BEŞ VAKİT (2006)
Senaryo ve yönetmen: Reha
Erdem, Görüntü Yönetmeni: Florent Herry Müzik: Arvo Part,
Yapım: Atlantik Film yapımı/ Ömer Atay Yönetmen Asistanları: Gamze
Peker, Fatih Kızılgök, Yönetmen 2. Asistanı: Ceyda Kayaçetin, Yapım
Sorumlusu: Yılmaz Salur, Sanat Yönetmeni: Ömer Atay, Kurgu: Reha
Erdem, Kasting: Özlem Sungur, Ses: Murat Senürkmez, Yapım
Asistanları: Yalın Karabey, Ali, Ayan, Recai Gürserl, Reşat Elibol, Kostüm,
Saç ve Makyaj: Mehtap Tunay, Kasting: Özlem Sungur, 1. Kamera
Asistanı: Engin Özkaya, Özgür Eken, 2. kamera Asistanı: Deniz Arslan,
Steadycam Operatörü: Gökhan Tiryaki, Steadycam Asistanı: Kamer
Dereli, Işık Şefi: Şenol Toz, Yusuf Demir, Işık Asistanları: İbrahim
Erenel, Hüseyin Yalçın, Boom Operatörü: Çağdaş Karagöz, Set Amiri: Murat
Mestut, Set Asistanları: İsmail Mutlu, Necmi Çağlayan,
Oyuncular: Özkan Özen, Ali Bey Kayalı Yakup), Elit İşçan (Yıldız), Bülent Emin Yarar (İmam), Taner Birsel (Zekeriya), Yiğit Özşener (Yusuf), Selma Ergeç (Öğretmen), Köksal Engür Halil Dayı), Nihan Aslı Elmas (Yıldız Ali), Tilbe Saran, (Ömer Anne), Sevinç Erbulak (Yakup Anne), Özkan Özen (Ömer), Cüneyt Türel (Dede), Bülent yarar, Ali Düşenkalkar (Ahmet Ağa), Tarık Sönmez (Çoban Davut), Harika Uysal (Zeynep), Utku Barış Sarma (Ali), Eren Akan (İsmail), Şükran Üçpınar (Nene), Sencer Sağdıç (Doktor), Ali Şahinbaş (Fotoğrafçı),
Konu: Ömer,Yakup ve Yıldız çocukluktan gençliğe geçme sürecinde olan
üç çocuktur. Yakup köydeki ilkokul öğretmenine aşıktır. Yıldız çocukluktan
ergenliğe geçiş sürecindeki bunalımlara sahiptir.Ömer’se köydeki imamın oğludur
ve babasının küçük kardeşine olan davranışlarını iltimaslı bulduğundan bu
adaletsizliği sevgisizlik olarak yorumlayıp babasına karşı içten içe öfke
beslemektedir.Köyde babasının yaşıtı olan insanların da daha yaşlı olanlarla
yaşadığı bir kuşak çatışması ve evlatlarına davranışlarında çifte standart
vardır.Ömer babasını öldürmek ister ve bunun için babası hastayken gizlice
pencereyi açmak,kapsüllü ilaçları tek tek açıp içini boşaltmak gibi çocukça
yöntemler bulur. Babası hastayken ezan okuması için gidip Yakup’un babasına
haber verir. Zaman ezan sesleriyle günü belirli parçalara bölerken köyde hayat
akar.
Yıldız’ın babasıyla ilişkisi çok iyidir,
kundaktaki kardeşine bakması gerekmektedir ve bir gün çocukluğu yüzünden
koşarken bebeği kucağından düşürür. Bebeği hastaneye götürürler. Başına bir şey
gelmediğini anladıklarında kurban Keserler. Kurban etlerini dağıtırken Yakup
babasının da kendisi gibi öğretmene yanık olduğunu öğrendiğinde küçük dünyası
başına yıkılır. Daha evvel anne karnındayken düşen kardeşi için de babasını
suçlamaktadır. Ancak bu öfke Ömer’in tavrına benzer bir tavır yaratmaz
onda.Ömer babasını akreple zehirlemeyi düşündüğünden köyün çobanından akrep
bulmasını istemiş ve buldurtmuştur.Ancak babasını zehirlemez. Sürekli küçük
kardeşiyle kıyaslanmak ve yerilmek onu mutsuz etmektedir. Aile,sosyal baskı ve
umutlar iç içe geçer. Büyümenin acıtan yanlarını üç çocuk da görürler doğanın
varlığı filme böylesine katılmıştır, görüntü yönetmeninin çabası filme
böylesine dramatik bir öğe olarak dahil olmuştur. Ama film yalnızca pastoral
bir köy yaşamı öyküsü değil. Elbette özellikle köylülüğe eğilen, Kaos'tan
Nalın Ağacı'na o büyük İtalyan filmlerinin tadı duyumsanıyor. Nuri Bilge
filmlerinin, hatta bizim Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak'ın tadı da var
biraz... Ama Erdem'in filmi, başka ufuklara doğru yol açıyor. O küçük köyde, özellikle
çocuklar cephesinde kimi karanlık düşünceler, bastırılmış emeller, ölümcül
kıskançlıklar var. Ömer'in derdi, kendisini hep ezen imammüezzin babasından
kurtulmak. Bunun için, sürekli onu öldürme planları tasarlıyor. Yakup, genç
kadın öğretmenine aşık, ona dokunmayı bile günlerce ellerini yıkamamak için bir
neden sayıyor. Ve günün birinde o da sevmediği babasının genç kızı
röntgenlediğini görmesin mi? Yıldız ise yeni doğmuş erkek kardeşini kıskanıyor
ve bilinç altı dürtüsüyle, onu nerdeyse öldürüyor. Ve çocuklar, bir leitmotiv
gibi, en kritik anlarda yere yatarak 'araziye uyum sağlıyor', bir diğer deyimle
'ölüyü oynuyorlar!'... Bu pastoralin ardında, insan ruhunun en gizli ve ürkünç
yanları gizli. Ama Erdem bize ne bir 'suç ve ceza' filmi sunuyor, ne de bir
klasik psikolojik gerilim. O, kapalı bir çevrede, derinlemesine olmasa da bir
avuç insanı tanıtıyor; büyükleri ve çocuklarıyla... İnsandoğa ilişkilerini
ilmek ilmek örüyor, geçen her anı duyumsatıyor. Ve bize bir film boyunca
alabildiğine sıradan, ama o ölçüde eşsiz yaşama serüvenine tanık olma duygusu
getiriyor. Gerek çocuk oyuncular, gerekse küçük rollerde oynamış bildik
oyuncular olağanüstü. Aynısı görüntü ve müzik için de söylenebilir. Bu
olağanüstü film bence bir başyapıt. (Sabah G. 15.10.2006)
“Beş Vakit”, Türk sinemasında yeni bir zirveyi işaret ediyor.
Üstelik bu zirve hemen tüm dünyadan görülecek bir yükseklikte... Belki herkese
hitap etmeyecek, belki leziz bir şarap gibi ancak uzun uzun ağızda durduktan
sonra gerçek anlamda tadına varılabilecek bir film. Ama bunu yapabilenlerin bu
lezzeti asla unutmayacaklarına şüphem yok.
NOT: Beş Vakit”, 24 Eylül 29 Ekim tarihleri arasında Ayvacık’a bağlı
Kozlu köyünde sesli olarak çekildi. Film, HD olarak çekildikten sonra 35 mm’ye
aktarıldı. Filmin tamamı Kozlu köyünün içinde ve köyün Güzelçeşme, Bakacak
Kayası, Gedik, Çimenli Kıran, Yarıklı Kaya gibi tepelerinde çekildi. Köyün
tepelerine ulaşım atlar ve eşeklerle sağlandı. Çok küçük bir ekip’ten oluşan
filmin ekibi çekimler boyunca Kozlu köyünde yaşadı. Kozlu köyü sakinleri film
süresince ekibe yardımcı olmak için ellerinden geleni yaptılar. (Sinematürk)
13.Adana
Altın Koza Film Şenliği, 2006
►Umut
Veren Genç Erkek Oyuncu: Ali Bey Kayalı
►En
İyi Film : Reha Erdem
►En
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Bülent Emin Yarar
►Fipresci
Ödülü: Reha Erdem
►En
İyi Film: Reha Erdem
28.Montpellier
Film Festivali, 2006
►Jüri
Özel Ödülü: Reha Erdem
►Gençlik
Ödül; Reha Erdem
28.Siyad
Türk Sineması Ödülleri, 2006
►En
İyi Görüntü Yönetmeni : Florent Herry
►En
İyi Yönetmen: Reha Erdem
►En İyi Film: Reha Erdem
· Beş Vakit, Türk sinemasında
yeni bir zirveyi işaret ediyor. Üstelik bu zirve hemen tüm dünyadan görülecek
bir yükseklikte... Belki herkese hitap etmeyecek, belki leziz bir şarap gibi
ancak uzun uzun ağızda durduktan sonra gerçek anlamda tadına varılabilecek bir
film. Ama bunu yapabilenlerin bu lezzeti asla unutmayacaklarına şüphem yok. Bir
Karadeniz köyünde geçiyor film... Sahile yakın, deniz iklimine açık, sert
rüzgârlara, aniden düşen yağmura, gökyüzündeki bin bir renge alışık bir köy...
Burada bize küçük dokunuşlarla tanıtılan, karaktere pek dönüşmeden birer tip
olarak kalan birkaç aileyi birden tanıyoruz. Özellikle de çocuklarını... Ömer,
Yakup ve Yıldız, bu hikâyenin büyüme çağlarındaki üç ana kahramanı. Film,
zengin çağrışımlarla bir pastoral senfoni gibi gelişiyor. Temposunu filme adını
veren '5 vakit' ezan belirliyor. Yatsıdan başlayarak (ve geriye giderek) bir
günü tamamlayan olayları, bir ezan sesi birbirine bağlıyor. Her şeyin fonunda
ise doğa var. Demin sözünü ettiğim özellikleri, renkleri, gel gitleriyle
hayatımıza eşlik eden doğa. Çok az filmde geçen zaman böylesine duyurulmuştur,
Bir Karadeniz köyünde geçiyor
film...Sahile yakın, deniz iklimine açık, sert rüzgarlara, aniden düşen
yağmura, gökyüzündeki bin bir renge alışık bir köy... Burada bize küçük
dokunuşlarla tanıtılan, karaktere pek dönüşmeden birer tip olarak kalan birkaç
aileyi birden tanıyoruz. Özellikle de çocuklarını...Ömer, Yakup ve Yıldız, bu
hikayenin büyüme çağlarındaki üç ana kahramanı.
Film,
zengin çağrışımlarla bir pastoral senfoni gibi gelişiyor. Temposunu filme adını
veren ‘5 vakit’ ezan belirliyor. Yatsıdan başlayarak (ve geriye giderek) bir
günü tamamlayan olayları, bir ezan sesi birbirine bağlıyor. Her şeyin fonunda
ise doğa var. Demin sözünü ettiğim özellikleri, renkleri, gelgitleriyle
hayatımıza eşlik eden doğa. Çok az filmde geçen zaman böylesine duyurulmuştur,
doğanın varlığı filme böylesine katılmıştır, görüntü yönetmeninin çabası filme
böylesine dramatik bir öğe olarak dahil olmuştur.
Ama film yalnızca pastoral bir köy yaşamı
öyküsü değil. Elbette özellikle köylülüğe eğilen, “Kaos”tan “Nalın Ağacı”na o
büyük İtalyan filmlerinin tadı duyumsanıyor. Nuri Bilge filmlerinin, hatta
bizim “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”ın tadı da var biraz...
Ama Erdem’in filmi, başka ufuklara doğru
yol açıyor. O küçük köyde, özellikle çocuklar cephesinde kimi karanlık
düşünceler, bastırılmış emeller, ölümcül kıskançlıklar var. Ömer’in derdi,
kendisini hep ezen imam müezzin babasından kurtulmak. Bunun için, sürekli onu
öldürme planları tasarlıyor. Yakup, genç kadın öğretmenine aşık, ona dokunmayı
bile günlerce ellerini yıkamamak için bir neden sayıyor. Ve günün birinde o da
sevmediği babasının genç kızı röntgenlediğini görmesin mi? Yıldız ise yeni
doğmuş erkek kardeşini kıskanıyor ve bilinç altı dürtüsüyle, onu nerdeyse
öldürüyor. Ve çocuklar, bir leitmotiv gibi, en kritik anlarda yere yatarak
“araziye uyum sağlıyor”, bir diğer deyimle “ölüyü oynuyorlar!”’....
Bu pastoralin ardında, insan
ruhunun en gizli ve ürkünç yanları gizli. Ama Erdem bize ne bir “suç ve ceza”
filmi sunuyor, ne de bir klasik psikolojik gerilim. O, kapalı bir çevrede,
derinlemesine olmasa da bir avuç insanı tanıtıyor: büyükleri ve
çocuklarıyla...İnsandoğa ilişkilerini ilmek ilmek örüyor, geçen her anı
duyumsatıyor. Ve bize bir film boyunca alabildiğine sıradan, ama o ölçüde eşsiz
bir yaşama serüvenine tanık olma duygusu getiriyor.
Gerek çocuk oyuncular, gerekse
küçücük rollerde oynamış bildik oyuncular olağanüstü. Ayni şey görüntü ve müzik
için de söylenebilir. Bu olağanüstü film bence bir başyapıt. Mutlaka izleyin,
(Atilla Dorsay)
&
Reha Erdem'in yazıp yönettiği "Beş Vakit", uçsuz bucaksız zaman ve
mekanın, insan elinde biçimlendirilmiş, sıkıştırılmış, düzenlenmiş hallerinden
birinin filmi. Bu, neredeyse tüm filmler için edilebilecek çok genel cümle,
filmin içindeki tüm karakterleri tanımlayan ve hatta onların önüne geçen bir
zaman ve mekan anlayışı olan Beş Vakit söz konusu olduğunda farklı bir anlam
kazanıyor aslında. "Beş Vakit", filmin içerisinde adı veya konumu
belirtilmeyen, ama az çok tahmin edebileceğimiz üzere Ege'de, bir köyde geçen
gündelik hayatın, köy ahalisinin birbiriyle ve içinde bulundukları zaman ve
mekanla, dolayısıyla da hayatla kurdukları ilişkilerin hikayesini anlatıyor. Bu
karakterlerin hikayelerini izlerken de, onların kim olduklarından, başlarına
neler geldiğinden ziyade, zamanın ve mekanın belirlediği genel bir ruh haliyle
ilgileniyoruz daha çok. Ömer, Yakup ve Yıldız bu zaman/mekanda büyümeye
çalışırlarken, anne ve babaları, köyün imamı, çobanı, öğretmeni, doktoru da bu
içinde doğup büyüdükleri mekan tarafından tanımlanmış kimlikleri ile
hayatlarının olağan akışına devam ediyorlar.
Bu çok karakterli filmin, belki de en ön plandaki karakterleri, bu
köyde büyümekte olan çocuklar. Ya da henüz büyümekte olduklarından, tam olarak
biçimlenmemiş, 'tamamlanmamış' olduklarından, onların hikayeleri ile daha çok
ilgileniyoruz. Çünkü onların henüz hala, günün beş ayrı vakit olarak
bölümlendirilmiş akışından kendilerini soyutlayabildikleri anları; kapalı
kapılar ardından ve dar sokaklardan kaçıp, uçurum kenarlarında ufka baktıkları
kendilerine ait alanları var. Fakat film ilerledikçe, onların da, tıpkı
gece/gündüzün ve mevsimlerin kırılmayan döngüsü gibi, annebabalarının ve
onların annebabalarının hayatlarının devam ettirdiği bir döngünün içerisinde
sıkışıp kalacaklarını bir tür iç burukluğu ile fark ediyoruz. Ebeveynleri
onlara nasıl davrandıysa çocuklarına da öyle davranan annebabaları gibi, onlar
da bu mirası istemeden de olsa devralıyorlar.
Gece başlayan film, sabah sona ererken, bu
zaman döngüsü bizde hem bir devamlılık hem de bir içinden çıkamama hissini aynı
anda uyandırıyor. Bu ikili duygunun temel sebebi, bir yandan Reha Erdem'in
kamerası aracılığıyla doğanın/zamanın döngüsüne duyduğumuz hayranlık, bir
yandan da bu huzur, dinginlik, tamamlanmışlık, sonsuzluk hisleri uyandıran
coğrafyanın içerisinde okula gitmeye, kardeşlerine bakmaya, anne babalarından azar
işitmeye, yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya sürekli olarak zorlanan tüm
çocukların 'mecburen' onlar için bölümlendirilmiş bir zamanı, bir hayatı
yaşamaya çalışmalarının hikayesini izliyor olmamız. İşte bu, mekan ve insan
arasında yaratılan tezat, aynı zamanda filmintemel duygusunu da belirleyen şey
haline geliyor. Gece oluyor, gündüz oluyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor ve
bizler bir yandan filmin sinematografisini hayranlıkla izlerken, bir yandan da
okul sıralarında gece ve gündüzün oluşumunu ders kitaplarından okuyan,
ezberlemeye çalışan çocukların hikayelerini takip ediyoruz, onların peşine
takılıp daracık sokaklarda yürüyoruz. Gece ve gündüz tüm ihtişamı ve
kendiliğindenliği ile oladursun, onlar önlerindeki ders kitaplarından gece ve
gündüzün oluşumuna dair bilgileri yüksek sesle okuyarak öğrenmeye, ezberlemeye
çalışıyorlar. Doğanın onlara sunuyor gibi göründüğü sonsuzluk içinde onlar
kültürel kodların döngüsü tarafından sıkıştırılmış durumdalar. Kimi kendi
babasını yok etmekle, kimi ilkokul öğretmenine duyduğu aşkla bu döngüden
çıkmanın yollarını arıyor. Sıradan olanın içerisinde kendilerine nefes
alabilecekleri alanlar yaratmaya çalışıyorlar. Ama sonuçta hepsi de aynı saman
yığınlarının, çiçeklerin, otların, bina yıkıntılarının arasında uyuyakalıveriyorlar.
Zaman, ya insanın kontrolü dışında akıp gidiyor ya da geçmek bilmiyor; bu ikisi
aslında aynı şey onlar için.
Reha Erdem, "Beş Vakit"te taşra mekanının ve zamanının
dışarıdan görünen büyüleyici, sakin, özenilen yüzüyle taşra hayatının hiçbir
şey olmazlığı, sıkışmışlığı, çıkılmazlığı arasındaki tezatlığı, görüntüleri ve
hikayesi arasındaki tezatlık üzerinden kuruyor. Bu zaman ve mekan tarafından
belirlenmiş olduğunu söylediğimiz haletiruhiyeyi, yine de, genele yaymak mümkün
belki de. Eninde sonunda mekanı ve zamanı insana dar eden yine insan olmuş
oluyor. (Senem Aytaç)
&
Uzun yıllar boyunca 'köy filmleri' ve dolayısıyla taşra, Türk yönetmenlerin
kimi siyasal ve sosyal sorunları ele alması için aracı olmuştu. 80'li ve 90'lı
yıllarda Türk sinemasında taşranın 'ağırlığı' pek hissedilmezken, yakın dönemde
bir nevi kaçış mekanı olarak geri geldi. Daha doğrusu, Türk sineması taşraya
geri döndü... Bir 'kaçış mekanı' olarak nitelendirmemiz boşuna değil, şehirden
taşraya doğru giden bu hareket son yıllarda Türk sineması üzerine yazılan çoğu
makalenin, filmler üzerine yapılan tartışmaların ana konusuydu. Kimilerine göre
bu dönüş kaçınılmazdı, kimilerine göreyse dönüşten ziyade bir geri çekilmeydi.
Bazılarına göre kendi kişisel tarihine, geçmişine bakmanın doğal bir sonucu,
bazılarına göreyse bir yılgınlık halinin (yakın dönem Türk sinemasıyla sıklıkla
ilişkilendirilen bir diğer temayı, 'sessizliği' hatırlatalım) yansımasıydı.
"Beş Vakit" ise tüm bu yorumların, kategorilerin dışında kalıyor.
Erdem'in filmi tüm o büyüleyici doğa görüntülerine rağmen, taşrayı huzur dolu
bir mekan olarak resmetmiyor. Burada yönetmenin "A, Ay", "Korkuyorum
Anne" veya "Hayat Var" gibi başka filmlerinden de tanıdık bir
şüphe, bir tedirginlik hissi var. Çocukların yetişkinlerin dünyasına bakarken
içine düştüğü tedirginlik, ergenlik dönemine ait bir huzursuzluk bu... Taşranın
gündelik hayatını yansıtırken, kuşaktan kuşağa aktarılan bir sevgisizliğin,
iletişimsizliğin, hatta şiddetin de altını çizen Erdem, üç çocuğun dünyasına
yoğunlaşıyor: Babasını ne annesiyle ne de yeni doğan kardeşiyle paylaşmak
isteyen Yıldız, köyün imamı olan babasını öldürmek isteyen Ömer ve öğretmenine
âşık olan (ama babasını aynı kadını röntgenlerken yakalayan) Yakup...
İsminden de anlaşılacağı üzere zamana özel bir anlam atfeden "Beş Vakit", epizodik yapısıyla 5 bölüme ayrılıyor. Perdeye taşıdığı süreç reel algıda çok daha uzun bir zaman dilimine denk düşse bile, Erdem bölümlere 'bir gün'ü beşe ayıran isimler vererek daha sınırlı bir zaman algısına işaret ediyor. Başka bir deyişle, her günün 'aynılığı'na vurgu yapıyor. Bu döngüsel yapı Yıldız, Ömer ve Yakup'un yaşadıkları Hayalkırıklıklarıyla daha da anlam kazanıyor. Büyüme sürecindeki bu çocukların önlerindeki tek engel, sürekli kendini yineleyen o 'aynı gün', o sıkışmışlık ve tekrar... Zira kendini tekrar eden de, daha önce söylediğimiz gibi, kuşaktan kuşağa aktarılan bir sevgisizlik. "Beş Vakit" ne romantize edilmiş bir taşra görüntüsü taşıyor perdeye ne de bir dönemin köy filmlerindeki Yeni Gerçekçilik etkisinin peşinden gidiyor. Filmi hem yakın dönemdeki 'taşra' merkezli sinema tartışmalarında hem de genel olarak Türk sinemasında farklı bir yere konumlayan özelliği de bu. [(E.E.) Sinema “En İyi 100
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder