BALALAYKA (2000)
Yönetmen Ali
Özgentürk Senaryo Işıl Özgentürk Görüntü Yönetmeni Mirsad Heroviç
Yapım Sine Film/Muzaffer Arslan Yönetmen Yardımcısı: Ebru Oğuz, Hikaye:
Ali Özgentürk Senaryo Danışmanları: Zeki Ökten, Rüstam İbrahimbekov, Yardımcı
Yönetmen: Tamay Sayar, Aydoğan Yıldız Yapımı. (1.Kamera Ast.)Cihan
Yılmaz (2.Kamera Ast), Kurgu: Hakan Akol, Mustafa Tan, Müzik:
Aşkın Arsunan, Ses Tasarımı: Boris Dimitrov Trayanov, Işık Şefi: Nezir
Yücel, Işık Asistanları: Oruç Demir, Korhan Aysan, Yaşar Uyanık, Ferzan
Yücel, Nurettin Keleş, Şeyhmuz Gencan, Emin Baş, Dekor: Ahmet Şişman, Kostüm:
Mesru Tezel, Set Sorumlusu: İbrahim Öner, Danışmanlık: Hatice
Yakar, Makyaj: Belgin Ömürdağ, Miksaj: Taylan Oğuz, Montaj:
Hakan Akol, Onur Tan, Laboratuar Şefi: Yusuf Özbek, Yapım
Koordinatörü: Gülin Tokat, Yapım Sorumlusu: Selma Koçoğlu, Özlem
Yurtsever, Nesrin Gökban, Osman Tufan Cinyol, Özkan Tekin, Bülent Çolakel, Mali
İşler: Sabahattin Şenyüz (Asya Film), Dış İlişkiler Görevlisi: Dünya
Özgentürk (Asya Film), Şirket Müdürü: Rüya Arabacı (Asya Film), Yapım
Asistanları: Yasemin Sim (TMC), Yasemin Çıra Sütlaş (TMC),
Oyuncular: Uğur Yücel, Cem
Davran, Yekaterina Rednikova, Ercan Yazgan, Ozan Güven, Atılay Uluışık,
Nadjezda Gorelova, Alla Juganova, Anna Veronova, İskender Bağcılar, Necdet
Yakın, Anna Studikora, Victoria Samokbina, Valeria Skorokbodora (Balerin
Kız),Yullya Bapoya (Oyuncu Kız), Tamilla Metşrill, Eka Çarkelşvill, Eka
Glondil, Mala Tsetsbladze (1. Kız), Asmat Kiladze (2.Kız), Mellssa Özmen (3.
Kız), Larlssa Krilova (Büyükanne), Gaba Kobaladze (Gürcü Köylü), Salome
(Ninan’nın kızı), llana Lordkipadze (Nina’nın Annesi), Gergy Pirsbalalşrill,
Sira Abzlanidze, Tiyatrocular: Otar Goberridze, Zurap Tsilatskiladzde,
Zaal Goguradze, Zaza Goguradze, Manuçar Şerrasladze, Tiko Gobeçlşvill, Nana
Kikiradze, Nato Gogltavri, Nadya Meparlşvill, İşçiler: Sese Mikara, Zaza
Zolze, Burak Altay (Tanya’yı öldüren genç), Gümrük Memurları: Hasan
Tepetam, Aziz Karakuş, Kenan Yıldız, Serdar Kınacı (Kahveci), Parçalayan
Adamlar: Talip Meydan, Aydemir Özbay, Davut Çakar, Nesim Gökban (Otel
Sahibi), İrfan Tankol (Müzisyen)
Konu: Olga, Tanya teyzesiyIe birlikte
Türkiye'ye ameliyat olmak, sakat bacağını yenilemek için yolculuğa çıkar. Yolculuk
sırasında Necati, gemici Hasan ve kardeşleri Mehmet gibi birbirinden farklı
insanlarla tanışır. Üç kardeşin babaları sevgisini göstermeyen, sert bir
adamdır. Abileri Necati babalarıyla birlikte yaşamış ve ona benzemiştir. Hasan
on beş yaşında babasının disiplin anlayışından bunalmış, evden kaçmış ve
gemilerde çalışmaya başlamıştır. Mehmet ise, babalarını terk eden annesiyle
yaşamış ve babasını en son beş yaşındayken görmüştür. Almanya'da yaşamakta ve
teknik ressamlık yapmaktadır. Üç kardeş babalarının evinde buluşmuş ve onun
vasiyetini yerine getirmek için konuşmaktadırlar. Babalarının vasiyeti; gençlik
arkadaşı olan ve Sovyetler'de yaşamış bir pilot arkadaşının tek dileği olan
vatan toprağına, İstanbul'a gömülme isteğinin oğulları tarafından yerine
getirilmesidir. Üç kardeş babalarının vasiyetini yerine getirmek için Rusya'ya
giderler. Tanya ölen pilotun komşusudur ve cenazenin Türkiye'ye nakledilmesi
için onlara yardımcı olacaktır. Tanya işleri için zaman zaman iki aylığına
Türkiye'ye gider. Birlikte oturduğu babaannesi ise onun gitmesini istemez.
Türkiye'ye dönecekleri otobüs büyük bir meydanda park etmiştir. Kalkış saati
yaklaştıkça, çoğunluğu kadın olan yolcular yavaş yavaş gelmeye başlamışlardır.
Kadınların çoğu bavul ticareti için Türkiye'ye gitmektedir. Yurt dışına
çıkacağı için oldukça heyecanlı olan Olga, otobüsün bulunduğu yere herkesten
önce gelmiştir. Tanya ve üç kardeş cenazeyle birlikte otobüsün kalkacağı yere
gelmişlerdir. Necati Hasan'dan çoğunluğu genç kız olan yolcuların Türkiye'ye
fahişelik yapmaya gittiğini öğrenince şaşırmıştır. Otobüs yoldan da yolcu
toplayarak gitmektedir. Bunlardan biri de Kore gazisi yaşlı bir adamdır. Hasan,
sosyal kişiliğiyle kolayca kadın yolcularla samimi olur. Kadınların çoğu meslek
sahibidirIer. Nina, başarılı bir tiyatro oyuncusudur fakat tiyatrodan ayrılmıştır.
O da küçük kızını bırakarak otobüse yoldan binen yolculardan biridir. Necati
otobüsün yolcularından rahatsız olmuş, şoföre şikayette bulunmuştur. Otobüse
yoldan binen yolcu kadınlardan Luba, neşeli bir kadındır ve yanındaki votka
şişesini yolculara ikram eder. Luba'nın kocası otobüsün önünü keserek kadının
kendisiyle gelmemesi durumunda öldüreceğini söyler. Hasan adamı 50 dolar
vererek ikna eder. Otobüs Türkiye sınırına gelmiştir. Otobüsün Muavini Mustafa,
Olga'yla yakınlaşmaya çalışır. Kore gazisini gümrük memurları pasaportu arı
pasaportu olmadığı için alıkoyarlar. Otobüsün mola verdiği bir yerde Tanya,
Necati'yle ilgilenmeye başlamıştır. Necati’ye karşı saldırganlaşan Hasan'ı
Necati tokatlar. Kadınlar otobüs şoförünün gözetiminde elbiselerini değiştirmişlerdir.
Şoför de kadın ticaretinin içindedir. Yolda kadınları bekleyen Talat, Tanya'dan
Olga'yı da vermesini ister. Necati adamın üzerine saldırınca, Talat onları
tehdit ederek gider. Otobüstekiler şoförün paniklemesiyle kaçarlarken,
girdikleri bozuk yolda kuma saplanırlar. Yakındaki bir kır kahvesinden geceyi
geçirmek için yardım isterler. Necati 'nin mesafeli ve durağan tavırları
kadınların arasında alay konusu olmuştur. Mehmet Nina'ya aşık olmuştur ve kızla
yakınlaşır. Tanya ise Necati'ye yakınlık duymaya başlamıştır. Rus kızlardan
Hanya, moralinin çok bozuk olduğu bir anda bileklerini keserek intihar
girişiminde bulunur. Onu Tanya kurtarır. Bir gece Tanya gizlice Olga'nın
pasaportunu alarak kıza verir ve onun Mustafa'yla birlikte kaçmasını sağlar.
Otobüsün mola verdiği bir motelde kadınlar başka erkeklerle birlikte olurlar.
Motele gelen Talat'a Tanya tokat atınca, Talat'ın adamı Tanya'yı öldürür. Üç
kardeş Tanya'nın tabutunu bir arabaya yükleyerek Rusyaya doğru yola çıkarlar.
“Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında
Türk Sineması” syf, 244”
Siyad (Sinema Yazarları Derneği)nin (19992000) seçiminde:
► Ozan Güven "umut veren genç oyuncu"
5. Gökçeada Film Festivali'nde (2002):
►"en iyi film"
& Balalayka, çekimleri arifesinde Türk sinemasının bütün
zamanlarının en çok seyredilen ve güldüren oyuncularından Kemal Sunal'ın
beklenmedik ölümüyle gecikerek başlanmış bir filmdi. Yönetmen Ali Özgentürk'de,
filmini Kemal Sunal'ın anısına ithaf etmiş. Yönetmen Ali Özgentürk, Kemal
Sunal'ın ölümünden sonra filmde nelerin değiştiği hakkında şu görüşleri öne
sürmüş: "Kemal ölünce film de öldü, çünkü yüz de, o ışık da öldü. Batum'da
ilk günler ne çekeceğimi bilmiyordum. Önümde oyuncular, kamera, her şey var... Ama
yüzü yoktu filmin. Yüzü olmayınca bir tür ruhunu, izleğini kaybediyorsun. İlk
günler beni oyalayan şeyler çekiyordum. Çünkü senaryo, hikaye var, ama film
artık o film değil.. 56 gün geçti, Rusya'dan getirdiğim genç bir kız oyuncuyla
ilk çekimimi yaparken onun yüzünde filmin anahtarını, yüzünü buldum, filmi
buldum... Aynı hikaye, ama başka bir film. O kızın yüzünün verdiği ışıkla
yeniden çekmeye başlayıp, bir yandan yazıp bir yandan çekerek yeni bir çizgi
üzerine yerleştirdim filmi" (Şenköken, Cumhuriyet, 2000) “2451” .
4 Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve
özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde
farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç;
meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye
tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin
arasında Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma
endişesiyle dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).
4
'At',
'Hazal' gibi filmleriyle adını duyuran ve 70'li yıllarda Türk sinemasındaki
değişimi temsil eden 'Genç Türk Sineması' kuşağının yönetmenlerinden olan Ali
Özgentürk, yıllar içinde olgunlaştırdığı sinema dili ve usta işi anlatımıyla
Balalayka'da prensip sahibi babalarının vasiyetini yerine getirmek için,
babalarının en yakın arkadaşının Rusya'dan cenazesini yurda getirmeye çalışan
üç kardeşin öyküsünü anlatırken; diğer yandan Sovyetler Birliği'nin çökmesinden
sonra bu ülkede oluşan yoksulluk dramı karşısında aklıyla beli özdeşleşmiş
erkeklerimizin Nataşa diye damgaladığı Rus kadınlarının da hazin öyküsünü
gündeme getiriyor. Aslında film ağırlıkla kendisine yaşamı, aşkı ve hayatın
acımasızlığını, bu bağlamda Rus kadınlarının çaresizliklerinden ülkemizde
düştükleri fahişe konumunu dikkatimize sunuyor ve bunu yaparken de üç farklı
karaktere sahip üç kardeşin ilişkilerini fona yerleştiriyor. Özgentürk öyküsünü
filmin en masum kişisini temsil eden ve içi çocuksu bir sevinçle dolu olan
Olga'nın ağzından anlatıyor. Film çekilirken yazılmaya devam edilse de senaryo
ve sağlam kurulmuş dramatik yapı filmde biraz Olga'nın rüya bölümlerinde falso
vermeye başlıyor, filmin temposu ise Rus kızlarının zaman zaman dozu fazla
kaçan şarkı söyleme ve eğlenme bölümlerinde düşüyor. Aslında zaaf gibi görünen
bu kısımlar filmde dolgu gibi göze batıyor. Diğer yandan Uğur Yücel ve Cem
Davran'ın oyunculukları birinci sınıf. Özellikle Cem Davran, onbeş yaşında
babasının sıkıcı ve bunaltıcı bulduğu disiplinli dünyasından kaçarak gemilere
sığınan, sevimli ama biraz lümpen Hasan karakterini çok başarılı bir şekilde
yansıtıyor. Filmin Rus kadın oyuncuları da oldukça başarılı.
Balalayka, sağlam dramatik yapısı, kaliteli oyunculuğu ve
özellikle estetize edilmiş çerçeveleriyle Ali Özgentürk'ün filmografisinde
farklı bir yerde duruyor. "Balalayka, sinemamız için ilginç bir dönemeç;
meydanı tamamıyla gençlere bırakıp arada bir sudan öykülerle sahaya inmeye
tenezzül eden yorgun ustaların, sinemayı başka adreslere akıtmaya heveslilerin arasında
Özgentürk, türlü zorlukları aşıp yaşama dair bir şeyler anlatma endişesiyle
dönüyor" (Canbazoğlu, Cumhuriyet, 05.01.2001).
4
Türkiye'de
gerek medya, gerek polisler, gerek kadınlar tarafından aşağılanmasına alışmışız
"Nataşa"ların... Hatta ne yazık ki onları, her düğmeye bastıklarında
kullanmaya alıştıkları bir lüks haline getirmiş olan Türk erkekleri bu
kadınları rahatça aşağılıyor. Halbuki sosyoekonomik ve sosyokültürel iki farklı
açıdan RusyaTürkiye gerçekleri, bu kızlarla Türk erkeklerinin iç içe geçen
para, şehvet ve romantizm kokulu ilişkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
(Bedri Baykam, Akşam G, 04 Şubat 2001)
4 Böyle bir konuyu,
birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün, filmin her
sahnesi kim bilir kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa filmde,
Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün veriyor.
Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü. (Hasan Pulur,
Milliyet G, 06 Ocak 2001)
4 Balalayka..
Eşkiya'dan bu yana gördüğüm en güzel Türk filmi.. Dünya için sıradan, bizim
için güncel bir konuya dayanıyor öykü.. Türk beyaz kadın mafyasına Nataşa temin
eden bir Rus kızı ile işbirlikçisi Türk şoför, kısa yoldan kolay
"Dolar" kazanmak peşindeki Rus kızlarını Batum'dan külüstür bir
otobüse bindirip Türkiye'ye getirirler..
Otobüse bir tesadüf üç de, çok
farklı yapı ve karakterde Türk kardeş binerler. Babalarının bir yakın arkadaşı
var. Batum'da ölmüş, gömülmüş, ama vasiyet etmiş, İstanbul'da sonsuzu beklemek
istiyor. Üç kardeş bu vasiyeti yerine getirmek için, Batum'daki mezarda ne
kaldı ise onları bir tabuta yüklemiş, bu otobüse gelmişler.. Muavin ve
serüvenperest bir yaşlı Kore gazisi, yolcuları tamamlıyor..
Hikaye, bir yandan bu kızların kendi
dramları, bir yandan otobüsteki erkeklerle ilişkileri ve kendilerini bekleyen
mafya ve beyaz kadın ticareti ile sürüp gidiyor Güzellik nerde biliyor musunuz?..
Ali Özgentürk hiç kafa ütülemeden, hiç zorlamadan çok yalın anlatıyor öyküyü..
Güzellik bu yalınlıkta.. Şurup gibi akıp gidiyor film, iki arıza dışında.. Biri
teknik.. İki ayrı sahne kurguda bir araya gelirken, niye sade Türk filmlerinde
üzeri çizilmiş kapkara kareler araya girer ve perdede sarı siyah o anlamsız
görüntü oluşur da insanı filmden koparır?.. Bizde montaj nasıl yapılır bilen mi
yok?.. Yoksa bu kopya hatası mı?.. O zaman Amerikan filmlerinde niye yok?.. Kaç
kez karardı perde sayamadım. İkincisi, otobüs durduğunda ikinci yarıda film de
durur gibi oldu.. Arkadan itmek gerekti, yeniden yürüsün diye.. Niye düştü
tempo aniden o kadar?..
"Ticari" damgası
yerim diye mi korkmuş Ali Özgentürk bilmem.. Konu ve senaryo çok uygunken,
filme hem de nasıl kolay yerleşebilecek erotik sahneleri de, 40 yıl evvelin
sineması gibi, daha başlarken bitirip, gerisini hayale bırakmış. Günümüz
sineması ve sinema sanatı çok daha cesur, çok daha gerçekçi oysa.. Seyirci
sayısını da arttırdı, herhalde.. Çünkü Nataşaları oynayan Rus kızları gerçekten
çarpıcı fiziklere sahipler..
Bu
filme başlamak üzere iken kaybettiğimiz Kemal Sunal'ı, Balalayka'da hiçbir yere
yerleştiremedim. Sunal ölünce, Özgentürk başka bir film çevirmeye karar vermiş
olmalı.. Filmdeki herkes çok iyi oynuyor.. Herkesin çok iyi sanatçı olması
mantıken mümkün değil. O zaman ortaya Ali Özgentürk'ün oyuncu yönetimi ve her
tipe hakkını vermesi çıkıyor.. Bu konuda da hem de nasıl başarılı..Uğur Yücel'e
bayıldım.. Bir tip ancak böyle çizilir.. Oyunculuğu bırakıp kamera arkasına
geçecekmiş.. Yazık.. Cem Davran harika.. Sinemada da harika, tiyatroda da,
dizilerde de.. Davran, niye bu ülkede olması gereken yerde değil, anlamak
mümkün değil.. Ercan Yazgan'ın şoför tiplemesi müthiş.. Rus kızlarının hepsi
dolu dolu oynuyorlar.. Belli hepsi bu işin eğitimini almışlar.. Balalayka, yeni
yılın ilk ayında, ilk sinema tercihiniz olacak kadar güzel bir film.. (Hıncal
Uluç, Sabah G, 05 Ocak 2001)
4 Balalayka
iyi bir hikayeyi ustalıkla anlatıyor. Kısa süreli bir yolculuk yaşayan
insanların hızla gelişen yoğun ilişkilerini de inanılır biçimde sunuyor.
Birbirinden bunca farklı, sayıları da epeyce çok ana karakteri net çizgilerle
çizilmiş. Yabancı oyunculardan Yekaterina Rednikova'yı Oscar'lı
"Hırsız"dan tanıyoruz. O ve tiyatrocu kızı oynayan Nadezha Gorelova,
henüz filmin Kemal Sunal'la çekileceği sanılırken İstanbul'a gelip Türkçe
öğrenmişler. Ama Rus oyuncuların kraliçesi, şişman Luba'yı oynayan ve ne yazık
ki adını bilmediğim aktris. (Sevin Okyay, Radikal G. 30 Aralık 2000)
Nataşalar
Ve Biz”
Nataşa
olayı... Komünist sistemin iflasından sonra koca bir ülkenin yaşadığı çöküşün
en acıklı dışavurumlarından biri. Güzel, yetenekli, akıllı, iyi bir eğitim
almış kadınların birden 'dünyanın en eski mesleğini yapmak, komşu ülke
Türkiye'nin en eğitimsiz, en alt kesimlerinden gelen kaba erkeklerin koynuna
atılmak zorunda kalmalarının öyküsü.. . Tarihin büyük dönemeçlerinde yaşanan
toplumsal trajedilerin bireyleri mahkum ettiği acıklı öykülerin en güncel ve
canlı olanlarından biri… Evet,
Nataşalar... Onlar hakkında gazete haberleri, röportajlar ve söyleşiler okuduk.
Manşetlere ya da TV kanallarına çıktılar. Ama yine de onları gerçekten
tanıyamadık, dramlarını yüreğimizde hissedemedik. Çünkü onlar henüz iyi bir
filme ya da romana konu olamadılar. Tuhaftır, sanat eserinin el atmadığı toplum
olayları hep eksik ve güdük kalıyor, insana ulaşamıyor, çağına demir atamıyor.
Balalayka
öncelikle bu eksiği gideriyor. Ölmüş babalarının vasiyeti gereği
bir cenazeyi almak üzere Rusya'ya giden üç erkek kardeş, dönüş yolculuğunda
Türkiye'ye gelen bir gurup Rus kadını tanıyor, fuhuş ticaretine tanık oluyor ve
kendileri de bir ölçüde değişiyorlar.
Ali
Özgentürk, Mektup felaketinden sonra sinemasının en iyi, en has öğelerine
oldukça parlak bir dönüş yapıyor. Yer yer hafiften gerçeküstücü dokunuşları
olan, ama temelde ayağını yere çok iyi basmış bir hikayede, klasik Özgentürk
duyarlılığı, bu kez ele aldığı kahramanlara uyarak, o ünlü Slav hüznüyle de
besleniyor. Ve ortaya gerçek bir hüzün ve keder şarkısı çıkıyor.
Elbette
'kusursuz' bir film değil bu... Çok iyi kurulmamış, mimarisi özenle düşünülüp
inşa edilmemiş. Ama hangi Özgentürk fılmi öyledir ki? Böylece, kimi sahneler
yeterince güçlü olamıyor, hatta boşta kalıyor. Örneğin filmin ana dramatik
direklerinden biri olan, üç kardeş arasındaki gerilimin aniden yumuşadığı
sahnenin kötü yazılmış, çekilmiş ve oynanmış olması gibi...
Bir
konunun, bir olgunun, ne kadar müsait, elverişli olursa olsun, rezil etmeden,
pespaye etmeden, insanı küçültmeden, çıtayı yüksek tutarak, sinemaya
aktarılacağını, Ali Özgentürk'ün "Balalayka" filminde
görebilirsiniz...Zaten Ali Özgentürk, filmin adına "Nataşa"
değil de "Balalayka" diyerek niyetini belli
etmiş...Rusya’dan bir otobüs dolusu, güzel kadın Türkiye'ye geliyor. Niçin?
Fuhuş yapmak için...
Böyle
bir konuyu, birilerinin, eski piyasa erbabından birinin film yaptığını düşünün,
filmin her sahnesi kim bilir, kaç numaralı kerhanenin odalarına dönerdi... Oysa
filmde, Türkiye'ye fuhuş yapmaya gelen Rus kadınları, insana sadece hüzün
veriyor. Çöken sistemin, uygulamanın, insanları düşürdüğü hallerin hüznü...
Sistem
onları okutmuş, doktor yapmış, balerin yapmış, tiyatro oyuncusu yapmış, lakin
sistem çökünce, bu insanlar, ancak fuhuş yaparak yaşamak zorunda kalmışlar.
Üç
kardeş Türk, babalarının vasiyetine uyarak Rusya'ya gidiyorlar, babalarının,
ölen bir arkadaşının, mezarından kemiklerini tabuta koyuyorlar, Türkiyeye fuhuş
yapmaya gelen Rus kadınlarla aynı otobüse biniyorlar, macera böyle başlıyor. Ama
bu, yine de çok hoş bir film... Bir nehir gibi akan sürekli bir duyarlılığı,
insanı etkisi altına alan yumuşak bir temposu ve aynı zamanda, içerdiği hüznü
beklenmedik biçimde coşkun bir neşeyle dengeleme özelliği var. Hele
beklenebilecek her türlü aşırı dramdan uzak, sade ve ekonomik finali…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder