Powered By Blogger

16 Ekim 2024 Çarşamba

NEW YORK'TA BEŞ MİNARE (2010)

 

 

Senaryo Ve Yönetmen : Mahsun Kırmızıgül Müzik : Yıldıray Gürgen, Mahsun Kırmızıgül Görüntü Yönetmeni: James Gucciardo, Yapımcı : Boyut Film/Murat Tokat Kostüm Tasarım: Funda Büyüktunalıoğlu, Genel Koordinatör: Ceren Aslan, Avid Yükleme ve Ses Eşleme: Çağdaş Sercan , Sanat Yönetmeni yrd. : Erkan Özdem, Optik Ses Transfer: Soner Koç, Ulaşım: Pan Nakliyat

Oyuncular : Haluk Bilginer (Deccal), Beren Saat (Maria), Mahsun Kırmızıgül (Fırat), Murat Ünalmış, Bora Sivri , Ali Sürmeli, Hüseyin Avni Danyal, Mustafa Sandali (Acar), Zafer Ergin, Salih Kalyon, Cezmi Baskın, Suna Selen, Eşref Kolçak, Engin Altan (Timur), Danny Glover (Marcus), Tayfun Sav .Ulaş Tuzak, Ernest Raymond , Bob Ari (Avukat Friedman ), Laine Rettmer (Lisa), Yüksel Arıcı, Ali Güney, Robert Patrick, Scott William Winters, Gina Gershon, Ümit Okur (Hamza), Laine Rettmer ,

Konu: Büyük çaplı terör eylemleriyle benzerleri arasında öne çıkan bir suçluyu yakalamak için yapılan operasyon büyük bir çatışmaya dönüşür. Liderlerini koruma pahasına ortalığı kan gölüne çeviren adamları sayesinde lider son anda kaçarak kurtulur. Bir süre sonra kırmızı bültenle arana ve ismi fenomene dönüşen Deccal kod adlı suçlunun Amerikada yakalandığı bilgisi gelir. Onu teslim almak için teşkilatta ilk akla gelen isim Fırat (Mahsun Kırmızıgül) olur.

Fırat araştırmalarıyla suçlu Hacı Gümüşü (Haluk Bilginer) deşifre eden polistir. İyi derecedeki İngilizcesi ile Acar (Mustafa Sandal), Amerikada Fırata eşlik edecektir. İkili Amerikaya günlük olarak gidip, suçluyu teslim alıp döneceklerdir. Amerikaya giderler, suçluyu teslim alırlar ve Hacı Gümüşü ellerinden kaçırırlar.

Bundan sonrası kolay gibi görünür ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Türkiyenin doğusunda bulunan Bitlisli İki kan davalının öyküsü, İstanbul, New York, Bitlis üçgeninde gerilimin, maceranın, aksiyonun ve gizemin izleyiciyi derinden etkileyeceği bir polisiye olarak anlatılmaktadır..

Mahsun Kırmızıgül, ciddi bir sinema tutkusuna ve bunu beyazperdeye yansıtmada doğal bir yeteneğe sahip olduğunun sinyallerini "Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm" ile vermişti. ülkesinin sorunlarına duyarlı olduğu, yanlışları gösterip kendince memleket meselelerinin nasıl çözümlenmesi gerektiğini anlatmayı görev edindiği de aşikardı. Ancak en başından beri, söylemek istedik/erini üstüne basa basa, çoğunlukla da izleyenin başına kakarak ifade etmeyi tercih etti. Cümlenin altını kalın aldığı "Gecenin Kanatları"nda tahammül edilemez seviyelere ulaştı (elbette ki bu durum sadece Kırmızıgül'ün suçu değil, kolektif başarısızlığın sonucuydu). Kırmızıgül'ün senaryo yazımındaki zaaflarını zamanla toparlayacağı ümidi vardı hep. "Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm"ün ardından daha iyi yazılmış, daha incelikli, sonuç olarak daha profesyonelce bir iş bekleniyordu doğal olarak. Ama ortaya çıkan sonuç, ilk iki filminin bile gerisinde kalacak düzeyde. Kırmızıgül bu sefer 11 Eylül sonrasında ayyuka çıkan İslam düşmanlığını eleştiriyor. Yine kör kör parmağım gözüne stiliyle ... Acar polisimiz Acar, Amerikalı meslektaşına ayar çekerken, olabilecek en sığ, en klişe cümleler dökülüyor ağzından. Hacı Gümüş, okul hocası edasıyla Müslümanlık'ın barış dini olduğunu defalarca anlatıyor da anlatıyor. .. Müslüman'a Müslüman, Türk'e Türk propagandası yapılıyor adeta. Hacı Gümüş'ün restoranını işleten Timur'u takip etmek, sadece Türk polislerinin aklına geliyor örneğin... Amerikalı m1slektaşlarının becerebildiği ise sadece tanığı tehdit etmek... Timur'un Acar ile Fırat'ı tuzağa düşürüp, 'bu şerefsizler sevgilimin ağzını bağladı; hemen gidip onu çözeyim' diyerek olay mahallini terk etmesi ise akıl mantık alır gibi değil... Bu örnekleri uzatmak mümkün. Halbuki Kırmızıgül, hikayede iki kilit olay yakalamayı başarmış. Hacı Gümüş'ün suçlu olup olmadığı üzerindeki muammaya odaklanabilseymiş ya da Fırat'ın harcanıp giden kan davası kandırmacısını heyecanı ayakta tutan, kıvamında bir aldatmaca olarak kullanabilseymiş keşke …

Filmin sinemamız açısından başlıca artısı ise teknik kalitesi ... Ancak bu da göz boyamaktan öteye gidemiyor. New York sokaklarında patlayan bombalar, şaşaalı zikir töreni, Danny Glover'ın cami ziyareti gibi 'güzel görünen' sahneler, sadece görünmekle kalıyor; hikayeye katkıda bulunmuyor; hatta genel boşluk içinde fazlasıyla 'sıntıyor'... Ezcümle, Mahsun Kırmızıgül "New York'ta Beş Minare" ile yönetmenlik becerisini artırmadaki hevesini dosta düşmana kanıtlıyor; senaryo yazımındaki zaaflarının hoş görülemeyecek kadar fazla olduğunu da...

(Müjde Işıl , Sinema , 12.2010)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder