Görüntü Yönetmeni: Hüseyin Özşahin
Müzik: Tarık
Öcal
Yapım: Mine Film/Kadri Yurdatap,
Devkino Film/Muammer Özer, Belge Film/Sabahattin
Çetin Ortak Yapımı
Oyuncular: Tarık Akan, Hale Soygazi, Yavuzer
Çetinkaya, Savaş Yurttaş, Yurdaer Erşan, Erol Demiröz, Selçuk Uluergüven, Meral
Çetinkaya, Salih Kalyon, Hüseyin Zan, Barış Adalı, Reynak Güzel, Ömer
Yalnızcık, Orhan Çağman, Yaman Okay
Konu: Bilecik'in Demirköy'ünden Kamil (Tarık
Akan) ve Emine (Hale Soygazi), iki çocuklarıyla birlikte daha iyi yaşam
umuduyla köyden kente gelirler. Oysa yanında kalmayı tasarladıkları hemşerileri
ölüp gitmiş, ailesi dağılmıştır. İstanbul' da ev bulmanın (o gün bu gündür hiç
değişmeyen, olsa olsa daha da zorlaşan) ne menem bir iş olduğunu anlayınca,
umutsuzluk içinde, buldukları boş, terk edilmiş eski bir cezaevi arabası olan
boş bir otobüse yerleşirler... Otobüs kısa zamanda boyanır, döşenir, çevresi,
sebze ve çiçek ekilerek gerçek bir bahçe haline getirilir. Aile, çevredeki
villalarda oturan 'zengin'lerle veya çevredeki 'berduş'larla çeşitli ilişkiler
içine girer. Ancak bu ilişkiler ve bu çizgidışı yerleşme çevreyi tedirgin
edecek ve otobüs, polis zoruyla boşaltılacaktır...
Ödüller
22. Antalya
Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması (22 – 29 Eylül 1985)
► "en
başarılı 3. film"
► Muammer
Özer "en başarılı senaryo" ödülü
► Tarık Öcal
"en başarılı müzik ödülü
Jüri
Üyeleri: Lütfi Ö.
Akad, Rekin Teksoy, Selda Alkor, Müşfik Kenter, Metin Deniz, Süreyya Duru,
Halim Horasan, Nejat Gökçe, İhsan Yüceözsoy, Alpaslan Öner, Mevlüde Aydın,
Süleyman Akyüz.
14.
Strasbourg (Fransa) Film Festiva-li'nde (1986) "Bekçi"yle birlikte
"ikincilik" ödülünü paylaştı.
Sinema
Yazarlarının "en iyii On film" seçiminde "Bir Avuç Cennet"
10'uncu oldu.
7. Kırsal Dünya Sinema
Şenliği'nde (Fransa1986) mansiyona değer bulundu.
3. Uluslararası Göçmen
Filmleri Festivali'nde (İsveç-1986) "büyük ödülü aldı.
13. Uluslararası Santarem
Film Festivali'nde (Portekiz-1987) "senaryo" dalında
"birinci" seçilip "altın buket" ödülü aldı ve de "en
iyi film ödülü" olan ''bronz buket"i kazandı.
”Kente göç, otobüs,
iyimserlik: Kimi bizi yerli filmlerimize, özellikle de genç yönetmenlere aşırı
hoşgörülü olmakla suçlar. Türkiye'de film yapmanın, hele genç bir yönetmen için
ilk veya ikinci filmini yapmanın ne demek olduğunu bilince bu tür bir hoşgörüye
sahip olmamak zordur. Orson Welles'in şarkısındaki sözleri biraz ters
çevirerek, "Siz gençliğin, hele genç bir sinemacı olmanın ne demek
olduğunu bilmiyorsunuz" diyebiliriz. Allahtan bu hoşgörümüz kimileyin
doğrulanır, doğrulanmanın da ötesinde bize ödül getirir. Bu ödül, belki biraz
fazla hoş görülü davrandığımız, aşırı destek verdiğimiz bir yönetmenin çok daha
iyi şeyler yaparak kendini kanıtlamasının getirdiği keyiftir, kıvançtır .
Muammer Özer'in mevsim
başında oynayan ilk filmi "Kardeş Kanı"na gerçekten de aşırı
hoşgörülü davranmış olabiliriz. Ama Özer' de sezdiğimiz sinemacı kumaşının
ikinci filminde nasıl tümüyle ortaya çıktığı ve "Bir Avuç Cennet"in
nasıl başarılı bir film olduğu görüldüğünde, elbette bize kalan yalnızca
sevinçtir. 1966'da yayımlanan bir gazete haberi, daha o zamanlar Özer'i
ilgilendirmiş ve Özer, bu haberden yaptığı senaryoyu filme almak için nerdeyse
20 yıl beklemek zorunda kalmıştır.
Aradan geçen
zaman içinde Türk Sineması epey yol almış, köy gerçeği veya köyden büyük kente
göç gerçeği sinemada çeşitli kereler filme alınmış, başarılı yapıtlar ortaya
konmuştur 'Otobüs' mekanı ise Tunç Okan' m "Otobüs" filminde
kullanılmıştır. Ancak bütün bunlar "Bir Avuç Cennet"in başarısını ve
etki gücünü kolay kolay engellemez.
Muammer Özer'in ilk ve ön
başarısı, konusunu alabildiğine yoğun biçimde elde tutması, yan olaylar,
temalar, tiplerle dağıtmamasıdır. Bu, filme klasik tragedya'nın 'tema, mekan,
zaman birliği' diye tanımlanan ünlü 'üç ana kural'ına benzer bir nitelik
getirmektedir. Özer'de çeşitli yan tipler, bu tür bir çevrede, böylesine bir
yerleşmenin getirebileceği tüm insan malzemesi vardır. Ama yalnızca gerektiği,
konuya, öyküye hizmet ettiği kadarıyla... Özer, özellikle çocuklara
yöneltmiştir ilgisini, onların dünyasını, sınıfsal çelişkilerin varlığını
keşfetmelerini, kırsal yaşamla kentsel yaşam farklılıklarını öğrenmelerini,
kendi dünyalarında, avare, boş, amaçsız dolanıp durmalarını ve tüm 'sosyal
mevki' ayrımlarını aşarak neredeyse gencecik gönül ilişkileri bile kurmalarını
ustaca anlatmıştır. Özer'in büyük bir başarıyla seçip yönettiği çocuk oyuncular
kimileyin tümüyle ön plana çıkmakta, sanki filmin gerçek 'star'ları olmaktadırlar.
Ve Özer'in filmine egemenliği, yalnızca çocukları kullandığı sahnelerde biraz
tavsamakta, filmin temposu (özellikle ortalarda) onların çokça kullanıldığı
bölümlerde biraz gevşemektedir.
Filmin bir
diğer başarısı, mekan seçimin-den kaynaklanmaktadır. Özer öyküsü-nü Küçük çekmece'de,
çok ilginç bir mekanda çekmiştir. Arkada büyük kenti simgeleyen her şey vardır:
Tüm trafik ve ağır vasıta yüküyle büyük karayolu, trenler, kentleşmeyi
simgeleyen büyük 'apartmanlar', vs... Önde ise tüm uyumsuzluklarına karşın bu
mekana, bu çevreye karışmakta kararlı kırsal kesim insanları... Tüm iyilikleri,
yumuşaklıkları, insancıllıkları içinde... Gerçekten de Özer, kişilerini hep iyimser
bir perspektifle görmektedir. Kimse gerçek anlamda 'kötü' değildir, herkeste
bir parça da olsa iyilik, insancıllık vardır, kalmıştır. Sorun, yaşamın zor,
sert öz koşullarından kaynaklanmaktadır.
Ve pırıl pırıl
ışıklandırılmış, çok başarılı gece çekimleri içeren film, bunların en güzeliyle
biter... 'Otobüs', çevre baskısıyla dev bir vinç tarafından alınıp
götürülmüştür. Ama yaşam sürmektedir, umut sürmektedir. Demirköy'lü Kamil,
karısı ve çocuklarıyla büyük kentte kalmaya kararlıdır. Arkada, yüreği atan
kenti haberleyen ışıkların ateşböcekleri gibi aydınlattığı bir gece mekanı
içinde, ön planda alabildiğine aydınlanmış, ışık saçan bir çadır, bu umudu, bu
direnci simgelemektedir. Film, bu nefis sahneyle noktalanırken, iyimser, umutlu
bildirisini de seyircisinin yüreğine işlemektedir. Tüm oyuncularının, görüntüde
Hüseyin Özşahin'in, müzikte Tarık Öcal'ın ve katkıda bulunan herkesin görevini
tam ola-rak yaptığı "Bir Avuç Cennet", sinemamıza yeni, usta,
güvenilir bir yönetmenin daha kazanıldığını kesinlikle belgeliyor. Bu
alçakgönüllü, ama etkileyici filmi izleyin. (Attila Dorsay, “12 Eylül Yılları
ve Sinemamız” syf, 252)
*
Filmi heyecansız olarak izlemiş. birinci yarının sonunda fuayeye heyecansız
çıkmış, filmin bittiğinde aynı heyecansızlıkla kalakalmıştım. Ne bir cezaevi otbüsünün
hurdasında yaşama savaşı veren aile ne çöpçü nine. ne bisiklet hırsızı çocuklar
ne cezaevi arabasının vinçle kaldırılışı, ne inadına kurulan çaıdırın içindeki
ışık, beni de, seyirciyi de heyecanlandırmamıştı. Sanat Ateşi nerdeydi?. Film
başlar başlar başlamaz Tarık Öcal'ın hüzünlü müziği sarıyordu bizi halbuki.
Hüseyin Özşahin'in özenli görüntüleri gözümüzü okşuyordu. Ama nereye kadar?
(Yavuzer Çetinkaya. Milliyet Sanat Dergisi, S.: 133, 1 Aralık 1985)
* Muammer Özer'in senaryosu tüm bu inandırıcılıktan uzak öğeleriyle
yapay bir kuruluş taşıyor. Öykünün final öncesine (otobüsün kaldırılması) dek
seyirci hiçbir sürpriz beklemeyince yalnız final sürpriz oluyor filme ilgisi de
düşüyor. Aradaki pek çok olaycık bilinen ve beklenen sondan ötürü ilginç
gelmiyor. Özer'in senaryosunda öyküyü zorla uzatan pek çok geçersiz bölümcük
var. Örneğin yolda rastlanan sarhoş, Cevat’ın arkadaşının bisiklet çalması ve
suçun kendi üzerinde kalması, daha sonra polisin gerçek suçlunun peşine, sonra da
ailenin kaldırılan otobüsü durdurmaya çalışması… (Nezih Coş) Hürriyet Gösteri,
Aralık 1985)
Özer’in kamerasının ardında soğuk ve
bencil bir dünyanın ortasında canlılığını hiç yitirmeyen halkı görürüz. Köhne
ve pas tutmuş, cezaevi arabasını gök mavisine boyarken özgürlüğü ve umudu
çağrıştırıyor. Filmin belki deen etkili final sahnesi de tüm görüntüyü kaplayan
çekiç darbeleriyle adeta toprağa kök salan kütük, zifiri karanlıkta ışıl ışıl
yanan çadır, hiçbir buldozerin söküp atamayacağı kadar güçlü ve parlaktır
(Feyza Zileli, Milliyet Sanat Dergisi 15 Şubat 1986)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder