Powered By Blogger

13 Aralık 2022 Salı

 

LÂLELİ’DE BİR AZİZE (1998) 


Yönetmen ve Senaryo:
Kudret Sabancı, Görüntü Yönetmeni: Gökhan Atılmış, Kurgu: Nevzat Dişiaçık, Müzik: Uğur Yücel, Yapım: Yeni Sinemacılık/Önder Çakar, Sevil Demirci Çakar

Oyuncular: Güven Kıraç (Aziz), İştar Gökseven (Makor), Cengiz Küçükayvaz (Doktor), Ella Manea, Fikret Urula, Bahtiyar Engin, Emin Gümüşkaya

Konu: Aziz (Güven Kıraç), İstanbul'da Laleli semtinde, patronunun hesabına "Romen" kadınları pazarlayan ve bu işten aldığı komisyonla hayatını kazanan biridir. Bir gün eline geçen bir fırsatı değerlendirmek için, kendi başına bir kadın satmaya karar verir. Anlaşma gereği bir iş adamına, yabancı ve bakire bir kız bulunacaktır. Aziz, daha önce sürtüşmeli olduğu bir babadan istemeye istemeye bir kız (Ella Manea) bulur. Kızın karşılığında yüklü bir kaparo alınmıştır. Ama işler yolunda gitmez... Güvendiği iki arkadaşı Makor (İşdar Gökseven) ve Doktor (Cengiz Küçükayvaz), Aziz'e kazık atar. Üstelik buldukları kız, "Gemide" filminin tayfaları tarafından kaçırılır... Ellerinden kaçırdıkları bu fırsat, üç insanın sonu olacaktır…

Genç yönetmen Kudret Sabancı'nın ilk filmi olan "Laleli'de Bir Azize", yine "Yeni Sinemacılar" tarafından gerçekleştirilen "Gemide" filmiyle birbirini tamamlıyor. Kudret Sabancı, önüne gelen "Gemide" ve "Laleli'de Bir Azize"nin senaryolarını okuduğunda, "Gemide"nin bir kumcu gemisinde geçmesi ve tek mekanda çekilecek olması, ona ilginç gelmediğinden, "Laleli'de Bir Azize"nin senaryosu üzerinde çalışmaya başlamış ve bu filmi çekmiş..."Laleli'de Bir Azize", "Gemide" filmi gibi düşük bir bütçeyle çekilmiş. Bu iki film zaman zaman aynı oyuncuları paylaşıyor, aynı sahneleri de içeriyor. Ve bir kadın, bu iki hikayeyi birbirine bağlıyor…

 ÖDÜL:

10. Orhan Murat Arıburnu Ödülleri (1999)

► Jüri Özel Ödülü “Lâleli’de Bir Azize”

 & Kudret Sabancı imece usulü bir çalışma olan ve Yeni Sinemacılar gurubuyla gerçekleştirdiği ilk uzun metrajlı filminde, İstanbul'un belalı yer altına ve onun kaybedenler çizgisinde duran insanlarına çevirmiş kamerasını. Aslında 'Laleli'de Bir Azize", Serdar Akar'ın "Azize" ve "Gemide" öykülerinden uyarlanarak çekilmiş bir film ve Akar'ın Gemide isimli filmiyle organik bir ilişki içinde gelişiyor. "Laleli'de Bir Azize, 'Gemide' filmiyle eşzamanlı. Gemide bir şeyler olup biterken, karada (Laleli'de) yaşananları anlatan acıklı bir güldürü. Güldürü dozu daha fazla tutulmuş, ilginç kurgu teknikleri (ileri gidişleri geri dönüşler başarıyla kullanımış" Ama bu organik ilişki her iki filmde de bazı karakterlerin ortak kullanılması ve olay örgüsündeki devamlılıktan öteye geçemiyor. Açıkçası Serdar Akar'ın ilk filmi olan Gemide ile tutturduğu düzey, Azize için geçerlik taşımıyor. Azize de, Kudret Sabancı'nın ilk uzun metrajlı filmi. Fakat Sabancı ilk filminde bir sinema dili oluşturmaya, dramaturji açısından belli bir seviye tutturmaya oynamak yerine daha çok bir klip estetiğinin hakim olduğu ve İstanbul'un yeraltının, sokaklarının biçimsel arayışlar eşliğinde var olduğu bir kolaja imza atmış. Azize epeyce pişmiş bir sinema okulu öğrencisinin filmi lezzetini bırakıyor izleyicide. Diğer yandan objektifini çevirdiği dünyanın insanlarını yansıtmada belli bir başarıyı tutturduğu söylenebilir. Bu dünya içinde suça bulaşma koşulları, garibanlık, çaresizlik ve değişik komplekslerin etkisinde özenti yaşamlar, Sabancı'nın tiplerinde grotesk (gerçekçi) vurgulamalarla karşımıza geliyor. Sabancı, Azize filmiyle aslında bir bakıma ülkemizin büyük çoğunluğunun bilinç altında yatan kabadayılık (delikanlılık) olgusunun, garibanlığın hemen yanı başında var olduğunun ipuçlarını filminde başarıyla hissettiriyor. (Baydur, Cumhuriyet, 12.05.1999).

&  Gemide' den daha hareketli bir tempo tutturmuş okullu genç yönetmen Kudret Sabancı, alışılmış kronolojik zaman akışına aldırış etmeksizin gevşek ama esnek bir dramatik yapı kurmuş, oturmuş' Azize'de. İtalyan yapımı spagettti westem filmlerine tutkun olduğunu belirten genç yönetmen, bir bakıma yerelleştirilmiş 'İyi, Kötü, Çirkin' karakterlerini çağrıştıran ve bol sövgülü konuşan üç 'kadın satıcısı', lümpen kahramanının, yaptıkları işe paralel bir rezillik ve izbelik halindeki, mafyanın kol gezdiği günümüz Laleli'sini fon alan, karanlık ve 'pis' serüvenlerini hikaye ederken klasik anlatıma mesafeli duran, gerçekçi, yer yer haşin, sert, yer yer de esprili, yumuşak olabilen tıkırında bir anlatım yakalamış... 'Azize', 'Ucuz Roman', 'Olağan Şüpheliler' ya da 'Seven' vb. gibisinden son dönemin gözde çağdaş kara film örneklerini iyice özümsemiş 'Yeni Sinemacılar'ın elinden çıkma, taze ve farklı bir polisiye macera denemesi ... Sonuçta Kudret Sabancı, onca güçlüklere, yokluklara karşın sinema duygusuna sahip, yetenekli, umut veren bir genç yönetmenin gelişini haberliyor 'Azize'yle" Ağırlıkla gece planlarının hakim olduğu filmde, görüntülerde özellikle çözünürlük ve renk tanımlama bağlamında, zayıf ışıktan kaynaklanan sorunlar dikkati çekiyor. (Çapan, Cumhuriyet, 12.03,1999).

& Yeni Sinemacılar, Gemide'den sonra birlikte çektikleri diğer fılmle karşımıza geliyorlar. Artık sağır sultanın bile duyduğu gibi, bunlar MSÜ ve İzmir 9 Eylül Üniversitesi Sinema ve TV bölümü mezunu 'okullu' bir gurup genç sinemacı, Gemide ve Azize'yi ortak bir çabayla iç içe çektiler, iki film birbirini tamamlıyor ve birlikte görülmelerinde yarar var.

Demek ki genel atmosfer, temalar, duyarlılık ve hayata bakış Gemide'yle büyük benzerlik taşıyor. Yine İstanbul'un yeni fuhuş, gece yaşamı, azgın cinsel arzular ve ucuz doyumlar merkezi, bu özelliği neredeyse Beyoğlu'ndan almış Laleli semti, onun tipik insanları ve bu altsınıflara hüzünlü, sevecen, içten bir bakış söz konusu ... Semtin Anadolu kökenli yağız ve amaçsız üç insanı, bellerinde tabancalarla dolaşan üç gangster bozuntusu, ana kişilerimiz ... Günlerini kolektif biçimde porno kasetler seyredip Romen kadınların pezevenkliği ve benzer küçük işlerle geçiren ahbapların karşısına altın bir fırsat çıkıyor: "kız oğlan kız" bir yabancı hatun için tam bir milyar saymaya hazır bir taşralı ... Laleli' de öylesi bulunmadığı için, acılı bir 'dikiş operasyonundan sonra amaca uygun bir dilber sağlanıyor: bu erkekler cehennemine nasıl düştüğü bilinmeyen daha doğrusu çok iyi bilinen ağzını bıçak açmaz, güzel ve hüzünlü bir Romen kızı. ..

Ama bu semt gerçek bir cehennemdir: insan insanın kurdudur lafını sürekli hatırlatan ... Kızı da, azgın taşralıdan aldıkları avansı da çaldırır ahbaplarımız... Arada birbirlerine kazık atmaktan ve bir avuç para için olmadık dümenler çevirmekten de kaçınmazlar... Onlar, tüm çirkinliği, zaafları ve kusurlarıyla insandır. Nefret edilesi, iğrenç, ama o ölçüde de yüreğimize dokunan, koruma duygusu veren zayıf ve zavallı yaratıklar ...

 Kudret Sabancı, filmine sinemanın yeni gözdesi alt kültür duyarlılıklarını, tüm gerçeklikleri içinde perdeye gelen ve Yeşilçam kartonlarından onca farklı kişilikleri taşımış. Ama filmini Gemide'nin anlatım olgunluğuna ulaştıramamış. Film geniş ölçüde amatörce özellikler taşıyan bir çalışma. Sürekli yok edilen klasik dramatik anlatım, parça parça edilen kronolojik akış, göz yoran biçim oyunları, yeterince aydınlanmamış sahneler, amatörce oyunlar, filmi düzeyli bir mezuniyet filmi havasına sokuyor neredeyse ...

Ama bu kusurların yanı sıra, filmin temel bir erdemi var. Alabildiğine dinamik, kıpır kıpır, her türlü konvansiyonu, kuralı ve geleneği göğüslemeye, giderek yıkmaya hazır bir tavır. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 48”


FİLMİ İZLE 



 

KAYIKÇI (1998) 


Yönetmen: Biket İlhan, Senaryo: Metin Belgin, Ülkü Karaosmanoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Moinier, Müzik : Thesia Panayiotou Yapım: Sinevizyon Film (Türkiye)  Marathon Films ve Hyperion Production (Yunanistan)  Adela Media (Bulgaristan) Sanat Yönetmeni: Jale Onanç, Ses: Dinos Kittou, Kurgu: Nikos Kanakis,

Oyuncular : Memet Ali Alabora, Katerina Moutsatsos, Mustafa Avkıran, Eleni Philippa, Levent Özdilek, Periclis Lianos, Çetin Köroğlu

Konu: Çeşme'de balıkçılık yapan kayıkçının, Reis, kendisiyle çalışmadığı için tuttuğu balıkları satmasına engel olmaktadır. Reis, adamlarından Urfalı Salih'i kayıkçıyı ikna etmek için görevlendirir. Salih ve kayıkçı kahve de otururken Hristos ile sohbet etmekte olan yaşlı Ziyaddin bey gence sinirlenmekte ve onu eleştirmektedir. Urfa'lı Salih deniz kenarında bir sandalı zımparalarken yanına gelen Reis'in kızı Nergis ona babasını sorar. Salih, Nergis'e aşıktır fakat kızın kendisini fark etmemesine üzülmektedir. Salih ile Kayıkçı, sahilde içerken Salih sızar. Bu arada Çeşme'nin karşı sahilindeki Sakız adasındaki bir meyhanenin patronu Yorgos'nun kızı Evdokia, müzisyen olan sevgilisi Stavros'ya kapanma saati geldiği için uzo vermez. Stavros, Evdoika'yı Rebetika söylemesi için zorlar. Fakat Evdoika sinirlenerek Stavros' a bağırır ve bahçeye çıkar. Duruma canı sıkılan Stavros, Evdoika'nın başını derde sokacağı yönünde babasına söylenir. Evdoika'nın babası Yorgos, annesi öldükten sonra kızının kendisini de dinlemediğinden yakınır. Stavros'ya göre Evdoika, Çeşme'ye gidip geldikten sonra değişmiştir. Tavernadan ayrılan Evdoika eve giderken gelen gürültülerle ilgilenerek deniz kenarına gider ve Çeşme'den yüzerek gelen ve polis tarafından yakalan kayıkçı'yı görür. O da Evdoika'yı görmüştür. Polisler kayıkçıyı arabaya bindirerek merkeze götürürler. Evdoika eve gider ve gözü odasının duvarlarındaki fotoğraflara takılır. Fotoğraflara bakarken bir gurupla birlikte Çeşme'ye konser vermeye gittiği günler aklına gelir. Evdoika ile Kayıkçı, Çeşme'de büyük bir aşk yaşamışlardır. Günlerini beraber geçirmiş, çok özel anıları paylaşmışlardır. Kayıkçı mitolojik kahraman Hero'nun sevgilisi Leandros'u her gece görebilmek için Çanakkale boğazını geçmesi gibi, Çeşme'den Sakız'a yüzmüştür. Evdoika, sıkıntılarını sık sık annesinin yakın arkadaşı Maria'yla paylaşır. Maria onun için ikinci bir anne gibidir. Evdoika, Maria'yla birlikteyken Nikos gelir ve Stavro'nun babası Yorgos'yu ikna ettiğini ve Evdoika'nın Lagada'ya dönmesini beklediklerini söyler.

Stavros, Evdoika ile evlenirse her şeyin düzeleceğine inanmaktadır. Yorgos ise bir şey söylememiş ve Nikos'yu Evdoika'yı getirmesi için göndermiştir. Evdoika duruma çok sinirlenir ve Stavros 'ya olan öfkesini ifade etmek için Lagada'ya gitmeye karar verir. Stavros, Kayıkçı ile Evdoika hakkında gazetede kasıtlı haber yaptığını, gazetenin olayı kurcalamasını istemesine karşın gazeteden istifa ettiğini Yorgos’ya söyler. Yorgos ise Stavros'ya hatasını yeni mi fark ettiğini sorar. Bu arada Maria, Evdoika'nın Lagada'ya dönmesini engellemeye çalışmaktadır. Diğer yandan Çeşme'li Hristos katıldığı radyo programında Evdoika Yourdonidu'ya seslenir ve ona teşekkür ederek kendisini araması için telefon numarası verir. Kayıkçı'yı sevenler Evdoika'yı bulmak için seferber olmuşlardır. Bu arada radyonun DJ'i Yeni Türkü gurubunun Kayıkçı şarkısını çalmaya başlamıştır. Evdoika, radyo yayınını dinlemiş ve telefon etmiştir. Evdoika, Kayıkçı'ya gitme isteğine engel olmaya çalışan Maria'ya, Kayıkçı'ya henüz Hero ve Leandros efsanesinin sonunu anlatmadığını, onların ölümlerinin çok trajik olduğunu söyler. Hristos bir tekneyi temizlemekte olan Salih'i bularak ona Evdoika'nın kendisini aradığını ve ne yapıp edip bu iki sevgiliyi buluşturmak gerektiğini söyler. Salih Kayıkçı'nın evine gider ve onunla arasındaki küslüğü giidermek için şarap ikram eder. Salih, Kayıkçı'ya Hristos emminin her şeyi ayarladığını ve o gece Fener (Paspariko) Adası'nda bulaşacaklarını söyler. Sağır ve dilsiz olan kayıkçı, yere çizgiler çizerek kayığı olmadığını Salih'e anlatır. Salih ve Kayıkçı Reis'in adamı Hasan'ı kandırarak, Reis'in teknelerinden birini çalarak buluşma noktasına giderler. Evdoika'da Nikos ve Maria'yla birlikte buluşma noktasına gelmiştir. Reis ertesi sabah teknesinin çalındığını farketmiş ve çıldırrmıştır. Bu arada Nikos'nun annesi de Yorgos'ya haber vermiştir. Reis adamlarıyla, Yorgos ise Stavros ve yakınlarıyla birlikte aşıkların peşine düşmüştür. Her iki tarafta Evdoika ve Kayıkçı'yı Fener Adası'nda kuşatmışlardır. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,174”

& Kuşkusuz ki desteklenmesi, sahip çıkılması gereken bir proje, birbirine çok benzeyen insanların arasındaki saygı bağını güçlendirmek gibi soylu bir amacı var Kayıkçı'nın. İşte üzüntümüz de buradan kaynaklanıyor zaten. TürkYunan dostluğuna dair iletileri uluslararası festivallere de taşıyabilecek, en azından bunca yıldır TürkYunanKıbrıslı şairlerin geliştirdikleri bağlara yeni düğümler atabilecek bir sinema ürünü vermesini beklerdik Biket İlhan'dan. Şimdi, atılan bu ilk adımın devamını daha güçlü ürünlerle gelmesini dilemekle yetinelim. (Tunca Arslan, Radikal G., 11 Ekim 1999)

& Modernizm olgusu yaşamın içine nüfus ettiğinden bu yana, hatta post modernizm olgusunun modernizmi ikame etmeye başlamasından sonra yaşamın iç ritmi, sosyalleşme sürecindeki değişimler ve bireylerin yaşama karşı beslediği umutlarda da değişikler oldu. Bu süreçten payını alanların başında sanatsal ifade şekilleri de gelmekte. Örneğin; gerek edebiyatta gerekse de sinemada geçmişin aşk temalı yapıtlarında günümüzde ciddi miktarda bir azalma ve değişim yaşanmakta. çağımızda romantik, kırılgan aşk ilişkileri ve bu bağlamdaki kadının yerini, pragmatik, değişik güçlerle donanmış bir çeşit erkeksi kadın ve bu değiişimin yörüngesinde ilişkiler almış görünmekte.

 "Kayıkçı" tüm bu kaotik ilişkilerle ve güçlerle donanmış yaşam tarzı içinde naif bir aşk ilişkisini, yalın bir anlatım şekli ve büyük laflar üretmeye çalışmadan gündemine alan bir film. Nitekim sinema yazarı Özgür Şeyben'de "filmi izledikten sonra uzun zamandır 'Türk Sinemasının' böyle naif bir eser çıkarmadığını fark ettim. Tamamen gerçek yaşamın dışında tiplemelerin seçildiği 'sanat' filmlerinden sonra arınmamı sağladı Kayıkçı" diyerek filmin yaşamın içinden taşıdığı yalınlığa atıfta bulunuyor. Filmin fonuna ise yakın geçmişimizde siyaseten de başlayan Türk ve Yunan yakınlaşmasının izleri sinmiş. Filmin yönetmeni Biket İlhan'da "Ege'nin iki kıyısındaki insanlar; yaşamları, umutları ve düşleriyle birbirlerine çok benzemektedir. Düşman ve komşu kavramlarının birbirine karıştırıldığı kritik bir noktadayız. İşte bu noktada, aşkın en etkili iyileştirici güç olduğuna inanıyorum" diyerek günümüzde her şeye karşın aşkı savunmanın önemine dikkati çekiyor. Kayıkçı şüphesiz anlattığı aşk öyküsünün paralelinde düşmanlık, öteki gibi çoğu zaman yapay desteklerle beslenen ogular üzerinde düşünme yolları açıyor. Biket İlhan'ın derdini bir filmle, dolayısıyla bir sanatsal dille anlattığını düşündüğümüzde, "Kayıkçı" filminin sinema dilindeki yalınlığın insana özgü en temel yakınlaşmayı ele alması açısından uygun düştüğü görülüyor. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,174”

& Barış denizi Ege ... Karşılıklı turizm, tarih ilişkileri... Ortak kültür, ortak yemekler, benzer zevkler…...Mavi Yolculuk, Yunan adaları, Mikonos'taki özgürlük... Manos Hacidakis, Mikis Teodorakis, Zülfü Uvaneli, Maria Faranduri... Melina Mercouri, Aliki Vuyuklaki, Nana Mouskouri, Tülay German... Ve son deprem sonrasında beliren inanılmaz dostluk ve kardeşlik havası. ..

Tüm bu isimleri, kavramları ve olguları seviyoruz. Sinema ve sanat yoluyla bu kardeşlik elbette pekiştirilebilir de ... Sanatın düşmanlığı dostluğa dönüştürmede ve ortak noktaları ortaya koymada öylesine büyük bir gücü var ki ... Ama Kayıkçı vb. filmlerle bu yapılamaz. Bu alabildiğine klişe sözler, durumlar ve karakterlerle yüklü, hiçbir anında inandırıcı olamayan, kötü yazılmış, Sokaktaki Adam'ın yönetmeninden beklenmeyecek kadar kötü yönetilmiş ve kötü oynanmış bu film, iyi bir zamanlamayla gösterime çıkmasına karşın, ne yazık ki beklenen amaca hizmet etmeyecek. Ve TürkYunan ortak yapımı olarak önce iki ulusa, sonra da dış dünyaya sunacağımız bir film hayali, başka bir vuslata dek bekleyecek... Çünkü, niyet ne denli iyi olsa da, asıl olan sanattır ve sanatın kendine özgü gücüdür. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf,106”

 

 

KARBEYAZ (1998) 


Yönetmen: Oğuz Gözen, Senaryo: Nadire Zeybel, Görüntü Yönetmeni: Ahmet Demir, Yapım: Arkan Film/Halit Arkan


Oyuncular: Kerim Tekin , Ferda Sun, Cemal Gencer, Aslı Kökçe, Turgut Özatay, Murat Güney, Şebnem Durukan, Faruk Savun, İbrahim Kurt, Hülya Celayır, Ali Güney


 Konu: Genç bir gazeteci kibrit kutusu içinde bulduğu bir yazıyla birlikte harekete geçer ve kaçakçılık olayını meydana çıkartır. Film adını şarkıcı, Kerim Tekin’in o günlerde meşhur olan “Karbeyaz” isimli şarkısından almıştır.

 


 

KAÇIKLIK DİPLOMASI (1998) 


Senaryo ve Yönetmen:
Tunç Başaran (Ayşe Nil’nin eserinden) Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Müzik: Nedim Otyam, Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap TürkFransızMacar Ortak Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Kurgu: Nevzat Dişiaçık,

 Oyuncular : Ayda Aksel (Nur), Selçuk Yöntem, Meriç Başaran, Gökhan Mete, Güler Ökten, Engin Yörükoğlu, Neslihan Yeldan, İsmet Ay. Ayten Uncuoğlu

KONU: Nur, parlamenter bir baba ile büyük toprak sahibi bir annenin çok zeki kızıdır. Birisi kalp hastası olan iki ağabeyi vardır. Anne ile baba sürekli kavga etmektedirler, anne akli dengesi bozuk gibi davranmaktadır. Kalp hastası olan ağabeyi genç yaşta ölür. Nur pek üzülmez, ailede kendisi ile daha fazla ilgileneceğini ummaktadır. Ancak değişen pek bir şey olmaz. Ona sofrada yine tavuğun en kötü yeri düşmekte, yine babasının tatlı olduğunu söyleyerek verdiği acı biberler Nur'un ağzını yakmakta ve yine babası bunu büyük bir keyif alarak seyretmektedir. Nur ilkokulda zekası ile öğretmenlerinin dikkatini çeker, ancak aile bununla pek ilgilenmez. 1960 ihtilali olur, babası tutuklanır, hapse atılır. Üniversiteye giderken babasının düşüncelerine tamamen zıt, sol görüşlü bir öğrenci olan Murat'la tanışır. Kendini beğenmiş, sert birisidir bu. Babası bunu bildiği halde kızının Murat'la evlenmesine izin verir. Nur ve Murat'ın bir erkek çocukları olur, ama evlilik iyi gitmez. Murat sorumsuzdur, kavgacı bir insan olduğu için hiçbir işte dikiş tutturamaz. Murat, Nur'un annesini topraklarının bir kısmını satıp, kendilerine yardım etmediği için suçlamaktadır. Bir trafik kazasında çocuklarını kaybederler. Nur yazı yazmaya karar verir. Amacı bir gazetenin Atatürk'ün 100. Doğum yılı nedeniyle açtığı "Atatürk" konulu yarışmaya katılmaktır. Kocası önceleri Nur'a yardım eder, Nur yarışmanın lehine sonuçlanacağından emindir, fakat öyle olmaz. Nur'un eseri mansiyon bile alamaz. Nur tam anlamı ile yıkılmıştır. Nur'a bir şeyler olmaktadır. Zaman zaman çılgınca yaşamaktadır. Giysileri abartılıdır, bazen deliler gibi dans eder. Bir markete girip dakikalarca uğraşarak, raflardaki malların yerlerini değiştirir, yahut bir kitapçıya girip, bildik bilmedik yazarların yüze yakın kitabını satın alır. Bazen de saatlerce yağmur altında koşar koşar... Bu arada Nur'da Atatürk tutkusu da başlamıştır, onu çok sevmektedir. Atatürk'e karşı hayali örgütlerden söz eder, bazen de hayalinde kendisi Atatürkçü bir örgüt kurup onun liderliğini üstlenir. Zaman zaman Atatürk heykelinin önüne gidip, yüksek sesle bağıra bağıra İstiklal Marşı'nı söyler. Orada bulunan kalabalık ister istemez hazırol vaziyetinde marşı sonuna kadar dinlemekte, bazıları da marşa katılmaktadır. Renkler Nur'un günlük yaşamında çok önemli yer tutmaktadır. Bu arada kocası ile araları giderek açılmış, aralarında hemen hiçbir ilişki kalmamıştır. Nur birden bire, bu hareketli yaşamdan tamamen ters bir yaşam biçiminin içine düşer. Günlerce oturduğu koltuktan kalkmamakta, insanlarla konuşmamakta, yiyip içmemektedir. Nur hastalanmıştır, o manik depresyon krizi içindedir. İstememesine rağmen kocası onu akıl hastanesine yatırır. Elektroşoklar ve hastane yaşamı Nur'u yiyip bitirmiştir, ama o kararlıdır, bu hastalığı yenecektir. Burada Dr. Necla tarafından tedavi edilir, iyileşmeye başlar. Bu kadın psikolog ona yaşamı ve insanları sevmeyi yeniden öğretir. Nur tekrar yazmaya karar verir. Nur kocasından boşanır. Bu onun hastalıktan kurtuluşunu da simgeleyen bir olaydır. İyileştiğini hissettiği gün, Atatürk heykelinin önünden geçerken heykele bakıp, "İyiyim Paşam... İyiyim." der.

 ÖDÜL

35. Antalya Altın Portakal Film Festivali (1998) 
► Ertunç Şenkay, “En İyi Görüntü Yönetmeni"
► "Dr. Avni Tolunay Özel Ödülü"

11. Ankara Film Fesstivali (1999)
► Ayda Akksel, "En İyi Kadın Oyuncu"
►Güler Ökten, "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu"
►Nevzat Dişiaçık, "En İyi Kurgu"
►Nedim Otyam, "En İyi Müzik"

10. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri (1999)
►Jüri Özel Ödülü
►Ayda Aksel “En İyi kadın oyuncu”

 & Türk sinemasının usta ve yaratıcı yönetmenlerinden Tunç Başaran’ın Kaçıklık Diploması" filmi, öncelikle oyunculuk ve kurgusundaki farklı yapıyla dikkati çekiyor. Aslında Tunç Başaran, Türk sinemasında orta kuşağı temsil eden yönetmenlerden biri olsa da, Kaçıklık Diploması onun hem her kuşağa açık bir bakış açısı olduğunu hem de Türk sinemasının "yeni" tanımlaması içinde de söyleyebileceği sözler ve anlatım açısından yeni biçimsel arayışlara açık olduğunu hissettiriyor. Filmin anlatım açısından ele aldığı yaklaşım, filmin dokusuna yönetmenin anlatmak istediği dünyaya hizmet ediyor. Filmdeki Nur karekteri her gün karşılaştığımız sorunlardan bunalan, toplumsal ve bireysel duyarsızlıklar karşısında delirmeye başlayan bir insanı yansıtıyor. Film aslında bu yalınkat olgudan daha fazlasını barındırıyor. Başaran, kendisinin de dahil olduğu 68 kuşağının çelişkilerini irdelerken, aynı zamanda ülkemizin değişik dönemlerinin toplumsal yapımız üzerinde yarattığı tahribatı irdelemeye çalışıyor. Tunç Başaran, amacını gerçekleştirmede hazır reçeteler kullanmadan, zaman zaman kullanmasına karşın süslü, didaktik söylevlere yer vermeden ve özellikle ülkemize özgü azgelişmişlikte bireylerin rolü üzerinde duruyor. Filmin başarısında Nur karekterinin iç sesi olarak kullanılan yaşlı adam tipinin bu vurgulamada ne kadar etkili olduğu ve kullanılmasına gerek olup olmadığı tartışılabilir. "Engin Yörükoğlu'nun oynadığı hayal adamın ağzından çıkanlarsa kötü edebiyatın sinema sanatına nasıl zarar vereceğini gösteriyordu" Ayrıca manik depresif bir durumda olan Nur'un yaşamında oluşan bütün rahatsızlıklarının, sıkıntılarının kocası Murat'tan ayrılmasıyla son bulması ve iyileşmiş bir insan görüntüsü çizme si biraz kolaycılık olarak göze batıyor.

Diğer yandan Murat karakterinin özelinde ülkemizdeki erkek egemen bakış açısı ele alınarak bir eğretileme yapıldığını ve ona karşı direnen Nur karakteriyle aslında özgürlüğüne, kişiliğine sahip çıkma sıkıntısı yaşayan ülkemiz kadınlarının maruz bırakıldığı baskıya karşı tavır almasının yansıtıldığı kabul edilebilir. Murat karakterini bu bağlamda kullandığını düşündürten Başaran, bu karaktere neredeyse Türk erkeklerinin üzerinde taşıdığı bütün çelişkileri de yansıtarak, bu yaklaşımı güçlendiriyor. "Kaçıklık Diploması iyi niyetlerle yapılmış. ama olmamış bir film. Senaryodan, kurgudan, ama en çok da yönetmenden kaynaklanan filmde, Ayda Aksel, Selçuk Yöntem, küçük rolüyle Güler Ökten ellerinden geleni yapıyorlar... Nedim Otyam'ın film için yazdığı özgün müzik de başarılı, ama filmin bütününe yayılmış 'sanat filmi yapmak' telaşı zedeliyor filmi" Kaçıklık Diploması özellikle başarılı görüntü yönetimi ve aydınlatma tasarımıyla dikkati çekerken, Tunç Başaran'ın filmografisinde tartışmalı bir yere oturuyor. (Baydur, Cumhuriyet, 14.05.1999).”Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, syf:147”

& Delilik ve deliler üzerine yapılmış filmler azdır: insanoğlunun genelde bilmezden gelmeyi yeğlediği sorunlu bir alandır bu... İyi olanları ise daha da azdır: kendi kuralları, kendi yasaları olan bir garip ve yabancı ülkeye sağlıklı bir yolculuk yapmak kolay mı? Tunç Başaran'ın beklenen filmi Kaçıklık Diploması, bu alanda iyi bir sürpriz oluşturuyor. Genelde dedikodusu çok yapılan filmlerden kaçınırım. Ama bu kez sonuç olurdu. Karşımıza delilik üzerine filmlere evrensel düzeyde eklenecek çok önemli bir film değilse de, bizim sinemamız açısından yeterince başarılmış, inandırıcı ve sürükleyici bir kimlik araştırması hikayesi geliyor.

İyi bir aileden gelen Nur, üniversite eğitimi görmüş kültürlü bir kadındır. Ama gerek çocukluğundan gelen kimi sorunları, gerek fakültede tanışıp evlendiği 'sol görüşlü' Murat'la ruhsal anlaşmazlığı, gerekse çocuğunu bir kazada yitirmesi gibi olaylar, onu giderek bir tür melankolinin içine atar. "Çıldırması", çeşitli aşamalardan geçerek olur. Ve Nur tımarhaneye kadar düşüp şok tedavisi görür. Ama sonunda iyileşecek ve kocasından kurtularak yeni bir hayatı deneyecektir ...

Kaçıklık Diploması'nda Tunç Başaran, gerçek bir yaşam öyküsünden ve onu anlatan bir kitaptan yola çıkıyor. Ancak yeterli bir senaryo çalışması yaptığını söylemek kolay değil. Kimi noktalar veya kişilikler yeterince işlenmemiş: örneğin kocanın kimliği. Murat sağcı mı solcu mu, iyi bir adam mı kötü mü, bir aydın mı bir seks manyağı mı? Elbette bir insan bunların hepsi birden olabilir. Ama o zaman öylesine çelişkili bir kişiliğin yetrince işlenmesi gerekirdi. Aynı biçimde, çocuğun Nur'un yaşamındaki yeri, onunla olan anaoğul ilişkisi belirmiyor bu açıdan kaza sahnesi, yetersiz bir çekimIe de birleşerek ulaşabileceği drmatik ağırlığı yitiriyor, vs.

Yine de Kçıklık Diploması, delilik olayına temelde sağlam ve güçlü biçimde yaklaşıyor. Öncelikle bu olayın ailevi ve derin kökenlerinin biraz şematik olsa da belirmesi önemli. Baba evindeki kimi haksızlıklar, babanın sertliği, annenin ilgisiz soğukluğu (onda da saklı bir şizofreni belirtileri var), çevrenin acımasızlığı, daha sonraki yıllarda kocanın bencilliği gibi öğelerin hastalığa katkısı kesin çizgilerle beliriyor. Başaran, kimi sahneleri büyük bir ustalıkla çözümlemiş. Örneğin o kalabalık parti sahnesi, sanki bizim sinemamızın normlarını aşan bir bölüm. Delilik krizlerinin parlak bir beyaz ışıkla verilmesi, Nur'un içindeki sağduyunun düşsel bir yaşlı adamla temsili gibi buluşlar da çok iyi.

Ve kuşkusuz oyuncular .. Küçük roller, konuk oyunculuk dahil çok iyi çözümlenmiş. Selçuk Yöntem, karakterinin kağıt üzerindeki belirsizliğini gidermeyi deniyor, ama olanaksızı başaramıyor. Ama filmin en büyük şansı Ayda Aksel olmuş. Bu değerli tiyatro oyuncusu Nur kimliğini alıp üzerine geçirmiş, iyice oturan bir giysi gibi kendisiyle birleştirmiş. Başarısı gerçekten büyük ve onun Antalya'da en azından kadın oyuncu ödülüne ortak olarak görmezlikten gelinmesi, gerçekten de büyük bir haksızlık ...

Elbette bir başka olay var. Nur'un Atatürk tutkusu, Ata heykelleriyle olan trajikomik ilişkisi. Bilmiyorum, bunun üzerine atlayıp "İşte laikler böyle delirir, Atatürkçülüğün sonu budur," diye çığlık atanlar olacak mı? Ülkemizin genel paranoyası içinde bu hiç de olanaksız deği!. Ben kendi adıma şöyle düşünüyorum: bir kez bu olay uydurma değil, gerçek kahraman Ayşe Nil böyle bir tutkuyu yaşamış. Nedeni ise bence tümüyle politika dışı bir olay. Delilik sık sık toplumsal açıdan baskın figürlere, adını çok işitip yüzünün çok gördüğümüz kişilere yönelik eylemlere girişmez mi? Bu yöneliş, Lincoln, Kennedy, Luther King, John Lennon gibi kişiliklere olumsuz olarak yöneldiği gibi, kültleştirmeye, giderek tapınmaya da dönüşebilir. Ayşe Nil'inki sanırım böyle bir durum. Ve bence yeterince toplumsal açıklaması var.

Türkan Şoray Kaçıklık Diploması'nı hangi gerçek nedenle reddetti, o oynasa ne olurdu? Bu konuda açıklama yapmak kuşkusuz ki onun hakkı. Ama çok konuşulan bu konuda ben şunları söylemek isterim: Türkan hanımın kaygıları, senaryoyla ve rolünün yorumuyla ilişkiliydi ve haklı olduğu şeyler vardı.

Peki  oynasa ne olurdu? Yine iyi bir film olurdu, ama kuşkusuz başka bir film olurdu. Şoray eminim ki rolünü farklı biçimde yorumlardı ve bize yeni, başka bakış açıları sunardı. Onun bu rolü oynamaması sinemamıza yeni bir oyuncu kazandırdı: Ayda Aksel. Ancak Türkan Hanım'ın, yalnızca Türkan Hanım'ın oynayabileceği roller de var. Ve o eminim ki bu rollerden biriyle perdeye yeniden dönüş yapacak. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 99”


FİLMİ İZLE 






 

KAÇ PARA KAÇ (1998) 



Senaryo ve Yönetmen: Reha Erdem, Görüntü Yönetmeni: Florent Herry, JeanLouıs Vialard, Regis Leroux, Herve Guyader, Montaj: Nathalie Leguay, Yapım: Atlantik Film/Ömer Atay

Oyuncular; Taner Birsel (Selim), Zuhal Gencer (Nihal), Bennu Yıldırımlar (Ayla), Ali Düşenkalkar (Kaçak Veznadare), Engin Aklan (Ahmet), Bülent Yarar, Sermet Yeşil (Çınar), Sevin Okyay, Duygu Akgün (Esra), Bülent Yarar (Komşu), Ara Güler (Antikacı),

Konu: Selim Beyoğlu'ndaki bir gömlek mağazasıyla ailesinin geçimini sağlayan dürüst ve düzenli yaşamı olan, orta yaşa yaklaşan bir erkektir. Karısı Ayla, kızı 'Esma ve babasıyla Kadıköy'de eski bir apartmanda yaşamaktadır. Selim bir gün kızını parka götürdüğünde oynamakta olan çocuklar arasında tartışma çıkar. Yanlarına gittiğinde çocukların yerde 100 dolar bulduklarını görür. Selim ve diğer çocukların anneleri parayı ne yapacakları konusunda tartışırlarken, kadınlar parayı bankada bozdurup paylaşmaya karar verirler. Selim onlarla gitmez. Selim'in kafası paranın zor kazanıldığıyla meşguldür. Sık sık "siz para kolay mı kazanılıyor zannediyorsunuz" demektedir. Yağmurlu bir günde eve dönerken sağanak yağmurun geçmesini beklemek için bir lokantaya girer. Yemek sonrasında dışarı çıktığında bir adamın inmekte olduğu taksiye biner. Taksiden inen adam, takside çantasını unuttuğunu fark ederek taksinin peşinden koşmaya başlar. İçi döviz dolu çantayı gören Selim, taksinin yanında koşmakta olan adamla göz göze gelmesine karşın taksiyi durdurmaz. Bir süre gittikten sonra aniden taksiyi durdurarak parayı unutan adamı bulmak için koşmaya başlar. Fakat adam kaybolmuştur. Selim parayı gizlice eve sokarak, yatak odasındaki dolabın üzerine saklar. Bu arada basında bir bankanın veznedarının 450 bin olarla kaybolduğuna çıkmıştır. Selim'in meraklı komşusu NihaI, her kapı açılışında apartmana çıkmakta ve Selim'le konuşabilmek için can atmaktadır. Bu arada Selim, karısı Ayla ve kızını trenle tatil için İstanbul dışına gönderir. Eve döndüğünde paraları sayar. Tam 436 bin 200 dolar vardır. Elindeki gazete kupüründe ise 450 bin dolardan bahsedilmektedir. Selim arkadaşlarıyla buluşmaya gittiğinde, İhsan ve diğer arkadaşı sürekli bir şey çalmaktan bahsederler. Kendini tedirgin hisseden Selim, dükkana döndüğünde çırağının parasını ödeyerek işten çıkarır. Selim uyur gezer gibi dolaşmaya başlamıştır. Selim paraları dükkana götürdüğü gün, silahlı bir genç tarafından kasası gasp edilir. Dükkan komşusu hırsızı yakalatmak için girişimde bulununca onu engelleyerek hırsızın işten kovduğu çırak olduğunu söyler. Paraları bir bankada kiraladığı kasaya koyar. Selim'in yakın arkadaşı Ahmet, ondan bir Rus ressamın antikacıdaki tablolarını satın almak için 180 bin lira ister. Selim bu arada parayı küçük miktarlarda bozdurarak karısına hediyeler, çamaşır makinası alır. Diğer yandan ev almayı almayı düşünmektedir. Selim vapurla bir gün işe giderken hem çantasını çaldığı veznedarla, hem de kendisini gasp eden çocukla karşılaşır. Üçlünün arasında amansız bir kovalamaca başlar. Selim yanaşmakta olan gemiden atlayarak izini kaybettirmeyi başarmıştır. Selim araba almaya karar vermiştir ve onun için bankadaki kasasından bir miktar para alır. Karısını lüks bir restorana götürdüğünde karısı nasıl bu kadar çok para harcadıklarını sorar. Ahmet'in aldığı tablolar sahte çıkmış ve adam dolandırılmıştır. Bu arada Selim'in eski çırağı yakalanmıştır. Polis, Selim'i sorguya çeker ve çocuğun suçlu olup olmadığını sorar. Selim çocuğun silahla soygunu yaptığını söyler. Selim karısı ve kızıyla yeni aldığı arabasıyla tatile çıkar. Tatilden döndüğünde çırağını hapisten çıkararak ona yüklüce miktarda bir para vererek kendisini unutmasını söyler. Paraları bankadaki kasadan alan Selim karısına çok değerli mücevherler alır. Parayı nereden bulduğunu merak eden karısına lotodan çıktığını söyler. Bu arada gazetede veznedarın intihar ettiğini öğrendiğinde, vicdan azabı onu kemirmeye başlar. Karısının kızı ve babasıyla adaya gittiği bir gün eve gelen Nihal'in tahriklerinden etkilenen Selim, kadınla sevişme teşebbüsünde bulunduğu sırada karısı, kızı ve babası eve dönerler. Panikle balkona yönelen adam, balkonun kısa korkuluğundan aşağıya düşer. Cebindeki binlerce dolar çevreye saçılmıştır. “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması syf,171 ”

 

ÖDÜL:

SİYAD Sinema Yazarları Derneği 19981999 Sezonu

► "En İyi Erkek Oyuncu" (Taner Birsel)


2. Sadri Alışık Sinema ve Tiyatro Ödülleri (1999)
    ► "En İyi Kadın Oyuncu" (Bennu Yıldırımlar).

 & Kaç Para Kaç, yönetmen Reha Erdem'in ikinci uzun metrajlı filmi. Film çekildiği dönemin olaylarına koşut olarak toplumsal yozlaşma, ekonomik koşullardaki bozulma vb. gibi unsurlar üzerinden eleştirilerini yaparken son derece sıradan ve küçük dünyasına hapsolmuş bir çekirdek aile babası Selim'in yaşamı üzerine yoğunlaşıyor. Aslında sıradan, ürkek, atılım ruhu olmayan ve hayal fakiri olan Selim'in yaşamı bir gün kişiliğine de son derece aykırı bir cesaretle değişiyor. Taksiden inen bir adamın çanta içinde unuttuğu parayı bir şekilde sahibine ya da diğer hırsıza iletmeyen/iletemeyen Selim'in yaşamında bu olay aslında bir kırılma noktası olarak beliriyor. Yaklaşık 450.000 doların pek çok insanı baştan çıkarması söz konusu olabileceği gibi aslında yaşamında dürüstlükten sapmamış olan Selim'i de baştan çıkarıyor. Bu alabildiğince rahat, yüzsüz bir baştan çıkma değil; utangaç, stres dolu, sevindirik olmayla depresyona girmenin arasında gelgit yaşayan bir baştan çıkma ya da ruh hali. "Kaç Para Kaç, parabirey ilişkisini sert bir şekilde sorgulayan bir film. Paranın her şeyi değiştiren gücünü, hayatımızda her zaman bizim düşündüğümüz kadar olumlu değişikliklere yol açmadığını gözler önüne seriyor" (Bilem, Türkiye, 25.12.1999).

& Reha Erdem Kaç Para Kaç'ta gözlem gücüyle toplumsal yapıdaki yozlaşmayı başarıyla yansıtıyor. "A Ay” estetik yapısıyla öncelikle eleştirmenlere seslenen bir yapıtı. 'Kaç Para Kaç' ise doğrudan toplumumuza mesajlar ileten, 'paranın bozgunculuğu' üstüne önemli vurgularda bulunan, daha geniş ölçekli, eleştirel bir film... Öykünün çetrefilleşmesi, çelişkinin keskinleşmesi açısından gerekli ahlaki duygusal labirentleri yaratamadığı görülmekle birlikte, film gerek olay akışındaki kıvraklık ve samimiyet, gerekse de parlak oyunculuk sayesinde tıkır tıkır işleyip gidiyor... Sam Raimi imzalı 'Basit Bir Plan'ı akla getiren olay örgüsü ve iyiden iyiye ABD Doları'nın egemenliğine giren ekonomimizin, yozlaşan toplumsal yapımızın fotoğrafını çekmeye çalışan ahlaki yaklaşımıyla dikkat çeken filmin, sinemamızın yükselen grafiğini koruduğu, çıtayı aşağı çekmediği söylenebilir" (Arslan, Radikal, 21. 12. 1999).

& Reha Erdem, koşulların oluşumunda büyük şair Nazım Hikmet' in "kabahatin çoğu senin, canım kardeşim" dizesini anımsatırcasına, aslında çoğumuzun görmezden geldiği sıradan insanın payı hakkında bizi düşünmeye sevk ediyor. Yaşamın yozlaşmasında, sıradanlık ve cahillik ikilisinin nasıl başat gittiğini ve yaşamın anlamını salt tüketme içgüdüsüne indirgeyerek yaşayan, bugünü ve geleceği sorgulamayan küçük adamın dramını görkemli çerçeveler, yetkin aydınlatma yönetimi ve genelde başarılı bir oyunculuk düzeyiyle yansıtıyor Reha Erdem. "Başroldeki Taner Birsel'in göz kamaştırıcı performansının yanında Bennnu Yıldırımlar, Zuhal Gencer gibi yetenekli oyuncuların ve Ara Güler'den Sevin Okyay'a açılan figürasyon yelpazesinin filme çok şey kattıklarını vurgulamak gerek" (Arslan, 21. 12.1999). Filmin en başarılı oyuncusu olan, silik ve özgüvensiz Selim karakterini başarıyla canlandıran Taner Birsel, "Tarihte saçları kesilince gücünü kaybeden kahraman vardır ya.. ben de öyleyim. 15 yıldır saçlarımı kendim keserim. Başkası kestiğinde saçımı, özgüvenimi yitiriyorum. Bu filmde bana ilk yapılan da saçlarımın kuaförde kesilmesi oldu. O andan itibaren Selim şekillenmeye başladı özgüvensiz ve içe dönük bir karakter olarak" (Kültür Servisi, Cumhuriyet, 21.12.1999) diyerek role nasıl hazırlandığını açıklamış. "Havadan gelen paraların ruh sağlığını bozduğu (ve sonunda pencereden aşağı uçurduğu) Selim'in gittikçe marazileşmesini başarıyla yansıtan Taner Birsel'in başını çektiği oyuncu kadrosundan olgun sinema anlatımına, ahlaki bir fiinale çıkan öyküsünden dekormekan kullanımına ve Fransız ağırlıklı görüntülerinden montajına kadar temiz, özenli, hatta sıra dışı diyebileceğimiz klasik bir sinema eseri "Kaç Para Kaç". "Reha Erdem'in bu kez tüm gereklerini yerine getirdiği ticari sinemanın cilasını çektiği ikinci filmi 'Kaç Para Kaç', bizce pek başarılamamış finaline karşın, dolarla simgelenen paranın hükmettiği hayatlarımıza ilişkin, esaslı bir mesajmesel filmi sayılabilir sonuçta" (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 24.12.1999). “Prof.Dr.Alim Şerif Onaran/Doç.Dr.Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,173”


& Türk sineması gerçek anlamında kabuk değiştiriyor. Kaç Para Kaç gibi bir filmin TV ekranlarında bol bol izlediğimiz eski Yeşilçam'la hangi benzerliği, hangi göbek bağı var? Aay'ını saygın ve özgün bir deneme saydığımız (ama doğrusu ayılıp bayılmadığımız) Reha Erdem, yeni filmini yine çok özgün biçimde yakalanmış; sıradan ve mistik, gündelik ve masalsı, güzel ve çirkin, boğucu ve ferahlatıcı bir İstanbul dekoru önünde kurmuş. Alabildiğine sıradan bir yaşamı olan bir tuhafiyeci, günün birinde bir takside unutulmuş yaklaşık 500 bin dolar buluyor. Panik içinde parayı alıp saklıyor, sonra yavaş yavaş ortaya çıkarıp harcamaya koyuluyor. Ve olaylar art arda geliyor.

Kaç Para Kaç sıradan bir hayata birden dalan paranın, büyük paranın o hayatı nasıl değiştirebileceği yönünde çağdaş bir masal/mesel. Çünkü, çok iyi bilindiği gibi, para ancak kendisini kullanmayı bilenlere mutluluk getirir. Bu konudaki Altın Hazineleri, Elmas Hırsızları, Olağan Şüpheliler, Mezarını Derin Kaz veya Basit Bir Plan gibi klasik veya modern filmlerin içerdiği trajedi yerine daha hafif, sanki alaycı ve uçuk bir atmosfer yeğlemiş Erdem ... İyi de etmiş.

Film son derece iyi düşünülmüş ve uygulanmış çekimler içeriyor. Taksi sahnesi, Boğaz vapurundaki kovalamaca kahramanımızın para harcamasıyla birlikte düzeyi yükselen lokanta vb. mekanlardaki çekimler harika. Hele o şaşırtıcı, sanki acı bir şaka gibi gelen trajikomik final... Erdem, reklamcılıktan gelen deneyimini kof bir teknik gösteri değil, sinemanın öz nitelikleri yönünde kullanmayı başarmış. Birçok sahnenin, giderek filmin tümünün hafif ve akıcı görünümü ardında gerçek bir sinema ustalığı ve yönetmen başarısı içerdiği, dikkatli gözlerden kaçacak gibi değil.

Üç baş oyuncusu kadar Taner Birsel'e yine de özel bir övgü tüm küçük roller de çok iyi. Ve iki yabancı sanatçının emeğini taşıyan görüntüler de cabası. Ki filmin bu yanı, Çıplak, Karanlık Sular, Hamam gibi filmlerden sonra yabancı görüntü yönetmenlerinin İstanbul'un gizemini ve büyüsünü kavramada bizimkilerden daha yetenekli olduğunu düşündürüyor. Kaliteli, "sanatsal" bir Türk filminin aynı zamanda nasıl Batı'daki örneklerinden geri kalmayan mükemmel bir eğlencelik olabileceğini ve Reha Erdem'in yeteneğini parlak biçimde gösteriyor bu film. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 99”


FİLMİ İZLE 



 

İÇİM YANIYOR (1998)


Senaryo ve Yönetmen: Oğuz Gözen, Görüntü Yönetmeni: Dinçer Önal, Yapım: Ufuk Film/Yener Yılmazoğlu

Oyuncular: Ekin, Meltem Berent, Cemal Gencer, Armağan Gani, Emin Çalışkan, Mehmet Bereket, Kemal Sağlam, Kader Altın, Cemal Ertokuş, Yener Yılmazoğlu, Halit Arkan, Figen Aktaş, Adnan Zaman,

Konu: Roman yazarı bir genç, gittiği bir meyhanede çiçek satan bir kızla tanışır. İki genç bir süre sonra birbirlerine aşık olurlar. Genç romancı yaşadığı bu aşk macerasını kaleme alır.

Not: 1998 yılında “Bir Gönül Yangını” ve 1998 yılında “Zehir” filmlerini çeken Oğuz Gözen’in bu iki filmi, ayrı ayrı seyredildiğinde müstakil, ardı ardına seyredildiğinde ise birbirlerinin devamı niteliğini taşımaktadır. Ancak çekilen bu iki filmlerden artan fazla çekilen negatifler mevcuttur. Her iki filmden de parçalar alınarak ve Ekin’e bir iki fazla sahneler de çektirilerek yeni bir film ortaya çıkartılır bu film de “İçim Yanıyor” adı verilir. (Oğuz Gözen, “Bir Yeşilçam Masalı”)

 

HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK (1998) 



Yönetmen:
Ömer Vargı, Hikaye: Cem Yılmaz, Kemal Kenan, Ömer Vargı, Senaryo: Hakan Haksun, Ömer Vargı, Cem Yılmaz, Görüntü Yönetmeni: Garry Turnbull, Yapım: FilmaCass,/Mine Vargı (TürkiyeMacaristan Ortak yapımı) Yönetmen Yardımcıları: Tolgay Ziyal, Serdar Işık, Baran Özçaylan, 1. Kamera Ast: Feza Çaldıran, Müzik: Mazhar Alanson, Sanat Yönetmeni: Zeynep Tercan, Kostüm Sorumlusu: Ebru Kayahan, Kostüm Ast: Zuhal Kozak, Kurgu: Hakan Akol, Işık Şefi: Hakkı Yazıcı, Yürütücü Yapımcı: Abdullah Baykal,

Oyuncular: Mazhar Alanson (Nuri), Cem Yılmaz (Altan), Selim Naşit (Baba), Ceyda Düvenci (Ayla), Mustafa Uzunyılmaz, Mesut Akusta, Adnan Tönel (Osman), Deniz Oral, Celal Belgil, Okay Şenol, Merih Gürlük, Sinan Albayrak (Tolga), Nurgül Yeşilçay (Hemşire), Vural Çelik, Sait Genay, Ulgar Manzakoğlu, Yaşar Güner, Engin Günay, Ayami Takano

Konu: Film, oldukça uzamış Taksim civarını içeren gece görüntüleriyle başlar. Nuri ve AItan bir cafeye girer ve arkasında bir gurup gencin oturduğu bir masaya oturur. Arkadaki masalardan birinde oturmakta olan Nuri'nin parmağıyla yaptığı işareti yanındaki masadaki gençler yanlış anlar ve aralarında arbede çıkar. Kavgaya Cem de müdahale eder. Gençlerin baskın çıkmasıyla Nuri ve Altan kaçarlar. Altan başından yaralanmıştır. Nuri aslında kardeşi olan Altan'ı çalıştığı ilaç deposuna götürür ve yarasını tedavi eder. Altan abisinin istememesine karşın onun depoda kaldığı odaya girer. Nuri, Porsche tutkunudur ve onlarla ilgili bir albüm oluşturmuştur. Altan son derece sorumsuz ve giriştiği hiçbir işte tutunamamış bir tiptir. Ayrıca iki kardeş anlaşamamakta ve sıklıkla görüşmemektedirler. Altan eve dönünce karısı Ayla'ya sevimli görünmeye çalışsa da, genç kadın onu yanından uzaklaştırır. Altan, Nuri'nin çalıştığı depodan gizlice aldığı krem ve bazı ilaçları balıkçı olan bir arkadaşı aracılığıyla yarı parasına satmaya çalışır. Altan ve Nuri'nin babaları yalnız yaşamaktadır. Yaşlı adam, kendisini düzenli olarak ziyaret eden Nuri'ye kötü davranmakta, her şeyi eleştirmektedir. Altan çevresindekilere bar açmak üzere olduğunu anlatmaktadır. Rasim bey Nuri'nin patronudur ve onun iş sırasında babasına uğrayarak dışarıda fazla kalmasından rahatsız olmaktadır. Altan bir taksi şoförü arkadaşı aracılığıyla bir satıcıdan uyuşturucu ilaç alır. Altan'ın amacı, Nuri'nin çalıştığı depodan bu haplardan gizlice alarak satmak ve hayalindeki barı açmaktır, Bir gece Nuri'yi zorla evlerine yemeğe davet eder. Ayla, Altan'ın düzenbazlığından son derece huzursuzdur ve Nuri'ye Altan’dan ayrılmayı düşündüğünü söyler. Gergin ortamdan hoşlanmayan Nuri evden çıkar, onunla birlikte çıkan Altan'la babalarını ziyarete giderler. Yaşlı ve huysuz adam onlara sert tepki gösterir. Babalarının evinden ayrılan Altan ve Nuri, Altan'ın zoruyla bir bara giderler fakat Nuri ortamı sevmemiş ve dışarı çıkmıştır. Altan ısrarla Nuri'nin peşine takılarak onun kaldığı depoya gider. Depoda bulduğu hapları taksi şoförü arkadaşı aracılığıyla nasıl satabileceğini araştırır. Relatan isimli hapların Bodrum' da olan Nusret tarafından satın alınabileceğini öğrenir. Altan, Nuri'nin çalıştığı depoya giremeyince bir barın önünden park etme bahanesiyle çaldığı Porsche ile ilaç deposuna gider ve Nuri'yi arabayla gezmek için ikna eder. Hazırlanmakta olan Nuri'nin yokluğundan istifadeyle Relatan isimli hapları gizlice alır. Altan ve Nuri İstanbul caddelerinde çalıntı Porsche ile gezmeye balarlar. Girdikleri bir restoranda Porschenin sahipleri onları bulur. Adamların dövmeye başladıkları Altan'ı, Nuri kurtarır. Altan, Nuri'yi saklanmak için Bodrum'a gitmeye ikna eder. Altan ve Nuri, Nusret’le buluşacakları bara giderler. Nusret'in bir adamı Altan'ı almak için bara gelir. Altan Nusret'e ilaçları vererek paraları alır. Altan'ı barda bekleyen Nuri, Çin'li bir kızla tanışmıştır. Nusret, adamı Osman'dan malları dağıtmasını ister. Yarı paraya elde edilen ilaçlardan şüphelenen Osman, İstanbul'dan Tahir baba isimli birini arar. Adam piyasadaki ilaçları kontrol etmektedir. Açığın Rasim'in ilaç deposunda olduğunu öğrenen mafya, Rasim'i öldürür. Diğer yandan Porsche'nin sahibi Tolga Baykal onları aramaktadır. Gerçeği öğrenen Nusret'de adamı Celil'den onları bulmasını ister. İstanbul'a gelen Altan'la Nuri, babalarında saklanma planı yaparlar fakat yaşlı adamın evine geldiklerinde onun öldüğünü öğrenirler. İlaç deposuna geldiklerinde ise çıraktan Rasim'in intihar ettiğini öğrenirler. Bu arada Nusret, Altan ve Nuri'yi bulmuştur. Nusret, Altan ve Nuri'nin üstüne benzin dökerek konuşturmaya çalışırken bulundukları mekanı Tahir Baba'nın ve adamlarının basmasıyla Altan ve Nuri kaçarlar. Altan yolda sigara yakmaya çalışınca ceketi ve içindeki paralar da yanar. Karısına çiçek alarak Nuri'yle birlikte eve giden Altan, yakın arkadaşı Suat'la karısını birlikte yakalar. Nuri'nin engel olmasıyla onları öldüremez. Hayat devam etmektedir, Altan ve Nuri Çin'den gelecek Nuri'nin sevgilisini beklerken, Çin restoranı açmaya karar vermişlerdir. “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, syf: 143”

 Ödül:

SİYAD” Sinema Yazarları Derneği'nin (19971998) seçiminde,

► Selim Naşit Özcan "en iyi yardımcı erkek oyuncu"

►"en iyi müzik" Mazhar Alanson

 

& Türk Sinemasının kendini yenileme sürecinde "seyirciyle barışık, popüler ama düzeyli bir sinema yapmaya çalışan filmler" (Bay E, Amerikalı, İstanbul Kanatlarımın Altında, Eşkıya, Karışık Pizza) arasında geçerken özel bir yeri var. Bu tür filmlerin amacı malum:

Türkiye koşullarına göre özenli ve pahalı bir prodüksiyon, yabancı filmleri takip eden seyircilerin hoşuna gidecek bir hikaye, Batı'nın popüler sinema estetiğinin asgari koşullarını yerine getiren bir reji ve 'yeni neslin yeni seçimi' olan Cem Yılmaz gibi bir yıldız ... (Mehmet Açar, Aktüel Dergisi, 30 Kasım 1998)


& Klasik deyimi tersine çevirip söyleyeek olursak, 'boş ama hoş' bir film 'Her şey Çok Güzel Olacak'. ABD ve Avrupa komedi sinemasının defalarca el attığı bir tema, 'yerel marjinal motiflerle süslenerek servise çıkarılıyor ve vücut dilinden çok laf ebeliğiyle tanınan 'satıcının' işbirliği sayesinde alıcıları memnun bırakıyor. (Tunca Arslan, Radikal G., 30 Kasım ı 998)

 & Ömer Vargı, 1974 yılından başlayarak özellikle Şerif Gören'e asistanlık yapmış. Daha sonra reklam filmciliğine geçmiş. Ama, bilinir, reklam filmi çekenlerin gönlünde hep eninde sonunda sinema yapma aşkı vardır. Vargı da eşi Mine Vargı'yla birlikte Eşkıya filminin yapımsı olarak kazandığı büyük başarıdan sonra bizzat yönetmenliği denemeye karar vermiş.

 Genç bir yönetmen ilk filminde ne çeker? Ya ülke gerçeklerini (YeniGerçekçilik), ya kişisel sorunları (Alman Genç Sineması) ya da biçim oyunlarına uygun olan polisiye fılmleri (YeniDalga) seçebilir. Yargı daha çok sonuncu yolu tutmuş. Yanına Hakan Haktan'ı ve çağdaş komedi ustası  Cem Yılmaz'ı almış, özgün bir senaryo oluşturmuş, yabancı (İngiliz) bir sanatçıya görüntü kalitesini, ikinci baş oyuncusu, zaten yıllar önceki Arkadaşım Şeytan'dan deneyimli Mazhar Alanson'a müziği emanet etmiş. Sonucun olumlu olduğunu yadsımak mümkün mü? Karakterleri tümüyle zıt iki kardeşin üç yıllık ayrılıktan sonra yeniden bir araya gelip karmaşık bir serüvene dalmalarını anlatıyor fılm ... Delişmen, sorumsuz, hayalci Altan, artık bir işe girip hayatına çekidüzen vermiş ağabeyi Nuri'nin başına musallat oluyor ve onun çalıştığı ecza deposundaki değerli ilaçları çalıp yıllardır düşünü kurduğu, "koltukları bile hazır" barı açmaya girişiyor. Ağırbaşlı, ciddi, büyük ölçüde hayat yorgunu ve kırgını ağabey ise tüm direnişine karşın Altan'ın delidolu, gamsız, giderek bin bir tehlikeye yol alan dünyasına karışmaktan kurtulamıyor.

 Her Şey ok Güzel Olacak, daha jenerikten başlayan görüntü titizliğini, özenli çekimler ve hep gerçek duygusu veren iyi çekilmiş sahnelerle sonuna dek sürdürüyor. Çokluk gece sahneleriyle İstanbul, büyülü ve şaşırtıcı bir kent olarak beliriyor: arka sokakları, eski evleri, hızlı ve küçük insanlarıyla... Biraz Yağmur 'Adam’ı anımsatan iki kardeşin ilişkisi, iki oyuncunun karizmalarıyla ve güçlü yan tiplerle destekleniyor. Ve vaktin akışını bile fark etmediğimiz komediavantüre dönüşüyor.

Elbette her şey kusursuz değil. Kimi sahneler başarılamamış. Örneğin arabası çalınan zengin çocuğu ve adamlarıyla kavga bölümü, müsamere gibi duruyor. Cem Yılmaz'ın kimi patlayan esprileri ne yazık ki çok az... Filmin espri yanı biraz daha geliştirilebilirdi sanki. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”, Syf: 86”

& Reklamcı Ömer Yargı'nın filmografisinde, "Her şey Çok Güzel Olacak' hem Yargı'nın ilk uzun metrajlı filmi olması nedeniyle, hem de samimiyeti öyküsünü anlatma becerisiyle farklı bir yerde duruyor. Film, iki kardeşin karakter farklılığı ve iletişimsiz ilişkisinden yola çıkarak, sistemin insanları ezen tutunma mücadelesindeki çıkışsızlık vb. unsurlar üzerine öyküsünü temellendiriyor.

Yargı, filminin giriş bölümünü (jeneriğini) gereksiz ölçüde uzun tutmuş. Gecenin içinde devam eden uzun cadde, sokak görüntülerinin bir bağlantı içermesini bekleseniz de, arkası salt Altan karakterinin sonradan anlayacağımız özelliklerine hizmet eder gibi görünüyor. Cem Yılmaz, stand up konusundaki yetenekleriyle oyunculuğunu bir araya getirerek sorumsuz ama sevimli Altan tiplemesine senaryo dışında doğaçlama katkılarda bulunduğu izlenimini veriyor.

Film hayata ilişkin genel geçer saptamalar yapmanın peşinde gitmezken, diğer yandan yaşamın içinde her zaman farklı yollar olabileceği önermesini getirmekten de uzak durmuyor. Bu arada mafyadan, insan ilişkilerindeki kaypaklığa, baba çocuk ilişkisindeki hiyerarşik saptamalara, bireysel özlemlerle gerçekler, sınıflı toplum yapısı arasındaki bir dizi çelişkiye de değinmeden geçmiyor. "Kimi başarılamamış bölümlerine karşın, basit mantık hatalarından arındırılmış, Cem Yılmaz' a göre biçilmiş hikayesi, rahat anlatımı, değişik mekanları, ilk kez film müziğini deneyen Mazhar Alanson'un görüntülerle uyuşan müzikleri ve olumlu oyunculuğuyla, ... 'Her şey Çok Güzel Olacak' rahat izlenir" bir film olarak öne (Sungu Çapan, Cumhuriyet, 04.12.1998). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, syf:144”


FİLMİ İZLE