Senaryo: Berrin Giz, Atilla
Gökbürü, Yücel Çakmaklı
Eser: Necip Fazıl
Kısakürek
Kamera: Mike Rafaelyan
Yönetmen Yardımcısı: Atilla
Gökbörü
Yapım: Elif Film/Yücel
Çakmaklı / Çağdaş Film Ortak yapımı
Oyuncular
: Yıldız Kenter (Huriye Bacı), Necla Nazır
(Ayşe), Deniz Erkanat (Melahat), Şükran Güngör (Kâzım), Mahmut Hekimoğlu
(Ömer), Nazan Adalı, Selçuk Özer, Tülin Örsek, Hamit Yıldırım (Mehmet), Turgut
Boralı, Semih Sezerli, Ahmet Turgutlu, Turgut Boralı
Konu: Fakir köylü kadın Huriye
Bacı (Yıldız Kenter) kızı Ayşe'yi (Necla Nazır) okutabilmek için İstanbul'a
taşınır. Maddi zorluklar içinde kızını okutmağa çalışır. Saf duygular içinde büyümüş
Ayşe'nin arkadaşları yüzünden yoldan çıkması ile başlayan olaylar annesine
isyana kadar gider. Çileli anne üzüntü içinde yıkılmış bir vaziyette köyüne
döner. Daha sonra gelişen olaylar neticesi doğru yolu bulan Ayşe, annesinin
haklılığını anlar ve hep beraber mutlu bir yaşam için çaba sarfederler.
ÖDÜL:
1974 yılı 11. Antalya Altın
Portakal
Yıldız Kenter “ en iyi
yardımcı oyuncu”
► Yücel
Çakmaklı, günümüz insanının sorunlarını teşhiste ve bunlan çözümlemede kendine
özgü nitelikler taşıyan ve siyasal planda MSP ile örgütlenmiş bulunan
düşüncenin, sinemamızdaki belli-başlı temsilcisi olarak film yapmayı
sürdürüyor. Bu düşünceye göre; günümüz Türk insanının baş sorunu,
"ahlak" sorunudur. Yüzyıllar boyu süregelmiş, toplumumuza damgasını vurmuş
İslam ahlakının, yüzyılı aşkın Batıya dönme, modernleşme çabaları sonucu,
toplumdaki işlevini yitirmesi, bunun yerine getirilmeye çalışılan ve köklerini
Batı akılcılığından alan bir düşünme/yaşama biçiminin ve ahlak sisteminin
toplumun tümünce benimsenmemesi yüzünden, günümüz Türk insanının manevi
dayanaklarını yitirmiş, boşlukta kalmış olmasıdır. İslam düşüncesinin,
günümüzde bile bireysel ve toplumsal, her türlü soruna yeterli çözümler
getirdiğini ileri süren, toplumumuzda Batıya dönüşle başlayan kültür ikileşmesini
ve bunun getirdiğ Batıdan aldığımız birçok şeyi iterek kendi kökenimize, öz
değerlerimize, yani İslam ve Türk olana dönüşle çözümleyebileceğimizi ileri
süren bir görüş. Kuşkusuz, doğru bazı gözlem ve saptamalardan yola çıkıyor,
böyle bir görüş. .
Türk toplumunda Tanzimat1a
yoğunlaşan bir kültür ikileşmesinin, geçmişle ve eski kültürle ani
hesaplaşmaların getirdiği bir kültür ve düşünce kopukluğunun var olduğu
söylenebilir. Türk düşünce yaşamında son yıllarda büyük tartışmalara yol açmış
bu konu, siyasal planda M5P'den MHP'ye çeşitli partilerce işlenirken, sinemada
ise şimdilik Çakmaklı ekolü tarafından temsil ediliyor ve toplumun değişik
kesimlerine, ümmet ve şeriat özlemi taşıyan gerçek gericiden, öz değerlerini
dirençle saklayan geniş halk kitlelerinin, Süleymaniye'de bayram sabahının,
Ramazan geceleri sahur heyecanının, Üsküdar'ın ahşap evlerinin tadını ve
zevkini yitirmemiş duyarlığına dek, çeşitli duygulara seslenmek olanağına sahip
görülüyor.
Ne var ki
bazı gerçek saptamalar ne teşhisin tümünün ne de tedavi yönteminin aynı biçimde
doğnı .olması sonucunu getirmiyor. "Oğlum Osman"da Çakmaklı'nın
mesajı Batının tekniğini bilimini alıp İslam ahlakının yaşama biçiminin, namaz
niyazı, kaç-göçü, harem-selamıyla korunması idi. Oysa endüstrileşme, üretim
ilişkilerini toptan değiştirecek yeni bir sürece girme demekti ve bu yeni çağ,
kuşkusuz kendi ahlakını birlikte getirecekti .. "Kızım Ayşe"de
köy/şehir zıtlaşması, geleneklere, öz değerlere bağlılıkla, İstanbul
sosyetesindeki köksüz, iğreti, dejenere yaşam karşı karşıya getiriliyor. Huriye
kadın'ın bilinçsizcesine de olsa öz değerlerini, Batı usulü bir yozlaşmaya
karşı korumak, kızı Ayşe'yi kurtarmak için giriştiği mücadele, Çakmaklı'nın
şematik ve kaba çizgili öyküsüyle veriliyor. Çakmaklı, hikayesini öylesine
kurmuş, tiplerini öylesine belirlemiş ki, davasını başından kazanmış. Çünkü
gelenekçiliğe karşı verdiği, çağdaşlaşma, Batılılaşma değil, sadece,
(Türkiye'de küçük bir zümrenin sürdürdüğü ve Türkiye ölçüsünde bir durum ve
sorun olduğuna inanmadığım) yozlaşmanın dibine inmiş bir "hızlı
gençlik" yaşamı... Üstelik bu çevrenin kişileri birer
karikatür·grotesk'liğiyle verilmekle kalmıyor, filmin sonunda sadist, manyak,
katil ruhlu yanlarıyla bir korku filmi kahramanı kimliğine bile bürünüyorlar.
Seyirci "zavallı kız ... ne denli yanlış bir seçim yapıtı" değil,
"zavallı kız ... ne kötü insanların eline düştü" diyor. Bir
"klinik vaka"ya dönüyor film, mesajı "özel"den çıkıp
"geneline ulaşamıyor. Biçim yönünden Çakmaklı'da gelişme, olgun bir
sinemaya kayma var. Ancak, örneğin filmin en özenli planı olan, günbatımında
gençleri çift çift el ele gösteren (ve Antonioni'nin "Zabriskle
Point"ının bir bölümünü andıran) sahnenin, içerdiği estetikle seyircide
aksi yönde bir özlem yarattığı ve Çakmaklı'nın düşüncesine ters düştüğü
söylenebilir.
Daha genel bir planda
söylemek gerekirse, Çakmaklı'nın yanlışı, aslında çok karmaşık. olan· bazı
sorunları çok basmakalıp; şematik biçimde ele alması ... Türkiye'deki kültür
ikileşmesinin aydında ve halk sezgisinde yarattığı dram, yitip giden ve yerine
yenileri konamayan karşı duyulan özlem, Batılılaşma çabasının getirdiği
bunalım, edebiyatımızda örneğin bir Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"
romanındaki düzeyde ele alınmadı sinemamızda henüz ... "Kızım Ayşe’de
toplumumuzda burjuva eleştirisi mi yapılmak isteniyor? Gözlem yanlış, sahte,
gerçek değil... Ayşe'nin gerçeği görmesi, kişiliğine, benliğine dönmesi ise,
hiçbir düşünsel, kültürel ve ahIâksal dönüşüme dayanmayan, yalnızca birkaç ters
olaya, kötü bir "rastlantı"ya dayandırılan bir değişme olarak
sunulduğu için film, mesajını da veremiyor. Türkiye'de burjuva sınıf nasıldır?
Nasıl yaşar? Çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, insancıl değerlerini yitirmişliği nasıl
meydana çıkar?
Popülist
ve demagog bir "köy yaşamı" gerçek ve çağdaş seçenek nedir? Bu
soruların cevabı,·bir rastlantı sonucu aynı temaları işleyen başka.,bir filmde,
"Arkadaş"ta daha sağlam biçimde veriliyor. Türkiye'de bugün.
"sağ" ve "sol" diye isimlendirilen görüşlerin birtakım
sorunları teşhiste birleştikleri, ama asıl doğru teşhisin ve geçerli çözümün
geriye değil, ileriye dönük cepheden gelebileceğine küçük, ama anlamlı bir
örnek bu ... Düşünce aanında henüz çocukluk dönemini yaşayan, olgunluğa
geçmemiş olan sınemamızın bu tür sorunlara bakışında ise Kemal Tarih
araştırmacı ve Tanpınar duyarlığı, henüz uzak dağların ardında gözüküyor...
“Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 116”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder