KADER (2006)
Senaryo ve Yönetmen: Zeki Demirkubuz Görüntü Yönetmeni Zeki
Demirkubuz, Müzik: Edward Artemiev, Yapım:
Mavi FilmInkas Film/ Zeki
Demirkubuz, Lilette Botassi (TürkYunan
Ortak Yapımı) Yönetmen Yardımcısı:
Iraz Uzun, 1.Kamera Asistanı:
Engin Özkaya, 2. Kamera Ast: Ceren Yıldızburçak, Ses: İsmail
karadaş, Prodüksiyon Amiri: Ahmet
Derebaşı, Sanat Yönetmeni: Güneş Çoban, Kostüm: Özge Er, Set
Ekibi: Apo Demirkubuz, Zafer Saka, Hikmet Demir, Boom Operatörü:
Gürkan Özkaya, Ses Tasarım: Yorgos Mikroyannakis, Mix: George
Mikroyannakis, Erimages Sorumlusu: Rüya Arabacı, Genel Koordinatör:
Özkan Yılmaz, Kurgu: Zeki Demirkubuz, Müzik: “Meditatlons”, “Çat
Kapı”, “Yalan Dünya”, Dido”, “Matika”, Tüm Aşiklar Birgün Bitecek”
Oyuncular: Ufuk Bayraktar
(Bekir), Vildan Atasever, (Uğur) Engin Akyürek, Müge Ulusoy, Ozan Bilen, Settar
Tanrıöğen, Erkan Can, Mustafa Uzunyılmaz, Güzin Alkan, Hikmet Demir, Gönül
Çalgan, Çağlar Çınar, Müfit Aytekin, Abdullah Demirkubuz, Alper Kul, Zeki Demirkubuz, Mustafa Kardeniz,
Merve Kalafat, Gürkan Özkaya, RTasih Yılmaz, Attila Can, Volga Sorgu, Özkan
Yılmaz, Yıldıray İnan, Mahmut Köse, Nurhayat Kavrak Demirkubuz, Zafer Çerl, Fatih Çerl,Buse Baysal, Buse Demiriz,
Temel Şen, Gülden Çakır, Yılmaz Karaçanal, Emre Koç, Erdinç Yur5t, Hüseyin Amasyalı,
&Altın
Portakal’ı da alıp evine götüren “Kader”, beni ayni ölçüde etkilemedi. Belki
beklentilerim çok yüksek olduğu için...Ama ne olursa olsun, bu filmle gerçek
bir gönül bağı kuramadım. Doğrusu Zeki
de bu “gönül bağının” kurulamaması için elinden geleni yapmış. Kültfilmi
“Masumiyet”in bir monoluğundan yola çıkarak, o filmde 40’lı yaşlarını süren
Bekir ve Uğur’un ilişkilerinin başlangıcını veriyor yönetmen...Film, bence tam
anlamıyla çetin ceviz. Zeki’nin belki en sert kabuklu, en kişisel, ama ayni
ölçüde seyirciye geçmesi zor filmi... İç içe örülmüş iki imkansız aşk hikayesi
bu...Uğur’un nerdeyse doğuştan katil Zagor’a ve de Bekir’in Uğur’a olan, ikisi
de karşılıksız, imkansız ve sadece keder veren aşkları, hatta tutkuları.
Zeki’nin bir söyleşideki deyişleriyle, yine “akıl dışı olan karakterler”, yine
“hep bir imkansızın peşinde koşma duygusu”, bir “kendi kendini yok etme, kendi
zararına olduğu halde bir şeyi isteme” halleri...
Evet, doğrudur. Kimi aşklar nefretten,
hakaretlerden, olanaksızlıklardan beslenir. Sevdiğimiz bizi ittikçe onu
isteriz, uzaklaştırdıkça ona döneriz. Ama bir filmin bu duyguları anlatması
yetmez, onları hissettirmesi gerekir. Oysa Uğur’un Zagor’a olan tutkusunu
anlayamıyoruz, çünkü zaten gösterilmiyor. (Tek bir sahnede beraberler: o da çok
kısa). Bekir’in Uğur’a olan mantığa, akla ve sağduyuya meydan okuyan ve de
“Masumiyet”ten bildiğimiz üzere nerdeyse bir ömür boyu süren tutkusu ise, hemen
hiç bir duygusal sahne, hiçbir aşka benzeyen ilişki anı içermiyor. Sürekli
kaçan, küçümseyen, kin yağdıran bir kadın. Ve karşısında herşeyi, ailesini, eşi
ve çocuğunu, mahallesini ve kentini terk edip kendisini yıllar boyu yollara
vuran bir adam...Niçin, hangi tatmin, hangi ödül, hangi mutluluk anı için? Evet, tümüyle akıl dışı bir ilişki bu. Ama
nerdeyse artık Leyla’dam çok aşkın, tutkunun kendisine yönelen bu çağdaş Leyla
ile Mecnun hikayesine neden inanalım ki? Zeki, böyle bir tutkuyu anlatmanın
bilinen hemen tüm yollarını yadsıyor. Alevli bir melodramı itiyor, gerçekçi bir
yaklaşımı reddediyor. Hatta hikayenin en dramatik anlarını bile, bir postmodern
Brecht edasıyla bizden saklıyor. Böylece, kahvedeki ölümcül kavga (filmin belki
en görkemli, en unutulmaz sahnesi), pavyondaki yaralama veya oteldeki intihar
sahnelerinin ertesini göstermiyor, çok sonralara sıçrıyor. Ve böylece, temelde
eski Türk filmlerinin duyarlılığını taşıyan bu görkemli melodram, hemen tüm
etki gücünü yolda yitirip gidiyor, sürekli kopuk kopuk duruyor Bilmiyorum, ister
yerli, ister yabancı sinemada melodramı çok seven bir sinemasever olarak mı
bakıyorum? Ama, özellikle klasik Yeşilçam’ın yapay ve yoğun duygusallığını
modern bir anlatım tarzı uğruna silmek için, bir öbür uca, böylesine aranmış
bir duygusuzluğa sığınmak şart mıydı? Geçmişte Zeki’nin filmleri için “kristal
kadar soğuk, ama kristal kadar güzel” deyişini kullandığımı hatırlıyorum.
Burada artık kristalin sadece soğukluğu duyuluyor.
& "Kader"
nihayet tüm sinemalarda gösterime girdi. İzleyicisiyle buluşan film beklendiği
gibi yönetmen sinemasının avangart – post modern sadık seyircilerinin yanı sıra
popüler sinema seyircisinin de (gönülsüzce veya vakit geçsin şiarıyla da olsa)
katılımıyla görücüye çıktı. Bilindiği gibi “kader” 43. Antalya Altın Portakal
Film festivalinde “En iyi film” ödülüyle ödüllendirilmişti. Fragmanında
belirtildiği gibi; Bekir Uğur’a aşıktır. Uğur Zagor’u sevmektedir. Zagor ise
suç işlemeyi. Masumiyet filmindeki karakterlerin gençliklerinin anlatıldığı ve
masumiyet ile olan göbek bağını yer yer kesen senaryosuyla, oyuncu yapısı,
mekanlar, müzik ve anlatımıyla “Kader” klasik Zeki Demirkubuz sineması. Hatta
film, genel hatlarıyla; kendi başınalığının zorlayıcı etkilerinin hissedildiği,
masumiyet sarmalından kopup, arka planda şiddetin ve çaresizliğin iç içe
girdiği çürümüş toplum yapısına yaslanışı bakımından Demirkubuz sinemasının
değişim işaretleri olarak bile algılanabilir.
Kaderin
Masumiyet ile bağlantılandırılması ya da ayrıştırılması bakımından organik
bağını sorgulatan yapısı, ister istemez izleyenleri karşılaştırmalı psikolojik
değerlendirmeye tabi tutuyor. Zeki Demirkubuz sinemasının bu tuzağı
kaldırmayacağını düşünüyorum. Demirkubuz
sinemasının özgün, gerçekçi, toplumsal artalan kurcalayıcı anlatım tarzının
salt seyir bakımından yeterli olmadığı diğer filmlerinden anlaşılabilir. Yani,
filmlerinde şiirsel ve epik anlatımı gerçekçilik penceresinden veren, insana
hiç de yabancı gelmeyen hikayeler anlatan yönetmen; oyuncu ve mekan seçimi ile
yükselttiği çıtayı, çekim aşamasında ve sonrasındaki evrelerle son şeklini
verirken çizdiği çizginin pek dışına çıkmayan, bütünlüklü yapısıyla oluşturduğu
samimi havanın yarattığı iklimde sevilmişti. Bireyden topluma ve toplumdan bireye
gide gele yaşamın tüm acılarına verilen cevapların nesnel ve öznel gerçekliği
karşısında izleyicinin anlatıcıyla olan gizil bağı Kader’de görece zayıf
kalmış. Filmde genel olarak hissedilen kontrast bozukluğu ve belki ahenksizlik,
masumiyetle olan bağının düşündürdüğü ricatla birlikte oyuncuların serbest
bırakılmış performanslarına karışıyor.
Film seyir, mekan, hikaye ve sahneleriyle Demirkubuz sineması olmakla
birlikte, müzik ve oyunculukların Demirkubuz sinemasından ayrıştığı bir mecraya
hafifçe kaymış göründü bana. Oyunculuklara gelindiğinde; filmde en dikkat
çekici ve başarılı oyunu Engin Akyürek’in çıkardığını düşünüyorum. Öyle ki
Engin’nin Cevat karakterinde canlandırdığı işini bilir, zamane mahalle
kabadayısı halleri zaman zaman gerçekliğin ötesine taşmış. Ufuk Bayraktar’ın
Bekir rolü altında biraz ezildiğini hissetmekte pek tabii mümkün. Vildan
Atasever ise Uğur rolünün gençliğini oynarken ileriki yaşlarını oynayan büyük
oyuncu Derya Alabora’nın gölgesinde kalmaktan kendini kurtaramamış. Genel
olarak başarılı bir oyunculuk sergilemiş olmasına karşın çocuksu şeytanlık gibi
ağır bir rol karşısında yer yer zorlanmış. Anlatıcının dinleyiciye sunduğu
hikaye herkesin kendince çıkarımlarında gizlidir haliyle. Demirkubuz İtiraf,
yazgı ve masumiyet filmlerinde yakaladığı ahengin hikayeyle bağını izleyiciyle
çok güçlü kurmuştu. Bunda oyuncuların payı çok büyüktü. Ayrıca tüm
filmlerindeki oyuncu seçimlerinin sinemaya kazandırıcı ve didaktik sunumlarını
Kader’de de denemiş. Zira diğer filmlerde filmleri kotaran, götüren deneyimli
oyuncuların yanında yeni yeteneklere yer vermiş ve çok başarılı olmuştu.
Örneğin Üçüncü sayfada Ruhi Sarı yada Yazgı’da Serdar Orçin. Bu filmde ise baş
rollerde deneyimi az yada deneyimsiz oyuncularla işe koyulmuş. Bu ayrıntının da
altını çizmekte fayda var. Sonuç olarak kamera çekim teknikleri ve seçilen
mekanlar yine çok etkileyici ve güzel. Yine Demirkubuz tikleri bu filmde de
nüksetmiş. Kapalı mekan kullanımı. Uzun ve sessiz yürüyüşler, otizm. Demirkubuz bir röportajında yanılmıyorsam
“film yapmak benim mecburiyetim değil, tırnak içinde özgürlüğüm. Bir gün ne
pahasına olursa olsun film çekmek durumunda kalırsam film çekmem” demişti.
Sanırım, vicdanın sesini dinlerken aklına gelen şeyler bir gün bir yerde
birilerinin hayatında, birinin yüreğinde, birinin dükkanında hayat
buluverir. Kader buradan bana böyle
görünüyor. Size ve başkalarına kim bilir nasıl görünür. Bence Zeki Demirkubuz
sinema çekmeye devam etsin. Bizde seyredelim. Ne de olsa vicdanı var ve
vicdanın sesine kulak veren izleyicileri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder