Powered By Blogger

4 Kasım 2022 Cuma

 DÖNERSEN ISLIK ÇAL (1992) 

Yönetmen: Orhan Oğuz, Senaryo: Cemal Şan, Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz, Yapım: Uğur Film/Memduh Ün Müzik: Onay Oğuz, Senaryo Danışmanı: Nuray Oğuz, Kurgu: Nevzat Diişiaçık, Koordinatör: Kadri Yurdatap, Sanat Yönetmeni: Esra Avcı Tuncer, Sanat Yönetmeni yrd.: Atilla Türkantoz, Yardımcı Yönetmen: Cemal Şan, Yönetmen Yrd.: Uğur Ün, Makyöz ve Makyaj: Suzan Kardeş, 1. Kamera Asistanı: Cenap Cevahir, 2. kamera Asistanı: Yalçın Sayın, Prodüksiyon Amiri: Günay Girik, Işıkm Şefi: Süleyman Çekiç, Işık Grubu: Halil İbrahim Çekiç, Yavuz Özdemir, Set Amiri: Hüseyin Ünlü, Set Grubu: Alaaddin İzgün, Cem Erden, Seslendirme Yönetmeni: Ersin Sanver, Ses Yönetmen Yrd.: Berrna Terzierol, Ulaştırma: Ali Aras, Hikmet Çöl, Jenerik: Özkan Sevinç, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Ses Kayıt: Ercan Okan, Görsel Efekt ve miksaj: Erhan Aktaş, Negatif Montaj: Eyüp Yıldız, (Kültür Bakanlığı Katkılarıyla) Fono Film laboratuarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir.

Oyuncular: Fikret Kuşkan (Travesti), Mevlüt Demiryay (cüce), Menderes Samancılar (pezevenk), Derya Alabora n(fahişe), Ferment Yönel (Madam Lana), Konuk Oyuncular: Memduh Ün (bardaki adam), Orhan Elmas (öteki adam), Günay Girik (taksi şoförü), Cihan Bıkmaz, (hizmetçi), Travestiyi dövenler: Murat Kurtuluş, Ali Sarıbaş, İlker Balcı, Cüceyi Dövenler: Serdar Akar, Sencer Aydın, İbrahim Bender, Samim Meriç (cücenin babası), Sırrı Elitaş (bardaki doğulu), Enver Dönmez (bardaki ikinci doğulu), Ali Zebil (Ajans sahibi), Alaaddin İzgün (ajans sahibi yrd.), Fuat Onan (türkücü), Cafer Atalay (2. cüce), Cahit Akat (Ajanstaki travesti), Adnan Türe (bıçaklanan adam), Halil Ece (bıçaklayan adam), Yüksel Yılmaz (1. polis), Günay Kayar (2. polis), Asiye Murtaza (cüce kadın), Yıldız Balıkçıoğlu (genç fahişe), Emel Uludağ (yaşlı fahişe), Olcay Çilenti (artist adayı),

Konu: Beyoğlu'nun arka sokaklarında barmenlik yaparak yaşamını sürdüren bir cüceyle, fahişelik yapan bir travestinin dramatik öyküsü. Toplumun dışladığı bu iki marijinal tipin tanışması karanlık ve pis sokakların birinde gerçekleşir. Cüce (Mevlüt Demiryay), iş çıkışı evine dönerken, sokak serserilerinin saldırdığı ve gerçek bir kadın sandığı travestinin (Fikret Kuşkan) hayatını kurtarır. Gerçekte onu kurtaran, cücenin, o tehlikeli sokaklarda ve gecenin karanlığında kendisini korumak için boynunda taşıdığı düdüktür. Düdük' seslerini duyan serseriler kaçıştıktan sonra, travestiyi evine alır. Ne var ki, evinde misafir ettiği "kadın"ın aslında bir erkek olduğunu anlayınca büyük bir şaşkınlık geçirir. Ama, yaşamını tek başına, yalnızlığını ise balkonundaki köpekleri ve boynundaki düdüğüyle paylaşarak sürdüren cüce ile, başlangıçta iğrendiği, nefret ettiği travestinin arasında duygusal bir dostluk gelişecektir. Ve bu güzel dostluk ; ne acıdır ki, o çirkin dünyanın sonunda onları birbirlerinden ayırana dek sürecektir...

ÖDÜL:

 SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) 1993 seçimlerinde;

►Derya Alabora "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu",

7. Adana Altın Koza Film Festivali'nde (1993)

►Mevüt Demiryay" Jüri Özel Ödülü",

Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) ÇASOD (1993) seçiminde

►Fikret Kuşkan En İyi Erkek Oyuncu",

Kültür Bakanlığı Sinema Başarı Ödülü" (1993).

& Aşağı yukarı her senaryoyla ödül kazanan Cemal Şan, kağıt üzerinde bile belirli görselliğe sahip, yönetmene büyük fırsatlar tanıyan bir iş çıkarmış. Orhan Oğuz da, "Herşeye Rağmen"den sonra bir kez daha, insanların küçük dünyalarına nüfuz edebilmekteki başarısını sergiliyor. "Gizli Yüz "ün başarısında küçümsenemeyecek bir paya sahip olan Fikret Kuşkan da travesti rolüyle bir oyuncu olarak sağlam tekniği ile yeteneğini ortaya koyuyor. Filmin sürprizi ise rolünde Mevlüt Demiryay'ın oyunu. (Mehmet Açar, Nokta d., 21 Şubat 1993)

& Marjinal kişi ve yaşamlara el atmak da "modern" olmanın, "güncelliği izlemenin", giderek başarılı olmanın koşullarından biri sayılır oldu» Ama o denli kolay mı? Dönersen Islık Çal'ı izlerken hüzün içinde bunları düşündük. Beyoğlu, Beyoğlu'nun gece hayatı, Caddei Kebir'in yanı başında uzanan, çoğumuz için en azından geceleri "girilmez" olan yan sokaklarda yaşanan bir dram,.. O yaşamın kıyısına itilmiş küçük insanlar, yosmalar, pezevenkler, dönmeler, oğlanlar, "hayat kadınları", küçük hırsızlar, söğüşçüler, üç kâğıtçılar, uyuşturucu tutkunları. Ve başkaları. Ne zengin bir malzeme, ne yoğun bir esin kaynağı, değil mi? Bu yoğunluktan sanatçı süzgeçleriyle gerekli besini alabilmek, zaten kendiliğinden dramatik ve "pitoresk" olanı, bir sanat eserinin kendine özgü kalıplarına dökebilmek koşuluyla,,.


Dönersen Islık Çal, ne yazık ki bunu yapamıyor. Kişilerin ve çevrenin hazır çekiciliğiyle yetinmek durumunda kalıyor. Çokluk gece veya sabaha karşı çekilmiş "kadınsız Beyoğlu" görüntülerine, arka sokaklarda her an olabilecek dramlara, işlenebilecek cinayetlere, hiç düzeyindeki insan yaşamlarına sığınıyor. Ön planda ise bir cüceyle bir dönemin ilişkilerinin, seyirciyi tavlamak için yeterli olacağı varsayımına,,,

Ancak perdeden zekâ ve duyarlılık ürünü hiçbir şey geçmiyor. Ne gerçek bir sinemasal değer içeren tek bir sahne, ne bir cüce ile bir travestiden beklenebilecek olanın dışında tek bir çarpıcı, farklı, değişik konuşma... Oldukça ahlaklı ve ahlakçı, Beyoğlu'nda bir dönme keşfedince pek şaşıran bir cüce ile ağzını her açtığında en klasik "ibne jargonu" boşaltan bir dönme, bu filmi, kişileri ölçüsünde marjinal kılmakta son derece yetersiz kalıyorlar.

Cüce Mevlüt Demiryay, gerçekten de çok iyi. Zavallı Fikret Kuşkan ise saçlarını kazıtıp kadın kılığına girmekle gösterdiği "özveri"nin karşılığını hiçbir biçimde alamıyor. Çünkü senaryonun ve yönetmenin ona biçtiği rolde, bir kişilik, bir karakter oluşturmak için hiçbir olanak yok. Beyoğlu'nun arka yüzü gibi bir filmden bu denli sıkıcı bir nesne çıkaranları bir marjinaller hikâyesinden nasıl özgün bir dünya yaratılabileceğini görmek için ekip halinde Barton Fink filmini (en azından 5 kez) izlemelerini isterdim. “ Atilla Dorsay, “Sinemamızın Çöküş Yılları ve Rönesans





 

DENİZE HANÇER DÜŞTÜ  (1992) 

Yönetmen: Dr. Mustafa Altıoklar, Zühtü Erkan, Senaryo : Dr. Mustafa Altıoklar, Yasemin Altıoklar, Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak, Müzik: Mete Sakpınar, Yapım: Negatif Film/ Mustafa Altıoklar Sanat Yönetmeni: Yasemin Altıoklar, Şirin İsgit, Mete Özgenciler, Kaan Can Bircan, Kurgu: Hilmi Güver,

Oyuncular : Yasemin Alkaya, Nur Sürer, Yaman Olay, Zühtü Erkan, Meral Çetinkaya, Levent Can, Şoray Uzun, Negehan Dilpak

Konu: Filmde, bir tiyatro oyununda yolları kesişen iki kadının birbiriyle kurdukları ilişki anlatılır. Ünlü oyuncu Deniz ile yönetmenlik yapan arkadaşı Payel bir tiyatro oyunu üzerine çalışır. Oyunun provaları yapılırken bir oyuncunun kaza geçirdiği haberi gelir. Provaların devam etmesi için yeni bir oyuncu aramaya başlarlar. Akşam eğlenmek için bir bara giderler. Barda çalışan aynı zamanda oyunculuk yapan İpek isimli bir kadınla tanışırlar. İpek’i oyunun provalarına çağırırlar ve oyunculuğunu başarılı bulurlar. Bunun üzerine Deniz ile İpek her gün oyun üzerine çalışmaya başlar. Bir gün oyun çıkışı Deniz, İpek’i evine davet eder. İki kadın arasında başlayan bu arkadaşlık onları yakın bir ilişkiye sürükleyecektir. (Meltem İşler Sevindi)

Ödül:

1993 Uluslararası Ankara Film Festivali’nde “En İyi Umut Veren Yönetmen” ve Kültür Bakanlığı “Sinema Başarı Ödülü"

NOT: Mustafa Altıoklar’ın ilk sinema filmi.

& Film, kısa süre sonra sahnelenecek olan bir oyunda başrol oynayan tiyatro sanatçısı Deniz (Nur Sürer) ile, yakın dostu yönetmen Payel'le birlikte müdavimi oldukları barda karşılaştığı ve oyundaki bir karaktere son derece uygun buldukları İpek (Yasemin Alkaya) arasındaki ilişkiyi konu almaktadır. Aralarında bir yakınlaşma doğan iki kadın, Deniz'in yeni evine taşınmasından sonra, olayların gelişimi içinde, birlikte yaşamaya başlarlar. Ama, ilerleyen ilişkileri, zamanla, iktidar mücadelesi ve ihanet olgusuyla yara almaya başlar. Deniz'in eski eşi Ege ile İpek arasındaki cinsel ilişkiden sonra büyüyen güvensizlik ve Deniz'in Bu 'ihaneti kabullenemeyişi, ilişkilerini bitirir.

Filmin konusu, festival süresince "içli dışlı" olduğumuz lezbiyenlik motifi üzerine kuruludur. Sermaye bahanesi ardına sığınıp, belki de asıl sorun olan yaratıcılığı göz ardı eden pek çok Türk sinemacısı gibi, yönetmen Mustafa Altıoklar da, kendini bu çıkmazdan kurtaramamıştır. Günün son modası olan lezbiyenliği ele alarak, bizi bu dünyaya ortak etmeye çabalamıştır. Ne var ki, bu çaba, özellikle Atıf Yılmaz'ın da içine düştüğü yanılgıdan pek farklılaşamamıştır. Bu yanılgı, kendilerini erkeklerden soyutlayıp, farklı bir sevgi anlayışına yönelen kadınlara ve bu ilişkiler üzerine kurulu dünyalarına derinlemesine bir yaklaşım getirilememesinden kaynaklanmaktadır. Gerçek boyutuyla bakıldığında, asla iktidar mücadelelerine izin vermeyen bu tür ilişkileri konu edinen bu filmlerin, inada iktidar mücadelesi üzerinde durması, bilinçli izleyiciyi son derece rahatsız etmektedir. Konunun ele alınış biçimi, bu iktidar mücadelesini sık sık gündeme getirmekte, hatta öyle bir boyuta ulaşmakta ki, bu ilişkinin toplum içindeki yeri tamamen göz ardı edilmektedir. Toplumsal bakış açısının olmayışı, anlatım açısından büyük bir boşluk yaratmaktadır. Bu aşamada söylenebilecek tek şey, toplumsal bakış açısının sadece Ege karakterinden yansımaktan kurtarılıp, daha geniş bir yelpazeye oturtulmasının gerekliliği ve yönetmenin, inandırıcılığa ulaşabilmesi için, bu ilişkiyi yaşayan insanların dünyalarına ortaklık etmesiyle mümkün olabileceğidir.

Film süresince, olayın geçtiği mekanlar, Deniz'in evi, sürekli gidilen bar ve hatta sokaklar bile, birdenbire kendimizi Amerikan kozmopolitliği içinde, Manhattan'da hissetmemize neden oluyor. Ve ister istemez, karakterlerinin isimleri değiştirilse ve İngilizce çevrilse, Amerikan toplumundan bir kesit yansıtan bir film olabileceği akla geliyor. Bu tavır, filmdeki karakterlerin, Türk toplumundan çok uzakta, adeta düşsel kahramanlar olduğu izlenimini yaratıyor ki, toplum içinde bu insanların rollerinin tartışılması da havada kalıyor.

Deniz ve İpek'in soyutlanmışlıklarına rağmen, film, tartışma götürmez estetik mükemmellikteki görüntüleri ile, izleyicileri çok etkilemektedir. çerçeveleme ve ışık kullanımındaki başarı, haklı olarak, Antalya Film Festivali'nde "en iyi görüntü yönetmeni" ödülünü Uğur İçbak'a kazandırmıştır. Oyunculuk adına ciddi ve kayda değer çabalar taşıyan Nur Sürer ve Yasemin Alkaya da, filmin estetik düzeyinin olumlu özellikler taşımasına katkıda bulunmaktadırlar.

Kısa metrajlı çalışmalarından sonra, ilk uzun metrajlı film çalışması olan "Denize Hançer Düştü" ile, samimi ve içten bir çaba sergileyen Mustafa Altıoklar, dilerim ki, bundan sonraki çalışmalarında da aynı içtenlikle, derinliği ve sanatsal misyonu olan yapıtlar ortaya koyarak, sinema adına olumlu şeyler yapmak isteyen tüm gençlere iyi bir örnek teşkil eder...( YASEMIN MERSA Antrakt Sin. Derg. Aralık 1992)


FİLMİ İZLE 



 

ÇÖKÜŞ (1992)

Senaryo ve Yönetmen: Mesut Uçakan, Eser: Hasan Nail Canat Görüntü Yönetmeni: Hasan Şeker, Müzik: Ahmet Güvenç, Yapım: AtlasNehir İletişim

Oyuncular: Baki Tamer, Bülent Polat, Şahine Hatipoğlu, Gül Yalaz, Yurdan Edgü, Muharrem Akkuş, Nuri Tuğ

Konu: Emekliliği yaklaşmış işçibir babayla, içindeyaşadığı toplumun çarpıklıklarından etkilenerek serseri bir yaşam süren oğlunun macerası.

 

ÇIPLAK (1992)

Yönetmen: Ali Özgentürk Senaryo: Sadık Karlı  Ali Özgentürk, Görüntü Yönetmeni: Vilko Filac, Müzik: Wolfgang Amadeus, Bach,Yapım: Asya Film/Ali Özgentürk  Costa Ferris, (Türk - Fransız -Yunan Ortak Yapımı). Görevli Yapımcılar: Ali Akdeniz, Sabahattin Şenyüz, Yönetmen Yardımcıları: Fatma Nur Sevinç, Şule Başeskioğlu, Sadık Karlı, Yeşim  Çamlıoğlu, Kamera Asistanları: Sönke Hansen, Muzaffer Turgut, Sanat Yönetmeni: Veli Kahraman, Oyuncu Seçimi: Harika Uygur, Işık Şefi: Aslı Salim Yaşar, Işık Grubu: Kadir Dökmeci, Murat Büyük, Ramazan Akgün, Hamit Fenerli Set Amiri: Enver Kündem, Set Grubu: Ercan Tuman, İsmail Dilaver, Çevre Düzeni: Veli Kahraman, Erol Taştan, Kostüm Aksesuar: Harika, Ses Kayıt: Tuncer Aydınoğlu, Kurgu: Mevlüt Koçak, Film Yıkama: Yusuf Özbek, Miksaj: Alain Garnier,

Oyuncular: Sumru vrucuk, Erdal Küçükkörmükçü, Adnan Tönel, Hülya Karakaş, Meral Çetinkaya, Sami Hazinses, Kutay Köktürk, Ayten Uncuoğlu, Işık Aras, Oya İnci,

Konu: Akademi'de kocaları Yadigar ve Hüseyin'den gizlice çıplak modellik yapan Ayla ile Seher'in öyküsü. Bir süre sonra Yadigar, karısının bu işini öğrenir. Ardından sürekli karısını gözler. Bu gözetleme sırasında birden Hüseyin'in karısı seheri görür. Seher'in ve Hüseyin'in karısının yaptığı işten haberdar olduklarını ve bu gerçeği kendisinden sakladıklarını düşünür. Oysa Hüseyin de gerçeği yeni öğrenmiştir. Birden yaşadıkları toplumun geleneksel ahlak değerleri karşısında kendilerini suçlu hisseden iki erkek ne yapacaklarını bilemezler. Şaşkındırlar. Önce şiddete başvurup, ressamlara çıplak pozlar veren karılarını öldürmeyi düşünürlerse de, olaylar beklenmedik bir sona doğru ilerleyecektir.

Ödül:

30.Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1993)
►Vilko Filac "En İyi Görüntü Yönetmeni",
6. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1994)
Ali Salim Yaşar "En İyi Işıklandırma",
SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1994)
Ayten Uncuoğlu "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu".

& Sinema diliyle, gerçeküstüne oldukça yakın duran Ali Özgentürk, çoğu yerde görüntü karmaşasından da kurtaramamış filmini. Bir "taş" daha atalım Özgentürk'e ... Üç çıplak modelin birlikte göründüğü sahnede, adı sanı pek duyulmamış oyuncuları çırıl çıplak soymakta sakınca görmeyen yönetmeni Sumru Yavrucuk’u çarşaflara dolayarak neden kayırmış acaba? Anlamak Zor. (Tunca Aslan, “Yenilikçiliğin uzağında soğuk bir çaba” Aydınlık G. 15.3.1994)

& Ali Özgentürk, finisyonu çok iyi yapılmış, çok "mamul", tam anlamıyla "bitmiŞ" filmleri sevmiyor. Bir filmi bir büyük deneyim, bir çaba, bir bul yap oyunu gibi görüyor. Onu seyirciyle birlikte çözümlemek, hatta onunla birlikte oluşturmak istiyor. "Sokak Tiyatrosu"nda geçirdiği yıllar ve bu deneyimden gelen "happening" duygusuyla birleşince, her seyircinin farklı biçimde yorumlayıp kafasında oluşturacağı, sanki ham malzeme halindeki Özgentürk filmleri ortaya çıkıyor. Bu tavır, özellikle Hollywood usulü "kusursuz" filmlerin perdeleri kapladığı günümüzde onaylanmayabilir, sevilmeyebilir. Ama bu tavrın özgünlüğü ve kişiselliği de tartışma ötesidir sanırım.

Çıplak, işte yine böyle bir film ... Bu film hakkında Antalya Şenliği'nden sonra sorduğum ve basına yansıyan kimi sorular vardı. Şöyle yazmıştım: "Neydi bu garip, gerçeküstücü dokunuşlarla donatılmış kendine özgü film? 'Sanat' dediğimiz şeyle sokaktaki adam arasındaki kapanmaz çelişkinin öyküsü mü? Resim sanatı üzerine bir düşünme mi? Çöken İstanbul ve yok olan kentsel değerlerimize yakılmış bir ağıt mı? Hızla değişen, 'modernleşen' ahlak anlayışımız ve kadınerkek ilişkileri üzerine bir kara mizah denemesi mi? Yoksa hepsi birden mi?" Bunlara başkaları da eklenebilir. Kuşkusuz kolay kolay tanımlamaya gelmeyen bir film, Çıplak... Güzel Sanatlar Akademisi'nde çıplak poz veren iki kadın ile bu taraklarda bezi olmayan, "gariban" takımından kocalarının peşine takıldıkları bu garip ve gerçeküstücü serüven, toplumumuzdaki çok farklı oluşumlara, tümüyle çelişkili ahlak, estetik, politik, toplumsal vb. değerlere bir gönderme olduğu kadar, bir sanatçının Türkiye'de yaşanan kaosa kendi kişisel ve özgün bakışı olarak da nitelenebilir. Önemli olan, bu özgün bakışa katılmak, Özgentürk'ün bize açtığı kapıdan içeri girip bu farklı dünyada gezinme sabrını göstermek ... Böyle bir sabır, seyirciyi ödüllendirebilir.

Sinemanın, örneğin JeanMarie Straub, Bertrand Blier veya Jon Jost gibi "aykırı" yönetmenlerinin filmlerinden alınan, mantıkla ve oluşmuş beğenilerle pek açıklanamaz, hafiften "sapkın" bir keyfi, bu filmden de alabilirsiniz.

Kuşkusuz ki bu, filmi tümüyle savunmak anlamına gelmiyor. Özgentürk, daha genel geçer seyirciyi düşünse ve örneğin genelev kadınlarının çıplak modellerin kocalarına acıyıp dövünmeleri veya polislerin resimleri "tutuklamaları" sahnelerindeki kara mizahı daha iyi işleyip filmine daha iyi sindirebilse, belki çok daha popüler olacak bir film kotarabilirdi. Kuşkusuz, kişisellik ile kitleselliğin bir noktada kesişmesi ve de Özgentürk'ün o noktayı daha iyi gözetmesi gerekiyor ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”

& Yönetmenin açıklamalarına göre "kendisiyle filmin kahramanlarıyla, sinemayla başarıyla kimi tabularla, çıplaklık ve erotizmle dalga geçtiği, birçok sahnede bilinçli bir şekilde farklı sinema türlerine Çıplak" ilginç nitelemesini hak ediyorsa da son tahlilde, zayıf kalıyor. İki "çift" kahramanın konumlarını sorgulayışlarını görüntülere dökerken, filmin sanata ve akademiye yaklaşımı, sade gibi geldi. (Sungu Çapan, "Çıplak Ciddi Olmayan Kötü bir film”' Cumhuriyet, 18.3.1994)

 

* 1979 yılında çektiği ilk filmi 'Hazal' ile başlayan sinema serüveninde, sinemamızı yurt dışında en çok temsil eden yönetmenlerden biri olan Ali Özgentürk Çıplak' ile beşinci filmine imza atıyor. Pek çok ülkenin sinema ve televizyonlarında gösterilen 'At', 'Bekçi', 'Su da Yanar' gibi 'Çıplak' da bir ortak yapım. Özgentürk, Yunanlı sinemacı Kostas Ferris'in de içinde bulunduğu bir ortak yapım sağlamış bu kez ... Sinema diliyle, gerçek üstüne oldukça yakın duran Ali özgentürk, çoğu yerde gönüllü karmaşasından da kurtaramamış filmini. Bir taş daha atalım Özgentürk'e, üç Çıplak modelin birlikte göründüğü sahnede, adı sanı duyulmamış oyuncuları çırılçıplak soymakta sakınca görmeyen Yönetmen, Sumru Yavrucak'ı çarşaflara dolayarak neden 'kayırmış' acaba? Anlamak zor. Öte yandan, Emir Custirica'nın bütün filmlerinin kameramanlığını yapan Vilko Filaç’ın da pek farkına varamadık Çıplak'da ... Nerede, “Babam İş Gezisinde” nerede “Çingeneler Zamanl', nerede 'Arizona Rüyası' ve nerede “Çıplak” gerçekten nerede Vilko Filaç" ... (Tunca Arslan, Aydınlık G, 15.03.1994)

 

ÇILDIRTAN ÖZLEM (1992)

Senaryo ve Yönetmen: Hasan Karcı, Görüntü Yönetmeni: Kenan Kurt Yapım: Venüs Film/Hasan Karcı Genel Koordinatör: Ramazan Denizhan,

Oyuncular: Nadya Smolik, Murat Soydan, Bilgen Gökçen, Cemal Gencer, Ethem Çakır, Süreyya Mertoğlu

Konu: Türkiye’ye gelen Alman kadın, misafir kaldığı evin çocuğunu Almanya’ya kaçırır. Anne ve babasına özleyen çocuğun hasret ve özlem duyması karşısında dayanamayarak tekara çocuğu geri getirir ve ailesine teslim eder.

 

ÇIKMAZ (1992) 


Senaryo ve Yönetmen: Samim Utku, Görüntü Yönetmeni: Ali Engin, Yapım: Metro Film/Zeki Kafalı

Oyuncular: Hakan Ural, Özlem Nebioğlu, Alp Doğan, Zerrin Yaman

Konu: Bir gencin aşık olduğu kız gizemli bir biçimde kaybolur. Yaptığı araştırmada onun öldüğünü öğrenir. Bir süre sonra kız ortaya çıkar ve birlikteliği devam eder. Ancak kısa bir süre sona tekrar kaybolan kızı aramaya başlayan delikanlı kızın babasının cesediyle karşılaşır. Artık polisin olaya el koyma zamanı gelmiştir.

 

CAZİBE HANIMIN GÜNDÜZ DÜŞLERİ (1992) 


Yönetmen: İrfan Tözüm, Senaryo: Macit Koper, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı Müzik: Münir Nurettin Beken Yapım: Muhteşem Film/İrfan Tözüm Yardımcı Yönetmen: Aydın Sayman, Murat Yazan, Görüntü Yönetmeni yrd: Natali Yeres, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Sanat Yönetmeni: Mete Özgencil, Müzik: Münir Nurettin Beken, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Ses Kayıt ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Makyöz: Sedef Özkaya, Seslendirme Yönetmeni: Ersin Sanver, Ses. Yön. Yrd: Aydoğan Taner, Jenerik: “Prodart” Özkan Sevinç, Semihan Sevinç, Fotoğraflar: Recep Filiz, Basın Danışmanı: Şengül Balıksırtı, Aydınlatma: Recep Biçer, Haydar Tuna, Derya Bal, M. Ali Gündoğdu, Set Ekibi: Murat Özlük, Ali Müyyet, Mehmet Yaşa, Ercan Duman, Ses Stüdyo Sorumlusu: İdris Üstün, Ses Kayıt ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Asistanı: Burhan Şahin, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Laboratuar: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Ulaştırma: Abdullah Tılay, Film Baskı: Uğur Orbay, Yapım Koordinatörü: Kutay Köktürk, Ogün Üçkaya, (Kültür Bakanlığı ve Kanal 6’nın katkılarıyla, (Şafak Film stüdyosunda hazırlanmıştır)

 Oyuncular: Hale Soygazi (Cazibe), Uğur Polat (KürşadSevgili), Macit Koper (Behçet), Suna Selen (Füruzan), Nüvit Özdoğru (tahir), Suat Sungur (Çırak), Konuk Oyuncular: Halil Ergün (Cazibe’nin babası), Yaman Okay (Kasap), Zerrin Doğan (Frapan kadın), Salih Kalyon (1. Sarhoş), Ali Uyandıran (2. Sarhoş), Sedef Bediz (Necmiye), Can Kolukısa Komiser) Erdinç Bora (Cevreci Cemil), Orhan Aydın Başhekim), Ayten Uncuoğlu (Fal bakmaya gelenler), Nazan Kırılmış, Mehtap Anıl, Gülümser Göker, Yüksel Pekşen, Nezihe Öksün, Melike Tözüm, Ayça Dinçer (Cazibe’nin çocukluğu), Ebru Dalkaya (Küçük Kız), Ogün Üçkaya (Çevrecinin yardımcısı), Sedef Özkaya (Hemşire), Mehmet Yaşa (Polis Memuru),

Konu: Eski bir köşk, eski eşyalar, köşkün kullanılmayan bir odası. Slayt makinesinden perdeye yansıyan İstanbul görüntüleri ve yavaş yavaş kapanan gözlerden düşlere giriş. Otuzotuzbeş yaşlarında güzel bir kadındır Cazibe. Hiç evlenmemiş ve sanki yaşadığı yerin yıpranmışlığının altında ezilmeye direnircesine, düşlerine sığınmıştır. Gençlik yıllarına duyduğu özlemle yaşayan, bunaklığa sığınıp aklına eseni yapan annesi Füruzan Hanım ve kız kardeşinin kimseleri beğenmemesi yüzünden Cazibe'nin evlenemeyip bu evde yaşamak zorunda kaldığını düşünen ve ona büyük bir tutkuyla bağlanıp, kaçışı alkolde bulan dayısı Tamburi Behçet Bey'le birlikte yaşamaktadır. Cazibe, sık sık, düşte ya da gerçekte yaşadığı herşeyi gördüğünü düşündüğü ölen babasının fotoğrafıyla konuşmakta ve belki de, iletişim kurabildiği tek insan olduğu için, asıl yaşayanın babası olduğuna inanmaktadır.

Odanın anahtarı yalnız Cazibe'dedir. Güzelce giyinip içeri girer, koltuğuna oturup, slayt makinesini çalıştım. Yine İstanbul ve yine liseyi okuduğu bina. Okul arkadaşıyla sınıfın içinde, her şeyden ve herkesten uzak. Birlikte, uzunca bir ipi parmaklarının arasından geçirip labirent yaparak oynarlar. Bazı günler düşlere, Cazibe'nin annesi ve dayısı, ya da sevgilisinin babası da girer. Böylece, düşlerde bile özgürlüğün sınırları konmuş, duygular bastırılmıştır. Cazibe'nin cinselliğe henüz hazır olmadığını sıkça tekrarlaması gibi.

Bir gece düşlerin kahramanına "model" olan Kürşat çıkıp gelir. Saklanacak bir yer aramaktadır. O gece Cazibe, düşlerdeki liseli sevgilisini düşünerek, Kürşat'la birlikte olur. Fakat bu defa, kapıyı kilitlemeyi unutmuştur. Gözbebeğine yansımış iki vücut. Cazibe'nin cinselliğe artık hazır oluşu. Düşlerinde bastırdığı, şimdiyse gerçekte yaşadığı duygular. Tavana dikilmiş gözler, bütün güçsüzlüğüne rağmen korumaya çalıştığı tutkusu Cazibe'nin gerçeğine dayanamayan bir yürek.


Kürşat'ın yazıp bıraktığı notu düşündeki sevgiliye ait zannedip okuyan ve dayısının ölümünden kendisini sorumlu tutan Cazibe, sinir krizi geçirip, evdeki eşyaları tek tek sokağa fırlatır. Anne ise, bu ölümü kabul etmek istemez, çünkü Tamburi Behçet Bey, emekli maaşı için Cazibe'yi nüfusuna geçirmeden ölmemelidir.


Bir süre hastanede kalan Cazibe eve döndüğünde, annesini yatağa mahkum olmuş bulur. Para kazanmak için, mahalleli kadınlara kahve falı bakmaya başlar. Aslında insanlara, kendi dünyasına ait hikayeler anlatır. Anlatırken de, bir eli sürekli boynunda taşıdığı anahtarı tutmaktadır. Ve belki de karnındaki çocuk yüzünden, düşler onu terk etmiştir. Kendi falına bakarak liseli aşkını tekrar bulmaya çalışan Cazibe, sonunda sevgilisini kıskandırmak için bakkalın çırağını odaya almaya başlar. Ancak bu, çırağın sorguya çekilmesinden ve Cazibe'nin karnındaki çocuğun babası sanılmasından başka bir işe yaramaz. Çocuğun asıl babası ise öldürülmüştür.


Cazibe eşyalarını toplar, annesini ve her şeyi terk etmeye hazırlanır. Son defa girdiği odasında, beyazperdenin aydınlığına dalıp, sevgilisine doğru ilerler. İplerle yaptığı labirenti evin içinde kurup, ipin bir ucunu odasında yatan annesine uzatır. Odadan çıkıp evin her yanını saran hamam böcekleri gibi, düşler de, odadan çıkıp çoğalır, gerçeğe karışırlar. Ama aslında film, Cazibe'nin düşlerine uzandığı beyaz perdenin aydınlığına doğru ilerleyip gözden kaybolmasıyla bitmiş olmalıdır…

 & Şimdiye kadar yaptığı filmler arasında önemli bir yer alacak olan "Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri"yle Düş ve gerçeğin birbirine karıştığı değişik bir anlatım biçimi ortaya koyan İrfan Tözüm, filmde herkesin kaçışı yaşadığı ve bir şeylere sığındığı gerçeğini yansıtıyor. Yaşam gerçeğinin yarattığı acıları düşlerle yıkma eyleminde, bir insanın, düşlerine bile müdahale eden gerçeğe karşı mücadelesini ve bu mücadele sırasındaki psikolojisini incelemeye çalışıyor.

Tözüm'ün filmlerine bakıldığında, genel olarak, bireyin, çevre baskısı yüzünden girdiği psikolojik durumu, özellikle nostaljinin ve düşlerin altını çizerek vermeye çalıştığı görülür. Seyirci, kahramanların düş dünyalarına girerek, aslında gerçeği ve giderek, bu düşlerin, bazen gerçekleri nasıl yönlendirebileceklerini görmeye başlar. Ancak bu filmi izlerken, aslında Cazibe'nin gerçek yaşamıyla düşlerini fazlasıyla birbirine karıştırmaktan dolayı halisülasyonlar görmeye başladığını ve böylesi bir düşsel dünyanın, normal bir insanın hayatında bu şekilde düzenli olamayacağını görüyoruz. Şizofren bir yapının bir tür intiharı şeklinde değerlendirilebilecek olan bu durumun kendi içinde anlatım düzeyinde barındırdığı yanlışlar ve filmin, Cazibe'nin aydınlığa doğru ilerlediği noktada bitmiyor oluşu, bu tarz bir varoluşun, düşlerin olağanüstü egemenliğindeki bir intihara sürükleniyor hale gelmesine sebep olmuştur. Bu da filmin, izleyici tarafından olağandışı ve doğallıktan uzak, ya da aslında psikolojik olmaktan öte, son derece fantastik görülmesine izin verir bir durumdur. Böylesi bir anlatımın, izleyicisine ne düzeyde bir anlam aktarıcısı olduğu da tartışılmalıdır. (Pınar Barman “Antrakt Sinema Dergisi 15 Aralık 1992)

5. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (1993)

►"En İyi Film",

► Suna Selen "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu",

► "En İyi Özgün Müzik",

► "En İyi Işık" (Recep Biçer),

► "En İyi Sanat Yönetmeni"

(Jüri Üyeleri) Nijat Özön, Seçil Büker, Burçak Evren, Tomris Giritlioğlu, Muzaffer Hiçdurmaz, Hülya Koçyiğit, Yusuf Kurçenli).

12. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde (1993)

►"Jüri Özel Ödülü".

SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1993)

► "En İyi 4. Film"

►Macit Koper “ En İyi Senaryocu” ve "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu".

Kültür Bakanlığı "Sinema Başarı Ödülü" (1993).

7.Altın Koza Adana Film Festivali'nde

► Macit Koper "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu"

►En İyi Kurgu" ödülleri.

İstanbul Sanat Vakfı'yla Sinema Sevenler Derneği'nin (1993) seçimlerinde Mete Özgencil "En İyi Afiş Tasarımcısı"


& Antalya Festivali birincisi Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, Atıf Yılmaz'ın uzun yıllardır yapmayı tasarladığı, ancak ertelediği bir senaryoydu, İrfan Tözüm'ün bundan çıkardığı filmi ise merakla bekliyorduk. Film, bu haliyle beklentilerimizi boşa çıkarmayan, ilginç ve kendine özgü bir yapım…

 İstanbul'un eski semtlerinden birinde annesi ve dayısıyla yaşayan "evde kalmış" Cazibe'nin öyküsü, bizlere Batı edebiyatı ve Batı sineması düzeyinde ilginç, kompleks, karmaşık bir kişilik irdelemesi getiriyor. Cazibe'nin öyküsünde, yaşamın bir köşede unuttuğu talihsiz bir genç kızın belki çok ortak, çok yaygın olan yazgısıyla birlikte, kendine özgü, oldukça şizofrenik bir olayın, bir kişilik yitirilmesi olayının da anatomisi gözlerimizin önünde beliriyor.

 

Kadıköy Kuşdili'nde geçmiş olan gençliğini ve "becerikli elleri"yle merhum kocasını sürekli anımsayıp anlatan annesi "prenses" Füruzan ile saklayamadığı "ensest" eğilimini, yaşlı bir dostuyla birlikte eski musikimize sığınıp çalmakla unutmaya çalışan dayının arasında kalan Cazibe, cinsel doyumsuzluğunu, evin bir odasına yerleştirdiği "slayt makinesi" ve bu makinenin yansıttığı görüntülere bakarak düşlere dalmakla gidermeye çalışıyor. Bir "sallanan sandalye"nin iç gıdıklayıcı ve tekdüze sesi, onun görüntüler eşliğinde daldığı erotik hayallere eşlik ediyor.

Cazibe, bu halleri sırasında gerçek ile düşü birbirine karıştırıyor. Zaten düşlerini sürekli dolduran ve çoğu zaman ona çıplak gözüken yakışıklı, eski okul arkadaşı değil midir?

Ama Cazibe, onunla düşlerinde sevişirken, aynı çocuğun şimdiki haliyle (sakallı, sorunlu, siyasal kaçak) bir gece kapısına gelip dayanması karşısında, ona kendisini teslim etmekten kurtulamıyor. Bu olay, gerek onun kişiliğinin, gerekse bu garip Osmanlı kalıntısı ailenin duyarlı iç dengelerini altüst edecek ve bir dizi dramı birlikte getirecektir.

Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, ilginç konusunu biraz dağıtmış, son tahlilde biraz fazla uzatılmış bir senaryonun oldukça başarılı biçimde sinemalaştırılmasına dayanıyor. İrfan Tözüm, olayların mekanı olan eski evin gerek dış, gerek iç hacimlerini ustalıkla saptamış, kamerasını hemen her zaman gerekli olan yere yerleştirmiş, çekimlerini oldukça usta işi bir sinemayla gerçekleştirmiş gözüküyor. Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, kuşkusuz İrfan Tözüm'ün inişliçıkışlı sineması içinde yadsınamaz bir doruk noktası. Bu arada kimi sahnelerin özel başarısı göze çarpıyor. Örneğin Cazibe'nin ilk kez kendisini teslim etmesini, ölen adamın gözbebeklerine yerleşmiş olan yansımalardan izlememiz, kuşkusuz unutulmayacak güzellikte bir bölüm.

Filmin açılış bölümü için de final bölümü için de aynı şey söylenebilir. Film, diğer düzeylerde de başarılı. Aytekin Çakmakçı'nın görüntüleri, birinci sınıf bir oyun ve oyuncu kadrosuyla birleşiyor. Hale Soygazi, son derece zor bir rolün altından ustalıkla kalkıyor. Macit Koper, Suna Selen, patetik tipler çiziyorlar. Uğur Polat, perdede çok az görebildiğimiz gerçek bir yetenek. Nüvit Özdoğru'nun kompozisyonu ise, belleklerimizde çakılıp kalacak türden...

Cinselliğe, cinsel bunalımlara, aile içi çözülmelere yaklaşımı, bizim sinemamızdan çok Batı sinemasında göre geldiğimiz türden, ödünsüz ve yürekli (Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf; 53)


FİLMİ İZLE 





 

BUHRANLI GÜNLER (1992) 



Senaryo ve Yönetmen: Hasan Karcı, Görüntü Yönetmeni: Erhan Canan, Yapım: Venüs Film/Hasan Kırcı


Oyuncular: Şehnaz Dilan, Nazan Ayas, Pervin Tekgül, Yusuf Sezgin, Nuri Akbıyık


Konu: Hapisten çıktıktan sonra bunalıma düşen bir genç kızın öyküsü.

BİŞRİ HAFİ (1992) Bir Zamanlar Sarhoştu”


Yönetmen: Yücel Çakmaklı, Senaryo: TGRT Senaryo grubu, Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca, Yapım: TGRT/Ragıp Karadayı Yönetmen Yardımcısı: Gültekin Alihocagil, Eser: Hüseyin Aydemir, Flm Hikaye: Bülent Oran, Yardımcı Yönetmen: Tolgay Ziyal, Müzik Yönetmeni: Okay Temiz, Sanat Yönetmeni: Özkul Eren, Ses Kayıt ve Miksaj: Erkan Esenboğa, Kurgu: Necdet Tok, Yapım Sorumlusu: Ragıp Karadayı, Yapım Yardımcısı: Niyazi Hancı, Set Ekibi: Ercan Tümen, Ercan Akyıldırım, Adnan Yurdaer, Şerafettin Anlı, Prodüksiyon ekibi: Ömer Karadeniz, Ebubekir Gözüm, Dekor Ekibi: Adil Kıbıcı, Muzaffer Gün, İsmail H. Şahin, Kostüm Aksesuar: Yücel Er, Ekrem Can, Işık Ekibi: Zafer Mutlu, Mehmet Kaygusuz, Ethem Kaygusuz, Makyaj: Cemal Gonca, Ulaştırma Sorumluları: Dursun Şahin, İbrahim Çalışkan, Yusuf Özbilen, Adil Yenigün, Bayram Karadeniz, Efekt: Ayhan Arlı, Jenerik: Özkan Sevinç, Sevilcan Sevinç, (Prodart), Ses Stüdyo Sorumlusu: İdris Üstün, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Laboratuar: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Bülent Özayan, Tamer
Eşkazan, (Şafak Film Stüdyosunda hazırlanmıştır)

Oyuncular: Yılmaz Zafer (Bişri Hafi), Engin İnal (İbrahim), Kadir Savun (Cafer), Haluk Kurdoğlu (Abdullah), Lütfü Seyfullah (Ahmet), Bülent Oran (Baba), Oktar Durukan (Ali), Nevin Aypar (Anne), Devrim Parscan, Hikmet Eldek, Abdi Gül, Ali Karataş, Tahsin Özay, Leyla Çelikok, İsmail Yeşilbağ, Emin Boran, Sedat Baş, Metin Akçeşme, İbrahim Kurt, Çetin Başaran, Selami Akaltun, Muammer Pehlivan, İsmail Kocadinç, Cevdet Küçüksu, Mehmet Uğur, Ünal Tanrıverdi, Fevzi Döner

Konu: Filmde, alkole olan düşkünlüğüyle tanınan bir adamın zamanla evliya oluşu konu edilir. Babası öldükten sonra Bişr’e yüklü bir miras kalır. Bu yüzden Bişr, çalışmak yerine vaktini arkadaşlarıyla meyhanede içerek geçirir. Her gece eve sarhoş döner. Annesi, Bişr’in bu durumuna çok üzülse de dua etmek dışında bir şey yapamaz. Bir gece Bişr meyhaneden dönerken yolda üzerinde kelimei tevhid yazılmış bir kâğıt bulur. Bu kâğıdı temizleyerek evinin duvarına asar. Bu kâğıt Bişr’in tüm hayatını değiştirecektir. (Meltem İşler Sevindi)


 

BEYAZ UMUTLAR (1992)


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Ezici, Görüntü Yönetmeni: Mükremin Şumlu, Yapım: Doruk Sanat Merkezi/ Aygün Kara

Oyuncular: Yalçın Gülhan, Özlem Onursal, Kazım Kartal, Mehmet Ezici, Kudret Karadağ, Yusuf Boz, İbrahim Kemal

Konu: Hapis yaşamına alışan iki arkadaş, hapisten çıktıklarında dışarıdaki hayata uyum sağlayamazlar. Tek çıkar yol tekrar suç işleyip hapis yaşantısına geri dönmektir.

 

 

BERLiN in BERLiN (1992)

Yönetmen: Sinan Çetin, Senaryo, Sinan Çetin, Ümit Ünal, Görüntü Yönetmeni: Rebekka Haas, Yapım: Plato Film/Sinan Çetin Kurgu: Ömer Sevinç, Müzik: Nezih Ünen, Clemens Haas Maria, Fahir Atakoğlu, (Kültür Bakanlığı Katkılarıyla)

Oyuncular: Hülya Avşar, Cem Özer, Armin Block, Aliye Rona, Eşref Kolçak, Nilüfer Aydan, Zafer Ergin, Emrah Aydemir, Volkan Akabali, Mustafa Portakal, Tom Neubauer, Souzo Kohlstedt, Clemens Maria Haas, Sarah Chaumette

KONU: Berlin'de bir inşaatta ustabaşı olarak çalışan Mehmet, üç kuşaktır Almanya'da bulunan ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Öğle paydoslarında sefer tasıyla kocasına yemek getiren Dilber'e (Hülya Avşar), dayanılmaz bir ilgi duyan Alman mühendis Thomas (Armin Block), genç kadının gizlice fotoğraflarını çeker. Thomas'ın şantiyedeki odasında duvara asılmış fotoğrafları gören Mehmet, birden çılgına döner ve Dilber'i dövmeye başlar.

Aralarına girip onları ayırmaya çalışan mühendisin, bu itişme sırasında duvara ittiği Mehmet, kafasına bir inşaat çivisi saplanarak ölür. Olaydan sonra vicdan azabı duyan Thomas, özür dilemek için Mehmet'in ailesine gider. Ne var ki o ana kadar ağabeyinin ölüm nedenini kaza sanan en büyük kardeşi Mürtüz (Cem Özer), Thomas'ı öldürmeye kalkar. Ama araya girip töreleri hatırlatan büyükanne olayı yumuşatmaya çalışır. Törelere göre "özür dilemeye gelip evlerine sığınan Tanrı misafiri öldürülemez. Ailesine ve törelerine başkaldırmayan Mürtüz, silahıyla Thomas'ın evden çıkmasını bekler. Günlerce süren bir tutsaklık sonucu Thomas bir yolunu bulup evden kaçmayı başarır. Özgürlüğüne kavuşan Thomas, artık mutludur. Çünkü yalnız değildir. Ailesini terk eden Dilber yanındadır. Ve giderek psikopatlaşan Mürtüz'ün gözleri önünde Berlin sokaklarında Alman Thomas'la Türk Dilber el ele yürümektedirler.


ÖDÜLLER:

Kültür Bakanlığı "Sinema Başarı Ödülü",

1993 Moskova Film Festivali’nde

Hülya Avşar "En İyi Kadın Oyuncu",

SİYAD tarafından (Sinema Yazarları Derneği) "En İyi 5. Film" (1993)

Not: Bir bölümü Almanya'da çekilen filmin senaryosu "çalıntı" iddiasıyla çeşitli tartışmalar yarattı. "Sınır" adlı senaryosundan değiştirilerek çalındığını iddia eden Gökhan Akçura'yla, "Berlin in Berlin"in senaryo yazarları Sinan ÇetinÜmit Ünal ikilisi arasında çıkan tartışmalar için (bkz.: Gökhan Akçura, Ümit Ünal, Sinan Çetin, Turgut Özakman, Sabahattin Çetin (Sinema gazetesi., s.:72, 1925 Eylül, s.: 73,26 Eylül2 Ekim 1992).

4 Sinan Çetin, gerilimden mizaha gidip gelen, kaba saba argo esprilerden fazlaca medet uman, işlek bir anlatım tutturmuş. Oyuncu yönetiminde yeni bir durum yok. Sürekli ağzını büzmekle oynadığını zanneden film yıldızı Hülya Avşar bir yana, talkshowcu Cem Özer abartılı, agresif ve psikopat bir Türk genci olmuş. Alman Armin Block'da bizden biri gibi adeta. "Eskiler"se aynen rol kesmeye devam.

4 Evin yaşlılarının otoriteyi sahiplenme lerindeki tatsız mizah, Mürtüz'ün sevişirken basılınca çıplak Alman kadını anne ve babasıyla tanıştırması, evin ortanca oğlunun eve bir rap grubunu getirmesi (bu sahnedeki telefon konuşması sırasında bütün evin sessizleşmesi yutulur cinsten bir kaba anlatı değil) türünden sahneler, çok kaba anlatım öğelerine dönüşüyorlar. (Haşmet Topaloğlu, Dünya g., 24 Nisan 1993) “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü 3. Cilt” Syf, 26”

4 Her ne kadar gişe rakamlarına bakıldığında Türk filmleri yüksek bir paydaya sahip olsa bile, sinemamızın bir endüstrileşme sorunu yaşadığı hâlâ tartışılmakta. 90'lı yılların ilk yarısındaysa bu sorun çok daha vahim bir boyuttaydı. "İstanbul Kanatlarımın Altında" ve özellikle ”Eşkıya" ile gelen silkinme öncesinde, geniş kitlelere ulaşan Türk filmlerinin sayısı azdı. Hatta popüler Türk sinemasından bahsetmek neredeyse imkansızdı. İşte bu dönemde Sinan Çetin, sadece sinema çevrelerinde değil, popüler medyada da kendisine yer bularak bir nevi yıldız yönetmene dönüşmüş, konuyla ilgili tartışmalarda önemli bir rol üstlenmişti. Çetin'e göre seyirciye ulaşacak, 'para kazanacak' filmler çekmek hiç de zor değildi. "Berlin in Berlin" de vizyona girdiği 1993 yılında çok ses getirmiş, uzun süre gösterimde kalarak yüksek bir gişe hasılatına ulaşmıştı. Çetin, bir araya getirdiği ünlü oyuncularla ve hem filmin ilginç hikayesinin hem de şu meşhur 'mastürbasyon sahnesinin pazarlandığı akıllıca bir reklam kampanyasıyla çok sayıda seyirciyi salona çekmeyi başarmıştı. Senaryosu Ümit Ünal ve Sinan Çetin'in imzasını taşıyan "Berlin in Berlin", bir kaza sonucu ölümüne neden olduğu Türk işçinin ailesinden özür dilemeye giden Alman'm yaşadığı kabusu anlatır. Ailenin genç oğulları bu jesti olumlu karşılamaz, bilakis intikam almak ister. Oysa evlerine sığman Thomas'a zarar vermeleri geleneklere göre imkansızdır. Durumu anlayan Thomas ise zorunlu misafirliğe devam etmeye karar verir.

Aynı zamanda birleştirici bir unsur da Çetin'in filmi yıllardır hem Türk hem de Alman sinemasında işlenen göçmen işçilik konusuna farklı bir yerden yaklaşmayı deniyor. İki kültür arasındaki en büyük farkı yaratan geleneklerin olabileceğini kara mizaha yakın bir üslupla iddia ediyor. İlk bakışta ağırlıklı olarak tek mekan içerisinde geçen bir gerilim gibi gözüken film, yer yer dramdan romansa ve hatta komediye meylediyor... Zamanında da bu tür karışımı nedeniyle farklı yorumlar alan film, özellikle mizahı konunun içine yediriş biçimiyle bazı eleştirmenlerin tepkisini çekmiş ve Cem Özer'in abartılı oyunculuğu kimi olumsuz tepkiler almıştı. Ancak dönemin yıldız oyuncusu Hülya Avşar'ın performansı genellikle çok beğenilmiş, hatta Moskova Uluslararası Film Festivali'nde ödüle layık görülmüştü. Bugünden geriye doğru bakınca, içerdikleri tüm popülist öğelere rağmen, Sinan Çetin'in filmlerinin bir 'yönetmen sineması' olma iddiası taşıdığını söyleyebiliriz. Hatta Çetin'in genellikle olumsuz şekilde andığı 'sanat filmleri'ni aratmayacak bir gösterişçilik, çoğunlukla başarıya ulaşmasa bile klasik anlatıyı reddeden bir takım biçim arayışları mevcuttur aynı filmlerde. (Sinema, en iyi 100 film.”