Powered By Blogger

8 Nisan 2020 Çarşamba

YER DEMİR GÖK BAKIR (1987)


Senaryo ve Yönetmen: Zülfü Livaneli (Yaşar Kemal'in aynı isimli romanından)
Görüntü Yönetmeni: Jürgen Jürges
Müzik: Zülfü Livaneli
Kurgu: Bettina Böhler
Yapım: Türk İnter Film (Ülker Livaneli) Alman(WDR –Köln/Wim Wenders, (Road Movies- Berlin) Ortak Yapım

Kamera Asistanı: Astonn Kilma, Sanat Yönetmeni: Gürel Yontan, Yönetmen Asistanları: Carcilles, Bischolf, Eray Özbal, Giysiler: Yudum Yontan, Ses Kayıt: Detier Fichtaer, Kurgu Asistanları: Rcry, Loren Edizel, Işık Şefi: Rainer Stocus, Set Ekibi: Sonay Kanat, Adnan Cevap, Kemal Kandak, Önder Erdoğan, Script: Yasemin Yazıcı, Köy Yaşam Amiri: Güngör Yıldırım, Çekim Amiri: Şarl Şahbaz, Yaşam Asistanı: Evelyn Şahbaz, Yapım Koordinatörü: Ah-met I. Doğan, Yapım Yönetmeni: Peter Schulze, Yapım Sorumlusu: Rennée Gündelach,

Oyuncular: Rutkay Aziz (Taşbaş), Macide Tanır (Meryemce), Yavuzer Çetinkaya (Muhtar), Serap Aksoy (Emine), Yasemin Alkaya (İsmail’in kızı), Eray Özbal (Recep), Gürel Yontan (Ali), Oğuz Esen (Hasan), Hülya Göğer (Ümmühan), Tuncay Akça (Memidik), Melih Çardak (Ömer), Dilek Damlacık (Hüsme), Peter Schulze (Vurgun Ahmet), Ingeborg Carstens (Elif), Hülya Alakuş (Fatmaca’nın kızı), Cemal Biçer (Çarıksız Murat), Mustafa Gölçen (Poyraz), Mustafa Güler (Musa), Sonay Kanat (Bekar), Emoş Yılmaz (Memidik’in annesi), Dursun Coşkun (atlı), Yudum Yontan (üsme’nin annesi), Ali Haydar Cenan (Bekçi), Hasan Ündağ (1.Jandarma), Haşim Bal (2. Jandarma), Kerim Özgül (3.Jandarma), Hediye Yıldırım (Sefer’in 1.karısı), Naciye Fındık (Sefer’in 2.karısı), Köy Heyeti: Mustafa Güler, Mehmet Güler, Cemal Biçer, Suat Kurt (Taşbaş’ın 1.oğlu), Hasan Fındık (Taşbaş’ın 2. Oğlu), Sefer’in Çocukları: Orhan Koç, Necla Fındık, Köksal Aslan (Taş Adam), Şarl Şahbaz (Çavuş)

Konu: Çukurova'da çaresizlik, yoksulluk ve korku içinde yaşayan insanların öykü-sü. Köylüler acımasız doğa karşısında yaşam savaşı verirlerken, bir gün Adil Ağa'nın kapılarına dayanmasını korkuyla beklerler. Çünkü köylülerin beklentileri altında yatan korku, Adil Ağa'ya olan borçlarıdır. Bu çaresizlik içinde yaşayan köylüler, sonuçta kendilerine sahip çıkması için Taşbaş'ı (Rutkay Aziz) bir "ermiş" bir "mitos" durumuna getirirler. Tüm hastalıkları, herşeyi bir dokunuşuyla iyi edeceğine inandıkları Taşbaş, onlar için artık peşlerine takıldıkları bir "umut"tur. Oysa Taşbaş, köylüleri düş dünyasından kurtarmak için çaba sarf eder. Ama her şey boşunadır. Köylüleri inandıramaz. Ve bir noktadan sonra Taşbaş da köylülerin düştüğü tuzağa düşer gibi olur. Çünkü bu düş dünyasının içinde o da kendini bir "ermiş" gibi görmeye başlayacaktır. Tüm bu olayları dikkatle izleyen muhtar (Yavuzer Çetinkaya) ise, gerçeğin farkındadır. Ne var ki köylülerin inancını yıkmak için gösterdiği çabalar neticesiz kalır. Sonuçta jandarmalar Taşbaş'ı alıp götürürler.

Not: Film tümüyle sesli çekildi. Ve Liva-neli'nin "ilk yönetmenlik denemesi".

ÖDÜL:
*Cannes Film Şenliği'nde (1987) katıldı San *Sebastian'da (1987) OCİC ödülü aldı. Jurgen Jurges'e Köln Foto Kina Fuarı'nda (B. Almanya1988) "altın kamera ödülü".

v    Livaneli'nin birbirinden güzel ve etkileyici, ama işlevsel olmaktan soyut-lanmış durağan görüntülerin en oluş-turduğu bu "kar operası" ve "vahşi Şiir"inde Yaşar Kemal'in dünyasını yakalamak öylesine zor öylesine uzak ki... Kendisinin de tanımlamadığı gibi "diyaloglardan çok görüntülere" yer vermesi filmi neredeyse "Doğu'dan kış manzaraları" düzeyine düşürmüş gibi geldi bana. Yaşar Kemal'in tüm yapıtlarına egemen olan çevre-kişi bütünleşmesi, insan-çevre-doğa arasındaki savaşın, bu birbirinden en güzel doğa fotoğrafları ile adeta yoksulluk ile çare-sizliğin üzerine yağan bir süs gibi çörek-lenmiş. Filmin belki de ana teması olan "çaresizlik" ve "korku" da tıpkı, insan ile doğa arasındaki yapay ilişki gibi oldukça yüzeysel daha doğrusu belirsiz bir biçimde geçiştirilerek "ermiş" yaratma gereksinimini bir fantezi haline sokmaya yetmiş. Beklenip de bir türlü gelmeyen "ağa" ile köylülerin bir "sahip bulmaya" yönelişleri içinde bulundukları toplumsal/ekonomik gerçeklerden oldukça da soyutlanarak, neredeyse bir güldürü motifinin düzeyine indirgenmiş. Köylülerin korkuları, bu korkularından kaynaklanan kimi düşleri, kinleri, umut ve yoksullukları da Livaneli'nin biçimsel kaygıları ön plana çıkaran sinemasal anlayışı içinde bir' bakıma eriyip gitmiş (Burçak Evren, .Güneş, 8 Ocak 1988). “Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü”

v    Filmin: En azından oyuncular, senaryo, yönetim ve müzikleri kadar, nefes kesici görüntüleriyle dikkat çekiyor; bu bağlamda, "bir Livaneli filmi" olduğu gibi, "bir Jurgens filmi" de sayılabilir (Bkz.: Ali Hakan, Yer sinema gök müzik, 2000'e Doğru, S.: 3, 10016 Ocak 1988).

v    Belli ki çok iyi bir set kurulmuş, ulusla-rarası bir görüntü yönetmeni ve sıkı teknik olanaklar sağlanmış. Ne var ki filmde bir yönetmen otoritesinin boşluğu şiddetle seziliyor. Hemen her şey "görüntünün" hizmetine verilmiş. Evet, olağanüstü güzellikte görüntüler var; Jupgen Jurgens çok iyi bir görüntü yönetmeni, ama birbirine akmayan tek tek görüntülerin varlığı, film yapmaya yetmiyor. Sonuçta iyi bir dia gösterisi de size bu hizmeti sunabilir. Hele Multi Media çağında. Hatta çoğu kez iyi bir görüntü elde etmek adına yapılan şeyler o kadar belli ediliyor, niyet o kadar sezdiriliyor ki, tadınız tuzunuz kaçıp kızmaya bile başlıyorsunuz. Örneğin Türk köyündeki alman delisinin ilk göründüğü sahnede Brueghel'e benzesin diye gösterilen gayret insanı biraz mahçup ediyor. Ayrıca kaçak aşıkların kulübede şömine önündeki aşk sahnelerindeki duyarlığın bir Ümit Besen filminde de pek farklı çekilmediği kanısındayım. Ayrıca birçok sahnede açma kapama ile yapılan geçişlerin ve günümüz sineması için "geri" bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Ayrıca tempoyu iyice ağırlaştırdığı kanısındayım ( Murathan Mungan, Türk sinemasında bir mevsim: Kış, Söz, 8 Ocak 1988).“Agah Özgüç, a.g.e.”

v    Livaneli, Yaşar Kemal'in coşkun anlatımını ve atmosferini perdede kurmaya soyunduğu ilk yönetmenlik deneyiminde, öncelikle senaryodan kaynaklanan "zaafların" tuzağına düşmekten kurtula-mıyor. Kimi konuşmaların tekrarlandığı, tam bir doğallığı erişemeyen film genelde mesajını iletemeyen bir "üslup karmaşa ve kargaşası" içinde, bir türlü toparlanıp etkileyici bir film tutturamıyor. Ard arda getirilmiş güzel fotoğraflar, yönetmenin deyişiyle "yerel renklerden, süslerden arındırılmış, karlarla kaplı bir dünyada geçen kış masalı" olmasına yetmiyor film. Çünkü genelde, havada kalan bir üslupsuzluk egemen "Yer Demir Gök Bakır"a (Sungu Çapan, Milliyet Sanat Dergisi, S.: 185, 1 Şubat 1988). “Agah Özgüç, a.g.e.”

v    Filmdeki "ermiş" veya "mit", köylülerin inşa ettiği "mit" değil, Livaneli'nin Livane-li'nin şahsında 'Türk aydın ve bürokratının inşa ettiği "ermiş"tir. Bu noktada, köy ve köylüler, Livaneli'nin kamerasının önünde debelenen kobaylara dönüşüyorlar; bu insanlar gerçekten var oldukları için var değiller; Livaneli'nin "Yer Demir Gök Bakır" filmi için varlar ve Livaneli'nin bakış açısı içinde varlar. İşte bu yüzden filmin akışı içinde köylülerin "mit"i önemini kaybediyor, Livaneli'nin resmi ideolojisinin "köy mit"i ön plana çıkıyor (Hüsamettin Arslan Tercüman, 7 Ocak 1988). “Agah Özgüç, a.g.e.”

v    "Yer Demİr Gök Bakır" İçin bir yabancı gazete "bir kar operası" demiş... Ben daha çok bir "kar şiiri" derdim. Çünkü, opera sözcüğünün çağrıştırdığının tam tersine, Zülfü Livaneli. bu filmde, kimi şeyleri haykırarak, abartarak, altını çizerek vermeyi değil; tam tersine, alçak sesle, usul usul vermeyi yeğlemiş. Yürekli, hatta cü-retti bir tavırla, Yaşar Kemal motiflerini, Yaşar Kemal'i bile şaşırtması gereken bir sadelikle, nerdeyse Batılı bir sinemacı tavrıyla ele almış. Bir Türk romanına bir Batılı gibi yaklaşmak... İşte hem övgülere hem de sövgülere yol açabilecek, en azın-dan farklı, değişik bir tavır!..
v     
Yer Demir Gök Bakır’ı Cannes'da ilk kez gördükten sonra, Yaşar Kemal'in ünlü üçlemesini yeniden okumaya başladı-ğımda şunu fark ettim: Yaşar Kemal gerçekten de romanları sinemalaştırılması ne denli zor bir yazar!.. Bu yalnızca, o ünlü doğa tasvirlerinden, sözcük zenginliğinden, anlatma ve yazma şehvetinden kaynaklanıyor değil... Ayrıca Yaşar Kemal romanlarında, yalnız sinemalaştırma çabasıyla değil, dikkatli bir okumayla da meydana çıkan bir klasik anlamda drama ve dramaturjiye meydan okuma, giderek sırt çevirme özelliği var. Diğer bir deyiş-le, klasik dram anlayışı açısından alabildiğine yalın gözüken romanlar bunlar... Tüm "Ortadirek", Meryemce kadının oğlu Ali ve ailesiyle birlikte "dağın öteki yüzü"ne inmesinin öyküsüdür... Tüm "Yer Demir Gök Bakır" da bir anlamda, bir köyün, bir türlü gelmeyen alacaklısı Adil Ağa'yı beklemesinin öyküsü... Ya-şar Kemal'in büyüklüğü, kuşkusuz bu temelde "cılız" gözüken malzemeden olağanüstü bir çağdaş meddah, bir büyük hikâye ustası, bir söz büyücüsü kimlikleriyle büyük romanlar çıkarabilmesindedir. Ama aynı romanları filme almaya sıra gelince, ne yapacaksınız? Sözü, sözün büyüsünü, edebiyatın gücünü ortadan kaldırınca geriye ne kalacak? Bir Yaşar Kemal romanına nasıl, hangi tavırla yaklaşacaksınız? Zülfü Livaneli, seçimini baştan ve radikal bir tutum la yapmış. Şimdiye dek yapılmış bütün "köy filmlerimizi unutmuş. Romanın içindeki dram malzemesine yüklemeler yapmamış, hiçbir abartmaya gitmemiş. Tüm vuruculuğuna karşın, ne o çarpıcı egzotik görüntüyü, ne "iyi-kötü" çatışmasını, ne öyküde gizli çeşitli dramatik ipuçlarını abartmış, sömürmüş ...

Ve ortaya hiç de beklenebilecek bir Yaşar Kemal uyarlaması olmayan, ama kendi kişiliği olan değişik bir film çıkmış ... İşin tuhafı, şimdiye dek yapılmış çok daha "saygılı", çok daha "Ortodoks" Yaşar Kemal uyarlamalarından daha çok Yaşar Kemal olan bir film ... En azından Yaşar Kemal'de var olan evrenseli çok daha iyi ortaya çıkartan, belli bir yabancılaştırma, belli bir şaşırtma pahasına (kuşkusuz bunlar bizim seyircimiz için söz konusu), Kemal'i daha çok evrensel kılan bir film bu. En azından benim kişisel görüşüme göre.

Zülfü Livaneli, yöresel ağzı bir yana bı-rakmış. Giysilerde gerçeklik duygusundan çok, belli bir stilizasyonu yeğlemiş. Coşkulu, eğlenceli sahnelere eşlik eden müziğini, hiç de yerel tonlar taşımayan, hatta Ali'nin ağzındaki kavaldan Batılı sesler çıkartan bir müzik olarak düşünmüş, kullanmış... "Kötü" muhtarda Yavuzer Çetinkaya hiç de patolojik olmayan bir kötülüğü yakıştırırken, Taşbaş'ta köy Aziz'i de yalın, en küçük bir abartısı olmayan bir kıvamda oynatmış. Çetinkaya'nın "kötü muhtar"lığı sinema-mızdaki binlerce örneğinden ne denli uzaksa, sözgelimi Macide Tanır'ın Meryemce’si de yine sözgelimi Aliye Rona'nın yaşlı, inatçı köy kadını anIayışından o denli ırak. Kolayca sömü-rülebilecek kimi sahneleri (örneğin köylü-nün Adil Ağa'yı beklerken yapılacaklar konusunda birbirine girmesi, muhtarın, yeğenini dövdürmesi, kaçan aşıkların donup ölmesi, gibi), oldukça ekonomik biçimde, kısacık bölüvermeyi yeğlemiş ... Yaşar Kemal mizahım genelde oldukça 'iyi biçimde korumuş ...

Kuşkusuz filmde belli dengesizlikler de var. Filmin ilk bölü-münde Adil Ağa'nın beklenmesi olayı, romanı (ve Yaşar Kemal'i) pek bilmeyen bir seyircide, filmin bu yönde gelişeceği, bir ekonomik sömürü sergilenmesine tanık olacağı izlenimi yaratıyor. Özellikle Batılı seyirci, sanırım ki sanki ekonomik kökenli bir "Godot'yu Beklerken" göreceğini sanıyor. Ancak sonradan olayların tümüyle yön değiştirmesi ve konunun, kendi halindeki Taşbaş efendinin evliyalığına dönüşmesi, sanırım senaryoda çok İyi çözümlene-memiş. Ayrıca oyuncu yönetiminde kimi eksiklikler olduğu, yukarda sözünü ettiğim kısa ve Özlü anlatımının kimi yerlerde, yine özellikle yapıta yabana olanlar içini kimi gelişmeleri anlamayı zor, giderek olanaksız kıldığı da söylenebilir. Filmin kimi sahnelerinin her şeye kargın belli bir biçimcilik kaygısı taşıdığı özün yer yer estetiğe kurban edildiği gibi bir izlenim edinmek de mümkün...

Ama "Yer Demir Gök Bakır", bu eksiklikleri veya kaygıları aşıp kendi sesini, tonunu bulan bir film... Bir büyük romandan ya-pılmış, alabildiğine yürekli, özgün, değişik bir film; birçok şeye meydan okumayı, anti-köy filmi, anti Yeşilçam dramı, anti- doğa freski ve anti-başka şeyler olmayı göze almış, en azından "farklı" olmaya yönelmiş bir film... Ve sinemada (Peter Ustinov'un "İnce Memed"i de dahil) şimdiye dek yapılmış en başarılı Yaşar Kemal uyarlaması. “Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder