MENEKŞE KOYU (1990)
Senaryo
ve Yönetmen: Barbro
Karabuda Eser: Yaşar Kemal, “Ağır Akar Su” öyküsü Görüntü Yönetmeni: Güneş
Karabuda Müzik: Alfons Karabuda Yapım: Türk Konsept/İsveç (Film
teknik, OberonSon) ortak yapımı
Oyuncular: Türkan Şoray
(Neriman, Sven Wollter, Macit Koper (Rüstem), Yavuzer Çetinkaya (Hasan), Vildan
Kara (Karakız), Füsun Demirel, Tanju Tuncer, Kadir Savun (Rahmi), Hikmet
Karagöz (İbrahim), Savaş Yurttaş, Dursun Ali Sağıroğlu, Lale Oraloğlu (kadın),
Erol Günaydın (teffaf), Salih Kalyon, Ozan Bilen (Ali), Burçin Terzioğlu
Konu: Filmde, bir adam ve ailesinin
köydeki diğer kişilerle yaşadıkları konu edilir. Kerem bir balıkçı köyüne
gelerek yeni bir düzen kurar. Kendine bir ev inşa eder. Aynı zamanda tamirattan
anladığı için köydeki bozuk tekneleri tamir eder. Yaptığı ev bittikten sonra
belediye, kaçak olduğu gerekçesiyle evi yıkar. Köylüler bu duruma üzülerek
Kerem’e yardım eder ve yeniden bir ev yaparlar. Bir süre sonra Kerem’in karısı
Neriman ve iki çocuğu da köye gelir. Ancak Neriman bu yeni yaşantıya ve köye
uyum sağlayamayacaktır. (Meltem İşler Sevindi)
► ...Barbro Karabuda'nın, yıllar önce
izlediğim ve bende hoş bir anısı olan orta uzunluktaki Bebek filminden sonra
soyunduğu bu yeni Yaşar Kemal uyarlaması da doğrusu başlarda pek olumlu bir
izlenim bırakmadı bende ...
Bırakmadı, çünkü İsveçli sinemacı, Yaşar
Kemal'e bizim beklediğimizden, bekleyebileceğimizden temelde farklı bir
yaklaşım gerçekleştirmeyi denemiş sanıyorum. Kıyıdaki bir balıkçı köyüne gelip
yerleşmiş, elinden her iş gelen, denize düşenin kurtarılmasından laternacı
Hasan'ın bozuk armonikasının onarımına, marifet gerektiren her işin kendisinden
beklenir olduğu Kerem Usta, köy sakinleriyle gündelik yaşam ve sorunlar
çerçevesinde gelişen sınırlı bir ilişki kuruyor.
Sonra beklediği, uzaklardaki kadını
Neriman çıkageliyor bir gün: cam göbeği rengindeki giysisi ve hırkası, kolunda
iki çocuğu ve Türkan Şoray'ın Anadolu duvar halılarından çıkıp yeryüzüne inmiş
kadın yüzlerini anımsatan güzelliğiyle ... Mutluluk ve uyum çok kısa sürüyor:
Kerem Usta, doyumsuz
Neriman'ın istediği yaşamı ona veremeyecektir. Kadın alıp başını gidiyor. Çok
sonra, Almanya'da birlikte yaşadığı bir adamdan olma yeni bebeğiyle dönüp
geldiğinde, karşısında kırık, acılaşmış, onca sevdiği doğaya, çevreye ve yaşama
yabancılaşmış, elini kana bulamaya da hazır bir Kerem Usta bulacaktır ...
Klasik
anlamda bir dramaturji kurmuyor kadın yönetmen, kişileri Batılı anlamda bir
psikolojik çabayla bize tanıtmayı seçmiyor. Baş kişisi olan Kerem Usta'ya,
"Özellikle konuşurken, bir diyalog söylerken hiç yaklaşmıyor. Diğer bir deyimle,
Kerem'in ağzından yakın plan eşliğinde tek bir sözcük bile duymuyoruz.
Seyircinin kahramanlarla özdeşleşmesini, hatta yakınlaşmasını istemiyor
Karabuda ..
Yaşar
Kemal bir masal ustası; gelenekleri, söylenceleri, halk masallarını ve tüm
bunlardan çözülüp gelmiş kahramanların, ister Toroslar'da olsun ister bir
Florya köyünde, alabildiğine zengin, kimisi sanki hiç duyulmamış bir sözcük
seli içinde tasvir edildiği ve gerçek dediğimiz şeyle ilintisi zaman zaman
kuşkulu düzeylere kayan bir anlatım büyücüsü değil mi!
Karabuda,
bu açıdan belki Yaşar Kemal'i bizim öngörülerimizin de ötesinde yakalıyor
(tiipik bir Akdenizli yazarı Kuzey Avrupa ülkelerinin bunca sevmesi ve
kavraması beni hep şaşırtmıştır) ve onun yazısına eşdeğerde bir sinemayı
gerçekleştiriyor. Bu
sinemada karakterler yok, tipler var. İnsanlar, kişiler derinleştirilmiş,
Freudcu bir psikolojiyle boyutlandırılmış öz varlıklarıyla değil, öncelikle
Amerikan sinemasını andıran çok başarılı bir "tipleme" içindeki
fiziksel özellikleri (örneğin bir Kadir Savun, bir Lale Oraloğlu, bir Erol
Günaydın vb. yan tipleri düşünün) ve buna ek olarak temel davranış biçimleri ve
onların dışavurumuyla tanımlanıyorlar.
Bireylerin
bireysellikleri içinde ancak sınırlı biçimde belirdiği bu tabİo, bir mozaiği,
bir Breughel tablosunu (Livaneli'nin Yer Demir Gök Bakır'ının da bu ressamı
akla getirmesi bir rastlantı değildi belki) veya (bir kez daha) bir duvar
halısını akla getiriyor.
Bu
genel görünüm içinde Karabuda, bir yandan Macit Koper, Yavuzer Çetinkaya, Vildan
Kaya gibi oyuncuları, fiziksel özelliklerine katılan temel davranışlarıyla,
birlikte karaktere doğru geliştirirken Türkan Şoray'ı, bir adamı yücelten ve
yıkan, var ve de yok eden kadın, sanki "ezelden ebede" değişmez kader
kadın olarak başarıyla kullanıyor. Fiziğiyle rolüne çok yakışan, ayrıca
"bakışlarıyla konuşmayı" da bilen usta oyuncu Sven Wollter'e
gerçekten "konuşma" fırsatı vermemiş olması ise bir eksiklik bence
...
Ve Yaşar Kemal'in sıcak Akdenizliliğine bu
denetimli Kuzey yaklaşımı, yine de yer yer kimi sinemasal
"patlamalar" içeriyor: Neriman'ın (sözünü ettiğim) ilk gelişi, Kerem
Usta'nın fırtınalı bir deniz fonu önünde patlayan öfkesi, Neriman'ın sinirli
bir denizden ikinci (ve asıl dramatik) çıka gelişi ... Ve sonda, tuhaf biçimde
Sven Wollter'in bir diğer (ve çok ünlü) filminin, Tarkovsky'nin Kurban'ınınkini
çağrıştıran final bölümü ...
Sanırım,
Menekşe Koyu'nu ilk fırsatta bir kez daha görüp sakin, dingin havası altında
yatan "ateş"i daha iyi kavramayı deneyeceğim.. “Atilla Dorsay, “Sinemamızda
Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 119”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder