HAYAT VAR (2008)
Senaryo ve Yönetmen: Reha Erdem,
Görüntü Yönetmeni: Florent Herry, Müzik: Orhan Gencebay, Yapım: Atlantik
Film/ Ömer Atay Kurgu: Reha Erdem, Ses Miksaj: Herve Guyader, Kurgu
ve Ses Tasarım: Reha Erdem, Sanat Yönetmeni: Ömer Atay, Kostüm:
Mehtap Tunay, Kasting: Özlem Sungur Yener, Yürütücü Yapımcı: Gamze
Paker, Yapım Amiri: Kaan Kurbanoğlu, Yönetmen Asistanları: Barış
özbiçer, Selcen Ergun, İpek Kemahlıoğlu, Post Prodüksiyon Süpervizörü: Cengiz
Çilek, Ortak Yapımcılar: Cemal Noyan, Harilaos Padouvas, Despina
Mouzaki, Konstantinos Geronikolos, Kalin Kalinov
Oyuncular: Elit İşcan
(Hayat), Erdal Beşikçioğlu (Baba), Levend Yılmaz (Dede), Banu Fotocan (Anne),
Handan Karaadam (Kamile), Nebil Sayın (Adam), Erhan Tekin(Oğlan), Metin
Yıldırım (Bakkal), Önder Açıkbaş (Polis), Aynur Tokluoğlu (Öğretmen), İsmail
Başöz(Müdür), Canbert Yerguz (1. Genç Oğlan), Kaan Mestut (2. Genç Oğlan),
Halim Ercan (3. Genç Oğlan), Güliz Gençoğlu (1. Genç Kadın), Yaprak Aras (2.
Genç Kadın Şahinbaş), Rahmi Elhan (İmam), Ender Efe Satır(Bebek), Kadir Poktiç
(Oğlanın Arkadaşı), Asil Büyüközçelik (Bahçedeki Çift), Nilüfer Alptekin
(Arabadaki Çift), Başak Keser, Serdar Bakioğlu, Steven Chen (Asyalılar), Mehmet
Karabazar, Ali Düşenkalkar (Lunaparkçı)
Konu: Reha Erdem, İstanbul'u bugüne dek
hiçbir filmde görülmedik farklılıkta ele alarak adeta bir 'su kenti' olarak
çiziyor, acı dolu, sert ve açık söylemek gerekirse hazmı hayli zor bir öykü
anlatıyor. Hiçbir baltaya sap olamamış, gemilere kadın götüren, esrar kuryeliği
vb. yasadışı işlere bulaşmış gizli eşcinsel babası ve oksijen tüpüne bağlı
'sürünen' yatalak dedesiyle aynı evde kabus gibi bir yaşam süren 14 yaşındaki
bir kızın, Hayat'ın öyküsü var karşımızda. Anne çekmiş gitmiş, bir polisle
evlenmiş, yeni bir çocuk doğurmuş... Boğaz'a açılan bir derenin ağzındaki küçük
kulübede yaşayan bu tuhaf aile, İstanbul'un kıyısında köşesinde kalmışlığın ve
merkezden dışlanmışlığın tipik bir simgesi. Babasının kayığıyla okula giden,
nafile çabalarla yaşama tutunmaya çalışan zavallı kızın ergenliğe geçiş
sancılarını, Gencebay şarkıları eşliğinde aktaran "Hayat Var", 'Gün
gelecek isyan edip / niye doğdum diyeceksin / Gün gelecek isyanına / kahkahayla
güleceksin' diyor özetle. Okulda da dışlanan ve uyumsuzluğu yaşayan Hayat, bir
atölyede çırak olarak çalışan Fenerbahçe taraftan çocuk dışında kimseden
yakınlık ve ilgi görmüyor, sapık bir bakkalın tacizlerine uğruyor ve ruhu iyice
örseleniyor. Müthiş deniz çekimleriyle her biri ayrı güzellikte kartpostalvari
görüntüler sunan Reha Erdem, dış sesleri de inanılmaz bir yaratıcılıkta kullanarak
benzersiz bir gerçeklik duygusu yakalıyor. Yatalak huysuz dedenin hırlayışından
hindinin gıdaklamasına, cam kırılışından suya dalıp çıkan küreklere kadar,
Hayat'ın etrafındaki tekinsizlik halini çok iyi yansıtıyor bu sesler. Seyirciye
yoğun bir üzüntü ve karamsarlık vermekle birlikte görselişitsel anlamda tam bir
şölen sunuyor "Hayat Var".
Baba rolündeki Erdal Beşikçioğlu, dedeyi
canlandıran Levent Yılmaz, gerçekten çok çok iyiler ama "Beş Vakif'te de
birlikte çalıştığı genç oyuncu Elit Işcan'dan mükemmel bir verim alıyor Erdem.
Babakızın motorla hiç konuşmadan küçük bir
Boğaz turu atıp köprünün altından geçtikleri ve Hayat'ın motorun burnunda
uyuduğu sahnenin hüznüne de özel olarak dikkat çekelim ve "Hayat
Var"ın 2010'daki 45. SİYAD Ödülleri'nde En İyi Film seçilip En İyi
Yönetmen ve En İyi Kurgu dallarında da birinciliği göğüslediğiııi, 45. Altın
Portakal'da da gene SİYAD jürisince ödüllendirildiğini 28. Uluslararası
İstanbul Film Festivali'nde FIPRESCI ödülü kazandığını, 3. Yeşilçam
Ödülleri'nde En İyi Film olarak seçilip Elit İşcan'a En İyi Genç Yetenek ödülü
getirdiğini ekleyelim. (T.A.) Sinema En İyi, 100 Film
ÖDÜL:
45. Antalya Altın Portakal Film
Festivali Ulusal Yarışma (Ekim
2008)
► SİYAD (Sinema Yaza rları Derneği) Özel
Ödülü
59. Berlin Uluslararası Film Festivali
(515 Şubat 2009)
► Tagesspiegel Gazetesi Okurları Jürisi
Özel Ödülü
3. Yeşilçam Ödülleri, 22 Şubat 2009 (Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın desteği, Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür (TÜRSAK) Vakfı ve
Beyoğlu Belediyesi'nin işbirliğiyle, Turkcell'in ana sponsorluğunda düzenlenen)
► Reha Erdem “En İyi Yönetmen”
►Elit İşcan “ En İyi Genç Yetenek”
# Nurdan
Gürbilek 'Vitrinde Yaşamak' adlı kitabında, 70'lerdeki ortak bir vicdanın sesi
olarak tanımladığı Orhan Gencebay üzerine şöyle diyor: "... artık vicdanın
kendini bir zamanlar Orhan Gencebay' da olduğu çıplaklıkta duyurduğu bir
dönemin uzağındayız. Bu, bir zamanlar bir terbiyeyi ihlal ederek, yalnızca bir
duruş, bir jest olarak da olsa yapılabiliyordu. Bugünün gürültüsü içinde ise
jestin hedefiyle buluşması neredeyse imkansız".
Hayat Var, bu türden bir imkansızlığın
filmi, bahsi edilen gürültünün, ses bandıyla görüntüler dünyasının kavuşamayan
hikayesinin filmi. Filmin ses tasarımı bize keşmekeş halinde bir İstanbul
sunuyor, filmin asıl duygu dünyası sanki ses bandında akıyor. Martı sesleri,
polis sirenleri, vapur düdükleri, . Orhan Gencebay ve Mine Koşan'ın şarkıları
karmakarışık, derin bir duygu dünyası barındırıyor. Bu ses bandının üzerine
döşenmiş görüntülerse, Hayat'ın etrafında, bir o kadar iki boyutlu, bir o kadar
karton, karikatür, bir o kadar duygusuz "kahraman"larla dolu bir
dünya sunuyor bize. Belli ki bu dünyanın asıl eksiği, yönetmenin avazı çıktığı
kadar bağıran ses bandında gizli.
Hayat Var, sırtını kameraya yüzünü denize
dönmüş bir kız çocuğuyla açılıyor. Hava yavaştan kararır ve sokak lambaları
yanmaya başlarken, babası sandalla gelip alıyor kızını. İsmi Hayat olan bu kız
çocuğu, ergenlik çağında. Onu terk etmiş bir annesi, babasını arayan ama bir
türlü bulamayan bir abisi, sürekli bir yerlerde olan babası ve onun aksine
sürekli evde olan bir dedesi var Hayat'ın. Bir de hayat kadınları var etrafında
...
Hayat, adının aksine, yaşamıyor aslında.
Bütün bu karakterlerin arasında, sisli gri sokaklarda, denizin dalgalarında,
yeşilliklerin arasında gezinirken; birileri onu oraya buraya sürükler ya da
orada burada mahsur bırakırken, Hayat kendi kendine bir ninni mırıldanarak,
parmağını emerek katlanmaya çalışıyor sadece hayata.
Hayat, ergenliğinin tam ortasında,
çocukluğunun elinden alındığı ve kadın olmasının gerektiği bir zamanda,
kadınlığı da elinden alınan, bu yüzden ne bir çocuk ne de bir kadın olarak var
olamayan biri. Derme çatma kurulmuş bir salıncaktaki bebek alınır alınmaz onun
üzerine oturan, ama aynı zamanda eline verilen bebeğe bakma sorumluluğunu da
yüklenen Hayat, çocuk olsa bakkalın tacizinden kurtulamayacak, kadın olsa
parmağını emmekten vazgeçemeyecek. Hayat, bu dünyada asla kendisi gibi var
olamayacak. Adet görünce tokat yiyecek, canı acısa da ağda yapılacak, zorla
saçları kesilecek, tecavüze uğrayacak. Fakat bütün or bunlar, ve en önemlisi en
sonuncusu, filmin hikaye dünyası içinde bir hissizlik hali içinde geçip
gidecek. Ses bandı, polis sirenleriyle çimenlerin arasında Hayat'ı arayadursun,
bu dünyanın içinde Hayat sırtı sıvazlanıp geçiştirilecek.
Hayat Var, üç farklı düzlemde üç farklı
hissiyat yaratan bir film. Çok ağır bir hikaye anlatıyor ama bu hikayeyi
görselleştirme biçimi o kadar güzel ve estetize ki hikayenin ağırlığını
hissetmek çok zorlaşıyor. Diğer taraftan ses tasarımıyla, seyircinin bu güzel
dünyadan zevk almasına da mütemadiyen engel oluyor. Filmin görsel ve işitsel olarak
en çarpıcı sahnelerinden biri olan lunapark sahnesi belki de bu tuhaf his
ağının en iyi örneklerinden biirini sunuyor.
Mine Koşan'ın sesinden 'Dert Bende'nin
lunaparktaki rengarenk neon ışıklı Balerina'yla beraber açıldığı sahneden
etkilenmemek, seyirci olarak haz almamak mümkün değil. Oldukça uzun bir süre
devam eden ve bir kutlama havası içinde ilerleyen sahne, Balerina' da ikinci
tura maruz bırakılan Hayat'ı gördüğümüzde tamamen başka bir duyguya
çevriliveriyor. Bizim hazla izlediğimiz bu sahne, Hayat'ın midesini bulandıran,
ona işkence edilen bir sahneye dönüşüveriyor birden. Filmin sonunda tekrarlanan
bu müziği artık bu bağlamdan koparmamız da mümkün görünmüyor. Hayat'ın
dudakları yerine bütün suratına sürdüğü kırmızı rujun arasından görünen gülümsemesi
ve ardından gelen uzun, sert (ve benzer bir mide bulantısı yaratabilecek)
dalgalar, yine çelişkili bir ruh haline işaret ediyor. Filmin "mutlu
son"una engel oluyor.
Ses bandının kendisi kadar, tekrarları
üzerinden de ilerleyen film, başta cazip, ilginç, eğlenceli gelebilecek her
şeyi bir "yeter artık"a dönüştürüyor. Dedenin öksürüğü ve babasının
Hayat'a hediye ettiği oyuncağın sürekli tekrarlanan melodisi gibi, önce her şey
bir tekinsizliğe, sonraysa düpedüz bıkkınlığa dönüşüyor. Sesler artık kesilsin
istiyoruz. Oysa bu sesler, tam da o hissizleşmiş dünyanın bir hissiyata
dönüşmesine izin veren şeyler aslında. Hayatla ilgili karmakarışık hislerimiz,
tek bir duyguya indirgeyemeyeceğimiz her şey bütün bunların birlikteliğinde
yatıyor. Hayat'ın film boyunca sadece bir mırıltı olarak çıkan sesi,arabeskin
bas bas bağıran duygu derinliğiyle bir araya geldiğinde , hissetmekle
hissetmemek arasında bile kararsız bir dünya çıkıyor karşımıza.
Hayat'ın sedeye mahkum dedesinin
yaşamaya" devam etmek için, aynı anda iki şeye ihtiyacı var : Oksijen
tüpüne ve sigaraya. Biri diğerini değillenemiyor, ne biri öldürüyor ne diğeri
yaşatıyor, sedyede devam eden bir hayatı sürdürmeye yarıyorlar sadece. Hayat
Var ise, hem nefes keserek, hem nefes daraltarak, hem de nefes aldırarak,
nefessiz bir hayatın hikayesini sunuyor seyircisine. (Senem Aytaç) “Altyazı
Aylık Sinema Dergiai sayı 78”
Altın Portakal’da SİYAD’ın seçmiş olduğu,
sinemamızın yüz aklarından Reha Erdem‘in son filmi Hayat Var, Genellemelerle
sinemasını ifade etmeye gücümüzün yetmediği usta, önceki filmlerinde görmeye
(ve duymaya) alışık olmadığımız bir hale bürünüyor bu filmde. Hayat’ın maruz
kaldıklarının sadece küçük bir kısmına biz seyircileri maruz bırakarak
huzurumuzu kaçıran; gürültülü; hayatın sesinin sadece mırıltı olarak duyulduğu
bir dünya resmediyor bu sefer bizlere.
Basın bültenlerinde yer alan filmlerin
özetleri, genellikle ait oldukları yapıtları yansıtmazlar. Ya abartılıdırlar ya
da filmi basite indirgerler. Bu genellemelerin dışında kalan Hayat Var
filminde, çok güzel yazıldığını düşündüğümüz özet, filmin ruhunu oldukça güzel
yansıtır nitelikte. Bu yüzden basın bülteninde yazıldığı şekliyle filmin
özetini aynen yayınlıyoruz.
Babası ve yatalak dedesi ile birlikte,
nefes kesici güzellikteki İstanbul Boğazı’na açılan bir dere ağzına kurulmuş,
derme çatma ahşap bir evde yaşamaktadır. Boğaz güzel olduğu kadar da karanlık
ve tehlikelidir. Babası ailenin hayatta kalmasını sağlamak için küçük
teknesiyle bu sularda balıkçılık yaparken, bir taraftan da birtakım yasadışı
işlere girip çıkar. Hayat bu zorlu, sert ve acımasız dünyaya doğmuştur ama
yaşama sıkı sıkıya sarılır. Dünyadaki adaletsizliklere karşı cesaretini,
dayanıklılığını ve umudunu yitirmez.”
Filmi seyredenler, Hayat Var’ın Altın
Portakal’da es geçildiği görüşünde hemfikir. Özgün bir hikayede yarattığı
gerçekçi ambiyans ve farklı bir denemeyle, Erdem alışılmış ve güvenli sınırları
aşarak önemli bir başarıya imzasını attı. Müziklerini Orhan Gencebay‘ın
yaptığı filmin bir yandan özgün olması; diğer yandan rahatsız edici ve yorucu
olmasının sebebi büyük ölçüde ‘sesler’: şarkılar, gemi sesleri, jet sesleri,
silah sesleri, bağırışlar, kuş sesleri… tüm bunların yanında Hayat’ın sürekli
mırıldandığı şarkı.
Başrollerde seyrettiğimiz Elit İşcan,
Erdal Beşikçioğlu ve Levend Yılmaz yukarıdaki ikonografik karede
olduğu gibi, film boyunca muhteşem bir iş çıkarmışlar. Reha Erdem’in
görüntülerinin alıştığımız yaratıcısı Florent Herry de beklediğimiz
özgünlükte bir iş çıkarmış. Görüntüler kimi zaman büyüleyici, kimi zaman ise
Hayat’ın ruh halini yansıtır şekilde korkutucu ve tacizci.
Belki alıştığımız gibi dingin bir Reha
Erdem filmi değil Hayat Var. Ama filme paralel olan konu da, yaşatılan ve
yaşanılan hayat da dingin değil. Yorucu, çıkışı olmayan, tacizlerle bezeli bir
hayat anlatılan… seyirci de maruz kalıyor tüm bunlara; tabi sadece iki saat
kadar. Seyirciyi bu tacize maruz bırakarak Hayat’ın ve hayatın daha iyi
anlaşılmasını sağlayan yönetmene teşekkür etmek gerekir. Son yıllarda sürekli
önümüze sürüklenen gereksiz sinemayı ‘biz seyirciye iki saat kafasını dağıtma
şansı sunuyoruz; iki saat boyunca sadece gülüyorlar’ şeklinde meşrulaştırmaya
çalışanlara inat Hayat Var.Altın Portakal’dan tatminkâr bir sonuçla dönmemiş
olsa da, farklı festivallerde ismini duyuracağından emin olabilirsiniz.
Rahatsız olduğu için bu filmi sevecek pek çok sinemasever ve jüri olduğuna
inanıyoruz. (Onur Ertuğrul, www. Bakiniz.com)
FİLMİ İZLE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder