Powered By Blogger

2 Kasım 2022 Çarşamba

 

SOĞUKTU VE YAĞMUR ÇİSELİYORDU (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Engin Ayça Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay Müzik: Melih Kibar Yapım: Erka Film/Erhan Erzurumlu, Sanat Yönetmeni: Suna Çiftçi, Şarkılar: Semra İnanç, Ekrem Bora, Söz Yazarı: Gülsen Tuncer, (Fono Film Laboratuarında hazırlnmıştır).

Oyuncular: Türkân Şoray, Ekrem Bora, Gülsen Tuncer, Alev Koral, Tunca Yönder, Bülent Ufuk, Yılmaz Uyar, Erol Özkök, Sevim Çalışgir, Nejat Çetinok, Şahine Hatipoğlu, Yılmaz Uğur, Mehmet Atak, Murat Ersan, Ayten Uncuoğlu, Lâle Ulutepe, Selim İleri, Hami Çağdaş, A. Metin Yönder,

Konu: Cemal Bey da sevgisini her geçen gün' büyütür de karşısındakine söyleyemez. Bir musiki grubunun assolisti Leyla, yıllardır kendisini gizliden seven Cemal Bey'in ölümünden sonra onun bu sırrını öğrenir. Leyla ölümle birlikte Cemal Bey'in tarihe, sanata, topluma karşı duyarlı zengin dünyası ve derin aşkıyla tanışır. O andan itibaren geçmişe dönerek Cemal Bey'le yaşadıklarını düşünmeye başlar. Cemal Bey'le onun düşüncelerini bilmeden geçirdiği günlerin acısını hisseder. Cemal bey zamanın onlar için artık çok geç olduğunu düşündüğü için aşkını açıklayamamıştır. Cemal Bey'in zengin kişiliğini tek anlayan ise ölümden sonra onu anlamaya çalışan Leyla olmuştur, Sonuçta açıklanmayan sevgi önce Cemal Bey'i sonra Leyla hanımı derinden yaralamıştır. “Soner Derse, “Türk Sinemasında Aşk”

& Türk sinemasının salon sorunu tüm ciddiyetiyle sürüyor. En ünlü yıldızların oynadığı en iddialı kimi filmler bile salon bulamıyor. Ve yapımcının bekleme direnci azaldığı ölçüde, video piyasasında çıkış artıyor. Bez Bebek'in yönetmeni Engin Ayça'nın yeni filmi için de öyle oldu. Ve Türkan Şoray'ın bu son filmi, sinema bulamadığından videoya verildi. Kaseti şu günlerde videoculara dağıtılan bu filmi, daha önce özel bir gösteride izlemiş olduğumuzdan eleştirisini veriyoruz. Bu durumda, eleştiri mekanizmasının ve çabasının da kendisine yeni yollar araması gerekiyor sanıyorum.

Engin Ayça, o belki de "Yeşilçam romantizmi" denebilecek şeye hep ilgiyle, yakınlıkla baka gelmiştir. Türk sinemasının bir dönemde geniş seyirci kitleleriyle kura geldiği ilişki, filmlerimizin sanatın genelde önemsenmediği, giderek dışlandığı bir toplumda seyirciye ulaşmaaki benzersiz başarıları, birçok kişi için olduğu gibi, yazar/yönetmen Engin Ayça için de üzerinde durulması araştırılması, incelenmesi gereken bir olgudur. Ve Bez Bebek'ten sonraki ikinci filmi Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu'da yönetmen, o eski duyarlılıklara sanki bir selam yollamakta ve sanki bilinçli bir melodram, hüzünle örülmüş bir "imkansız aşk" öyküsü anlatmaktadır bize ..Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu ya da diğer adıyla Udi, Leyla adlı ünlü bir "ses yıldızı"nın öyküsüdür. Bu ünlü gazino sanatçısı, tanınmış "assolist", şimdilerde TV aracılığıyla da ülke çapında yaygınlaşan ünü içinde aslında yalnız, mutsuz bir insandır. Hep ve sürekli "neşeli bebek" maskesiyle dolaşan, apaçık bir boyutsuzluğu, yüzeyselliği sanki doğal davranışlarının kaçınılmaz bir gereği gibi benimsemiş, varlıklı bir erkekle "birlikte olan" (ama evlilik ve çolukçocuk yoktur ortalarda)... Ve sonra birden bir gün Leyla'nın yıllardır baş müzisyeni, "udisi" olan Cemal Bey'in ölüm haberi gelir.

O Cemal Bey ki gazinodan turnelerdeki sefil otel odalarına, Leyla'nın hep yanı başında olmuştur: pek önemsenmeden, ciddiye alınmadan, yerliyersiz şakalarla diyalog kurulmaya çalışılan, varlığı sadık bir gölgeden ileri geçmemiş... O Cemal Bey'dir ki hem "alaturka musikimiz hakkındaki fikirleri, hem de eski İstanbul’dan antika eşya üzerine görüşleri, tam bir alçakgönüllülük duvarının bile saklayamadığı bir değer ve bilgi hazinesinden süzülüp gelmiştir… Leyla, geç de olsa birden ona ilgi duyacak, onun kişiliğiyle, çevresiyle, meraklarıyla daha yakından tanışmaya çalışacaktır ...

Udi, bizim sinemamızda pek görülmemiş bir tür "yaşanmamış aşk" öyküsünü, kahramanları illa da genç ve güzel kişiler olmayan bir tür yaşanmamış aşk serüvenini anlatıyor. Engin Ayça, eski Yeşilçam'dan, yalnız ondan mı, alaturkadan, geçmiş müzik, kültür ve yaşamımızdan izler taşıyan, sanki bize özgü tüm duyarlılıkların bir bileşkesini oluşturan bu filmde, eski Yeşilçam'a yolladığı selamı, öte yandan bilinçli bir sinemayla, sağlam bir görsellik tabanına oturtuyor. Filmin hızlı kurgu, gereksiz kamera hareketleri, "zoom" vb. numaralardan tümüyle arındırılmış, uzun planlara ve plan sekanslara dayalı olgun bir sinema dili var. Çekimleri uzattığı, oyuncuları yorduğu kesin olan bu yöntem, fimin birçok bölümüne açık bir "devamlılık" ve yaşanmışlık/yaşanırlık duygusu katıyor. Ayça'nın filmle ilgili belki temel kusuru, sinemamızın hep ele alır gibi gözüküp aslında hiç ele alamadığı "gazino" olayına, bir "assolist"in sahneye çıkışıyla birlikte yaşanan toplu histeriye benzer olaya, o garip ve alışılmadık sanatçı/seyirci ilişkisine değinme fırsatını elden kaçırmış olması. Ancak tümüyle hüzünle örülü bu içedönük film, bu tür bir amacın ötesinde, sağlam sineması ve incelikli yapısıyla gönüllerimize seslenen bir semai, bir hüzzam peşrev, bir eski İstanbul sokağı, bir eski ve güzel biblo gibi geliyor karşımıza... Ve kim bilir, belki de kimi "genç" yazar veya seyircinin "uyuşukluk" diye niteleyebileceği bir duygusallığı, özellikle bizim gibi, yönetmenin anlattıklarını yaşamış ve paylaşmış olanlarca izlenmesi gerekli bir deneyim haline getiriyor.

Filmin görüntü çalışmasını, müziğini ve başta Türkan Şoray, Gülsen Tuncer ve perdeye bu "olgun" dönüşü gerçek bir kazanç olan Ekrem Bora olmak üzere tüm oyuncu kadrosunu da bu ilginç filme olan katkıları nedeniyle övmek gerekir. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 136”


FİLMİ İZLE 



 

SAYIN BAŞKAN (1990)

Yönetmen: Ünal Küpeli Senaryo: Alev Alatlı Görüntü Yönetmeni: Ümit Ardabak Yapım: Umut Film / Abdurrahman Keskiner Set Ekibi: İsmail Hakkı Şahin, Ahmet Kaday, Sabahattin Geçgel, Işık Yardımcısı: Eray Kantarcı, Vahap Özmeral, Kamera Asistanı: Ali Özügül, Dublaj Yönetmeni: Ayşin Atav, Ses Teknisyeni: Tuncer Aydınoğlu, Efekt: Atilla Ertüs, Miks: İdris Üstün, Prodart: Özkan Sevinç, Sevda Çalışkan, Renk Düzenleme: Türker Vatan, Şakir Yörük, Film Baskı: Uğur Orbay, Veli Burç, Ayhan Şen, Film Banyo: Ekrem Şen, Arif Şengül, Abdullah Baran, Pozitif Montaj: Fadime Bektaş, Negatif Kurgu: Bülent Özayran, Tamer Eşkazan, Dizgi: Yeşim Aydın (Ofis Grafik), Müdür: Müjdat Akgün, Prodüksiyon Ast: EROL demir, Ali Zebil, (Şafak Film Laboratuarında hazırlanmıştır).

Oyuncular: Kadir İnanır, Alev Baymur, Haluk Kurtoğlu, Atilla Ergün, Baki Tamer, Osman Cengiz, Cengiz Tekin, Engin Özer, Aydın Tolon, Sevim Egesoy

Konu: Belediye Başkanlığına kadar yükselen taşra kökenli bir müteahhit ile, gönül ilişkileri bir çatışmaya dönüşen güzel seçim danışmanının öyküsü ele alınmaktadır. Politika gölgeli aşk hikayesinde "Gümüşhaneli olan Şafak hemşerilerinin çoğunluğunu oluşturduğu İstanbul'un kenar ilçelerinden Çayırtepe Belediye Başkanlığına aday olur:

Bir süre cezaevinde yatmıştır ama çevresinde sevilen biridir, seçimIerde Gülay isimli bir kadını seçim danışmanı olarak yanına alır bu arada da bir yasak aşk ilişkisine girerler. Şafak, Gülay'ın tüm ikazlarına rağmen yapamayacağı işlerde sözler vermektedir. Çayırtepe’nin dış mahalleleri su havzasının kenarındadır, bu nedenle önceki başkan burada yapılanmaya izin vermez, Şafak ise izni vereceğini vaat eder, Gülay buna karşı çıkmaktadır Şafak vaat ettikleri ile başkan seçilir ve Gülay tarafından terk edilir. Amacına ulaşan Şafak, ilk yağmurdan sonra ne yapacağını şaşırır.

 

SABAH OLMASIN (1990) 

Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Aydın Eser: Nejat Saydam Kameraman Abdullah Gürek Yapım: Sarıkaya Film/Aziz Sarıkaya Prodüksiyon Amiri: Hasan Demircan, Işıklar: Ergun Şimşek, İsmet İlver, Set: Selim Acar, Erol Erden, İsmail Pala, Kamera Asistanı: Bülent Terzioğlu, Reji Asistanı: Rabahat Baltacı, Dublaj Yönetmeni: Ayşin Atav, Laboratuar: Selaattin Kaya, Fehmi Yılmaz, Negatif Montaj: Mustafa Kul, Montaj, Senkron: Yusuf Aldırmaz, Sesleri Alan: Gültekin Çavuş, (Yeni Lale Film stüdyolarında hazırlanmıştır )

Oyuncular: Faruk Tınaz, Filiz Taçbaş, Orsel Sonat,Ece Önder, Erdoğan Sıcak, Zühal Üstüntaş, Muhammet Etrdoğan, Erdo Vatan, Orçun Sonat

Konu: Filmde, uzun süredir evli oldukları hâlde çocukları olmayan bir çiftin yaşadıkları anlatılır. Birbirini çok seven Selim ve Çiçek’in yedi yıldır devam eden bir evlilikleri vardır. Evliliklerinin ilk yıllarında tüm çareleri denemelerine rağmen çocuk sahibi olamazlar. Çiçek umudunu kaybetmeden birçok yönteme başvurmaya devam eder. Yıllar sonra bir gün hastalanır ve hamile olduğunu düşünür. Ancak gerçek Çiçek’in düşündüğü gibi değildir. (Meltem İşler Sevindi)

 

 ROBER’TİN FİLMİ (1990) 

Senaryo ve Yönetmen: Canan Gerede Görüntü Yönetmeni: Jürgen Jurges Müzik: Fuat Güner Kurgu: Albert Jurgenson Ses Kayıt: Alain Curveilier Oyuncu Seçimi: Harika Uygur Yapım: Konsept Film/Onat Kutlar Cinecam (Alman) Valprod (Fransa Ortak yapımı

Oyuncular: Patrick Bauchau, Aslı Altan, John Kelly, Sinan Çetin, Yavuzer Çetinkaya, Menderes Samancılar, Meral Orhonsay

Konu: Savaşın üzerinde bıraktığı etkilerden sıyrılamayan ve ölüm gerçeğiyle yaşayan Amerikalı Robert, Rock şarkıcısı Gogo'yla (Aslı Altan) tanışır. Gogo, elli yaşındaki fotoğrafçıya göre çok genç, buna karşılık anlaştıkları tek yan cinsel yaklaşımlarıdır. Gerçekte Amerikalı hayranı bir Türk olan Gogo, yavaş yavaş başlayan iç çatışmayla Robert'i tüketirken geçirdiği deneyim sonucunda asıl kimliğine kavuşacaktır.

 ► Robert'in Filmi, 1991 Cannes Festivali'nde resmi olarak "Türk filmi" etiketli tek film. Bu film, "Eleştirmenlerin Haftası" bölümünde gösterildi. Canan Gerede'nin bir TürkAlmanFransız ortak yapımı olarak ve Eurimages fonuyla da desteklenmiş filmi Robert's MovieRobert'in Filmi, Türk sinemasının alışılmış kalıplarının dışına taşan bir film... Bir "savaş fotoğrafçısı"nın, İstanbul' da bir Türk "rock şarkıcısı"yla olan ilişkisi ..

 Görmüş geçirmiş, yaşamı tüm boyutlarıyla tanımış, ölümü, tehlikeyi, savaşı ve kıyımı sayısız kez göğüsIemiş olan Amerikalı Robert, bir otoyol kahvesinde tanıdığı ve takma adı Gogo, asıl adı ise Altan olan genç bir kızla garip ve sıradışı bir ilişkiye girer. Robert'in politik çağrışımlı, anlaşılması zor ilişkileri ve GogoAltan'ın genç yaşına karşın yaşam yorgunu, marjinal ve avare varlığı, bu ilişkiyi elbette zordan zora taşıyacaktır ...

Canan Gerede'nin uzun bir hazırlıktan sonra oluşturduğu film, aslında başarılmış bir "ilk film" sayılabilir. Gerede'nin anlatımında temel bir aksaklık, amatörce bir tavır yok. Bir ilk filmden beklenebileceği gibi yönetmen, içinden taşan tüm temaları, yaşam karşısındaki tavrını, zihnini uğraştıran sorunsalları adeta filme yığmış.

Ancak filmin özel bir başarısı da yok. Ne kişileri ve temaları tümüyle özgün, ne de sinemasının özel bir yanı var. Gerede, doğru düzgün çekeyim derken yeterince kişisellik katamamış sanki filmine ... Gerede, sinemamız için değişik, farklı tipler ve ilişkiler getiriyor perdeye (özellikle cinsellik alanında)... Amerikalı eşcinsel sahne sanatçısı John tipi, öykünün/filmin en yaşayan, en inandırıcı kişiliği. Onun olduğu sahnelerde mm belli bir ışıkla aydınlanıyor.

Ama öte yandan Robert'in açık biseksüeliiği, Altan'da bulduğu "oğlansı" yan ve ona sahip oluş biçimlerinin öyküye ne kattığını anlamak kolay değil.

Ezan eşliğinde seks göstermek de belki yürekli, ama filme çok şey katmayan bir "buluş". Sonuç olarak bizleri tam olarak doyurmayan ve yüzümüzü tam anlamıyla güldürmeyen bir fılm. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 129”

 

RAZİYE (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Yusuf Kurçenli; “Melih Cevdet Anday’ın aynı isimli romanından uyarlama” Görüntü Yönetmeni: Erdal Kahraman Müzik: Arif Erkin Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap Yönetmen Yardımcıları: Gürsel Ateş, Türkân Derya, Sanat Yönetmeni: Deniz Akşekerci, (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir.)

Oyuncular: Kâmran Usluer, Yasemin Öymen, Oğuz Tunç, Fuat Onan, Burçay Anger, Burak Davutoğlu, Gürsel Ateş, Güzin Özipek, Ali Fuat Onan

Konu: "Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer sözleri ile başlayan kahramanımızın adı konmamış romanda, olaylar kahramanın ağzından anlatılır. Gençlik olaylarına karışmıştır, aranmaktadır, bu yönden dayısının (gerçekte dayısı değil, anneannesinin ilk kocasının ilk karısından olan oğlu) yanına köye gelir bir serüven adamı olan 'çeşitli işler yapmış dayısı şimdi bulunduğu köyü kalkındırmak uğraşındadır. Dayısının evlat edindiği bir de kızı (Vedia) vardır. Dayı öksüz ve yetim kızı yanına almış ve onu modern bir şekilde (Fransızca, roma tarihi, klasik 'özellikle Mozart', görgü kuralları) yetiştirmeye çaIışmaktadır. Oysa Vedia tepkisiz, olumluolumsuz ilgisiz, kendi duyguları ile anlık, doğa içinde doğal yaşamaktadır. Vediaya aşık olur; geçmişi unutan, geleceği düşünmeyen Vedia. aşkı da anlık yaşar. Köyde kül yiyerek yaşayan, Ermiş Yusuf vardır, 'uçacağını' söylemektedir, köylü inanır. inanmayan Dayı Yusuf'u uçmaya zorlar, bu arada köye (ve ormana) yaklaştıklarını duyduğu çingeneleri kovalamak uğraşındadır" köylüleri domuz avlamaya (hatta yemeye alıştırmaya) ikna etmeye çalışır. Bir gece evine gelen birileri dayıdan para isterler, Vedia gelenlerden 'bizimkiler' diye söz eder. Bunun üzerine Dayı Vediayı daha önce geri geldiği okula göndermek ister. O gece köyde bir takım olaylar olur, Yusuf'un uçtuğu söylenir, ama uçarken gören yoktur, çelişik sözler Yusuf'un uçtuğunu kanıtlanamaz duruma getirir. Yusuf uçarsa dayı köyü terk edecektir. aksi halde köyü kendi bildiğince kalkındıracaktır. Olayların bu gelişmeleri sırasında kahramanımız Vedia ile aşkını yaşamaktadır; başka şeyler, aşkın arasında pek anlam vermediği olaylardır. Olayların gelişmesi sırasında dayı Vedia’yı ve yeğenini eve yollarsa da onlar ormana gidip sevişirler. Köyün ileri gelenleri konuyu dayı ile görüşürken, yeğeni köyün keçilerini otlatan nineden Vedia hakkında duydukları ile sorunlarla karşılaşır. Vedia dayısının gerçek kızı mıydı? Dayısının olmadığı bir gece Vedia aslında adının Raziye olduğunu söyler, dayısının küçük iken kendini çingenelerden aldığını çingene olduğunu ifade eder. Dayının kasabada olduğu bir gece domuzlar için hazırlanan sera kimliği belirsiz kişi!erce yakılır, yeğen ile Raziye o gece içki içmiş ve sevişmişlerdir. Dayı serayı yeniden yaptıracağını ve domuz işini sonuçlandıracağını açıklar. Köyün ileri gelenleri dayıyı ziyaret ederler, dayı serayı onların yaktırdığına emin, hepsini yukarıdan bakışlarla ağırlar, Vedia o gün çok çalışmış, çamaşır yıkamış, yemekler pişirmiş yorulmuştur şimdide denizdedir ... dayısına yardım eden köylü Hacı gelerek Vedia hanımın çingenelerle gittiğini söyler... asıl perişan olan 'sevdalanmaya gelen' yeğen değil Dayı olur... “Oktay Ünsel, “Kelimelerden Görüntüye”, syf, 252”

 

PONENTE FENERİ (1990) 

Yönetmen: Şahin Gök Senaryo: Zeynep Avcı Kameraman: Erdoğan Engin Müzik: Cahit Berkay Yapım: Hakan Film/Hakan Balamir Yapım Sorumlusu: Rauf Ozangil, Yönetmen Yardımcısı: Tan Brindisi, Aydınlatma Şefi: Doğan Atakan, Gürcan Küçüker, Aydınlatma yardımcıları: Kemal Kocaoğlu, Murat İşçi, Haluk Erkan, Set Görevlileri: Şeref Yılmaz, Kahraman kaplı, Murat Öztürk, Aziz Kaplı, Sanat Yönetmeni: Dilek Büyükoktar, Kamera Asistanı: Haluk Bener, Orhan Gök, Sesleri Alan: Erkan Esenboğa, Renk uzmanı: A. Tümay Rızai, Laboratuar: Şems Tokgöz, Aslan Tektaş, Mustafa Yıldız, Negatif Montaj: Ömer Aksu, Fatoş Yılmaz, Jenerik: Sineray, (Sineray Film Stüdyosunda hazırlanmış ve seslendirilmiştir)

Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Hakan Balamir, Arzu Aydın, Mine Çayıroğlu, Kâzım Kartal, Tufan Balamir, Meral Çetinkaya

Konu: Issız bir yarımadada yaşlı annesi, iki kızıyla yaşayan fenerci kadınla, adaya sığınan kimliği meçhul bir yabancının psikolojik öyküsü. Hülya Arzu ve Mine ile ponente denilen yerde yaşamakta ve o feneri yakmaktadır. Bir gün Hakan oraya gelir ve Hülya, Arzu ve Mine ile ayrı ayrı aşk yaşamaya başlar

ÖDÜL

1989 Ankara Film Şenliği
      ► “Şahin Gök” Seçiciler Kurulu Özel Ödülü
      23. Antalya Film Şenliği (1989
      ► Seçiciler Kurulu Özel Ödülü


FİLMİ İZLE 



 

POLİS GÖREV BAŞINDA (1990) 


Yönetmen: Melih Gülgen Senaryo: Bülent Oran Görüntü Yönetmeni: Ergun Özdemir Yapım: Gülgen Film/Melih Gülgen


Oyuncular: Serdar Gökhan, Hülya Erçel, Kâzım Kartal, Hikmet Taşdemir, Aynur Aydan,


Konu: Komiser Murat evli ve iki çocuklu bir polistir. Daha önce mahkum ettirip hapse attırdığı biri hapisten çıkar ve bir soygun yapar. Tesadüfen bu soygunda karşılaşırlar ve mahkum olur. Mahkumun ailesi büyük bir çetedir. Komiserden intikam almak isterler ve ona tuzak hazırlarlar. Murat sürekli korumalarla gezmesine rağmen çocuğu ve karısı kaçırılır.

 

PİANO PİANO BACAKSIZ (1990) 



Senaryo ve Yönetmen: Tunç Başaran (Kemal Demirel'in "Evimizin İnsanları" isimli kitabından uyarlama) Görüntü Yönetmeni: Colen Molinier Müzik: Can Kozlu Yapım: Çiçek Film/Arif Keskiner, Jale Onanç Editör: Veli Akbaşlı, Kurgu: Veli Akbaşlı, Yardımcı Yönetmen: Jale Başaran, Kamera Asistanı: Kemal Şanlı, Negatif Kurgu: Tamer Eşkazan, Film Baskı: Ayhan Şen, Uğur Orbay, Işık Şefi: Nezir Yücel, Berzan Yücel, Ses Kayıt: Tuncer Aydınoğlu, Seslendirme Yönetmeni: Erhan Yazıcıoğlu,

Oyuncular: Rutkay Aziz (Kerim), Emin Sivas (Kemal), Serap Aksoy (Kamile), Ayşegül Ünsal (Feriha), Yaman Okay (Hızır), Taner Barlas (Senayi), Yalçın Güzelce (Hasan), Meral Çetinkaya (Münevver), Özcan Özgür (Abdurrahman), Suna Selen (Sıdıka), Meriç Başaran (Ulviye), Cemal San, Sabriye Kara (Asiye), Müşfik Kenter (Büyük Kemal), Menderes Samancılar (Tevfik), Mustafa Göçmen

KONU: 1940'lı yıllarda 'dışarıda' Dünya Savaşı tüm hızıyla sürerken, İstanbul'daki eski bir konağın odalarında yaşayan yoksul ailelerin sıcacık öyküsü. Sıkıntı diz boyudur, ekmek karneye bağlanmıştır ama kahramanlarımız gene de güler yüzlü ve umutludur, çünkü her birinin geleceğe ilişkin düşleri vardır. O iyi insanlar ve yaşadıkları, sekiz dokuz yaşlarındaki bir çocuğun gözünden aktarılır.

Tunç Başaran'ın "Uçurtmayı Vurmasınlar"m ardından bir kez daha büyüklerin dünyasını anlamaya çalışan bir çocuğu başköşeye oturttuğu "Piano Piano Bacaksız", Kemal Demirel'in 1985'te yayımlanan "Evimizin İnsanları" adlı romanından uyarlama.

Annesi Kerime ve babası Kumarcı Hasan'la birlikte yaşayan Kemal, konaktakilcrin neşe kaynağıdır. Mahallenin açık hava sinemasında çalışarak harçlığını çıkarmaya çalışan, ayağı çıplak, gömleği yırtık küçük çocuğun hayallerini, satın alacağı gıcır gıcır çizmeler süslemektedir. Konakta yaşayanların umudu olan dayısı Kerim onun gözünde tam bir kahramandır, çünkü yaşanan sefalete son verecek tek insandır. Kendi dünyasında yaşayan biraz garip bir adam olan Kerim'in düşlerinde ise İtalya'ya gitmek vardır. Bir de 'Hızır' dolaşır ortalıkta, en lazım olduğu anlarda yetişen... 10. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En iyi Yönetmen ödülünü Fehmi Yaşar'la ("Camdan Kalp") paylaşan Tunç Başaran, "Çoğu insanın şans yıldızı gökyüzündeyken küçük Kemal'in yıldızı eski konağın bahçesinde bulunan kör kuyunun içindedir. İnsanın yoksulu, üstelik Kemal gibi küçük bir çocuksa, barıştan yana, umuttan yanadır" diyerek tanımlar filmin başkarakteıini. Kemal'in babasıyla birlikte yatağın yünlerini havaya atışı ya da hamur alması için verilen beş kuruşla beş kuruşluk bir pastanın karşısında nefis mücadelesi vermesi, filmin unutulmaz sahnelerindendir. Müşfik Kenter'in anlatıcı olarak sesiyle, Neşet Ruacan'ın müzikleriyle hayat verdiği "Piano Piano Bacaksız"da Rutkay Aziz'in, Kamile Teyze rolündeki Serap Aksoy'un, Hızır rolündeki Yaman Okay'ın ya da çalınan tavuğunu geri almaya çalışan Sıdıka Hanım'ı canlandıran Suna Selen'in katkıları da yüksek düzeydedir. Genellikle kapalı mekanda geçen, şehri, konağın çevresini bile geniş geniş göstermeyen film, Kemal Demirel'in hüzünlü bir iyimserlikle örülü masalsı romanını beyazperdeye neredeyse bire bir aktaran Tunç Başaran'ın edebiyat uyarlamalarındaki başarısını bir kez daha gözler önüne serer. (T.A.) Sinema En İyi Yüz Film.

► 1940'larda İstanbul' da eski bir konakta, her biri bir başka odada yaşayıp giden kişiler. Çevrede savaş, yokluk, karne... Yoksulluk ve sıkıntı... Ama asla umutsuzluk değil. Çünkü herkesin kendine göre düşleri, geleceğe dönük ufak da beklentileri var. Roman (ve film), tüm bunları yaşayan, gözleyen 89 yaşındaki bir çocuğun gözleriyle anlatılmış.

Yakın geçmişin, özellikle savaş gibi karmaşık dönemlerin, o dönemi çocuk gözleriyle yaşayanlarca anlatılması. ..

Tunç Başaran'ın filmi, kuşkusuz tüm bu beklentiyi tam olarak karşılamasa da, romanının temel özelliklerini, umut ve iyimserliğini korumuş, dahası perdede olgun bir sinema diliyle yeniden yaratmış.

Film, hemen hemen tümüyle Uçurtmayı Vurmasınlar'da da egemen olan 'pembe' bir bakışla, belirgin bir iyimserlikle anlatılmış...

Bu eleştirilebilir (Nitekim Uçurtmayı Vurmasınlar'da da eleştirilmişti). Ama Tunç Başaran'ın dünyası bu, onun dünyaya bakmak için seçtiği gözlükler, seçtiği çerçeve... Bu kişisel tavra, bu bireysel seçime nasıl karşı çıkarsınız? Başaran'ın naif ve iyimser dünyasına katılabildiğiniz ölçüde (ki Uçurtmayı Vurmasınlar'da bu katılış oldukça geniş olmuştu) sevebileceğiniz ve izleyebileceğiniz düzeyli bir film Piyana Piyano Bacaksız; oyuncularının iyi seçimi ve yönetilişiyle de dikkat çeken ve ayrıca göz dolduran bir 'nostaljik sinema' denemesi ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 128”

& 1940'lı yıllarda 'dışarıda' Dünya Savaşı tüm hızıyla sürerken, İstanbul'daki eski bir konağın odalarında yaşayan yoksul ailelerin sıcacık öyküsü. Sıkıntı diz boyudur, ekmek karneye bağlanmıştır ama kahramanlarımız gene de güler yüzlü ve umutludur, çünkü her birinin geleceğe ilişkin düşleri vardır. O iyi insanlar ve yaşadıkları, sekiz dokuz yaşlarındaki bir çocuğun gözünden aktarılır.

Tunç Başaran'ın "Uçurtmayı Vurmasınlar"m ardından bir kez daha büyüklerin dünyasını anlamaya çalışan bir çocuğu başköşeye oturttuğu "Piano Piano Bacaksız", Kemal Demirel'in 1985'te yayımlanan "Evimizin İnsanları" adlı romanından uyarlama.

Annesi Kerime ve babası Kumarcı Hasan'la birlikte yaşayan Kemal, konaktakilcrin neşe kaynağıdır. Mahallenin açık hava sinemasında çalışarak harçlığını çıkarmaya çalışan, ayağı çıplak, gömleği yırtık küçük çocuğun hayallerini, satın alacağı gıcır gıcır çizmeler süslemektedir. Konakta yaşayanların umudu olan dayısı Kerim onun gözünde tam bir kahramandır, çünkü yaşanan sefalete son verecek tek insandır. Kendi dünyasında yaşayan biraz garip bir adam olan Kerim'in düşlerinde ise İtalya'ya gitmek vardır. Bir de 'Hızır' dolaşır ortalıkta, en lazım olduğu anlarda yetişen... 10. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En iyi Yönetmen ödülünü Fehmi Yaşar'la ("Camdan Kalp") paylaşan Tunç Başaran, "Çoğu insanın şans yıldızı gökyüzündeyken küçük Kemal'in yıldızı eski konağın bahçesinde bulunan kör kuyunun içindedir. İnsanın yoksulu, üstelik Kemal gibi küçük bir çocuksa, barıştan yana, umuttan yanadır" diyerek tanımlar filmin başkarakterini Kemal'in babasıyla birlikte yatağın yünlerini havaya atışı ya da hamur alması için verilen beş kuruşla beş kuruşluk bir pastanın karşısında nefis mücadelesi vermesi, filmin unutulmaz sahnelerindendir. Müşfik Kenter'in anlatıcı olarak sesiyle, Neşet Ruacan'ın müzikleriyle hayat verdiği "Piano Piano Bacaksız"da Rutkay Aziz'in, Kamile Teyze rolündeki Serap Aksoy'un, Hızır rolündeki Yaman Okay'm ya da çalınan tavuğunu geri almaya çalışan Sıdıka Hanım'ı canlandıran Suna Selen'in katkıları da yüksek düzeydedir. Genellikle kapalı mekanda geçen, şehri, konağın çevresini bile geniş geniş göstermeyen film, Kemal Demirel'in hüzünlü bir iyimserlikle örülü masalsı romanını beyazperdeye neredeyse bire bir aktaran Tunç Başaran'ın edebiyat uyarlamalarındaki başarısını bir kez daha gözler önüne serer. (T.A.)


FİLMİ İZLE 



 

ÖLÜRAYAK (1990) 

Yönetmen: Aydın Bağardı Senaryo: Ayşegül Arslan Görüntü Yönetmeni: Serdal Servidal Yapım: Tele Video/Hüseyin Apayadın Sanat Yönetmeni: Cem Yalın, Müzik: Cem Küçümen, Kurgu: Fadime Bektaş, Yapım Koordinatörü: Erkan Akın, (Şafak Film Laboratuarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Meral Oğuz, Haluk Bilginer, Erol Demiröz, Filiz Taçbaş, Suna Selen, Nüvit Özdoğru,

Konu: Bir kadın... Bir erkek... Ölümün kıyısında iki insan... belki de hiç buluşturmayacağı, buluştursa bile, sisteki gemiler gibi birbirini görmeden geçip gidecek iki insan. İki ayrı dünya... İki ayrı tarih... Ama artık `dün` geride kaldı, Ölürayak buluştular. Ve ölümün kuralları, sözleri, engelleri sıfırladığı noktada yaşamı keşfe koyuldular. Korkuyu, dostluğu, öfkeyi, sevgiyi paylaştılar. Kimbilir belki aşkı da... Yarını olmayan bir yaşamdı bu. O yüzden `bugün` çok değerliydi. Bir kadın: Ela... Bir erkek: Ömer... Ölürayak gerçekten yaşadılar.


FİLMİ İZLE 



 

MİSAFİR (1990)

Senaryo ve Yönetmen: Uğur Duru Kameraman Ali Engin Yapım: Metay Film/Metin Hüseyinoğlu Montaj:, Senkron: Yusuf Aldırmaz, Set: Azmi Yıldız, Adnan Yurdaer, Işık: Bayram İlvur, Şenol Bilgican, Kamera Asistanı: Bülent Terzioğlu, Yönetmen Asistanı: Uğur Perveroğlu, Yeni Lale Stüdyosunda hazırlanmış ve Yeni Stüdyoda seslendirilmiştir

Oyuncular: Tarık Tarcan, Meral Orhonsay, Ömer Köylü, Nina Soylu, Annamike Janet, Buse Erdoğan, Gökay yazar, Elena Biddia, Sabit Altındal, Burcu Yıldız, Levent Tuıran, Menderes Karabulut, Sahinde Dumduru, Süheyla Ve Leyla, Artar, Toni Volkan, Ayhan Kantarcı, Murat Ertürk,

Konu: Film, orta yaşlı bir kadınla genç bir adamın aşk öyküsünü konu alır. Hakan, orta halli bir aileye mensuptur. Turizm üzerine öğrenim gören Hakan, okulu bitirince çalışmak için güneydeki bir tatil beldesine gider. Burada bir otelde çalışmaya başlar. Hakan’ın çalıştığı otelde bir defile düzenlenir. Hakan, defilede yaşanan bir aksilik yüzünden mankenlik yapmak zorunda kalır. Defileyi düzenleyen Meral, Hakan’dan etkilenerek onu yanında çalışmaya ikna eder. İkili kısa sürede duygusal olarak yakınlaşır. Ancak zamanla anlaşmazlığa düşeceklerdir. (Hasan Sakın)

 

 

MENEKŞE KOYU (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Barbro Karabuda Eser: Yaşar Kemal, “Ağır Akar Su” öyküsü Görüntü Yönetmeni: Güneş Karabuda Müzik: Alfons Karabuda Yapım: Türk Konsept/İsveç (Film teknik, OberonSon) ortak yapımı

Oyuncular: Türkan Şoray (Neriman, Sven Wollter, Macit Koper (Rüstem), Yavuzer Çetinkaya (Hasan), Vildan Kara (Karakız), Füsun Demirel, Tanju Tuncer, Kadir Savun (Rahmi), Hikmet Karagöz (İbrahim), Savaş Yurttaş, Dursun Ali Sağıroğlu, Lale Oraloğlu (kadın), Erol Günaydın (teffaf), Salih Kalyon, Ozan Bilen (Ali), Burçin Terzioğlu

Konu: Filmde, bir adam ve ailesinin köydeki diğer kişilerle yaşadıkları konu edilir. Kerem bir balıkçı köyüne gelerek yeni bir düzen kurar. Kendine bir ev inşa eder. Aynı zamanda tamirattan anladığı için köydeki bozuk tekneleri tamir eder. Yaptığı ev bittikten sonra belediye, kaçak olduğu gerekçesiyle evi yıkar. Köylüler bu duruma üzülerek Kerem’e yardım eder ve yeniden bir ev yaparlar. Bir süre sonra Kerem’in karısı Neriman ve iki çocuğu da köye gelir. Ancak Neriman bu yeni yaşantıya ve köye uyum sağlayamayacaktır. (Meltem İşler Sevindi)

► ...Barbro Karabuda'nın, yıllar önce izlediğim ve bende hoş bir anısı olan orta uzunluktaki Bebek filminden sonra soyunduğu bu yeni Yaşar Kemal uyarlaması da doğrusu başlarda pek olumlu bir izlenim bırakmadı bende ...

Bırakmadı, çünkü İsveçli sinemacı, Yaşar Kemal'e bizim beklediğimizden, bekleyebileceğimizden temelde farklı bir yaklaşım gerçekleştirmeyi denemiş sanıyorum. Kıyıdaki bir balıkçı köyüne gelip yerleşmiş, elinden her iş gelen, denize düşenin kurtarılmasından laternacı Hasan'ın bozuk armonikasının onarımına, marifet gerektiren her işin kendisinden beklenir olduğu Kerem Usta, köy sakinleriyle gündelik yaşam ve sorunlar çerçevesinde gelişen sınırlı bir ilişki kuruyor.

Sonra beklediği, uzaklardaki kadını Neriman çıkageliyor bir gün: cam göbeği rengindeki giysisi ve hırkası, kolunda iki çocuğu ve Türkan Şoray'ın Anadolu duvar halılarından çıkıp yeryüzüne inmiş kadın yüzlerini anımsatan güzelliğiyle ... Mutluluk ve uyum çok kısa sürüyor:

Kerem Usta, doyumsuz Neriman'ın istediği yaşamı ona veremeyecektir. Kadın alıp başını gidiyor. Çok sonra, Almanya'da birlikte yaşadığı bir adamdan olma yeni bebeğiyle dönüp geldiğinde, karşısında kırık, acılaşmış, onca sevdiği doğaya, çevreye ve yaşama yabancılaşmış, elini kana bulamaya da hazır bir Kerem Usta bulacaktır ...


Klasik anlamda bir dramaturji kurmuyor kadın yönetmen, kişileri Batılı anlamda bir psikolojik çabayla bize tanıtmayı seçmiyor. Baş kişisi olan Kerem Usta'ya, "Özellikle konuşurken, bir diyalog söylerken hiç yaklaşmıyor. Diğer bir deyimle, Kerem'in ağzından yakın plan eşliğinde tek bir sözcük bile duymuyoruz. Seyircinin kahramanlarla özdeşleşmesini, hatta yakınlaşmasını istemiyor Karabuda ..


Yaşar Kemal bir masal ustası; gelenekleri, söylenceleri, halk masallarını ve tüm bunlardan çözülüp gelmiş kahramanların, ister Toroslar'da olsun ister bir Florya köyünde, alabildiğine zengin, kimisi sanki hiç duyulmamış bir sözcük seli içinde tasvir edildiği ve gerçek dediğimiz şeyle ilintisi zaman zaman kuşkulu düzeylere kayan bir anlatım büyücüsü değil mi!


Karabuda, bu açıdan belki Yaşar Kemal'i bizim öngörülerimizin de ötesinde yakalıyor (tiipik bir Akdenizli yazarı Kuzey Avrupa ülkelerinin bunca sevmesi ve kavraması beni hep şaşırtmıştır) ve onun yazısına eşdeğerde bir sinemayı gerçekleştiriyor. Bu sinemada karakterler yok, tipler var. İnsanlar, kişiler derinleştirilmiş, Freudcu bir psikolojiyle boyutlandırılmış öz varlıklarıyla değil, öncelikle Amerikan sinemasını andıran çok başarılı bir "tipleme" içindeki fiziksel özellikleri (örneğin bir Kadir Savun, bir Lale Oraloğlu, bir Erol Günaydın vb. yan tipleri düşünün) ve buna ek olarak temel davranış biçimleri ve onların dışavurumuyla tanımlanıyorlar.

 

Bireylerin bireysellikleri içinde ancak sınırlı biçimde belirdiği bu tabİo, bir mozaiği, bir Breughel tablosunu (Livaneli'nin Yer Demir Gök Bakır'ının da bu ressamı akla getirmesi bir rastlantı değildi belki) veya (bir kez daha) bir duvar halısını akla getiriyor.


Bu genel görünüm içinde Karabuda, bir yandan Macit Koper, Yavuzer Çetinkaya, Vildan Kaya gibi oyuncuları, fiziksel özelliklerine katılan temel davranışlarıyla, birlikte karaktere doğru geliştirirken Türkan Şoray'ı, bir adamı yücelten ve yıkan, var ve de yok eden kadın, sanki "ezelden ebede" değişmez kader kadın olarak başarıyla kullanıyor. Fiziğiyle rolüne çok yakışan, ayrıca "bakışlarıyla konuşmayı" da bilen usta oyuncu Sven Wollter'e gerçekten "konuşma" fırsatı vermemiş olması ise bir eksiklik bence ...


 Ve Yaşar Kemal'in sıcak Akdenizliliğine bu denetimli Kuzey yaklaşımı, yine de yer yer kimi sinemasal "patlamalar" içeriyor: Neriman'ın (sözünü ettiğim) ilk gelişi, Kerem Usta'nın fırtınalı bir deniz fonu önünde patlayan öfkesi, Neriman'ın sinirli bir denizden ikinci (ve asıl dramatik) çıka gelişi ... Ve sonda, tuhaf biçimde Sven Wollter'in bir diğer (ve çok ünlü) filminin, Tarkovsky'nin Kurban'ınınkini çağrıştıran final bölümü ...


Sanırım, Menekşe Koyu'nu ilk fırsatta bir kez daha görüp sakin, dingin havası altında yatan "ateş"i daha iyi kavramayı deneyeceğim.. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 119”

 


FİLMİ İZLE 




 

MAĞRURLAR “YARALI KALP” (1990)


Senaryo ve Yönetmen: Mehmet Aydın Görüntü Yönetmeni: Mahmut Demir Yapım: Ozan Film / Mehmet Aydın

Oyuncular: Tarık Tarcan, Fulden Uras, Belgin Güven, Sümer Tilmaç

Konu: Filmde, mühendis bir adamla genç bir kızın aşk öyküsü konu edilir. Funda, tatil amacıyla güneydeki küçük bir beldeye gelir. Burada Uğur’la karşılaşan Funda, onunla tanışmaya çalışır. Civardaki inşaatlardan birinde mühendis olarak çalışan Uğur, içine kapanık biridir. Bu nedenle Funda’nın tanışma çabaları sonuçsuz kalır. Sonunda bir vesileyle tanışan ikili yakınlaşır. Bir süre sonra Uğur, önlerine çıkan engeller yüzünden Funda’dan ayrılır. Ancak bu karar yüzünden ikili daha da mutsuz olacaktır. (Hasan Sakın - TSA)

FİLMİ İZLE 





 

MADDE 438 (1990)


Yönetmen: Ümit Efekan Senaryo: Ümit Efekan, Erdoğan Tünaş Görüntü Yönetmeni: Çetin Gürtop Yapım: Erler Film/Türker İnanoğlu Sanat Yönetmeni: Sohban Koloğlu, Yardımcı Yönetmen: Mesut Taner, Yönetmen Yardımcısı: Deniz Mutlu, Kamera Asst.: Erol Civan, Negatif Kurgu: Eyüp Yıldız, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Müzik: Melih Kibar, Renk Düzenleme: Adnan Şahin, Işık Şefi: Ali Salim Yaşar, Ses Kayıt: Naci Ismık, Yapım Koordinatörü: Adnan İrkut, (Fono Film Stüdyosunda hazırlanmıştır).

Oyuncular: Gülşen Bubikoğlu, Berhan Şimşek, Nedim Doğan, Mehtap Anıl, Hakan Ural, Güzin Çorağan, Işık Aras, Selahattin Fırat, Yaşar Kutbay, Enver Dönmez, Dervrim Parscan, Gülten Ceylan, Nuran yalçın, Hakkı Kıvanç, Dündar Aydınlı, Ekrem Dümer, Nejat Gürçen, Hale Haykır, Memduh Ünsal, Sercan Uğurlu

Konu: Kocası tarafından fuhuşa zorlanan Naciye (Gülşen Bubikoğlu), onu kaynar suyla haşlamaktan mahkum olur. Cezaevindeyken boşanan Naciye, çıkınca çocuklarıyla annesinin evine sığınır. Annesinin ölümüyle zorlukla bir gecekondu sahibi olur. Fabrikada iş bulur. Ona göz koyan Arif’in evlenme teklifini kabul eden Naciye, onun evli ve çocuklu olduğunu anlayınca vazgeçer. Onu tehdit eden Arif ve arkadaşları evi basıp çocuklarının önünde Naciye’ye tecavüz ederler. Kaçarlarken oradan geçen bekçi ile Sabri adında (Berhan Şimşek) arkadaşı kamyonun plakasını alıp polise şikayetçi olurlar. Kendisine sahip çıkan Sabri’ye yakınlık duyan Naciye genç adamla imam nikahı ile evlenir. Arif ve arkadaşları bu durumu çarpıtıp, polise yakalandıklarında Naciye’nin fuhuş ve zina yaptığı suçlamasında bulunurlar. Sabri ve Naciye karakola götürülür Naciye’ye hayat kadını vesikası verilir. Genç kadının fahişe statüsünde değerlendirilmesi, Arif ve arkadaşlarına büyük ceza indirimine neden olur. Oktay (Hakan Ural) adlı gazeteci olayı araştırır. Yasanın insan haklarına aykırı olduğunu düşünen sivil kadın örgütleri kampanya başlatır. 438. Madde’nin iptali için dava açılır. Genç kadına vurulan damga, oğulları Nuri ve Ali’nin ona sırt çevirmesine neden olur. Küçük oğlu Halil babaannesine verilir ve Naciye ile görüştürülmez. Kızı Ayşe de valilik emriyle ondan kopartılır. Sabri de çevresinin baskısı ile genç kadını terk eder. Ama gerek Oktay’ın basında geniş yankı bulan yazı dizisi, gerekse sivil toplum örgütlerinin kampanyaları ve kamuoyunun bu çağdışı yasa maddesine koyduğu yoğun tepki sonucu, “Madde 438” iptal edilir. Bu acılı süreçte Naciye maddi ve manevi ağır yaralar almıştır ama mücadelesi, yeni Naciye’lerin dramatik yazgılarına en azından hafifletici bir katkı sağlayacaktır...

4 Filme konu olan Antalyalı Nazire Tarhan olayı nedeniyle, fahişelere tecavüz edenlere indirim sağlayan yasa çeşitli tartışmalara yol açtı. Ve bu ara ünlü Stern dergisi aracılığıyla olay, Alman kamuoyuna geniş biçimde yansıtıldı. Filmin çekimi sırasında ise bilim adamları arasında çeşitli tartışmalara yol açan ceza yasasındaki söz konusu madde iptal edildi.


FİLM İZLE