YAZGI (2001)
Senaryo ve Yönetmen: Zeki
Demirkubuz, Görüntü Yönetmeni: Ali Utku Kurgu: Zeki Demirkubuz Sanat
Yönetmeni: Bahar Evgin, Yapım: Mavi Filmcilik Ltd/ Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Serdar Orçin,
Zeynep Tokuş, Engin Günaydın, Demir Karahan. Feridun Koç, Necmi Aykar, Şehsuvar
Aktaş
Konu: Yaşlı annesiyle birlikte
oturmakta olan Musa Demircan, bir sabah işe gitmeden önce annesinin uyuya kaldığını
düşünerek onu uyandırmaz. Musa, gümrük işlemleri yapan bir ofiste
çalışmaktadır. Patronu Naim, işe geldiğinde kendisini çağırarak Musa'ya
getirttiği dosyaları dikkatlice incelemesini ve akşama işlemlerini bitirmesini
ister. Ofiste sekreter olan Sinem Arca ve büro işleriyle uğraşan Yavuz da
çalışmaktadır. Sinem ve Yavuz mesai bitiminde ofisten çıkmasına karşın Musa,
patronun verdiği işi bitirebilmek için geç saatlere kadar ofiste kalır. Musa
eve döndüğünde evde ışık yanmamaktadır. Annesinin odasına gider:
Musa, yaşlı kadının ölmüş olduğunu anlar.
Son derece tepkisiz hareket eden Musa, sanki annesi ölmemişçesine kendisine
yaptığı sütlü kahveyi içerken televizyonda Türk filmi izlemektedir. Bu arada
annesinin odasının kapısını kapatır Film izlerken gözü annesinin hırkasına, bir
gece önce televizyon seyrederken yediği çekirdeklere takılır. Musa sabahleyin
sızdığı kanepede uyanır. Annesinin odasına baktıktan sonra işe gider. Nerede
kaldığını soran patronuna annesinin öldüğünü söyler. Patronu, Musa'ya cenaze
işlerinde yardımcı olabilmek için birileriyle konuşmaya gider. Bir gün karşı
dairede oturan Necati kesilen eline pansuman yapabilmek için Musa'dan sargı
bezi ister. Musa'dan annesinin cenazesine gelemediği için özür diler. Necati
esrarlı bir sigara içerken Musa'ya elinin kesilmesine neden olan olayı anlatır
ve Musa'ya bir süredir birlikte yaşadığı ve kendisini aldattığına inandığı
metresine nasıl bir ceza vermesi gerektiğini danışır. . Necati, Musa'dan
metresine bir mektup yazması konusunda yardım ister. Musa, Necati'nin istediği
mektubu yazar onunla vedalaşarak evine döner. Bir hafta sonu iş çıkışında Musa,
Yavuz'un teklifini kabul eder ve birlikte sinemaya gitmek için çıkarlar. Musa
yolda sinemaya gitmekten vazgeçtiğini Yavuz'a söyler. Yavuz üstelese de Musa
eve gitmek istediğini söyler. Evde kalmaktan vazgeçen Musa, caddelerde
dolaşmaya çıkar, vitrinlere bakar. Bu arada bir sinemanın afişlerine bakarken
Sinem'le karşılaşır ve birlikte sinemaya girerler. Musa filmi izlerlerken
Sinem'in bacaklarını okşamaya başlar. Genç kız direnir gibi görünse de karşı
koymaz. Filmden sonra birlikte Musa'nın evine giderler.
Kudurmuşçasına kıza saldıran Musa'yı,
Sinem daha ileri gitmemesi için uyarır. Ertesi sabah birlikte kahvaltı
yaparlarken Sinem, Musa'ya annesinin ölümü üzerine sorular sorar. Musa herkes
yakınlarının ölümüne biraz da sevinir dediğinde genç kız şaşırmıştır. Bu arada
karşı daireden gelen sesler üzerine durumu soran Sinem'i, Musa karışık işler
diye yanıtlar. Sinem, Musa'ya giderken kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığını
sorar. Bu arada Necati'nin metresiyle gelen polisler adamı karakola götürür.
Karakoldan dönen Necati, Musa'ya uğrayıp mahkemede kendisine şahitlik yapıp
yapamayacağını sorar. Sinem ertesi gün işyerinde telefonlar bağlanmıyor diyen
Naim'e ters cevaplar verir. Naim işten çıkmadan önce Sinem'i konuşmak için
ofisine çağırır. Naim yıllarca Sinem'i kandırarak onunla ilişki kurmuştur.
Musa'nın evine gelen Sinem uzun süre onun gelmesini bekler. Musa geldiğinde
Sinem onunla evlenmek istediğini söyler. Ertesi gün Naim henüz işe gelmemiştir.
Karısı Nermin ofise gelerek Naim'in önceki gece eve gelmediğini söyler. Musa ve
Sinem evlenmişlerdir. Bir akşam Necati onları ziyarete gelir ve hediye getirir.
Metresinin kardeşlerinden korunmak için aldığı l4'lük Browning tabancayı
Musa'ya gösterir. Sonraki iş gününde tahsilat işini bitirip eve erken dönen
Musa, çıplak olarak uyumakta olan Sinem'i görür. Evden çıkarken vestiyerdeki
pabuçlardan duş alan kişinin Naim olduğunu anlar. Yolda Necati'yle karşılaşan
Musa, onunla bilardo oynar. Necati'nin metresinin erkek kardeşleri onları takip
etmektedirler. Yolda yürürlerken Necati gençleri tahrik ederek kendine
saldırmalarını sağlar. Gençlerden biri Necati'nin yüzünü yaralar, Musa ise
Necati'nin silahıyla kaçan gençlere ateş eder. Patronu Naim, Musa'nın, oğluna
bilgisayar için yardımcı olmasını rica eder. Patronun evinden ayrılan Musa,
evine döndüğünde kapının açılmasını beklerken apartmana dolan bir gurup sivil
polis tarafından yaka paça merkeze götürülür. Davayla ilgilenen savcı, Musa'yı
sorguya çekerken özel yaşamıyla ilgili sorular sorar. Savcı, Necati'yle ilgili
sorular sorarken onun pezevenk olduğunu söyler, annesinin ölümüyle de ilgili
sorular sorar. Sorgu sırasında Musa'nın, patronunun karısı ve çocuklarını
öldürmekten sanık olduğu anlaşılır. Musa'ya Baro tarafından bir avukat atanır.
Avukat Musa'yı cezaevinde ziyaret ederek özellikle annesinin ölümüyle ilgili
sorular sorar. Karısı, Musa'yı ziyarete gelir ve mahkeme başlayıncaya kadar bir
yerlere gitmek istediğini söyler. Mahkeme Musa'nın idam edilmesine karar
vermiştir. Bu arada patronu Naim Tuğlacı dört yıl sonra İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı'na başvurarak gönüllü ifade vermiş ve ifade arasında tuvalete
giderek tabancayla intihar etmiştir. Bu gelişme üzerine İstanbul 5. Ağır Ceza
Hakimlği'nden gelen yazı üzerine Musa'nın tutuksuz olarak yeniden
yargılanmasına karar verilmiştir. Musa'nın yatmakta olduğu Amasya Ceza ve
Tutukevi savcısı, Musa'ya merak etmese de gazeteden Naim'in itirafını okur.
Savcı, Musa'nın suçsuz olduğu halde suçlamalara karşı kendisini savunmamasına
bir anlam veremez ve neden böyle davrandığını ve tanrıya neden inanmadığını
sorar. Savcı inançlı biridir ve merak etmesi yüzünden Musa'yla konuşarak neden
bu kadar kayıtsız olduğunu anlamaya çalışır. Serbest bırakılan Musa İstanbul'
a, evine döner. Kapıyı karısı Sinem açar. Sinem, Musa'ya sıcak bir şeyler
hazırlamaya gittiğinde, Musa yan odada oynamakta olan küçük çocuğu görür.
“Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında
Türk Sineması” syf, 334
38.
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (0105 Ekim 2001)
►
"en iyi 3. film",
► Zeki
Demirkubuz "en iyi yönetmen",
►
Bahar Evgin "en iyi sanat yönetmeni"
►
Serdar Orçin "jüri özel ödülü"
13.
Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (26 Kasım09 Araalık 2001)
►Zeynep
Tokuş "en iyi kadın oyuncu",
►
Engin Günaydın "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
►
Serdar Orçin "en iyi umut veren yeni oyuncu"
9.
Çasod (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin) seçiminde (Nisan 2002):
► Zeynep Tokuş "umut
veren kadın oyuncu"
► Serdar Orçin "umut veren erkek
oyuncu" 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (2002):
► Zeki Demirkubuz "en iyi
yönetmen"
"Yazgı"
FibresciUluslararası Film Eleştirmenliği Birliği ödülü "en iyi film"
Sadri
Alışık Oyuncu ve Onur Ödülleri'nde (2002):
►
Serdar Orçin "umut veren oyuncu"
Orhon
M. Arıburnu Ödülleri'nde (2002):
►
"en iyi 3 filmden biri".
Yönetmen Musa'nın duygusuzluğunu
resmederken betimleyici kamerasını kullanmıştır. İnsanlar onunla
konuştuklarında etrafı seyretmektedir. Söylenenlere ilgisizdir. Onun öznelinden
biz de kapanmayan kapılara, duvarlardaki resimlere, masalara, sandalyelere
bakarız. En çok kullandığı söz "farketmez"dir. Hayatına giren, çıkan,
müdahalede bulunan kişilere tepkisiz yaklaşmaktadır. Niye böyle olduğunu soran
savcıya da şöyle yanıt verir: "Söyleyecek fazla bir şeyim yok. O yüzden
susarım." Hiçliğe inanı§! Musa'nın tanrı inancını da yok etmiştir. Film
içerisinde savcı ile konuşmalarında bu da sorgulanmaktadır. İnsanın içinde
inanç olmadan yaşamasının mümkün olup olmadığının tartışıldığı görülmektedir.
Musa'nın hazırlık soruşturmasında ve özellikle savcı ile yaptığı konuşmalarda
karakterlerin fazla felsefi konuşmaları sahnelerin inandırıcılığını azaltmaktadır.
Yönetmenin her şeyi diyaloglarla anlatmadaki ustalığı yine de sanki kendisi ile
muhakeme yapıyormuş havasını silememiştir. "Karısının aldatmasına göz
yumması ve annesinin ölümüne sevinmesi kadere inançsızlığını mı
göstermektedir?" ya da "yaşamı arzularımız mı yönlendirmeli yoksa
inançlarımız mı?" şeklindeki tartışmalar altları doldurulmadıkları için
akıp giderler. Musa'nın sorgulamayan kişiliği tartışılan değerlerin
anlamlarının da azalmasına neden olmaktadır. "Yabancı' da ana kahramanın
suçlanış süreci ve yer yer kendi sözleriyle, yer yer iç monologlarla bunlara
yanıt verişi romanın kimlik kartını oluşturur. Yabancı' da yargılanan ana
kahraman değil egemen değerlerdir ve ana kahraman idealize edilmiş birisi değil
toplumsal değerlere uzak yabancılaşmış onlara inanmayan, onlardan uzak olduğu
için kendisini suçlamayan, bunun ezikliğini yaşamayan birisidir... yazgı'da...
bunları yaşamayan, yer yer isyan etmeyen, hapiste kendisini ziyarete gelen
insanın anlattıklarını dinlemeyen, bunun yerine gömleğinin düğmeleriyle
ilgilenen 'bir kimlik' toplumsal değerleri sorgulamanın yerini almıştır."?
Bunda Zeki Demirkubuz'un karakter odaklı
sinemasının etkisi bulunmaktadır. Toplum eleştirisini karakterlerin üzerinden
yapmayı tercih eden yönetmenin, asıl kurtuluşun kötülükle geleceği yönündeki
felsefesini her filminde işlediğini görmekteyiz. Karakterler bir biçimde
kötüdürler ve suçları nedeni ile vicdanları onları rahatsız etmektedir. Bu
nedenle de uzun sahnelerle kendilerini ve nedenlerini anlatırlar. Oysa Musa, kayıtsızlığı
ile olanları izleyen birisidir. Kendi hayatına müdahalelerde bile seyreden
pozisyonundadır. Kötü değildir. Ancak tepkisiz kalarak kendisini suçtan
korumaktadır. Yazgı'da vicdan azabı çeken kişi patron Naim'dir. Suçunu
başkasına attığı için çektiği azap onun sonunu getirmiştir. İnsan olmanın
yükünü taşıyamayan karakterler için hayat hiç iyi geçmemektedir.
Yazgı' da yine ihanet eden kadındır ve bu ihaneti nedeni ile mutlu
olamamış bir karakterdir. Yönetmenin kadın karakterleri en çok acıyı çeken ve
ceza alan karakterlerdir. İnsanın basit doğası onu kötülükten
alıkoyamamaktadır. Kötülük ve vicdan arasındaki muhasebe yönetmenin
karakterlerinin acı çektikleri temel noktadır. Zeki Demirkubuz, Yazgı'da da
kapanmayan kapı imgesini kullanmıştır. Kapı her sahnede önemli bir öznedir.
Hareketsiz kamerası bu sefer daha hareketlidir. Betimleyici bir öğe olarak
mekan tanımlanmasında kullanılmıştır. İç mekan yanında dış mekan da aynı
ağırlıkta kullanılmıştır. Televizyon ve Türk filmlerinin sesi yine filmde kullanılan
yönetmene özgü öğelerdendir. Hafif bir medya eleştirisi de bulunmaktadır.
İnsanları tepkisizleştiren televizyonun sürekli kullanılışının dışında Musa'nın
mahkemeye çıkacağı gün askerlerden birinin söylediği söz ilginçtir:
"dışarısı kamera dolu. Akşam haberlerinde seyrederiz artık." İnsanı
gerçekliğinden uzaklaştıran bir söz. Filmde müzik yoktur. Sadece kapanış
jeneriğinde belli belirsiz duyulmaktadır. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması”
syf, 87”
&
"Yazgı"da hiç müzik yoktur. "İtiraf"da ise müzik sadece
Harun'un gece gezmelerine eşlik eder. Yani kısa süren sahnelerde, son derece az
ve işlevsel biçimde kullanır. Yönetmen, yine Bresson'a, Antonioni'ye ve birçok
modern sanatçıya yakın biçimde, etkileyici giderek manipüle edici müzik
kullanımına tümüyle sırt çevirir. Buna karşılık Demirkubuz, çeşitli seslerin
kulllanımında son derece hassastır. Modern yaşaamın paranoyasını ve bunun
ruhlarımızı çökertici yanını vermek için müzikten çok daha başka seslere
başvurur. (Atilla Dorsay, "Demirkubuz'un dünyasına bir giriş
denemesi", Sinema d., s.: 82, Şubat 2002)”
& Hayat karşısındaki davranışlarımızın, yargılarımızın,
tavırlarımızın, 'absürdlüğünün' vurgulanarak sonunda 'nihilist bir
çözümsüzlüğe' kapı açan bu Zeki Demirkubuz filmi, kolaycı seyircinin yer yer
içini daraltırken kimine de ahlaka, suçluluğa, vicdana, inanca ilişkin kolay
yanıtlanamayacak sorular sordurup kendisiyle yüzleşmesini sağlayan düşündürücü
bir film. (Sungu Çapan, Cumhuriyet G., 16 Kasım 2001)
&
"Yazgı" içinde yaşadığı akıl dışı toplumda olayların akışına müdahale
etmeyerek 'ele geçirilmesine' izin vermeyen ve 'yalnızlığını' koruyarak aslında
'baş kaldıran' karakteri kusursuzca tanıtan sağlam öyküsüyle, son derece dürüst
ve tutarlı bir film; yani Zeki Demirkubuz'un bu kirli ve iki yüzlü düzenle asla
barışık olamayacağının yeni bir belgesi: Yalın bir anlatımın ayrıntılarla değer
kazandığı "Yazgı"daki bir değerli de, sinema oyunculuğunun bazı
zamanlar, örneğin "hiçliği" seyirciye yansıtırken ne kadar yüksek
performans gerektirdiğini vurgulayan genç adam Serdar Orçin. (Ali Ulvi Uyanık,
Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 03, 1622 Kasım 2001)
& Senaryosu,
Albert Camus'nün "Yabancı" adlı romanından esinlenerek yazılan Yazgı,
iradesini kullanmayı red eden bir muhasebecinin öyküsünü anlatmaktadır. Gümrük Müdürlüğü'nde
çalışan Musa, yaşamın boş ve saçma olduğuna inanmaktadır. Yaşamını değiştirmek
için bir çaba harcamaz. Kendini olayların akışına bırakmıştır çünkü; her şeyin
aynı kapıya çıktığını düşünmektedir.
Annesinin
ölümü Musa'yı etkilemez. Onu sevmesine karşın, bu ölüm, içinde bir sevinç bile
uyandırır. Kendi kendine karar vermek istemediği için hoşlanmadığı bir kızla
sırf o istiyor diye evlenir. Oysa yaşadığı dünyada insanlar kaderlerini kendi
güç ve iradeleriyle çizmektedirler.
Bir
anne ile iki çocuğunun ölümünden sorumlu tutularak göz altına alınır. Ancak bu
olaya da tepkisiz kalır. "Karanlık Üstüne Öyküler"in ilk filmi Yazgı
nedeni olmaksızın kendini suçlu hisseden bir insanın öyküsüdür. "Bütün
hayatım boyunca yaşadığım suçluluk duygusunu ama aynı zamanda imtiyazlılara ve
gerçekte yalnızca imtiyaz isteyenlere duyduğum nefreti anlatmayı hep istiyordum
(Zeki Demirkubuz (www.europeanfilmfestival.com”)
&
Yazgı, çağdaş Türk sineması içinde gerçekten şaşırtıcı bir film. Normlara,
standartlara, seyircinin, hatta eleştirmenlerin beklentilerine öylesine meydan
okuyan bir duruşu var ki ... İtirafla birlikte, Zeki Demirkubuz'un, çok önemli
bir çıkış gerçekleştirdiği ve alabildiğine kişisel ve öznel, ama o ölçüde de
dikkatle, özenle yaklaşılması gereken cesur bir sinema yaptığı tartışılmaz.
Yazgı açıkça belirttiği gibi (çoğu zaman bu tür uyarlamaların adı konulmaz
nedense ... Albert Camus'nün ünlü eseri Yabancı'nın bir uyarlaması. Kısa, ama
yoğun ve felsefi bir roman bu ...
Hiçbir
şeye inanmayan, hiçbir değer tanımayan, annesinin ölümünün bile kılını
kıpırdatmadığı, hatta kendi ölümüne bile ilgisiz bir insan kişiliği, duygusuz
ve tepkisiz bir çağdaş nihilist, sanki donup kalmış bir garip yaratık ... Ama
bu duygusuzluğu içinde sürekli eski Yeşilçam filmleri izliyor, sanki onlardaki
aşırı duygusallıktan besleniyor. Dört yıl yattığı hapisten çıkar çıkmaz yaptığı
şey, yine bir eski Yeşilçam filmi izlemek ...
Bu ilginç kişilik elbette
Camus' den, ama aynı zamanda bizden izler taşıyor. Özellikle Yusuf Atılgan'ın
Aylak Adam'ından ve Anayurt Oteli'nin kahramanı Zebercet'ten izler buldum,
kendi adıma ... Demirkubuz, bu öyküye yakışır bir anlatım tutturmuş. Yani
alabildiğine ekonomik, yansız, sanki kristal kadar soğuk. Hiç müzik
kullanmamış, her şey çok yalın ve de işlevsel. Musa'nın hapisten çıkarken
savcıyla yaptığı ve 10 dakikayı aşan tartışma ise seyircinin sabrıyla özellikle
oynayan ve tiyatro estetiğiyle kotarılmış bir bölüm. Ama yönetmen, eğer
hikayenin özündeki birçok düşünceyi ve kavramı açıklayan ve geliştiren bu
tartışmayı gerekli buluyorsa, onu çeşitli oyunlara başvurmadan, kısaltıp
özetlemeden vermesi en azından çok daha dürüst değil mi?
Sonuç olarak, tüm bu sadelikten kendine
özgü bir bir güzellik fışkırıyor. Bu minimalist anlatım, bu yalın olma çabası,
Bresson' dan Ozu'ya birçok ustanın üsluplarından izler taşıyor Oyuncuların tümü
de çok iyiler. Ve krisstal kadar soğuk, ama kristal kadar güzel bu fılm, yeni
Türk sinemasının ayrıksı bir zirvesi olarak, en azından has sinemaseverce
izlenmeyi hak ediyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”
syf, 149”
Bir İtalyan ve Türk ortak yapımı olan ve Boşnak yazar Mehmet Selimoviç'in '''Derviş ve Ölüm" ismiyle dilimize de çevrilen romanından sinemaya uyarlanan "Derviş", İtalyan yönetmen Alberto Rondalli'nin yönettiği ve senaryosunu yazdığı bir film. 1900'lerin başlarında Osmanlı toprağı olan bir kasabada yaşanan olayları anlatan film, bu olaylar bağlamında, Osmanlı taşrası ve Anadolu hakkında başarılı sayılabilecek bir mekan ve atmosfer duygusu oluştururken, diğer yandan dönem ve ilişkileri hakkında da yansıtmalarda bulunuyor. Bu bağlamda dönemin despotik yapısı, adaletin işlemesi açısından uygulanan keyfilikler dikkati çekiyor. Diğer yandan film varoluş olgusu üzerine yoğunlaşıyor. İnsanın ortaya çıkışından günümüze kadar milyonlarca insanı meşgul eden bir soruya da, filmde dinsel ve pragmatik karşılıklar üretiliyor
&
"Baştan sona 'kaderci' bakış açısının hakim olduğu ... 'Derviş', özellikle
ilk yarısındaki ısınma turlarında sıkıcılık tuzağına düşen bir film. Somasında
da tempoyu arttırmıyor yönetmen, ama entrikanın belirginleşmesi ve
kahramanımızın 'kötü' tarafının açığa çıkması, filmlik bir dinamizmin odağa
yerleşmesine neden oluyor. Varoluşun yarattığı baskıyı tasavvufun doğrularıyla
açıklamaya çalışan yönetmen Rondalli, insana özgü kimi gerçeklerin altını
çizerken kolay hazmedilir bir yöntem seçmiyor" (Özer, Radikal,
17.12.2002:20).