EĞRETİ GELİN (2004)
Yönetmen: Atıf
Yılmaz Senaryo: Gül Dirican, Atıf Yılmaz, “Şükran Kozalı’nın bir
eserinden” Görüntü Yönetmeni: Kenan Ormanlar Müzik: Selman Ada Yapım:
Yeşilcam Film/Atıf Yılmaz – Cinegram/Sadık Deveci, Jale Onanç Dolly Operatörü: Ufuk Kavar, Kostüm Asistanı: Sonay Ortuğ, Makyaj: Neriman Eröz, Sanat Yönetmeni: Meral Özen, Ses: Dinos Kitou, Yapım Danışmanı: Esra Alkan,
Oyuncular: Müjde Ar
(İffet), Metin Akpınar (Tavid), Nurgül Yeşilçay (Kostak Emine), Fikret Hakan
(Talat), Şevket Çoruh (Hasan), Füsun Demirel (Çenoto), Eylem Yıldız (Neşe),
Mehmet Esen (İbiş), Nilüfer Aydan (Semiha), Onur Ünsal (Ali), Kıvanç Başkan
(Sadık), Esra Armutlu (Saime), Pınar Öğün (Nazlı), Hakkı Gültürk (Cemil)
Konu: Emine (N. Yeşilçay), şehrin
varlıklı ailelerinin oğullarını evliliğe hazırlayan bir "eğreti
gelindir". Bir süre önce başı belaya girmiş ve Hasan adlı bir faytoncu onu
kollamak için birini bıçaklayıp hapse düşmüştür. Çıkınca Emine'yi alıp uzak bir
kente gitmek ve orada yeni bir hayata başlamak istediği haberini göndermiştir
kadına. Emine kesin bir cevap vermemiştir ama görüş günleri adama yiyecek,
tütün vb. götürmektedir. Ali (O. Ünsal), Belediye resinin oğludur. Evlenmesi ve
aile işine sahip çıkması beklenmektedir. Oysa onun merakı kuklalar ve tiyatro
gibi uğraşılardır. Aklı dünyayı dolaşmaktır. Büyüyüp olgunlaşmamıştır. Ailesi
ona Emine'yi eğreti gelin getirmeye karar verir. Emine, Hasan'ın erken
salıverilmesi ve alacağı para karşılığı bu teklifi kabul eder. Böylece Hasan'ın
teklifini de kabul etmiş olur. Ali bütün bu tasarılardan haberlidir ve kendini
kıstırılmış, kuklaya çevrilmiş hisseder. Emine'ye de bu duygularını söyler.
Emine oğlanı yola getirmeğe ve eğitmeye çalışırken, çok farklı, alışmadığı bir
tip karşısında olduğunu fark eder. Birbirlerine aşık olurlar. Aynen ailenin
istediği gibi, Ali, Emine'nin kılavuzluğunda çocukluktan erkekliğe geçer. Emine
görevini yapmıştır ama sonuç beklendiği gibi olmaz. Emine, ilişkilerinin
imkansızlığını bilir ve Hasan'a verdiği sözü tutar ama Ali, bu ilişkinin
sonunda ailesine boyun eğmeyi değil, özgürlüğüne ve hayatına sahip çıkmayı
öğrenmiştir. Bu imkansız aşkın sonu kaçınılmaz olarak ağır bir trajedidir.
12.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde;
►
Nurgül Yeşilçay “En iyi kadın oyuncu”
►Eylem
Yıldız “Umut Veren genç kadın Oyuncu”
& Eğreti
gelinlik... Osmanlı döneminden 1930lu yıllara kadar süregelen bir gelenek...
Denizli ve çevresinde yaşanan bu geleneğe göre eğreti gelin' adı verilen kadınlar, yaşları 15 ile 17 arasında olan
erkekleri evliliğe hazırlıyorlar. Bu hazırlık, Kuran ve hadislerle evlilik
hukuku, karı kocanın birbirine karşı hak
ve sorumlulukları ve cinsellikle ilgili eğitimi kapsıyor. Denizli'den
Kastamonu'ya, günümüze uzanıyoruz bir eğreti gelinin ardı sıra... Öyle bir
eğreti gelinle karşı karşıyayız ki! Mağrur, buğulu bakışlı, her daim alımlı,
hüzün dolu ama dimdik... Ve çok güzel... Adı Kostak Emine, namı diğer eğreti
gelin…
Atıf Yılmaz'ın son filmi Eğreti Gelin'in
başrol oyuncusu Nurgül Yeşilçay. Eğreti gelinin vücuda gelmiş şekli... Nurgül
Yeşilçay'ı Kastamonu'nun o eski dokusu içerisinde bulduk. Bir konakta... Ve
sorularımızı ardı ardına sıraladık. Öyle ya, vakit dar, filmin çekimleri
sürüyor. Set kalabalık. Bir yandan ışıklar kuruluyor, diğer yandan oyuncular
hazırlanıyor. Nurgül Yeşilçay, Atıf Yılmaz maskesiyle ortalığı birbirine
katıyor. Bir insan bu kadar canlı, hareketli olabilir mi? Bir o yanda bir bu
yanda. Yerinde duramıyor. Ama "eğreti gelin"e, yani Kostak Emine'ye
bürününce bambaşka biri olarak çıkıyor karşımıza. Hareketleri yavaşlıyor,
durgunlaşıyor... Buğulu bakışlar sarıyor gözlerini.
Eğreti Gelin için önceleri
Deniz Akkaya konuşulurken Nurgül Yeşilçay alıverdi başrolü. Yeşilçay, Atıf
Yılmaz ile çalışmaktan çok ama çok mutlu. Heyecanı gözlerinden okunuyor:
"Bir
gün Atıf Yılmaz telefon açtı. Akşam Leyla'da buluştuk. Eğreti Gelin'de oynar
mısın dedi. Senaryoyu bile okumadan tamam dedim. Ne yani, Atıf Yılmaz bana rol
teklif etmiş bir de senaryo mu isteyeceğim?
Senaryoyu
ilk okuduğunda Kostak Emine'nin zor bir rol olduğunu düşünmüş Yeşilçay.
Ardından, 'ama altından kalkabilirim' demiş. Gerçekten çalışma isteyen bir rol
olduğunu söylüyor: "Mesela Aşmalı Konak'taki Bahar karakteri bana yakın
bir rol olduğu için çok çalışmam gerekmiyordu. Çıkıyordum ve oynuyordum. Ama
eğreti gelin bana çok yakın bir karakter değil. Benim bazı hallerime yakın. O
bazı hallerimi, devamlılığı bozmadan rolün tamamına yaymam gerekiyordu. O
açıdan zor geldi."
Yeşilçay'ın
filmde canlandırdığı Kostak Emine, belediye reisinin aklı dünyayı dolaşmakta
olan oğlu Ali'yi evliliğe hazırlıyor. Emine, Ali'yi evliliğe hazırlarken çok
farklı biriyle karşı karşıya olduğunu anlıyor ve birbirlerine aşık oluyorlar. Bu
aşkın sonu ise ağır bir trajedi... Yeşilçay, filmi tek cümleyle anlatıyor: Bir
aşk hikayesi... Kostak Emine'yi ise şöyle tanımlıyor:
"O her zaman buğulu
bakışları, yavaş hareketleri olan olgun bir kadın. Hayatı boyunca çok az
gülmüş. Yaptığı işi, yaşadığı hayatı sevmiyor. Sadece öyle yaşıyor ve gidiyor.
Belirli yerlerde inişleri, çıkışları var, ama genel olarak hüzünlü, sakin bir
kadın. Bakımlı bir kadın aynı zamanda. Ben onu Botticelli güzeli olarak hayal
ediyordum. 'Venüs'ün Doğuşu' tablosundaki gibi..."
Bir role hazırlanırken net bir metodu
olmadığını ve bir yöntem problemi çektiğini söylüyor. Her rol için ayrı çalışma
şekilleri uyguluyor. Bu rol içinse öncelikle okumalar yapmış Yeşilçay:
"Kostak Emine aslında
hayatında gerçekten kimseyi sevmemiş. Bu nedenle de biraz isterik hareketleri
olması gerektiğini düşündüm. Role hazırlanırken erotizmle ilgili kitaplar
okudum, o kadının içindeki cinselliği nasıl verebilirim diye. Yine dönemle
ilgili kitaplar okudum, filmler izledim. O dönemin davranış biçimlerini
edinmeye çalıştım. Beyinde bitmesi lazım oyunculuğun. Beyinde bitmezse, o
hareketi nasıl yapacağını, kadının nasıl konuşacağını bilmiyorsun. Senaryoda
mutlaka boşluklar oluyor. Sen onun önünü ve sonrasını kuruyorsun. Bu kadının
annesinin adı ne, burcu nedir falan gibi. Mesela Kostak Emine kesin su
grubundan. Yengeç, Balık burcu falan."
Atıf
Yılmaz gibi bir yönetmenle çalışmanın çok güzel olduğunu söylüyor. Gerçekten de
ne kadar haz aldığı okunuyor gözlerinden. Yılmaz'ı yere göğe koyamıyor. Öyle ya
Atıf Yılmaz bu. Türk sinemasının devlerinden:
"Ben bayılıyordum zaten
Atıf Yılmaza. Umduğumun daha ötesinde onunla çalışmak. Büyük olanı daha da
büyütmek değil, sadece neden büyük olduğunu anlıyorsun. Çok sakin, güler yüzlü
biri. Ne yaptığını bildiği için oyuncuyu da yormuyor. Zaten her şeyi kafasında
çektiği için sana birinci kelimeyi fu açıdan ikinci kelimeyi bu açıdan
çekiyoruz diyor, sen de çok rahat çalışıyorsun. Fazla konuşmuyor, önce sana
bırakıyor. Özgür oluyorsun onun setinde. Çok karışmadığı için de rahat
çalışıyorsun."
O sadece ve sadece eğlenmek için yapıyor
oyunculuğu. Başka bir neden yok. Bir oyun olarak nitelendiriyor oyunculuğu ve
ekliyor: "Nasıl ki çocuklar evcilik oynarken çok eğleniyor, biz de bunu
yapıyoruz. Eğlenmediğimiz noktada bu işi bırakmalıyız diye düşünüyorum. O
yüzden gerilmenin, bundan sonraki projem ne olacak kaygısı yaşamının bir anlamı
yok. Dünya problemi değil ki bu. Kısacık hayatımızda neyi kasıyoruz, neyi
geriyoruz? Nihilist olalım demiyorum ama..."
Oyuncuları, egosu yüksek
insanlar olarak tanımlıyor. "Milyonlarca gözün karşısına çıkıp, biz size
bir şey anlatacağız. Bizi sevin diye bağırıyoruz," diyor. Oyunculukla
egolarını tatmin ettiklerini düşünüyor.
Nurgül
Yeşilçay denildiğinde her rolün altından kalkabilecek bir oyuncu akla geliyor.
Her tiplemeye girebilecek. Değişken bir oyuncu karşımızdaki. Kendini yenilemeyi
çok iyi başarabilen biri. Yeşilçay, bunun nedenini işini severek yapmasına
bağlıyor.
"İnsanların
güvenini sağladım. Çünkü elime gelen her rolü düşünerek çalışıyorum. Bu durumu
nasıl yarattım bilmiyorum, ama sadece düşünüyorum, çalışıyorum, işimi ciddiye
alıyorum ve oynuyorum. Salt yeteneğin de çok yeterli olduğunu düşünmüyorum.
Yetenek ve çalışma."
Sinema
filminin yanı sıra bir yandan da ATV'de yayınlanan "Melekler
Adası"nda Şerbet rolünü canlandırıyor Yeşilçay. Bir o sete bir bu sete
koşturup duruyor anlayacağınız. Dizi, tiyatro ve sinema oyunculuğunu ayrı
kefelere koyuyor. Hepsinin ortak yönleri olmasına rağmen kendi içlerinde
farklılıklar barındırdığını belirtiyor:
"Televizyonda öncelikle
insanlar seni aileden biri gibi görmek zorunda. O yüzden bu fikir oyunculuğuna
yansımalı. Televizyon evin içinde duran bir kutu, insanlar onunla yaşıyor. Bu
kalitesiz iş yapalım anlamına gelmiyor. Sinemada ise farklıdır doğallık. Sen
orada istediğin kadar uçarsın, bir masal, rüya anlatırsın. Kendi doğalını
kendin yaratırsın."
Yeşilçay, deli dolu bir kadın olarak
görünüyor. Acaba gerçek Nurgül Yeşilçay da görünen gibi mi? Yoksa bir maske mi?
Kendisini çok dengesiz olarak nitelendiriyor Yeşilçay. Bazen çılgın, kimi zaman
duygusal: "Yanımdaki insanlar bile benim romantizmden hoşlanmadığımı
düşünürler. Gerçekten de kuru romantizmden hoşlanmam. Ama bunu yaşandığı zaman
severim. Aşkı, romantizmi, güzelliği yaşamayı severim. Bir yandan da evet
eğlenmek için geldik. Eğlence anlayışı evde yalnız da olabilir, bir sürü
insanın içinde de. Önemli olan hayattan zevk almak. Bazen ağlayarak da zevk
alabilirsin."
Onun oyunculuk dışındaki en
önemli yaşam alanlarından biri de resim. Zaten vaktiyle hep ressam olmayı
düşünmüş. Resim yapmayı gerçekten seviyor. Bir yandan de resmin, oyunculuğuna
katkısı olduğunu vurguluyor. Zamanı olduğunda hele ki istediği sonuca
ulaştığında sergi açabileceğini söylüyor. Özellikle figüratif çalışıyor.
"Eller
ve gözler üzerine çok çalışıyorum. Çünkü insanı en iyi ifade eden gözler ve
eller. Ve bunun gözlem yeteneğine, tiyatroya çok yararlı olduğunu düşünüyorum.
"
Söz dönüp dolaşıp tiyatroya
geliyor. Ne de olsa Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu. "Tiyatro
içimde bir ukdedir," diye başlıyor cümleye. Farklı, bambaşka, yeni bir
şeyler yapmak istiyor tiyatroda. Bir gün mutlaka tiyatro yapacağını da üstüne
basa basa söylüyor:
"Normal bir şey yapmak istemiyorum.
Çizgi film gibi, herkesin mutlu olduğu bir şey yapmalıyım. Sadece tiyatro
yapmak için değil. Çok iyi tiyatro toplulukları var, ama bazıları biz tiyatro
yapıyoruz demek için tiyatro yapıyorlar. Kendilerini hiç yenilemiyorlar.
Tiyatro seyircisini de küstüren insanlardır bunlar. Boyunlarına fular takıp,
sahne üzerine çıkıp ahkam kesiyorlar. Onlar gibi tiyatro yapmak istemiyorum.
Daha genç, çağdaş, sevebileceğim türde bir oyun yapmalıyım. Bu da ne zaman,
nasıl olur bilemiyorum. Belki o zamana kadar benim de görüşüm onlar gibi olur
bilemiyorum. Ama olacağını hiç sanmıyorum." Tüm projeleri bittikten sonra
biraz mola vermek istiyor Yeşilçay. Şöyle güzel bir Londra gezisi mesela. Orada
bir, iki iyi müzikal... Daha ne olsun? Bu arada kendini de yenilenmesi,
'beslemesi' lazım. Yeni projeler için... ( Yasemin Bay)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder