Powered By Blogger

15 Aralık 2022 Perşembe

 

YAZGI (2001) 


Senaryo ve Yönetmen: Zeki Demirkubuz, Görüntü Yönetmeni: Ali Utku Kurgu: Zeki Demirkubuz Sanat Yönetmeni: Bahar Evgin, Yapım: Mavi Filmcilik Ltd/ Zeki Demirkubuz

Oyuncular: Serdar Orçin, Zeynep Tokuş, Engin Günaydın, Demir Karahan. Feridun Koç, Necmi Aykar, Şehsuvar Aktaş

Konu: Yaşlı annesiyle birlikte oturmakta olan Musa Demircan, bir sabah işe gitmeden önce annesinin uyuya kaldığını düşünerek onu uyandırmaz. Musa, gümrük işlemleri yapan bir ofiste çalışmaktadır. Patronu Naim, işe geldiğinde kendisini çağırarak Musa'ya getirttiği dosyaları dikkatlice incelemesini ve akşama işlemlerini bitirmesini ister. Ofiste sekreter olan Sinem Arca ve büro işleriyle uğraşan Yavuz da çalışmaktadır. Sinem ve Yavuz mesai bitiminde ofisten çıkmasına karşın Musa, patronun verdiği işi bitirebilmek için geç saatlere kadar ofiste kalır. Musa eve döndüğünde evde ışık yanmamaktadır. Annesinin odasına gider:

Musa, yaşlı kadının ölmüş olduğunu anlar. Son derece tepkisiz hareket eden Musa, sanki annesi ölmemişçesine kendisine yaptığı sütlü kahveyi içerken televizyonda Türk filmi izlemektedir. Bu arada annesinin odasının kapısını kapatır Film izlerken gözü annesinin hırkasına, bir gece önce televizyon seyrederken yediği çekirdeklere takılır. Musa sabahleyin sızdığı kanepede uyanır. Annesinin odasına baktıktan sonra işe gider. Nerede kaldığını soran patronuna annesinin öldüğünü söyler. Patronu, Musa'ya cenaze işlerinde yardımcı olabilmek için birileriyle konuşmaya gider. Bir gün karşı dairede oturan Necati kesilen eline pansuman yapabilmek için Musa'dan sargı bezi ister. Musa'dan annesinin cenazesine gelemediği için özür diler. Necati esrarlı bir sigara içerken Musa'ya elinin kesilmesine neden olan olayı anlatır ve Musa'ya bir süredir birlikte yaşadığı ve kendisini aldattığına inandığı metresine nasıl bir ceza vermesi gerektiğini danışır. . Necati, Musa'dan metresine bir mektup yazması konusunda yardım ister. Musa, Necati'nin istediği mektubu yazar onunla vedalaşarak evine döner. Bir hafta sonu iş çıkışında Musa, Yavuz'un teklifini kabul eder ve birlikte sinemaya gitmek için çıkarlar. Musa yolda sinemaya gitmekten vazgeçtiğini Yavuz'a söyler. Yavuz üstelese de Musa eve gitmek istediğini söyler. Evde kalmaktan vazgeçen Musa, caddelerde dolaşmaya çıkar, vitrinlere bakar. Bu arada bir sinemanın afişlerine bakarken Sinem'le karşılaşır ve birlikte sinemaya girerler. Musa filmi izlerlerken Sinem'in bacaklarını okşamaya başlar. Genç kız direnir gibi görünse de karşı koymaz. Filmden sonra birlikte Musa'nın evine giderler.

Kudurmuşçasına kıza saldıran Musa'yı, Sinem daha ileri gitmemesi için uyarır. Ertesi sabah birlikte kahvaltı yaparlarken Sinem, Musa'ya annesinin ölümü üzerine sorular sorar. Musa herkes yakınlarının ölümüne biraz da sevinir dediğinde genç kız şaşırmıştır. Bu arada karşı daireden gelen sesler üzerine durumu soran Sinem'i, Musa karışık işler diye yanıtlar. Sinem, Musa'ya giderken kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığını sorar. Bu arada Necati'nin metresiyle gelen polisler adamı karakola götürür. Karakoldan dönen Necati, Musa'ya uğrayıp mahkemede kendisine şahitlik yapıp yapamayacağını sorar. Sinem ertesi gün işyerinde telefonlar bağlanmıyor diyen Naim'e ters cevaplar verir. Naim işten çıkmadan önce Sinem'i konuşmak için ofisine çağırır. Naim yıllarca Sinem'i kandırarak onunla ilişki kurmuştur. Musa'nın evine gelen Sinem uzun süre onun gelmesini bekler. Musa geldiğinde Sinem onunla evlenmek istediğini söyler. Ertesi gün Naim henüz işe gelmemiştir. Karısı Nermin ofise gelerek Naim'in önceki gece eve gelmediğini söyler. Musa ve Sinem evlenmişlerdir. Bir akşam Necati onları ziyarete gelir ve hediye getirir. Metresinin kardeşlerinden korunmak için aldığı l4'lük Browning tabancayı Musa'ya gösterir. Sonraki iş gününde tahsilat işini bitirip eve erken dönen Musa, çıplak olarak uyumakta olan Sinem'i görür. Evden çıkarken vestiyerdeki pabuçlardan duş alan kişinin Naim olduğunu anlar. Yolda Necati'yle karşılaşan Musa, onunla bilardo oynar. Necati'nin metresinin erkek kardeşleri onları takip etmektedirler. Yolda yürürlerken Necati gençleri tahrik ederek kendine saldırmalarını sağlar. Gençlerden biri Necati'nin yüzünü yaralar, Musa ise Necati'nin silahıyla kaçan gençlere ateş eder. Patronu Naim, Musa'nın, oğluna bilgisayar için yardımcı olmasını rica eder. Patronun evinden ayrılan Musa, evine döndüğünde kapının açılmasını beklerken apartmana dolan bir gurup sivil polis tarafından yaka paça merkeze götürülür. Davayla ilgilenen savcı, Musa'yı sorguya çekerken özel yaşamıyla ilgili sorular sorar. Savcı, Necati'yle ilgili sorular sorarken onun pezevenk olduğunu söyler, annesinin ölümüyle de ilgili sorular sorar. Sorgu sırasında Musa'nın, patronunun karısı ve çocuklarını öldürmekten sanık olduğu anlaşılır. Musa'ya Baro tarafından bir avukat atanır. Avukat Musa'yı cezaevinde ziyaret ederek özellikle annesinin ölümüyle ilgili sorular sorar. Karısı, Musa'yı ziyarete gelir ve mahkeme başlayıncaya kadar bir yerlere gitmek istediğini söyler. Mahkeme Musa'nın idam edilmesine karar vermiştir. Bu arada patronu Naim Tuğlacı dört yıl sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak gönüllü ifade vermiş ve ifade arasında tuvalete giderek tabancayla intihar etmiştir. Bu gelişme üzerine İstanbul 5. Ağır Ceza Hakimlği'nden gelen yazı üzerine Musa'nın tutuksuz olarak yeniden yargılanmasına karar verilmiştir. Musa'nın yatmakta olduğu Amasya Ceza ve Tutukevi savcısı, Musa'ya merak etmese de gazeteden Naim'in itirafını okur. Savcı, Musa'nın suçsuz olduğu halde suçlamalara karşı kendisini savunmamasına bir anlam veremez ve neden böyle davrandığını ve tanrıya neden inanmadığını sorar. Savcı inançlı biridir ve merak etmesi yüzünden Musa'yla konuşarak neden bu kadar kayıtsız olduğunu anlamaya çalışır. Serbest bırakılan Musa İstanbul' a, evine döner. Kapıyı karısı Sinem açar. Sinem, Musa'ya sıcak bir şeyler hazırlamaya gittiğinde, Musa yan odada oynamakta olan küçük çocuğu görür. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 334

 ÖDÜL:

38. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (0105 Ekim 2001)

► "en iyi 3. film",

► Zeki Demirkubuz "en iyi yönetmen",

► Bahar Evgin "en iyi sanat yönetmeni"

► Serdar Orçin "jüri özel ödülü"

13. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (26 Kasım09 Araalık 2001)

►Zeynep Tokuş "en iyi kadın oyuncu",

► Engin Günaydın "en iyi yardımcı erkek oyuncu"

► Serdar Orçin "en iyi umut veren yeni oyuncu"

9. Çasod (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin) seçiminde (Nisan 2002):

► Zeynep Tokuş "umut veren kadın oyuncu"
   ► Serdar Orçin "umut veren erkek oyuncu" 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (2002):

► Zeki Demirkubuz "en iyi yönetmen"

"Yazgı" FibresciUluslararası Film Eleştirmenliği Birliği ödülü "en iyi film"

Sadri Alışık Oyuncu ve Onur Ödülleri'nde (2002):

► Serdar Orçin "umut veren oyuncu"

Orhon M. Arıburnu Ödülleri'nde (2002):

► "en iyi 3 filmden biri".

 & Yazgı, Zeki Demirkubuz'un "Karanlık' Üzerine Öyküler" üçlemesinin ilk filmidir. Yazar Albert Camus'nun "Yabancı" adlı eserinden esinlenerek öyküsü oluşturulan film, hayata kayıtsız ve tepkisiz olan Musa'nın öyküsünü anlatmaktadır. Musa duygusuz, sessiz ve içine kapanık, inançsız, yaşayan bir ölü gibi olan, hayatın zevkli ya da acı yanlarını uzaktan izleyen bir karakterdir. Düşüncelerindeki nihilizm bütün hayatına sinmiştir. Hayatına dair öğrendiğimiz iki tutkusu vardır: sütlü kahve ve Sinem'e duyduğu arzu. Musa, hapse girip, işlemediği bir suçla itham edildiği bir dönemde, bunun nedeni olan Sinem ziyarete geldiğinde tek ilgilendiği şey gömleğinin düğmesini açmasıdır. Hapis sonrası eve döndüğünde de Sinem'le yan yana oturduklarında yüzünde belirsiz bir gülümseme oluşmasına yol açan şey kadının açıılan bacağıdır. Musa'nın niye böyle kayıtsız bir kişiliğe sahip olduğunu filmden anlamak mümkün değildir. Yönetmenin filmlerinde karakterlerine kendilerini anlattırdığı sahnelere benzer bir sahne yoktur. Bu nedenle Musa'nın davranışlarının nedenini öğrenemeyiz. İçinde bulunduğu duygusal durumu çok az öğrendiğimiz ve seyirci ile karakteri yakınlaştıran bölüm ise filmin sonunda Musa'nın siyah fon üzerine söyledikleridir: "O an içimde bir şey kımıldar gibi oldu. Heyecanlanıp dinledim. Ama ruhum hala bomboştu." Kendi duygusuzluğundan rahatsız olduğunun işareti olan sözlerdir bunlar. Karakterin kendisi ile muhasebesi, olaylara yanıt araması gerekirken' filmde sadece duygusuzluğu resmedilmiştir. "Varoluşçu felsefenin etkilerini gösteren Yabancı' da Mersault 'denizgüneş ve ölüm' üçgeninde, içine duygularıyla girmediği, hep dışında kalarak gözlemlediği bir yaşamda 'varoluşçu bir sonsuz özgürlük' içerisinde yaşar. Yazgı, Yabancı'nın varoluşçu tanıklıklarını yüzeysel bir şekilde kopyalarken, (annenin ölümüne tepkisiz kalma, iş arkadaşı ile sadece tensel bir beraberlik yaşama, arkadaşı için gereksiz yere birini vurma, üstüne yıkılan suça itiraz etmeme..) Camus'deki ikincil anlamlar derinliğine (gözlemlerin zenginliği, Mersault'un kendine özgü varoluşsal mutluluğu, doğa ve insan ilişkileri) girmez. Yazgı, Yabancı'daki varoluşçu felsefeyi 'kendi anlam bütünlüğünden kopararak 'yüzeysel yönleriyle alır. ..

Yönetmen Musa'nın duygusuzluğunu resmederken betimleyici kamerasını kullanmıştır. İnsanlar onunla konuştuklarında etrafı seyretmektedir. Söylenenlere ilgisizdir. Onun öznelinden biz de kapanmayan kapılara, duvarlardaki resimlere, masalara, sandalyelere bakarız. En çok kullandığı söz "farketmez"dir. Hayatına giren, çıkan, müdahalede bulunan kişilere tepkisiz yaklaşmaktadır. Niye böyle olduğunu soran savcıya da şöyle yanıt verir: "Söyleyecek fazla bir şeyim yok. O yüzden susarım." Hiçliğe inanı§! Musa'nın tanrı inancını da yok etmiştir. Film içerisinde savcı ile konuşmalarında bu da sorgulanmaktadır. İnsanın içinde inanç olmadan yaşamasının mümkün olup olmadığının tartışıldığı görülmektedir. Musa'nın hazırlık soruşturmasında ve özellikle savcı ile yaptığı konuşmalarda karakterlerin fazla felsefi konuşmaları sahnelerin inandırıcılığını azaltmaktadır. Yönetmenin her şeyi diyaloglarla anlatmadaki ustalığı yine de sanki kendisi ile muhakeme yapıyormuş havasını silememiştir. "Karısının aldatmasına göz yumması ve annesinin ölümüne sevinmesi kadere inançsızlığını mı göstermektedir?" ya da "yaşamı arzularımız mı yönlendirmeli yoksa inançlarımız mı?" şeklindeki tartışmalar altları doldurulmadıkları için akıp giderler. Musa'nın sorgulamayan kişiliği tartışılan değerlerin anlamlarının da azalmasına neden olmaktadır. "Yabancı' da ana kahramanın suçlanış süreci ve yer yer kendi sözleriyle, yer yer iç monologlarla bunlara yanıt verişi romanın kimlik kartını oluşturur. Yabancı' da yargılanan ana kahraman değil egemen değerlerdir ve ana kahraman idealize edilmiş birisi değil toplumsal değerlere uzak yabancılaşmış onlara inanmayan, onlardan uzak olduğu için kendisini suçlamayan, bunun ezikliğini yaşamayan birisidir... yazgı'da... bunları yaşamayan, yer yer isyan etmeyen, hapiste kendisini ziyarete gelen insanın anlattıklarını dinlemeyen, bunun yerine gömleğinin düğmeleriyle ilgilenen 'bir kimlik' toplumsal değerleri sorgulamanın yerini almıştır."?

Bunda Zeki Demirkubuz'un karakter odaklı sinemasının etkisi bulunmaktadır. Toplum eleştirisini karakterlerin üzerinden yapmayı tercih eden yönetmenin, asıl kurtuluşun kötülükle geleceği yönündeki felsefesini her filminde işlediğini görmekteyiz. Karakterler bir biçimde kötüdürler ve suçları nedeni ile vicdanları onları rahatsız etmektedir. Bu nedenle de uzun sahnelerle kendilerini ve nedenlerini anlatırlar. Oysa Musa, kayıtsızlığı ile olanları izleyen birisidir. Kendi hayatına müdahalelerde bile seyreden pozisyonundadır. Kötü değildir. Ancak tepkisiz kalarak kendisini suçtan korumaktadır. Yazgı'da vicdan azabı çeken kişi patron Naim'dir. Suçunu başkasına attığı için çektiği azap onun sonunu getirmiştir. İnsan olmanın yükünü taşıyamayan karakterler için hayat hiç iyi geçmemektedir.

Yazgı' da yine ihanet eden kadındır ve bu ihaneti nedeni ile mutlu olamamış bir karakterdir. Yönetmenin kadın karakterleri en çok acıyı çeken ve ceza alan karakterlerdir. İnsanın basit doğası onu kötülükten alıkoyamamaktadır. Kötülük ve vicdan arasındaki muhasebe yönetmenin karakterlerinin acı çektikleri temel noktadır. Zeki Demirkubuz, Yazgı'da da kapanmayan kapı imgesini kullanmıştır. Kapı her sahnede önemli bir öznedir. Hareketsiz kamerası bu sefer daha hareketlidir. Betimleyici bir öğe olarak mekan tanımlanmasında kullanılmıştır. İç mekan yanında dış mekan da aynı ağırlıkta kullanılmıştır. Televizyon ve Türk filmlerinin sesi yine filmde kullanılan yönetmene özgü öğelerdendir. Hafif bir medya eleştirisi de bulunmaktadır. İnsanları tepkisizleştiren televizyonun sürekli kullanılışının dışında Musa'nın mahkemeye çıkacağı gün askerlerden birinin söylediği söz ilginçtir: "dışarısı kamera dolu. Akşam haberlerinde seyrederiz artık." İnsanı gerçekliğinden uzaklaştıran bir söz. Filmde müzik yoktur. Sadece kapanış jeneriğinde belli belirsiz duyulmaktadır. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 87”

& "Yazgı"da hiç müzik yoktur. "İtiraf"da ise müzik sadece Harun'un gece gezmelerine eşlik eder. Yani kısa süren sahnelerde, son derece az ve işlevsel biçimde kullanır. Yönetmen, yine Bresson'a, Antonioni'ye ve birçok modern sanatçıya yakın biçimde, etkileyici giderek manipüle edici müzik kullanımına tümüyle sırt çevirir. Buna karşılık Demirkubuz, çeşitli seslerin kulllanımında son derece hassastır. Modern yaşaamın paranoyasını ve bunun ruhlarımızı çökertici yanını vermek için müzikten çok daha başka seslere başvurur. (Atilla Dorsay, "Demirkubuz'un dünyasına bir giriş denemesi", Sinema d., s.: 82, Şubat 2002)”

& Hayat karşısındaki davranışlarımızın, yargılarımızın, tavırlarımızın, 'absürdlüğünün' vurgulanarak sonunda 'nihilist bir çözümsüzlüğe' kapı açan bu Zeki Demirkubuz filmi, kolaycı seyircinin yer yer içini daraltırken kimine de ahlaka, suçluluğa, vicdana, inanca ilişkin kolay yanıtlanamayacak sorular sordurup kendisiyle yüzleşmesini sağlayan düşündürücü bir film. (Sungu Çapan, Cumhuriyet G., 16 Kasım 2001)

& "Yazgı" içinde yaşadığı akıl dışı toplumda olayların akışına müdahale etmeyerek 'ele geçirilmesine' izin vermeyen ve 'yalnızlığını' koruyarak aslında 'baş kaldıran' karakteri kusursuzca tanıtan sağlam öyküsüyle, son derece dürüst ve tutarlı bir film; yani Zeki Demirkubuz'un bu kirli ve iki yüzlü düzenle asla barışık olamayacağının yeni bir belgesi: Yalın bir anlatımın ayrıntılarla değer kazandığı "Yazgı"daki bir değerli de, sinema oyunculuğunun bazı zamanlar, örneğin "hiçliği" seyirciye yansıtırken ne kadar yüksek performans gerektirdiğini vurgulayan genç adam Serdar Orçin. (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 03, 1622 Kasım 2001)

& Senaryosu, Albert Camus'nün "Yabancı" adlı romanından esinlenerek yazılan Yazgı, iradesini kullanmayı red eden bir muhasebecinin öyküsünü anlatmaktadır. Gümrük Müdürlüğü'nde çalışan Musa, yaşamın boş ve saçma olduğuna inanmaktadır. Yaşamını değiştirmek için bir çaba harcamaz. Kendini olayların akışına bırakmıştır çünkü; her şeyin aynı kapıya çıktığını düşünmektedir.

Annesinin ölümü Musa'yı etkilemez. Onu sevmesine karşın, bu ölüm, içinde bir sevinç bile uyandırır. Kendi kendine karar vermek istemediği için hoşlanmadığı bir kızla sırf o istiyor diye evlenir. Oysa yaşadığı dünyada insanlar kaderlerini kendi güç ve iradeleriyle çizmektedirler.


Bir anne ile iki çocuğunun ölümünden sorumlu tutularak göz altına alınır. Ancak bu olaya da tepkisiz kalır. "Karanlık Üstüne Öyküler"in ilk filmi Yazgı nedeni olmaksızın kendini suçlu hisseden bir insanın öyküsüdür. "Bütün hayatım boyunca yaşadığım suçluluk duygusunu ama aynı zamanda imtiyazlılara ve gerçekte yalnızca imtiyaz isteyenlere duyduğum nefreti anlatmayı hep istiyordum (Zeki Demirkubuz (www.europeanfilmfestival.com”)

 & Musa'nın durumuna karşılık oluşturma çabası, figüratif olmayan bir tablooda, ısrarla ne anlatıldığını anlamaya dayalı bir irdelemeden farklı bir duygu. Yaabancılaşma, her türlü toplumsal yapıda, farklı katmanlar içinde, farklı boyutlarda olabilecek bir şey. Bu bağlamda bizimkisi gibi, toplumun neredeyse tüm fertlerinin yakın aile ilişkileri içinde yaşamayı sevdiği yapılarda, yabancılaşma olgusunun temellerinde de bazı bağlantılar gerekli gibi duruyor. Şüphesiz Yazgı'da, bu bağlamda ilişkiler yaratılmış, ama yönetmenin kendisi de sanki bir eksiklik hissetmişcesine bu duruma açıklık getirmek ister gibi filmin finalini kullanmak zorunda hissetmiş kendisini. Şüphesiz öze ilişkin bu saptamaların ötesinde, Demirkubuz teknik bazı aksaklıklarözellikle ses tasarımına ilişkindışında filmlerinde olgunlaşmış bir biçimi ve etkili bir sinema dilini kullanıyor. Yönetmen sinemanın en önemli plastik unsurları olan filmsel zaman ve mekan kullanımındaki becerisiyle, sadece beyazperdede gerçeklik taşıyan bir evren yaratmıyor, aynı zamanda yaşamımıza teğet geçen bir gerçekliğin de kıyısına taşıyor bizleri. Diğer yandan Demirkubuz'un Cannes Film Festivali'ne davet edilen 'İtiraf'ıyla birlikte 'Yazgı'nın da aynı festivale davet edildiğini, Jane Campion'un dışında daha önce başka hiçbir yönetmenin de Cannes Film Festivali'nde aynı yıl iki filmiyle temsil edilmediğini belirtmek gerekir. Festivalin Genel Sanat Yönetmeni Thierry Fremauk ise "İstanbul Festivali'nde FIPRESCI jürisinin hem 'Yazgı'yı hem de 'İtiraf'ı ödüllendirdiğini duyunca, yeniden düşündüm. Sonuç olarak, senaryosundan montajına dek her aşamada tek başına çalışan Zeki Demirkubuz’un bağımsız yaratıcı sinema örnekleri olan iki filmini birden”Belirli Bir Bakış’ta” göstermeye karar verdik, diyerek bu durumu açıklamış. (Basutçu, Radikal, 01.05.2002) “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 336”

& Yazgı, çağdaş Türk sineması içinde gerçekten şaşırtıcı bir film. Normlara, standartlara, seyircinin, hatta eleştirmenlerin beklentilerine öylesine meydan okuyan bir duruşu var ki ... İtirafla birlikte, Zeki Demirkubuz'un, çok önemli bir çıkış gerçekleştirdiği ve alabildiğine kişisel ve öznel, ama o ölçüde de dikkatle, özenle yaklaşılması gereken cesur bir sinema yaptığı tartışılmaz. Yazgı açıkça belirttiği gibi (çoğu zaman bu tür uyarlamaların adı konulmaz nedense ... Albert Camus'nün ünlü eseri Yabancı'nın bir uyarlaması. Kısa, ama yoğun ve felsefi bir roman bu ...

 Çevresindeki her şeye, hatta kendi hayatına bile yabancılaşan bir adamın öyküsü, elbette sinema için kolay malzeme değil. Hatta Luchino Visconti bile bu çetin cevizle dişini kırmış ve yaptığı Marcello Mastroianni'li deneme, sanatçının en kötü filmi sayılarak neredeyse unutulmuştu.

Hiçbir şeye inanmayan, hiçbir değer tanımayan, annesinin ölümünün bile kılını kıpırdatmadığı, hatta kendi ölümüne bile ilgisiz bir insan kişiliği, duygusuz ve tepkisiz bir çağdaş nihilist, sanki donup kalmış bir garip yaratık ... Ama bu duygusuzluğu içinde sürekli eski Yeşilçam filmleri izliyor, sanki onlardaki aşırı duygusallıktan besleniyor. Dört yıl yattığı hapisten çıkar çıkmaz yaptığı şey, yine bir eski Yeşilçam filmi izlemek ...

Bu ilginç kişilik elbette Camus' den, ama aynı zamanda bizden izler taşıyor. Özellikle Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ından ve Anayurt Oteli'nin kahramanı Zebercet'ten izler buldum, kendi adıma ... Demirkubuz, bu öyküye yakışır bir anlatım tutturmuş. Yani alabildiğine ekonomik, yansız, sanki kristal kadar soğuk. Hiç müzik kullanmamış, her şey çok yalın ve de işlevsel. Musa'nın hapisten çıkarken savcıyla yaptığı ve 10 dakikayı aşan tartışma ise seyircinin sabrıyla özellikle oynayan ve tiyatro estetiğiyle kotarılmış bir bölüm. Ama yönetmen, eğer hikayenin özündeki birçok düşünceyi ve kavramı açıklayan ve geliştiren bu tartışmayı gerekli buluyorsa, onu çeşitli oyunlara başvurmadan, kısaltıp özetlemeden vermesi en azından çok daha dürüst değil mi?

Sonuç olarak, tüm bu sadelikten kendine özgü bir bir güzellik fışkırıyor. Bu minimalist anlatım, bu yalın olma çabası, Bresson' dan Ozu'ya birçok ustanın üsluplarından izler taşıyor Oyuncuların tümü de çok iyiler. Ve krisstal kadar soğuk, ama kristal kadar güzel bu fılm, yeni Türk sinemasının ayrıksı bir zirvesi olarak, en azından has sinemaseverce izlenmeyi hak ediyor. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 149”

 Bir İtalyan ve Türk ortak yapımı olan ve Boşnak yazar Mehmet Selimoviç'in '''Derviş ve Ölüm" ismiyle dilimize de çevrilen romanından sinemaya uyarlanan "Derviş", İtalyan yönetmen Alberto Rondalli'nin yönettiği ve senaryosunu yazdığı bir film. 1900'lerin başlarında Osmanlı toprağı olan bir kasabada yaşanan olayları anlatan film, bu olaylar bağlamında, Osmanlı taşrası ve Anadolu hakkında başarılı sayılabilecek bir mekan ve atmosfer duygusu oluştururken, diğer yandan dönem ve ilişkileri hakkında da yansıtmalarda bulunuyor. Bu bağlamda dönemin despotik yapısı, adaletin işlemesi açısından uygulanan keyfilikler dikkati çekiyor. Diğer yandan film varoluş olgusu üzerine yoğunlaşıyor. İnsanın ortaya çıkışından günümüze kadar milyonlarca insanı meşgul eden bir soruya da, filmde dinsel ve pragmatik karşılıklar üretiliyor

& "Baştan sona 'kaderci' bakış açısının hakim olduğu ... 'Derviş', özellikle ilk yarısındaki ısınma turlarında sıkıcılık tuzağına düşen bir film. Somasında da tempoyu arttırmıyor yönetmen, ama entrikanın belirginleşmesi ve kahramanımızın 'kötü' tarafının açığa çıkması, filmlik bir dinamizmin odağa yerleşmesine neden oluyor. Varoluşun yarattığı baskıyı tasavvufun doğrularıyla açıklamaya çalışan yönetmen Rondalli, insana özgü kimi gerçeklerin altını çizerken kolay hazmedilir bir yöntem seçmiyor" (Özer, Radikal, 17.12.2002:20).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder