MÜLTECİ (2007)
Senaryo
ve Yönetmen: Reis Çelik, Görüntü Yönetmeni: Reis Çelik, Müzik: Kalan
Müzik, Yapım: RH Yapımcılık/ Reis Çelik, Baran Seyhan, Kurgu: Ulaş
Cihan Şimşek, Sanat Yönetmeni: Numan Acar, Ekrem Çelik, Yürütücü
Yapımcı: Numan Acar, Görsel Efektler: Uğur Erbaş,
Oyuncular: Luk
Piyes, Derya Durmaz, Halil Ergün, Numan Acar, Yüksel Arıcı, Necemettin
Çobanoğlu, Ali Tutal
Konu: Şivan, Güneydoğu Anadolu
bölgesinde yaşayan, 20 yaşında bir gençtir. Şivan’ın dedesi Şaho, varlığını
sürdürebilmek için hem devlet güçlerine hem de bölgede güçlü olan örgüte
mesafeli duran Givdanlı aşiretinin ağasıdır. Şivan, sevdiği kız Berfin ile
tarlada buluştuğu bir gün, tarlaya sabotaj düzenlenir ve köyün tüm harmanı
yakılır. Olay üzerine başlayan polis sorgusu, olay anında tarlada olduğu
kanıtlanan Şivan’ın hayatını geri dönülmez bir şekilde değiştirir. Sorguya
alınan Şivan, hem polis ve örgütün arasında kalmıştır. Torununun hayatının
tehlikede olduğunu düşünen dedesi Şaho, Şivan’ın yurtdışına çıkarılmasını
sağlar. Bir şebeke aracılığıyla Almanya’ya kaçırılan Şivan, burada bir
sığınmacılar kampına yerleştirilir. Ne var ki dilini bilmediği bu ülkede
Şivan’ı Türkiye’de yaşadığı deneyime farklı boyutlar ekleyecek bir sınav
beklemektedir.
Filmi biraz anlatır mısınız?
Dünyanın en büyük problemlerinden biri mültecilik problemidir. Filmin özünde niye mülteci olduklarını anlatıyoruz. Emperyalizm ülkeleri sömürüp bütün değerlerini ve zenginlikleri kendi şatolarına götürdüklerinde Afrika, Asya, Güney Amerika açlıktan perişan olup onların kaynakları Amerika ve Avrupa'yı zengin etmiştir. Göç kaynakları aşındığı yerde başlamıştır. Filmin özü budur, bunu anlatmaya çalıştık.
Çekimlere başladığımız takvim 1 yıl oldu.
Maceralı bir film yolculuğu yaptık. Filmin çekimlerine geçen yıl şubat ayında
Köln şehrinde başladık. Sonra biraz bekledik ve ekinler büyüyüp biçim zamanı
geldiğinde Kars'ta çekimlere devam ettik. Köyde çekimler gereği yangın
çıkardık. Filmin devamını Almanya'daki bir mülteci kampında çekecektik gerekli
izinleri aldık ve çekimlere başladık ancak bizim çekimlere başlamamızla bizi
kovmaları bir oldu. Biraz yaralarına dokunduk tabii, alman demokrasisini,
Avrupa demokrasisini ve demokrasiyi satanların demokrasisini irdelediğimiz için
onlara ters geldi herhalde, bahaneler bulup bizi kovdular. Durum böyle
gelişince biz hayli bir sıkıntıya düştük. Türkiye'ye gelip burada bir mülteci
kampı kurduk. Kırklareli'nde 1989 yılında Bulgaristan' dan gelenler için
yapılan bir mülteci kampını yeniden dizayn ettik, Almanya'daki mülteci
kamplarına benzettik. Sonra bu kampa Afrika'dan Asya'dan Antarktika'dan
mülteciler bulduk. Çünkü mülteci kampı böyle bir şeydir. Alman polisi, arabası
yaptık ve küçük bir Almanya yaratmaya çalıştık. Böylece Almanya'da çekmemiz
gereken sahneleri bu kampta çektik. Bu aralıklarla tam bir yıl film çekmiş
olduk.
. Diğer oyuncuların bir kısmı Almanya'dan
ve Türkiye'den. Halil Ergün, Derya Durmaz, Yüksel Arıcı, gibi birçok oyuncu
arkadaşım geldiler, mülteci kampına katıldılar. Kırklareli'ndeki kampta
Afrikalı, Asyalı nereden bulacağız diye sıkıntı çekerken Dışişleri Bakanlığı
gelen mültecilerle baş edemem iş ve Kırklareli kampını Almanya'daki mülteci
kampı gibi yapmaya karar vermiş Birleşik Milletler aracılığıyla. Biz kamp için
insan ararken şansımıza 50 60 tane
mülteciyi getirip o kampa yerleştirmişler. Bu bizim için inanılmaz bir şanstı.
Filmlerimi çekerken sevdiğim bir yöntem vardır. Doğal insanı ve bu insanın atmosferini
filmin içersine sokmayı seviyorum. Bunun için birkaç gerçek oyuncu kullanıp
onları doğal insanların arasına sokuyorum. Böyle olunca oyunculukla doğal insan
refleksi arasındaki fark çok ortaya çıkıyor. Bu yüzden kimsenin senaryoyu
ezberlemesini istemiyorum. Senaryoları okutuyorum, sonra sete gidince hepsiinin
elinden senaryoları alıyorum. Aklınızda ne kaldıysa oynayın nasıl olsa hikayeye
hakimsizin diyorum. Köylülerle çalışmayı çok seviyorum, onları gaza getirmeyi
bayağı beceriyorum, bir ajitasyon yapıyorum; köylüler hemen oynamaya
başlıyorlar bu sefer de bizim oyuncular yavan kalıyorlar. Bir iki denemeden
sonra da oyuncular açılıyor ve çekimler gayet güzel oluyor. Halil Ergün'ü ve
diğer oyuncuları köylülerin arasına katıyorum, bunlar öyle kaynaşıyorlar ki,
çevreden çekimleri izlemeye gelenler 'artistler gelmiş diye söylediler ama
ortada artist filan yok, köylüleri birbirlerine düşürmüşler' diyorlar.
Bir, içersinde toplumsal özü kuvvetli olan,
toplumsal derdi olan sinema var, bir de ticari sinema var. Sinemadaki
yükselişin ana kaynağı sinemadan para kazananlar da oldu diye bir laf dolaşınca
herkes film yapmaya başladı. Bizde meşhurdur, bu biri bir mahallede dönerci
dükkanı açar iyi iş yapar; çok zaman geçmeden bir bakarsınız ki mahalle olduğu
gibi dönerci dükkanı olmuştur. Herkes biz de dükkan açalım, kazanalım diye
düşünür ama bu sefer hepsi batar. Aynı refleksi Türk sineması için de
görüyoruz. Falan kişi şu filmden çok para kazandı, 4 milyon gişe yaptı, hadi
biz de film yapalım düşüncesiyle gerçekleşti. Bu olayı bir yanıyla iyi
görüyorum bir yanıyla kötü görüyorum.
İyi gördüğüm yan, bir sinema sektörünün
oluşma ihtimali var. Bizim en büyük eksiğimiz de bir sinema sektörünün
olmaması. Şimdiye kadar hasbelkader sinema yapılmış. Her ı O yılda bir ülkenin
sanatı ve siyaseti üzerinden tank geçerse ortada sanat filan kalmaz. Sinema her
başını kaldırdığında bir darbe oluyor ve sinema tarihe gömülüyor. Yeniden
küllerinden doğmak da uzun zaman alıyor. Bu açıdan günümüzde Türk filmlerinin
çoğalması iyi bir şey. Tabii ki bunu içerisinde korku filmi de, aşk filmi de,
siyası film de, gırgır film de olacak ki bir sektör oluşabilsin. Bu hem yeni
oyuncuların yetişmesine ve renk katmasına yol açacak hem de teknik anlamda
laboratuarların ve teknik insanların kendilerini yenilemesini ve yeni
teknolojilerle tanışmasını sağlayacak. Bir de sinema seyircisini çoğalttı. Türk
filmi izleyen seyirci sayısında ciddi bir artış görüldü. Kötü gördüğüm yan ise,
popcorn dediğimiz sinema iki kahkaha artırmak, bir kamera sallayıp korkutmak,
seyirci toplamak mantalitesiyle içi tamamen boş, hiçbir derdi olmayan sinemaya
yönelmek de aynı çöküşü beraberinde getirebilir. Yani insanlar bir daha küsüp
Amerikan sinemasına dönerse bir daha toparlayamayız. Popcorn sinemasının
çoğalması bir anlamda alternatif filmin önünü kesiyor. Çünkü salonlarda yer
kalmıyor, dağıtımcılar Reis ile Nuri ile pek ilgilenmiyor. Bu bir baskı
oluşturuyor. Örneğin Amerika'nın popüler sinemasının ötesinde inanılmaz bir
bağımsız sinema vardır. Ancak biz bunların hiç birini ne görebiliyoruz ne de
izleyebiliyoruz. Çünkü bunların yolu kesik. Dağıtım şansı çok zayıf. Türkiye'de
de aynı şey olacak. Bir süre sonra bizde bir sinema bulsak ta filmimizi
oynatsak diye çok zorlanacağız onlardan bize yer kalmayacak. Bu da gerçek
sinemanın yapısıyla çok örtüşmeyen ve biraz onu zorlayan, köşe sıkıştıran bir
durum. Bu durum sinemayla daha az ilgilenilmesine neden olabilir. Ama tabii ki
burada bir kota koyamazsınız sen film çek sen çekme, senin konun yanlış seninki
doğru gibi bir şey söylenemez. Ama bağımsız sinema konularını ve anlatımlarını
o kadar güçlü seçecek ki. İster istemez bunun önüne geçip kendisini gösterme
şansı yakalayacağız. Bugün televizyon dizilerinin içerisinde Deniz Gezmiş'lerin
6. filoyu denize dökmesi kırık dökükte anlatılsa gelecek kuşağın bu olayları
merak etmesini ve soru sormasını sağlayacaktır, sanatın işlevi burada başlıyor.
Sinemada da Mavi Gözlü Dev, Beynelmilel, Eve Dönüş filmlerini kendi içlerinde
sinemasal anlamda iyi ya da kötü diye tartışabiliriz ama bir döneme tanıklık
yapmasını, bir dönemin insanlarının göz önüne getirmesini çok tahir ediyor ve
alkışlıyorum. Bunun ilerlemesi için yapıcı bakmak gerekiyor, olumlu eleştiri
yaparsak ilerletiriz. Yoksa her şeye tukaka yapan bir düşünceyle olmaz.
(Sinematürk Aylık Sinema Dergisi, 2007, sayı 910 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder