Senaryo ve Yönetmen: Zülfü
Livaneli (Yaşar Kemal'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Jürgen
Jürges
Müzik: Zülfü Livaneli
Kurgu: Bettina Böhler
Yapım: Türk İnter Film
(Ülker Livaneli) Alman(WDR –Köln/Wim Wenders, (Road Movies- Berlin) Ortak Yapım
Kamera Asistanı: Astonn
Kilma, Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan, Yönetmen Asistanları: Carcilles,
Bischolf, Eray Özbal, Giysiler: Yudum Yontan, Ses Kayıt: Detier
Fichtaer, Kurgu Asistanları: Rcry, Loren Edizel, Işık Şefi: Rainer
Stocus, Set Ekibi: Sonay Kanat, Adnan Cevap, Kemal Kandak, Önder Erdoğan,
Script: Yasemin Yazıcı, Köy Yaşam Amiri: Güngör Yıldırım, Çekim
Amiri: Şarl Şahbaz, Yaşam Asistanı: Evelyn Şahbaz, Yapım
Koordinatörü: Ah-met I. Doğan, Yapım Yönetmeni: Peter Schulze, Yapım
Sorumlusu: Rennée Gündelach,
Oyuncular: Rutkay Aziz (Taşbaş), Macide Tanır
(Meryemce), Yavuzer Çetinkaya (Muhtar), Serap Aksoy (Emine), Yasemin Alkaya
(İsmail’in kızı), Eray Özbal (Recep), Gürel Yontan (Ali), Oğuz Esen (Hasan),
Hülya Göğer (Ümmühan), Tuncay Akça (Memidik), Melih Çardak (Ömer), Dilek
Damlacık (Hüsme), Peter Schulze (Vurgun Ahmet), Ingeborg Carstens (Elif), Hülya
Alakuş (Fatmaca’nın kızı), Cemal Biçer (Çarıksız Murat), Mustafa Gölçen
(Poyraz), Mustafa Güler (Musa), Sonay Kanat (Bekar), Emoş Yılmaz (Memidik’in
annesi), Dursun Coşkun (atlı), Yudum Yontan (üsme’nin annesi), Ali Haydar Cenan
(Bekçi), Hasan Ündağ (1.Jandarma), Haşim Bal (2. Jandarma), Kerim Özgül
(3.Jandarma), Hediye Yıldırım (Sefer’in 1.karısı), Naciye Fındık (Sefer’in
2.karısı), Köy Heyeti: Mustafa Güler, Mehmet Güler, Cemal Biçer, Suat Kurt
(Taşbaş’ın 1.oğlu), Hasan Fındık (Taşbaş’ın 2. Oğlu), Sefer’in Çocukları: Orhan
Koç, Necla Fındık, Köksal Aslan (Taş Adam), Şarl Şahbaz (Çavuş)
Konu: Çukurova'da çaresizlik, yoksulluk ve
korku içinde yaşayan insanların öykü-sü. Köylüler acımasız doğa karşısında
yaşam savaşı verirlerken, bir gün Adil Ağa'nın kapılarına dayanmasını korkuyla
beklerler. Çünkü köylülerin beklentileri altında yatan korku, Adil Ağa'ya olan
borçlarıdır. Bu çaresizlik içinde yaşayan köylüler, sonuçta kendilerine sahip
çıkması için Taşbaş'ı (Rutkay Aziz) bir "ermiş" bir "mitos"
durumuna getirirler. Tüm hastalıkları, herşeyi bir dokunuşuyla iyi edeceğine
inandıkları Taşbaş, onlar için artık peşlerine takıldıkları bir
"umut"tur. Oysa Taşbaş, köylüleri düş dünyasından kurtarmak için çaba
sarf eder. Ama her şey boşunadır. Köylüleri inandıramaz. Ve bir noktadan sonra
Taşbaş da köylülerin düştüğü tuzağa düşer gibi olur. Çünkü bu düş dünyasının
içinde o da kendini bir "ermiş" gibi görmeye başlayacaktır. Tüm bu
olayları dikkatle izleyen muhtar (Yavuzer Çetinkaya) ise, gerçeğin farkındadır.
Ne var ki köylülerin inancını yıkmak için gösterdiği çabalar neticesiz kalır.
Sonuçta jandarmalar Taşbaş'ı alıp götürürler.
Not: Film tümüyle sesli
çekildi. Ve Liva-neli'nin "ilk yönetmenlik denemesi".
ÖDÜL:
*Cannes Film Şenliği'nde
(1987) katıldı San *Sebastian'da (1987) OCİC ödülü aldı. Jurgen Jurges'e Köln
Foto Kina Fuarı'nda (B. Almanya1988) "altın kamera ödülü".
v Livaneli'nin birbirinden güzel ve
etkileyici, ama işlevsel olmaktan soyut-lanmış durağan görüntülerin en
oluş-turduğu bu "kar operası" ve "vahşi Şiir"inde Yaşar Kemal'in
dünyasını yakalamak öylesine zor öylesine uzak ki... Kendisinin de
tanımlamadığı gibi "diyaloglardan çok görüntülere" yer vermesi filmi
neredeyse "Doğu'dan kış manzaraları" düzeyine düşürmüş gibi geldi
bana. Yaşar Kemal'in tüm yapıtlarına egemen olan çevre-kişi bütünleşmesi,
insan-çevre-doğa arasındaki savaşın, bu birbirinden en güzel doğa fotoğrafları
ile adeta yoksulluk ile çare-sizliğin üzerine yağan bir süs gibi çörek-lenmiş.
Filmin belki de ana teması olan "çaresizlik" ve "korku" da
tıpkı, insan ile doğa arasındaki yapay ilişki gibi oldukça yüzeysel daha
doğrusu belirsiz bir biçimde geçiştirilerek "ermiş" yaratma
gereksinimini bir fantezi haline sokmaya yetmiş. Beklenip de bir türlü
gelmeyen "ağa" ile köylülerin bir "sahip bulmaya"
yönelişleri içinde bulundukları toplumsal/ekonomik gerçeklerden oldukça da
soyutlanarak, neredeyse bir güldürü motifinin düzeyine indirgenmiş. Köylülerin
korkuları, bu korkularından kaynaklanan kimi düşleri, kinleri, umut ve
yoksullukları da Livaneli'nin biçimsel kaygıları ön plana çıkaran sinemasal
anlayışı içinde bir' bakıma eriyip gitmiş (Burçak Evren, .Güneş, 8 Ocak 1988).
“Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”
v Filmin: En azından
oyuncular, senaryo, yönetim ve müzikleri kadar, nefes kesici görüntüleriyle
dikkat çekiyor; bu bağlamda, "bir Livaneli filmi" olduğu gibi,
"bir Jurgens filmi" de sayılabilir (Bkz.: Ali Hakan, Yer sinema gök
müzik, 2000'e Doğru, S.: 3, 10016 Ocak 1988).
v Belli ki çok iyi bir set kurulmuş,
ulusla-rarası bir görüntü yönetmeni ve sıkı teknik olanaklar sağlanmış. Ne var
ki filmde bir yönetmen otoritesinin boşluğu şiddetle seziliyor. Hemen her şey
"görüntünün" hizmetine verilmiş. Evet, olağanüstü güzellikte
görüntüler var; Jupgen Jurgens çok iyi bir görüntü yönetmeni, ama birbirine
akmayan tek tek görüntülerin varlığı, film yapmaya yetmiyor. Sonuçta iyi bir
dia gösterisi de size bu hizmeti sunabilir. Hele Multi Media çağında. Hatta
çoğu kez iyi bir görüntü elde etmek adına yapılan şeyler o kadar belli
ediliyor, niyet o kadar sezdiriliyor ki, tadınız tuzunuz kaçıp kızmaya bile
başlıyorsunuz. Örneğin Türk köyündeki alman delisinin ilk göründüğü sahnede
Brueghel'e benzesin diye gösterilen gayret insanı biraz mahçup ediyor. Ayrıca
kaçak aşıkların kulübede şömine önündeki aşk sahnelerindeki duyarlığın bir Ümit
Besen filminde de pek farklı çekilmediği kanısındayım. Ayrıca birçok sahnede
açma kapama ile yapılan geçişlerin ve günümüz sineması için "geri"
bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Ayrıca tempoyu iyice ağırlaştırdığı
kanısındayım ( Murathan Mungan, Türk sinemasında bir mevsim: Kış, Söz, 8 Ocak
1988).“Agah Özgüç, a.g.e.”
v Livaneli, Yaşar Kemal'in
coşkun anlatımını ve atmosferini perdede kurmaya soyunduğu ilk yönetmenlik
deneyiminde, öncelikle senaryodan kaynaklanan "zaafların" tuzağına
düşmekten kurtula-mıyor. Kimi konuşmaların tekrarlandığı, tam bir doğallığı
erişemeyen film genelde mesajını iletemeyen bir "üslup karmaşa ve
kargaşası" içinde, bir türlü toparlanıp etkileyici bir film tutturamıyor.
Ard arda getirilmiş güzel fotoğraflar, yönetmenin deyişiyle "yerel
renklerden, süslerden arındırılmış, karlarla kaplı bir dünyada geçen kış
masalı" olmasına yetmiyor film. Çünkü genelde, havada kalan bir
üslupsuzluk egemen "Yer Demir Gök Bakır"a (Sungu Çapan, Milliyet
Sanat Dergisi, S.: 185, 1 Şubat 1988). “Agah Özgüç, a.g.e.”
v Filmdeki "ermiş"
veya "mit", köylülerin inşa ettiği "mit" değil,
Livaneli'nin Livane-li'nin şahsında 'Türk aydın ve bürokratının inşa ettiği
"ermiş"tir. Bu noktada, köy ve köylüler, Livaneli'nin kamerasının
önünde debelenen kobaylara dönüşüyorlar; bu insanlar gerçekten var oldukları
için var değiller; Livaneli'nin "Yer Demir Gök Bakır" filmi için
varlar ve Livaneli'nin bakış açısı içinde varlar. İşte bu yüzden filmin akışı
içinde köylülerin "mit"i önemini kaybediyor, Livaneli'nin resmi
ideolojisinin "köy mit"i ön plana çıkıyor (Hüsamettin Arslan
Tercüman, 7 Ocak 1988). “Agah Özgüç, a.g.e.”
v "Yer Demİr Gök Bakır" İçin bir
yabancı gazete "bir kar operası" demiş... Ben daha çok bir "kar
şiiri" derdim. Çünkü, opera sözcüğünün çağrıştırdığının tam tersine, Zülfü
Livaneli. bu filmde, kimi şeyleri haykırarak, abartarak, altını çizerek vermeyi
değil; tam tersine, alçak sesle, usul usul vermeyi yeğlemiş. Yürekli, hatta
cü-retti bir tavırla, Yaşar Kemal motiflerini, Yaşar Kemal'i bile şaşırtması
gereken bir sadelikle, nerdeyse Batılı bir sinemacı tavrıyla ele almış. Bir
Türk romanına bir Batılı gibi yaklaşmak... İşte hem övgülere hem de sövgülere
yol açabilecek, en azın-dan farklı, değişik bir tavır!..
v
Yer Demir
Gök Bakır’ı Cannes'da ilk kez gördükten sonra, Yaşar Kemal'in ünlü üçlemesini
yeniden okumaya başladı-ğımda şunu fark ettim: Yaşar Kemal gerçekten de
romanları sinemalaştırılması ne denli zor bir yazar!.. Bu yalnızca, o ünlü doğa
tasvirlerinden, sözcük zenginliğinden, anlatma ve yazma şehvetinden
kaynaklanıyor değil... Ayrıca Yaşar Kemal romanlarında, yalnız sinemalaştırma
çabasıyla değil, dikkatli bir okumayla da meydana çıkan bir klasik anlamda
drama ve dramaturjiye meydan okuma, giderek sırt çevirme özelliği var. Diğer
bir deyiş-le, klasik dram anlayışı açısından alabildiğine yalın gözüken
romanlar bunlar... Tüm "Ortadirek", Meryemce kadının oğlu Ali ve
ailesiyle birlikte "dağın öteki yüzü"ne inmesinin öyküsüdür... Tüm "Yer
Demir Gök Bakır" da bir anlamda, bir köyün, bir türlü gelmeyen alacaklısı
Adil Ağa'yı beklemesinin öyküsü... Ya-şar Kemal'in büyüklüğü, kuşkusuz bu
temelde "cılız" gözüken malzemeden olağanüstü bir çağdaş meddah, bir
büyük hikâye ustası, bir söz büyücüsü kimlikleriyle büyük romanlar
çıkarabilmesindedir. Ama aynı romanları filme almaya sıra gelince, ne
yapacaksınız? Sözü, sözün büyüsünü, edebiyatın gücünü ortadan kaldırınca geriye
ne kalacak? Bir Yaşar Kemal romanına nasıl, hangi tavırla yaklaşacaksınız?
Zülfü Livaneli, seçimini baştan ve radikal bir tutum la yapmış. Şimdiye dek
yapılmış bütün "köy filmlerimizi unutmuş. Romanın içindeki dram
malzemesine yüklemeler yapmamış, hiçbir abartmaya gitmemiş. Tüm vuruculuğuna
karşın, ne o çarpıcı egzotik görüntüyü, ne "iyi-kötü" çatışmasını, ne
öyküde gizli çeşitli dramatik ipuçlarını abartmış, sömürmüş ...
Ve ortaya
hiç de beklenebilecek bir Yaşar Kemal uyarlaması olmayan, ama kendi kişiliği
olan değişik bir film çıkmış ... İşin tuhafı, şimdiye dek yapılmış çok daha
"saygılı", çok daha "Ortodoks" Yaşar Kemal uyarlamalarından
daha çok Yaşar Kemal olan bir film ... En azından Yaşar Kemal'de var olan
evrenseli çok daha iyi ortaya çıkartan, belli bir yabancılaştırma, belli bir
şaşırtma pahasına (kuşkusuz bunlar bizim seyircimiz için söz konusu), Kemal'i
daha çok evrensel kılan bir film bu. En azından benim kişisel görüşüme göre.
Zülfü
Livaneli, yöresel ağzı bir yana bı-rakmış. Giysilerde gerçeklik duygusundan
çok, belli bir stilizasyonu yeğlemiş. Coşkulu, eğlenceli sahnelere eşlik eden
müziğini, hiç de yerel tonlar taşımayan, hatta Ali'nin ağzındaki kavaldan
Batılı sesler çıkartan bir müzik olarak düşünmüş, kullanmış... "Kötü"
muhtarda Yavuzer Çetinkaya hiç de patolojik olmayan bir kötülüğü yakıştırırken,
Taşbaş'ta köy Aziz'i de yalın, en küçük bir abartısı olmayan bir kıvamda
oynatmış. Çetinkaya'nın "kötü muhtar"lığı sinema-mızdaki binlerce
örneğinden ne denli uzaksa, sözgelimi Macide Tanır'ın Meryemce’si de yine
sözgelimi Aliye Rona'nın yaşlı, inatçı köy kadını anIayışından o denli ırak.
Kolayca sömü-rülebilecek kimi sahneleri (örneğin köylü-nün Adil Ağa'yı
beklerken yapılacaklar konusunda birbirine girmesi, muhtarın, yeğenini
dövdürmesi, kaçan aşıkların donup ölmesi, gibi), oldukça ekonomik biçimde,
kısacık bölüvermeyi yeğlemiş ... Yaşar Kemal mizahım genelde oldukça 'iyi
biçimde korumuş ...
Kuşkusuz filmde belli
dengesizlikler de var. Filmin ilk bölü-münde Adil Ağa'nın beklenmesi olayı,
romanı (ve Yaşar Kemal'i) pek bilmeyen bir seyircide, filmin bu yönde gelişeceği,
bir ekonomik sömürü sergilenmesine tanık olacağı izlenimi yaratıyor. Özellikle
Batılı seyirci, sanırım ki sanki ekonomik kökenli bir "Godot'yu
Beklerken" göreceğini sanıyor. Ancak sonradan olayların tümüyle yön
değiştirmesi ve konunun, kendi halindeki Taşbaş efendinin evliyalığına
dönüşmesi, sanırım senaryoda çok İyi çözümlene-memiş. Ayrıca oyuncu yönetiminde
kimi eksiklikler olduğu, yukarda sözünü ettiğim kısa ve Özlü anlatımının kimi
yerlerde, yine özellikle yapıta yabana olanlar içini kimi gelişmeleri anlamayı
zor, giderek olanaksız kıldığı da söylenebilir. Filmin kimi sahnelerinin her
şeye kargın belli bir biçimcilik kaygısı taşıdığı özün yer yer estetiğe kurban
edildiği gibi bir izlenim edinmek de mümkün...
Ama
"Yer Demir Gök Bakır", bu eksiklikleri veya kaygıları aşıp kendi
sesini, tonunu bulan bir film... Bir büyük romandan ya-pılmış, alabildiğine
yürekli, özgün, değişik bir film; birçok şeye meydan okumayı, anti-köy filmi,
anti Yeşilçam dramı, anti- doğa freski ve anti-başka şeyler olmayı göze almış,
en azından "farklı" olmaya yönelmiş bir film... Ve sinemada (Peter Ustinov'un
"İnce Memed"i de dahil) şimdiye dek yapılmış en başarılı Yaşar Kemal
uyarlaması. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder