Yönetmen: Semih Kaplanoğlu, Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal, Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer, Yapım: Kaplan Film/Semih Kaplanoğlu Ortak Yapımcılar: Johannes Rexin, Bettina Brokemper, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Semih Kaplanoğlu , S. Hande Güneri , Sanat Yönetmen: Naz Erayda, Genel Koordinatör: Aksel Kamber, Prodüksiyon Amiri: Gökhan Şahin, Prod. Ast.: Fatih Ağdaş, Özkan Akçay, Mevlüt Kopuz, Yardımcı Yönetmen: Aslı Sağ, Deniz Ceyhan, Set: Mustafa Şahin, Işık Şefi: Hasan Özçelik, Focus Puller: Gökhan Balseven, Set Asistanları: Serhat Koç, Kemal Şahin, Ses Kayıt: Matthias Halb, Boom Operatörü: Raphael Kempermann, Sanat Yönetmeni Asistanları: Ayşe Yıldız, Özge Öztürk, Makyaj: Daniel Scheöder, Laboratuar Sorumlusu: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Kopya Renk Düzeltme: Burcu Doğanay, Sinefekt Laboratuarında hazırlanmıştır
Oyuncular: Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen, Alev Uçarer, Kutay Sandıkçı, Ayşe Altay, Özkan Akçay, Selami Gökçe, Kamil Yılmaz (Hamdi’nin babası), Adem Kurkut (jandarma), Erhan Keskin (jandarma), Raşit Altaş (balcı Zekeriya), Hasan Özgen (Balcı Faik), Simay Maçça (şiir okuytan kız),
Konu: Film bizi Yusuf'un hayatının
birinci safhasına yani çocukluğuna götürüyor ve bu kez bizi Karakovan balcısı
babası Yakup’la tanıştırıyor. Yusuf ilkokula başlamış, okuma yazma
öğrenmektedir. Babası Yakup ürkütücü bir ormanın derinliklerinde, yüksek ağaçların
üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda üretilen karakovan balcılığıyla
uğraşmaktadır. Babasıyla sık sık gittiği orman, Yusuf için gizemli bir
yerdir...
Yusuf bir sabah gördüğü rüyayı babasına anlatır. Bu
rüya ikisi arasında sonsuza dek kalacak bir sırdır.
Aynı gün Yusuf sınıfın önünde öğretmenin verdiği
okuma metnini okurken aniden kekelemeye başlar ve arkadaşlarının alay konusu
olur. Yakup, anlaşılmaz bir nedenle soyu hızla tükenen Kafkas arılarının
peşinden uzak bir ormana gider. Babasının gidişiyle Yusuf iyice sessizliğe
gömülür. Yusuf'un bu hali çay tarlasında çalışan annesi Zehra'yı üzmektedir. Ne
kadar uğraşsa da Yusuf'u konuşturamaz.
Günler geçer, Yakup'un gecikmesi Zehra'yı ve
Yusuf'u tedirgin eder. Zehra Miraç Kandil'i gecesi için Yusuf'u köyden uzaktaki
anneannesine gönderir. Yusuf, orada dinlediği hikayelerdeki peygambere
benzettiği babasının mutlaka geri döneceğine inanmaktadır. Ertesi gün Sis Dağı
şenliğinde de Yakup'a rastlayamazlar…
Babasını aramak için ormanın derinliklerine dalan
Yusuf'un gördüğü rüya gerçekleşecek midir? (KYN: Milliyet Sinema)
Üçlemenin bir hatırlama hali olarak
tasarlandığını da ifade eden Kaplanoğlu, bu alışılmadık yapıyla bizleri, yine
kendi sözleriyle, "insanlığın rüyası" ile baş başa bırakıyordu.
Yönetmeni tarafından bu şekilde tanımlanan üçleme, "Bal"m finalinde
bir ağacın dibinde uykuya yatan Yusuf ile sona eriyor, böylece üç film arasında
döngüsel bir bağ kuruluyordu.
Sinema Dergisi'nin Mayıs 2010 tarihli sayısında Uygar Şirin, Kaplanoğlu'nun tanımlamasına da referansla, bu döngüyü şöyle açıklamıştı: "Yusuf'un rüyası aslında Yusuf'un hayatıdır. Yusuf'un hayatı aslında insanın hikayesidir." Üçlemenin bütününde zaman doğrusal ilerleyen bir unsur olmadığı gibi, "Bal" da baştan sona adeta bir rüya şeklinde tasarlanmış. Bütünüyle doğa içinde geçen film, gerek görüntü yönetimi gerek kurgusu gerekse ses tasarımıyla meditatif bir etki yakalıyor. Bunda Kaplanoğlu'nun dünyayı algılayış biçimi de son derece önemli. Yönetmen, çeşitli röportajlarında da belirttiği üzere, zamanın 'su gibi aktığı' değil, bilakis hissedildiği bir sinema yapmaya çalışıyor, filmlerinde gözüken canlı veya cansız her öğenin birbirini etkilediğine dikkat çekiyordu. Çoğunlukla Tarkovski, Bresson, Dreyer veya Ozu gibi yönetmenlerle karşılaştırılan Kaplanoğlu, kendi deyimiyle manevi gerçekliğin arayışında bir sinema yapmakta. Çoğunlukla 'aşkın' (transcendental) diye de adlandırılan bu yaklaşımın ülkemiz sinemasında bir karşılığım bulmak gerçekten zor. Kaplanoğlu, seküler algının dışında bir sinema yaptığı gibi, maneviyat veya inanç kavramlarına yoğunlaşan çoğu Türk filminin didaktik, neredeyse propagandaya odaklı tavrım da reddediyor. İşte bu nedenle, özellikle Yusuf Üçlemesi Türk sinemasında özel bir yere sahip. Üstelik sadece teolojik bir bakış açısıyla yorumlanabilecek filmler de değil bunlar. Yusuf'un hikayesinde herkesin kendisinden bulabileceği unsurlar mevcut; babayı kaybetmek, anneden kopmak, taşradan kaçma isteği, bir erkeğe biçilen rollerin onda yarattığı baskı, sanatçının yalnızlığı, kendi geçmişine dönüp bakma ihtiyacı, vs. gibi. "BaF'a Türk sinema tarihinde ayrıcalıklı bir yer kazandıran diğer unsuru da unutmamak gerek. Kaplanoğlu'nun filmi 2010 yılında Berlin Film Festivali'nde yarışmış ve Metin Erksan'm "Susuz Yaz"ından 46 yıl sonra, Altın Ayı ödülünü kazanan ikinci Türk filmi olmuştu. (E.E.) SİNEMA En İyi 100 film[1] Sinema Mecmuasının seçkisinde 110 filmin en iyisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder