçük kızını bırakarak otobüse yoldan binen yolculardan biridir. Necati otobüsün yolcularından rahatsız olmuş, şoföre şikayette bulunmuştur. Otobüse yoldan binen yolcu kadınlardan Luba, neşeli bir kadındır ve yanındaki votka şişesini yolculara ikram eder. Luba'nın kocası otobüsün önünü keserek kadının kendisiyle gelmemesi durumunda öldüreceğini söyler. Hasan adamı 50 dolar vererek ikna eder. Otobüs Türkiye sınırına gelmiştir. Otobüsün Muavini Mustafa, Olga'yla yakınlaşmaya çalışır. Kore gazisini gümrük memurları pasaportu arı pasaportu olmadığı için alıkoyarlar. Otobüsün mola verdiği bir yerde Tanya, Necati'yle ilgilenmeye başlamıştır. Necati’ye karşı saldırganlaşan Hasan'ı Necati tokatlar. Kadınlar otobüs şoförünün gözetiminde elbiselerini değiştirmişlerdir. Şoför de kadın ticaretinin içindedir. Yolda kadınları bekleyen Talat, Tanya'dan Olga'yı da vermesini ister. Necati adamın üzerine saldırınca, Talat onları tehdit ederek gider. Otobüstekiler şoförün paniklemesiyle kaçarlarken, girdikleri bozuk yolda kuma saplanırlar. Yakındaki bir kır kahvesinden geceyi geçirmek için yardım isterler. Necati 'nin mesafeli ve durağan tavırları kadınların arasında alay konusu olmuştur. Mehmet Nina'ya aşık olmuştur ve kızla yakınlaşır. Tanya ise Necati'ye yakınlık duymaya başlamıştır. Rus kızlardan Hanya, moralinin çok bozuk olduğu bir anda bileklerini keserek intihar girişiminde bulunur. Onu Tanya kurtarır. Bir gece Tanya gizlice Olga'nın pasaportunu alarak kıza verir ve onun Mustafa'yla birlikte kaçmasını sağlar. Otobüsün mola verdiği bir motelde kadınlar başka erkeklerle birlikte olurlar. Motele gelen Talat'a Tanya tokat atınca, Talat'ın adamı Tanya'yı öldürür. Üç kardeş Tanya'nın tabutunu bir arabaya yükleyerek Rusyaya doğru yola çıkarlar. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 244”

 ÖDÜL

Siyad (Sinema Yazarları Derneği)nin (19992000) seçiminde:

► Ozan Güven "umut veren genç oyuncu"

5. Gökçeada Film Festivali'nde (2002):

►"en iyi film"  

 (Agah Özgüç başkanlığında Halk Jürisi: Mevlüt Akyıldız, Ünal Çetin, Selma Güden, Nadir Kaptan, Türkan Körpınar, Yüksel Pazarkaya, Erdoğan Sargut, Murat Suluoğlu, Ali Yıldırım, Rıdvan Yurtseven).

& Balalayka, çekimleri arifesinde Türk sinemasının bütün zamanlarının en çok seyredilen ve güldüren oyuncularından Kemal Sunal'ın beklenmedik ölümüyle gecikerek başlanmış bir filmdi. Yönetmen Ali Özgentürk'de, filmini Kemal Sunal'ın anısına ithaf etmiş. Yönetmen Ali Özgentürk, Kemal Sunal'ın ölümünden sonra filmde nelerin değiştiği hakkında şu görüşleri öne sürmüş: "Kemal ölünce film de öldü, çünkü yüz de, o ışık da öldü. Batum'da ilk günler ne çekeceğimi bilmiyordum. Önümde oyuncular, kamera, her şey var... Ama yüzü yoktu filmin. Yüzü olmayınca bir tür ruhunu, izleğini kaybediyorsun. İlk günler beni oyalayan şeyler çekiyordum. Çünkü senaryo, hikaye var, ama film artık o film değil.. 56 gün geçti, Rusya'dan getirdiğim genç bir kız oyuncuyla ilk çekimimi yaparken onun yüzünde filmin anahtarını, yüzünü buldum, filmi buldum... Aynı hikaye, ama başka bir film. O kızın yüzünün verdiği ışıkla yeniden çekmeye başlayıp, bir yandan yazıp bir yandan çekerek yeni bir çizgi üzerine yerleştirdim filmi" (Şenköken, Cumhuriyet, 2000) “2451” .

4 Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç; meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin arasında Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma endişesiyle dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).

4 'At', 'Hazal' gibi filmleriyle adını duyuran ve 70'li yıllarda Türk sinemasındaki değişimi temsil eden 'Genç Türk Sineması' kuşağının yönetmenlerinden olan Ali Özgentürk, yıllar içinde olgunlaştırdığı sinema dili ve usta işi anlatımıyla Balalayka'da prensip sahibi babalarının vasiyetini yerine getirmek için, babalarının en yakın arkadaşının Rusya'dan cenazesini yurda getirmeye çalışan üç kardeşin öyküsünü anlatırken; diğer yandan Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra bu ülkede oluşan yoksulluk dramı karşısında aklıyla beli özdeşleşmiş erkeklerimizin Nataşa diye damgaladığı Rus kadınlarının da hazin öyküsünü gündeme getiriyor. Aslında film ağırlıkla kendisine yaşamı, aşkı ve hayatın acımasızlığını, bu bağlamda Rus kadınlarının çaresizliklerinden ülkemizde düştükleri fahişe konumunu dikkatimize sunuyor ve bunu yaparken de üç farklı karaktere sahip üç kardeşin ilişkilerini fona yerleştiriyor. Özgentürk öyküsünü filmin en masum kişisini temsil eden ve içi çocuksu bir sevinçle dolu olan Olga'nın ağzından anlatıyor. Film çekilirken yazılmaya devam edilse de senaryo ve sağlam kurulmuş dramatik yapı filmde biraz Olga'nın rüya bölümlerinde falso vermeye başlıyor, filmin temposu ise Rus kızlarının zaman zaman dozu fazla kaçan şarkı söyleme ve eğlenme bölümlerinde düşüyor. Aslında zaaf gibi görünen bu kısımlar filmde dolgu gibi göze batıyor. Diğer yandan Uğur Yücel ve Cem Davran'ın oyunculukları birinci sınıf. Özellikle Cem Davran, onbeş yaşında babasının sıkıcı ve bunaltıcı bulduğu disiplinli dünyasından kaçarak gemilere sığınan, sevimli ama biraz lümpen Hasan karakterini çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. Filmin Rus kadın oyuncuları da oldukça başarılı.

Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç; meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin arasında Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma endişesiyle dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).

4 Türkiye'de gerek medya, gerek polisler, gerek kadınlar tarafından aşağılanmasına alışmışız "Nataşa"ların... Hatta ne yazık ki onları, her düğmeye bastıklarında kullanmaya alıştıkları bir lüks haline getirmiş olan Türk erkekleri bu kadınları rahatça aşağılıyor. Halbuki sosyoekonomik ve sosyokültürel iki farklı açıdan RusyaTürkiye gerçekleri, bu kızlarla Türk erkeklerinin iç içe geçen para, şehvet ve romantizm kokulu ilişkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. (Bedri Baykam, Akşam G, 04 Şubat 2001)

4 Böyle bir konuyu, birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün, filmin her sahnesi kim bilir kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa filmde, Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün veriyor. Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü. (Hasan Pulur, Milliyet G, 06 Ocak 2001)


4 Balalayka.. Eşkiya'dan bu yana gördüğüm en güzel Türk filmi.. Dünya için sıradan, bizim için güncel bir konuya dayanıyor öykü.. Türk beyaz kadın mafyasına Nataşa temin eden bir Rus kızı ile işbirlikçisi Türk şoför, kısa yoldan kolay "Dolar" kazanmak peşindeki Rus kızlarını Batum'dan külüstür bir otobüse bindirip Türkiye'ye getirirler..

Otobüse bir tesadüf üç de, çok farklı yapı ve karakterde Türk kardeş binerler. Babalarının bir yakın arkadaşı var. Batum'da ölmüş, gömülmüş, ama vasiyet etmiş, İstanbul'da sonsuzu beklemek istiyor. Üç kardeş bu vasiyeti yerine getirmek için, Batum'daki mezarda ne kaldı ise onları bir tabuta yüklemiş, bu otobüse gelmişler.. Muavin ve serüvenperest bir yaşlı Kore gazisi, yolcuları tamamlıyor..

Hikaye, bir yandan bu kızların kendi dramları, bir yandan otobüsteki erkeklerle ilişkileri ve kendilerini bekleyen mafya ve beyaz kadın ticareti ile sürüp gidiyor Güzellik nerde biliyor musunuz?.. Ali Özgentürk hiç kafa ütülemeden, hiç zorlamadan çok yalın anlatıyor öyküyü.. Güzellik bu yalınlıkta.. Şurup gibi akıp gidiyor film, iki arıza dışında.. Biri teknik.. İki ayrı sahne kurguda bir araya gelirken, niye sade Türk filmlerinde üzeri çizilmiş kapkara kareler araya girer ve perdede sarı siyah o anlamsız görüntü oluşur da insanı filmden koparır?.. Bizde montaj nasıl yapılır bilen mi yok?.. Yoksa bu kopya hatası mı?.. O zaman Amerikan filmlerinde niye yok?.. Kaç kez karardı perde sayamadım. İkincisi, otobüs durduğunda ikinci yarıda film de durur gibi oldu.. Arkadan itmek gerekti, yeniden yürüsün diye.. Niye düştü tempo aniden o kadar?..

"Ticari" damgası yerim diye mi korkmuş Ali Özgentürk bilmem.. Konu ve senaryo çok uygunken, filme hem de nasıl kolay yerleşebilecek erotik sahneleri de, 40 yıl evvelin sineması gibi, daha başlarken bitirip, gerisini hayale bırakmış. Günümüz sineması ve sinema sanatı çok daha cesur, çok daha gerçekçi oysa.. Seyirci sayısını da arttırdı, herhalde.. Çünkü Nataşaları oynayan Rus kızları gerçekten çarpıcı fiziklere sahipler..


Bu filme başlamak üzere iken kaybettiğimiz Kemal Sunal'ı, Balalayka'da hiçbir yere yerleştiremedim. Sunal ölünce, Özgentürk başka bir film çevirmeye karar vermiş olmalı.. Filmdeki herkes çok iyi oynuyor.. Herkesin çok iyi sanatçı olması mantıken mümkün değil. O zaman ortaya Ali Özgentürk'ün oyuncu yönetimi ve her tipe hakkını vermesi çıkıyor.. Bu konuda da hem de nasıl başarılı..Uğur Yücel'e bayıldım.. Bir tip ancak böyle çizilir.. Oyunculuğu bırakıp kamera arkasına geçecekmiş.. Yazık.. Cem Davran harika.. Sinemada da harika, tiyatroda da, dizilerde de.. Davran, niye bu ülkede olması gereken yerde değil, anlamak mümkün değil.. Ercan Yazgan'ın şoför tiplemesi müthiş.. Rus kızlarının hepsi dolu dolu oynuyorlar.. Belli hepsi bu işin eğitimini almışlar.. Balalayka, yeni yılın ilk ayında, ilk sinema tercihiniz olacak kadar güzel bir film.. (Hıncal Uluç, Sabah G, 05 Ocak 2001)


4 Balalayka iyi bir hikayeyi ustalıkla anlatıyor. Kısa süreli bir yolculuk yaşayan insanların hızla gelişen yoğun ilişkilerini de inanılır biçimde sunuyor. Birbirinden bunca farklı, sayıları da epeyce çok ana karakteri net çizgilerle çizilmiş. Yabancı oyunculardan Yekaterina Rednikova'yı Oscar'lı "Hırsız"dan tanıyoruz. O ve tiyatrocu kızı oynayan Nadezha Gorelova, henüz filmin Kemal Sunal'la çekileceği sanılırken İstanbul'a gelip Türkçe öğrenmişler. Ama Rus oyuncuların kraliçesi, şişman Luba'yı oynayan ve ne yazık ki adını bilmediğim aktris. (Sevin Okyay, Radikal G. 30 Aralık 2000)

 

Nataşalar Ve Biz

Nataşa olayı... Komünist sistemin iflasından sonra koca bir ülkenin yaşadığı çöküşün en acıklı dışavurumlarından biri. Güzel, yetenekli, akıllı, iyi bir eğitim almış kadınların birden 'dünyanın en eski mesleğini yapmak, komşu ülke Türkiye'nin en eğitimsiz, en alt kesimlerinden gelen kaba erkeklerin koynuna atılmak zorunda kalmalarının öyküsü.. . Tarihin büyük dönemeçlerinde yaşanan toplumsal trajedilerin bireyleri mahkum ettiği acıklı öykülerin en güncel ve canlı olanlarından biri… Evet, Nataşalar... Onlar hakkında gazete haberleri, röportajlar ve söyleşiler okuduk. Manşetlere ya da TV kanallarına çıktılar. Ama yine de onları gerçekten tanıyamadık, dramlarını yüreğimizde hissedemedik. Çünkü onlar henüz iyi bir filme ya da romana konu olamadılar. Tuhaftır, sanat eserinin el atmadığı toplum olayları hep eksik ve güdük kalıyor, insana ulaşamıyor, çağına demir atamıyor.


Balalayka öncelikle bu eksiği gideriyor. Ölmüş babalarının vasiyeti gereği bir cenazeyi almak üzere Rusya'ya giden üç erkek kardeş, dönüş yolculuğunda Türkiye'ye gelen bir gurup Rus kadını tanıyor, fuhuş ticaretine tanık oluyor ve kendileri de bir ölçüde değişiyorlar.


Ali Özgentürk, Mektup felaketinden sonra sinemasının en iyi, en has öğelerine oldukça parlak bir dönüş yapıyor. Yer yer hafiften gerçeküstücü dokunuşları olan, ama temelde ayağını yere çok iyi basmış bir hikayede, klasik Özgentürk duyarlılığı, bu kez ele aldığı kahramanlara uyarak, o ünlü Slav hüznüyle de besleniyor. Ve ortaya gerçek bir hüzün ve keder şarkısı çıkıyor.


Elbette 'kusursuz' bir film değil bu... Çok iyi kurulmamış, mimarisi özenle düşünülüp inşa edilmemiş. Ama hangi Özgentürk fılmi öyledir ki? Böylece, kimi sahneler yeterince güçlü olamıyor, hatta boşta kalıyor. Örneğin filmin ana dramatik direklerinden biri olan, üç kardeş arasındaki gerilimin aniden yumuşadığı sahnenin kötü yazılmış, çekilmiş ve oynanmış olması gibi...

 Tüm oyuncular iyi, hatta çok iyi. Ama, Kemal Sunal için yazılmış bir rolü son anda yüklenen Uğur Yücel, özellikle öne çıkıyor. Öylesine ki bu film Uğur Yücel'siz ne olurdu diye düşünmek bile mümkün. Doğrudur, Kemal Sunal olsaydı bu başka, bambaşka bir film olurdu. Rus oyuncuların ayrıca çok güzel olduğu film, müziği ve görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ve Ali Özgentürk'ün yeniden gözde senaryocusu Işıl Özgentürk'le bir araya gelmesinin mutlu bir olay olduğunu düşündürtüyor. Yine de çok özel bir film bu. Ve sanırım en çok, sinemada belli bir hüzün duygusunu paylaşmayı sevenler için.. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönasans Yılları” syf43)

 Balalayka"nın hüznü…

Bir konunun, bir olgunun, ne kadar müsait, elverişli olursa olsun, rezil etmeden, pespaye etmeden, insanı küçültmeden, çıtayı yüksek tutarak, sinemaya aktarılacağını, Ali Özgentürk'ün "Balalayka" filminde görebilirsiniz...Zaten Ali Özgentürk, filmin adına "Nataşa" değil de "Balalayka" diyerek niyetini belli etmiş...Rusya’dan bir otobüs dolusu, güzel kadın Türkiye'ye geliyor. Niçin? Fuhuş yapmak için...

 

Böyle bir konuyu, birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün, filmin her sahnesi kim bilir, kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa filmde, Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün veriyor. Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü...


Sistem onları okutmuş, doktor yapmış, balerin yapmış, tiyatro oyuncusu yapmış, lakin sistem çökünce, bu insanlar, ancak fuhuş yaparak yaşamak zorunda kalmışlar.


Üç kardeş Türk, babalarının vasiyetine uyarak Rusya'ya gidiyorlar, babalarının, ölen bir arkadaşının, mezarından kemiklerini tabuta koyuyorlar, Türkiyeye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınlarla aynı otobüse biniyorlar, macera böyle başlıyor. Ama bu, yine de çok hoş bir film... Bir nehir gibi akan sürekli bir duyarlılığı, insanı etkisi altına alan yumuşak bir temposu ve aynı zamanda, içerdiği hüznü beklenmedik biçimde coşkun bir neşeyle dengeleme özelliği var. Hele beklenebilecek her türlü aşırı dramdan uzak, sade ve ekonomik finali…

 Tüm oyuncular iyi, hatta çok iyi. Ama, Kemal Sunal için yazılmış bir rolü son anda yüklenen Uğur Yücel, özellikle öne çıkıyor. Öylesine ki bu film Uğur Yücel'siz ne olurdu diye düşünmek bile mümkün. Doğrudur, Kemal Sunal olsaydı bu başka, bambaşka bir film olurdu. Rus oyuncuların ayrıca çok güzel olduğu film, müziği ve görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ve Ali Özgentürk'ün yeniden gözde senaryocusu Işıl Özgentürk'le bir araya gelmesinin mutlu bir olay olduğunu düşündürtüyor. Yine de çok özel bir film bu. Ve sanırım en çok, sinemada belli bir hüzün duygusunu paylaşmayı sevenler için.. (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönasans Yılları” syf43)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder