GECE 11:45 (2004)
Yönetmen: Ercan
Durmuş, Senaryo: Burak Göral, Görüntü Yönetmeni: Vedat Demir,
Müzik: Tamer Çıray Yapım: Gece Gündüz Yapım Nahide Mutlu Edit: Ercümend Koçana,
Dekor ve Kostüm: Aslı Altan, Duygu Kabaçam, Yönetmen Yardımcıları: Nurten
Erdemir, Zeliha Orman, Aylin Birmeç, Kamera Grubu: Okan Zengin, Tolga
Çetin, Levent Bıyıklıoğlu, Ziya Kasapoğlu, Volkan Öztürk, Cenk Ülgür, İbrahim
Atabay, Oğulcan Dursun, Yapım Sorumlusu: Müge Koyuncu Gül, Yapım
Ekibi: Şener Savaş, Ayşin Karul, Burak Biçer, Müzik Stüdyosu: “Hayal
Mahsulleri Ofisi” {Vokal: Rojin, Perküsyon: Mehmet Atalay, Gitar:
Ozan Akyatan, KlarnetSaksofon: Göksun Çavdar, Ney: Eyüp Hamiş,}
Kayıt Ve Miks: Emrah Aydoğdu, Olay Andaç, Ses Teknisyeni: Serter
Aklaya, Mustafa Bölükbaşı, Steadicam Operatörü: Ali Dalbudak, Dooly
Operatörü: Kenan Bal, Dekor Kostüm Ekibi: Seda Çakmakçıoğlu, Tarkan
Güneş, Burak Biçer, Işık Ekibi: Ozan Durmuş, Emrah Polat, Kubilay
Özoğuz, Ses Grubu: Yekta Danabaş, Enis Danabaş, Orçin İnceoğlu, Makyaj:
İlknur Elbey, Birgen Yıldırım, Meryem Çiftçi, Kuaför: Yıldırım
Özdemir, Set Fotoğrafçısı: Barış Gürkan, Afiş Tasarım: Mehmet
Güzellik, Fregman ve Jenerikler: Aykut Üstün, Kurgu Asistanları: Bülent
Timuroğlu, Hamdi Deniz, Sound Design: Emil Kostav,
Laboratuvar: Fono Film, Miksaj: Erkan Aktaş, Negatif Montaj: Eyüp
Yıldız, Negatif Kesim: Tuncay Koçtürk, Osman Yıldız, Kopya Baskı: Zekeriya
Şahin, Osman Yıldız, Laboratuar: M. Mustafa Onuç, Mustaf Şahin,
Caner Can, Kimyager: Ferda Yılmaz,
Oyuncular: Feridun Düzağaç
(Mehmet), Yiğit Özşener (Okan), Yelda Reynaud (Zeynep), Emin Gümüşkaya (Halit),
Nail Kırmızıgül (Ali), İştar Gökseven Oğuz), Nihat Odabaşı (Dr.Burak), Mehtap
Bayri (Belma), İlkay Akdağlı (Hüseyin), Yasemin Öztürk (Sibel), Tolga Durmuş,
Çağan Irmak (Hakan), Mesut Osmanlıoğlu (Kağıt Deposu Patronu), Kubilay Öztürk
(Kubilay Amca)
Konu: Gece yarısına doğru üç insanın
hayatları umulmadık şekilde kesişir. Kağıt toplayarak hayatını kazanmaya
çalışan umudunu kaybetmiş Mehmet, aile baskısından ve kocasından kaçıp sevdiği
adamın yanına gelen Zeynep ve ideallerine uygun işler yapamamanın sıkıntısını
yaşayan senarist Okan… Hayat, bu üç insanı garip şekillerde bir araya getirir.
Ancak, son kez gece 11:45’te karşılaştıklarında hayat her birine farklı şekilde
cevap verecektir.
Ünlü müzisyen Feridun Düzağaç, ödüllü
oyuncu Yelda Reynaud ve son yılların göze çarpan isimlerinden Yiğit Özşener
hayatın bize getirdiklerine ve bizden götürdüklerine dair incelikli bir filmle
karşımızda.
1996 tarihli 'Eşkıya'yı baz alırsak, Yavuz
Turgul'un sinemaya olan mesafesini uzun tuttuğu yıllarda Türk sineması kendi
içindeki dengelerini daha bir ete kemiğe büründürdü; popüler sinemayla, auteur
sineması arasındaki çizgiler daha bir netleşti. Turgul, sinemayı bilir,
popülerliğe sırt çevirmez, öte yandan hissettiriyor büyük projeler içinde de
sanat yapılabileceğini, iyi işler ortaya konulabileceğini göstermeye çalışırdı
hep. Ve en önemlisi 'Türk sineması' diye özel bir dil, üslup, ruh, dünya varsa;
bütün bu 'özel' kavramların modern sinemada da kendine bir çıkış yolu
bulabileceğini gösterirdi bizlere. Özellikle Türk sinemasında eksikliği her
daim hissedilen senaryo yazımında ve diyalog ustalıklarında Turgul'un yeri hep
ayrıydı. 'Gönül Yarası', Turgul'a ithaf edilen bütün bu özelliklerde bir
eksilme olmadığını, aradan geçen zamana rağmen yönetmenin sineması ve diliyle
ayakta kaldığını gösteriyor. Üstelik kendini yenileyebildiğini de...
Yavuz Turgul'un öyküsünde Nâzım öğretmenin
artık bu zamanda sığınacağı bir liman pek yokmuş gibi görünüyor. Pavyon
şarkıcısı Dünya'nın da... Olaylar farklı sınıflara ve yaşlara sahip bu iki
insanı birbirine doğru itiyor. Bu noktada da çevresi tarafından her daim 'Yap
bize bir babalık' rolüne oturtulan Nâzım öğretmen cephesinde, 'Acaba aşkı da
düşünebilir miyim?' sorusu beliriyor. Öyküyü biraz da bu sorunun dinamikleri
ayakta tutuyor 'Gönül Yarası' aynı zamanda bir hesaplaşma filmi olmuş. Belli ki
Turgul'un aklı, 'Eşkıya' döneminde yapılan kimi eleştirilerde kalmış. Turgul'un
kentli bir sinemacı olarak kenti bildiği ama Baran'ı tanımadığı ve Güneydoğu
gerçeklerinin uzağında bir karakter olarak sunduğu iddiasının cevabını, 'Gönül
Yarası'nın satır aralarında bulmak mümkün. Öykünün bir yerinde Nâzım
öğretmenin, içsesiyle 'Onca yıl yapılan haksızlıklara, işkencelere tanıklık
ettim, sesimi çıkarmadım' türü günah çıkarması, bir 'türkü barda' dinlenen
Kürtçe şarkı ve bu şarkının akabinde Dünya'nın 'Buna ağlamak için Kürtçe
bilmeye gerek var mı?' türü açıklamaları, hesaplaşmaya ilişkin yeterince ipucu
sunuyor.
Gelelim filmin akışına. Turgul, filmine
çok sayıda patlayan sahne koymuş ve bu sahneler, seyirci nezdinde öykünün
adrenalinini yükseltiyor. Özellikle Halil'in pavyonda çıkardığı kavgayla
başlayan (ki bu sahne baştan sona çok etkileyici) süreçte, kâh çatışmalarla,
kâh duygusal anlarla film ritmini buluyor. Bu arada Turgul hikâyeye,
oyuncularına yeteneklerini sergileyecekleri uzun tirat bölümleri monte etmiş.
Ki bizim kuşağın eleştirmenleri, özellikle Zeki Demirkubuz filmlerini böylesi
tirat bölümleri dolayısıyla çok sever; Turgul bu noktalarda bizim kuşağın da
gönlünü alıyor. Bu sahneler, karakterlerin arka planına ait kilit bölümleri de,
oluşturuyor. Mesela Nâzım öğretmen... Tamam, zamanımıza ait bir figür değil de
bu adam kendi zamanında nasılmış? Kızı Piraye'nin babasına ait hesaplaşmaya
girdiği söylevde ('Sen hep öğrencilerini bizden daha çok sevdin baba'),
Nâzım'ın geçmişini buluyoruz. Oyunculuklara gelince... Şener Şen cephesinde
yeni bir şey yok; emekli öğretmeni yeterince inandırıcı bir şekilde perdeye
taşıyor. Benim için Meltem Cumbul ismi kâğıt üzerinde pek kabul görmeyen
seçimdi. Peki ya sonuç? Cumbul, bu kez son dönemlerdeki filmlerinin arasında en
az sırıtan performansını çıkarmış ama yine de Turgul'un da çaresiz kaldığı
anlar var.
Filmin en büyük keşfi kuşkusuz
Halil rolündeki Timuçin Esen. Dizi filmler dolayısıyla hiç izlemediğimiz Esen,
oyunculuğuyla hasta bir karakteri bizlere sevdirip onun dünyasını
anlayabilmemizi sağlıyor. Turgul, 'Eşkıya'da bizi Melih Çardak'la
tanıştırmıştı. Şimdi de Esen'le tanışıyoruz. Keşke Dünya rolünde de, tıpkı
Timuçin Esen gibi Türk sinemasının bir kazanımı olsaydı. Cumbul gibi bildik bir
yüz yerine, yeni bir isme 'merhaba' deseydik.
Eleştirmenler
sınıflama yapmadan derdini çok zor anlatır. 'Gönül Yarası', bir yanıyla 'Duvara
Karşı'yla, bir yanıyla da 'Masumiyet'le akrabalıklar kuruyor. Kişisel olarak bu
iki filme zaafım daha fazla. Ama bütün bunlar, 'Gönül Yarası'nın da iyi bir
film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder