Yönetmen: Yusuf Kurçenli Senaryo: Ayşe Şasa, Yusuf Kurçenli (Sabahattin
Ali’nin aynı isimli romanından) Görüntü Yönetmeni: Kenan
Davutoğlu Müzik: Arif Erkin, Yapım: Varlık Filmcilik
A.Ş./ Lokman Kondakçı ,Tufan Güner, Set: Nusret Yılmaz, Dilek Karakaş,
Hakan Ergenç, Rasim Ekici, Işık: Metin Devrim, Çetin Devrim, Sinan
Gençer, Makyaj: Sahra Gülyüz, Kamera Asistanı: Saruhan Güney,
Yönetmen Yardımcısı: Melahat Çetin, Kurgu: Mevlut Koçak, Seslendirme
Yönetmeni: Kamuran Usluer, Koreografi: Mehmet Akan, Jenerik: Beysun
Gökçin, Sanat Yönetmeni: Deniz Özen,
(Fono Film Laboratuarında seslendirilmiştir)
Oyuncular: Türkan Şoray, Hakan Balamir , Emin Ant,
Mehmet Akan, Güzin Özipek, Menderes Samancılar, Sevinç Pekin , Gülsen Tuncer ,
Kemal İnci, Ferda Ferdağ, Oktar Durukan, Erbil Altanay, Selahattin Fırat, Uğur
Duru, Suat Özbek, Yaşar Çimen, Nilüfer Bengioğlu, Suat Özdemiralp, Konuk
Sanatçılar: Sevinç Pekin, Reyhan Ataman, Yılmaz Uyar,
Konu: Olaylar 1930'ların Konya'sında geçer.
Genç ve güzel bir kadın olan Cemile (Türkan Şoray), oturak alemlerinin işveli
ve cilveli bir dişisidir. Erkeklerin tutkunu olduğu genç kadın, bu alemlerde
göbek atar, içki sunar. Alemlere katılmak için arabasına bindiği faytoncu Murat
(Emin Ant) de ona aşıktır. Ne var ki bu yaşamdan bezmiş bir kadın olarak bir
kente yerleşmeyi düşlemeli tedir. Çünkü, eşraftan kişilerin kucağına oturma
eylemi, genç kadına ters gelmekte ve direnmektedir. İşte bu direnme sırasında
faytoncu Murat alini kana bular. Cemile'yi kucağına oturtmak isteyen bir eşraf
züppesini belindeki silahla öldürüp hapse girer. Cemile'nin tutkunlarından biri
de manifaturacı Ali'dir (Hakan Balamir). Tüccar Ali 'nin kadından yana şansı
yoktur. Çünkü evli olup, hastalıklı bir karısı vardır. Bu nedenle tutkunu
olduğu Cemile'ye sürekli kur yapar. Ama Cemile, kendisi için hayatını feda eden
Murat'ı unutamaz. Bu arada yalnızlık ve parasızlık nedeniyle eşraf zengini Ali
'yi de idare etmeye çalışır. Ali ise tahammül edilmez bir kıskançlığın
pençesinde içi içini yerken, Cemile kurtuluşu umumhaneye gitmekte bulur.
v Atatürk devrimlerinin henüz
yaşamda olduğu, kentin "kibar" ailelerinin kadınlı erkekli
toplantılar, "danslı partiler" düzenlediği, sosyal hayatın gelişmekte
olduğu bir Konya'dır bu ... Yine de tüm bunlar, bir azınlık için söz konusudur.
İster o azınlıktan, isterse "sessiz çoğunluk"tan olsunlar, hemen tüm
erkekler için kadın yine kolay ulaşılmazdır, "tabu"dur,
"namuslu" ve "hafifmeşrep" diye kesin çizgilerle ikiye ayrılmıştır.
Yörenin (günümüzde bile süren) ünlü "oturak alemlerinde ikinci türden,
etli canlı, gerçek kadınların işveli göbek atmaları seyredilir, elleri tutulur,
kimi zaman güvercin göğüsleri emilir. .. Bu kesinlikle bir erkekler dünyasıdır.
Kadın orada hem tapınılması hem de sırası geldiğinde alabildiğine aşağılanması
gereken bir bilmece, bir anahtar, bir yazgıdır ... Üç erkeğin yazgısı da, bu
"oturak kadınlarından biri olan Cemile'nin kişiliğinde düğümlenmiştir...
Eşraftan Rifat, Gramofon uğruna gencecik yaşamını tüketecek, faytoncu Murat
yine onun yüzünden elini kana bulayıp hapse düşecek, yine eşraftan tüccar Ali
ise hastalıklı karısının yaşamına getirdiği kasvetten Gramofon yoluyla biraz
fera-ha çıkmayı deneyecektir. ..
Yusuf
Kurçenli'nin yeni (ve dördüncü) filmi, güzel bir hikayeden değişik, kişisel,
insanı hem etkileyen hem de hevesini kursağında bırakan bir film çıkarıyor.
Kurçenli, öncelikle temel ve kolayca düşülebilecek bir tuzağı, Gramofon'un
hikayesinden bir tür bol danslı, göbekli şenlikli "7 Kocalı Hürmüz"
filmi yapma tuzağını önlüyor. Hikayenin içerdiği, aslında çok sinemalık
malzemeyi ayıklı-yor, en pitoresk olan, en kolay etki ya-pabilecek olanı sanki
bir yana koyuyor.
Kurçenli, aslında
çelişkileri olan, bunları dördüncü filmine karşın hala yenememiş bir yönetmen.
Kimi zaman olağanüstü mizansenler yaratabiliyor. Örneğin kilisede Gramofon'un
arabacı Murat için dans etmesi sahnesinde, yabancılaştırıcı bir müziğin de
etkisiyle sahneyi sıradan, erotik bir danstan alıp ırak soyutluklara, tanımlamaötesi
duy-gulara doğru kanatlandırıyor. Gramofon'un Konya'nın eşraftan kadınları
arasındaki "baygınlık" sahnesi veya anlatıcının (Sabahattin Ali'nin)
kişiliğiyle verilen final bölüm gibi sahneler de usta işi Ama aynı Kurçenli'nin
sözgelimi Murat'ın Rifat'ı vurması gibi bir anahtar sahneyi niye bir müsamere havasında
çektiğini gelin de anlayın! .
Gramofon Avrat"
erdemleri ve kusurlarıyla, Türk toplumunda kadının, çeşitli devrimlere,
reformlara, modernleşme, Batılılaşma çabalarına karşın pek değişmeyen yeri
üzerine ilginç bir gözle getiriyor. Film, Kurçenli'nin sineması üzerine yine
erdemleri ve kusurlarıyla artık daha kesin bir yargıda bulunma fırsatını da
getiriyor. Filmi izlerken hep aklımdaydı, sonradan buldum aradığım sözcüğü:
Kurçenli, sinemamızda, deyim yerindeyse, bir minyatür ustası gibi çalışıyor. Filmini
coşkulu fırça darbeleriyle değil, küçük dokunuşlarla, bin bir ayrıntıyla, küçük
boyutlarda çalışan bir minyatüı ressamı gibi oluşturuyor ... Söyleyeceklerini
alçak perdeden söylüyor. Bu, Kurçenli sinemasının artık temel bir özelliği.
Görüntü. müzik ve oyuncu çabasını da bu niteliklere uydurmuş Kurçenli ...
Türkan Şoray
ve Hakan Balamir, bize sorarsanız, karşılıklı biirer oyunculuk gösterisi
döktürüyorlar. Balamir'in ürkek, kıskanç tutkulu bakışlarla saptadığı
kompozisyonunu kolay kolay unutmak mümkün değil. Türkan Şoray'a gelince,
Kurçenli'nin de yönlendirişiyle sanıyorum, oldukça ilginç bir kompozisyon
yaratmış. Önceleri, özellikle aynalar önündeki makyaj bölümlerinde, birbirine
kattığı erkek dünyalarından kopardığı fırtınalar-dan habersiz, en azından
onları hiç umursamayan ruhsuz, duygusuz bir "taş bebek" kişiliği
çiziyor Şoray. Sonra film ilerledikçe, ilerleyen yılların bin bir yeni anlam ve
zenginlik kattığı yüzüyle, bu kez iç alemi, duygulan olan, kendisi için öldüren
adama tüm yaşamını adamayı bilen bir kadınla karşılaşıyoruz. Bu, Şoray'ın
oyununa nüanslar katıyor gerçi. ama sonuç olarak belki de filmin, tüm olarak
bakıldığında, aleyhine oluyor. Çünkü Gramofon'un tasasız, kaygısız, duygusuz
taş bebek kişiliğinden körü körüne aşık olan, aşkı yüzünden acı çeken gözü
yaşlı bir kadın kişiliğine dönüşmesi (Sinemamızda çok fazla işlenmiş bir
kişilik), gereğince inandırıcı olmuyor ve filmin ilk yarıdaki özgünlüğünü zedeliyor.
Hemen tüm yardımcı oyuncuların, özellikle baştan sona pırıl pırıl bir oyun veren
sinemamızın adsız kahramanlarından Gülsen Tuncer'in oyunu övgüye değer.
“Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”
v Kurçenli'nin bu dördüncü filminde de bir
şeyler aceleye gelmiş, getirilmiş gibi. Ama yine de yönetmenin her filminde
olduğu gibi bir üslup bütünlüğünün ileriye dönük pırıltılarını sezmemek
olanaksız. Hep aynı çizgide usul usul giden, anlamsız ve abartılmış bir duygu
çoşkunluğuna ödün vermeden, kendi duyarlılığını yaşamın olabilirliği içinde
yakalamaya çalışan, çoğu' zaman ele alıp irdelediği kişilikleri yüzeysel değil
de, en ince ayrıntılarına dek çizmeye çalı-şan bir yönetmen var karşımızda.
1987). (Burçak Evren, Sabahattin Ali'nin "Gramofon Avrat"ı, Güneş, 27
Kasım 1987
v Son derece umut verici
başlangıcı, başarılı kadın portreleri, müziği, Hakan Balamir tipi ve özellikle
şimdiye kadar anlamsız köylü kadın rollerinde harcanan Gülsen Tuncer'in
harikulade, pes perdeden oyunculuğu dışında, filmden geriye kalan bir de Türkan
Şoray oluyor. ilk "dönüş" filmi "Hayallerim, Aşkım” da etkileyici
bir yüzden başka bir şey değildi Türkan Şoray. Bu filmde ise ölçülü
oyunculuğunun da ötesinde bir Türk sineması ikonu, bir "figür olarak çok
anlamlı, çok yerinde kullanılmış. (Fatih Özgüven, "Pırıltılı bir film Yeni Gündem, S.: 92, 6·12 Aralık 1987).
v Gramofon Avrat'taki o şeytansı çekiciliği,
bütün erkekleri birbirine düşürüp, oradan sıyrılmasını her seferinde beceren o
enerjik kadını, bezgin, acı çeken zavallı bir kadına dönüştürüyor. Bu acılı,
ağır anlatım giderek filmin her sekansına siniyor ve kendini bile taşmaktan
aciz, bezgin bir film çıkıyor karşınıza. Öte yandan, dönemin tarihsel arka
planını yerinde bir girişim olabilirdi eğer Kurçenli karşısına çıkan grotesk
manzaradan ürkmüş gibi kamerasını yeniden Gramofon Avrat'ın baygın yüzüne
çevirmeseydi. (Cemal Ener, Yeşilçam'a uğramayan melekler, Söz, 27 Kasım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder