Powered By Blogger

17 Aralık 2022 Cumartesi

 

ASMALI KONAK (2003) 


 Yönetmen: Abdullah Oğuz, Senaryo: Mahinur Ergun, Abdullah Oğuz, Müzik: Orhan Osman, Mercan Dede, Görüntü Yönetmeni: Ken Kelsch, Yapım: Ans Production/Abdullah Oğuz Steadycam Operatörü: Ercan Yılmaz, Ses: Orçun Kozluca, Sanat Yönetmeni: Murat Güney, Aslı Tümen, Phonix Operatörü: Hamza Şahin, Kurgu: Erol Adilçe, Kamera Operatörü: Selahattin Sancaklı, Flame Operatörü: Bülent Güneri, Editör Asistanı, Levent Çelebi, Dolly Operatörü: Ufuk Kayar, Teknik Koordinatör: Şener Onar, Yönetmen Yardımcısı: Kenan Erbaş, Yürütücü Yapımcı: TR , Timur Savcı,

Oyuncular: Özcan Deniz (Seymen Karadağ), Nurgul Yesilcay (Bahar Karadağ), Selda Alkor (Sümbül Karadağ), İpek Tuzcuoglu (Dicle), Devrim Saltoglu (Seyhan Karadağ), Menderes Samancilar (Bekir), Eylem Yildiz (Zeynep Karadağ), Selda Özer (Dilara Hamzaoğlu), Nihal Menzil (Fatma), Ege Aydan (Yaman Bal),Kenan Bal (Ali Hamzaoğlu), Serif Sezer (Kader Hamzaoğlu), Goncagül Sunar (Hayriye), Yaman Tarcan (Haydar), Metin Yıldırım {Mehmet (Memo}

&  Amerikan Televizyon dizi filmlerinin çok tutanlarının bir kısmının "Görevimiz Tehlike", Charlie'nin Melekleri" gibi sinema versiyonlarını yapmak bir süredir revaçta. Bu dizilerin filmleri de oldukça popüler oldular, hatta günümüz Amerikan sinemasının kullandığı modern teknolojiyi kullanarak, ilk örnekleri olan dizilerin önüne geçtiler. Abdullah Oğuz, reklam, klip ve televizyon alanının akıllı ve çok tutan işlerine imza atan Yapımcı yönetmenlerinden. "Asmalı Konak Hayat"a kaynaklık eden televizyon dizisi Asmalı Konak'da, onun Yapımcılığını yaptığı bir dizi filmdi. Hatta ilk bir kaç bölümü de yönetmişti. Bu dizi, toplumda tuhaf bir bağımlılık yaratmış ve oynadığı günlerde nüfusumuzun büyük kısmını televizyon başına çekmeye başlamıştı. Abdullah Oğuz, bu diziyi çok fazla seyretmediğim ve hakkında yazılan haberleri de okumadığım için, bilmediğim bir nedenle çok dokunaklı ve belirsiz bir sonla bitirdi. Hemen arkasından, dizi filmin sonunun nasıl biteceğinin uzun metrajlı bir "Asmalı Konak Hayat" isimli sinema filminde açıklanacağının reklamı yapılmaya başlandı. Çekilecek film üzerine medyada bir ortam yaratıldı. Dizi henüz bittiği için, bu reklam kampanyası için temel hedef olan müşteri (seyirci) de hazır görünüyordu. Üstelik sinema versiyonunu, televizyon dizisini yöneten Çağan Irmak'ın yerine, dizinin Yapımcısı Abdullah Oğuz'un bizzat kendisinin yöneteceği açıklandı.

Televizyon dizilerini sinema filmi yapmak fikri ülkemizde, daha önce Deli Yürek dizisinin sinema versiyonuyla gerçekleşmişti. Bunda bir ölçüde senaryo çalışmasının hızlandırılması bu dizi filmlerin hafızalardaki yerlerini almadan hemen sinema filmine dönüştürülmesi çabası da yatıyor olabilir. Özellikle bu saptama Aslı Konak Hayat için daha belirleyici. Film yeterince işlemiyor ve mekanik kalıyor. Aslında bu duruma yine dizinin yarattığı hava neden oluyor. Örneğin; dizide Selda Alkor'u, Özcan Deniz'i ve Ali Bey karakterini oynayan Kenan Bal'ıbaşka birileri seslendirmekteydi ve seyircide bu seslere aşina olmuştu. Ama filmin sesli çekilmesinden dolayı oyuncuların kendilerini konuşmaları, filmdeki karakterlerin dizideki aynı karakterler olmalarına karşın yadırgatıcı geliyor.

Burada seslendirme (dublaj) yapılmış filmleri tercih ettiğim sanılmasın. Ama bir dizi filmde sesiyle özdeşleştiğiniz bir karakteri, aynı diziden türetilen sinema filminde gerçek sesiyle dinlediğinizde, dizide alıştığınız ve etkilendiğiniz karaktere yabancılaşabiliyorsunuz. Tıpkı Seymen Ağa rolünde Özcan Deniz'e, Sümbül Hanım rolünde Selda Alkor'a ve Ali Bey rolünde Kenan Bal'a yabancılaşıldığı gibi. Ali Bey'le özdeşleşmiş o hinoğlu hin gülüşü filmde yok olmuş. Halbuki o gülüş bu karakterle bütünleşmiş bir vücut diliydi. Diğer yandan gerek Özcan Deniz, gerekse de Selda Alkor, filmin havasına tam giremiyorlar gibi. Salt seslendirmeden kaynaklandığını sanmadığım bir başka etken ikisinin de oyununu, dizinin gerisine düşürüyor. Oyunculuk açısı dan söylenebilecek en olumlu sözleri ise Menderes Samancılar hak diyor. O denli başarılı, rahat ve rolle bütünleşerek oynuyor ki insan Menderes Samancılar'ı başka filmlerde ve yeni karakterlerde performansını sergilerken görmek istiyor. Ayrıca dizi olarak planlanmış, kotarılmış bir işin, kolay olmadığı da ortaya çıkıyor. Neredeyse iki saatlik filmin dizinin başladığı yerden devam ederek sadece Bahar karakterinin kanser tedavisi üzerine kurulması söz konusu olsaydı; film ilk yarım saatte ilgiyi düşürecek, yürümeyecekti. O halde yeni bir olay örgüsüne, çatışmaya gereksinme vardı. Bu örgü ise Bahar'ın tedavisine üç hafta süreyle ara verildiği bir anda, Seymen Ağa ve Bahar'ın bir gece ara bir sokakta saldırıya uğramaları ve bu saldırı sırasında Seymen'in saldırganla boğuşurken ateş alan silahla yanlışlıkla Bahar'ı başından vurması üzerine gelişen olaylar üzerine yüklenmişti. Bahar komaya girerken, ortaya çıkan duruma inanamayan Seymen, canı gibi sevdiği karısını olay yerinde bırakarak kendini sokaklara vuruyor; Amerikalı evsizlerle birlikte saç, sakal birbirine karışmış yaşamaya başlıyordu. Bu arada filmde işlenen reel zamana göre Seymen'in kısa saçlarının o kadar çabuk saçsakal birbirine karışmış hale gelmesi de sanırım adanmış görünüyordu. Böylece "Asmalı Konak Hayat" filmi, komaya giren Bahar'la, yaptığına inanamayıp gerçek dünyayla ilişkisini kopartarak deyim yerindeyse kafayı yiyen ve evsizlerle takılmaya başlayan Seymen'in trajedisi üzerine oturmaya başlıyordu. Seyirci bu arada kah ağlama moduna, kah da neredeyse kasıklarını tutarak gülme moduna sokuluyordu. Acaba ortada sinema adına bir kaomu vardı? Bunu kaos olarak değil de belki de oturtulamamış dramaturji olarak tanımlamak gerekiyor. Dizide çok bağlı olduğu kirvesi Seymen Ağa'yı bulmak için ta Amerika'lara gelen kahya Bekir'in ve genelde ciddi bir adam olduğuna inandığımız Ali Bey'in, içlerinde bir acıları varken ve bir amaç için New York'da olduklarını unutup bir çeşit komedi filminin figüranları gibi davranmalarını, en hafifinden senaryodaki boşluklar ya da para kazanma hırsının doğal sonuçları olarak tanımlayabiliriz. Nitekim iyi bir promosyon la sürekli kendisini canlı tutan ve çok seyirciye ulaşacağının ipuçlarını veren bir iş filmi de söz konusuydu. Fakat ilk hafta sonunda sinemalardan gelen sinyaller filmin gişe başarısının sanıldığı gibi gitmediğini ortaya koyuyor. Bu memnun olunacak bir durum değil. Çünkü sinema sektörümüzün yeniden dirilişe geçebilmesi için, seyirciyle yitirdiği bağı yeniden kurması gerekiyor. Diğer yandan "Asmalı Konak Hayat" filminin başarılı, kaliteli çerçeveleri, iyi tasarlanmış aydınlatması ve atmosferleriyle oluşan görüntüleri filmin olay örgüsünü eziyor, öne Çıkıyor. Filmin görüntüleri sinema tarihimiz içindeki başarılı film görüntülerinden. Ama bu görüntüleri elde etmek için günümüzde illa da Amerikalı bir görüntü yönetmeniyle çalışmak da gerekmiyordu. Ayrıca sinemamızda 1980'lerden sonra nadiren, 1970'lerden önce ise sık sık görünen detay eksikliği, inandırıcılık sorunları bu filmde oldukça azalmış. Amerikalılar filmde Türkçe konuşmuyorlar, bu bölümlerde altyazı kullanılıyor. Diğer yandan seçilen Amerikalı oyuncuların genelde canlandırdığı karakterlerde sırıttıklarını da iddia etmek abartılı olmayacaktır.

Peki her şeye karşın bu filme karşı bu kadar çok ilgi nereden kaynaklanıyor? Öncelikle halkımız bu filme neden bu kadar ilgi gösteriyor? Hele aynı karakterlerin ve konusunun temelinin önceden bilindiği bir filme bu kadar yoğun ilgi neden? Neden yaşlı başlı, başörtülü hanımlar bile soğumaya başlayan havalarda evlerinden çıkarak sinema salonlarında bilet peşine düşüyorlar? Sorular arttırılabilir. Bu durum bile aslında tek başına incelenmesi gereken bir fenomen. Bunun cevabı insanların kendi yasalarında yaşayamadıkları, özendikleri yaşamlara karşı duydukları özlemden kaynaklanıyor olabilir. Bunun temelinde sanırım her geçen gün yitirdiğimiz sevecen insan ilişkilerinin yerini alan çıkarcı yaklaşımlara duyulan tepki; doğal olarak yaşanmayan sevgi, aşı ilişkileri gibi insani dürtülere ilişkin duyulan özlemler yatıyor olabilir. Geleneksel kültürümüzdeki büyük aileyi temsil eden Asmalı Konak ailesinin yaşamını bir röntgenci gibi izlemekten büyük, küçük hepimiz haz duyuyoruz. Dizi veya film tiplerinden birinde kendimizden bir şey bularak onunla özdeşleşiyoruz. Ve belki de yaşamımız boyunca hiç elde edemeyeceğimiz düşlerimizi, Asmalı Konak'ın dizisinde veya filmin! de yaşıyoruz. Aslında acıklı bir durum var ortada. Istırap veren, bizi acıtan dünyaya karşı her geçen gün dizi filmlere ya da sinemaya sığınıyoruz. Gerçek yaşamla, filmleri birbirine karıştırıyoruz. Sanal bir gerçekliği ikame ediyoruz. Bu ilginin dayanaklarından birini ise sinemamızın 1990'lardan sonra keşfetmeye başladığı PIAR ilişkileri oluşturuyor. Bir filmin kendisinden önce seyirci, dedikodusunu okuyor (yazılı medya) ve seyrediyor (görsel medya). Böylece filmi görme dürtüsü sürekli tetikleniyor. Ama filmden geriye seyircinin yaşamına dair bazı keşifler, tadar almak yerine; yaratılan havayla filmin sonunun iyi veya kötü olduğu sonucu çıkıyor.

Öncelikle sinemamızın bugünkü durumunda seyirciyi sinemalara çeken, iyi iş yapan ve sektörün yeniden dirilmesine katkıda bulunacak filmlere de gereksinme var. Diğer yandan yaşamın farklı kulvarlarında gezen ve onu değişik yaklaşımlarla yorumlayan ve okumamıza katkı sağlayan, biraz da düşündürten ve sorgulatan Ömer Kavur, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri B.Ceylan gibi  yönetmenlerin filmlerinin de izlenmesi ve Türk sinemasının içinde yer bulabilmelerinin önemli olduğuna inanıyorum. Yaşamımızın neredeyse büyük bir magazin programına dönüştüğü günümüz Türkiye’sinde, insanları sadece ne giydikleri, nereye, kiminle gittikleri, ne yedikleri vb. şeylere kapılmadan; bizi bize anlatan, düşlerimizi, yaşamımızı zenginleştiren, anlamlandırmamıza katkı sağlayan sinema sanatının ve Türk sinemasının diğer nitelikli örneklerine de ilgi gösterilmesi dileğiyle. (Bülent Vardar /Antrakt Sinema Dergisi” Aralık 2003Ocak 2004, Sayı: 7576)


&  Popüler ikon konumundaki yapıtlarla kitle arasına girmek tehlikelidir. Onlar zaten çeşitli nedenlerle yapıta şartlanmış büyük  kitle için imal edilmişlerdir. Ve arada, sinemasever, eleştirmen, aydın gibi kategorilerin esamesi bile okunmaz.  

Asıl tartışma, bence dizi üzerine yapılmalıydı. Asmalı Konak TV dizisinin inanılmaz başarısı enine boyuna tartışılmalıydı. Ama bunca kanala karşın, tüm dünya ülkelerinin tersine, bir tane bile TV dergisi barındırmayan ve medya olaylarını tartışmak yerine sütünü sağabildiğince sağmaktan ötesini düşünmeyen bir anlayışla, bu yapılamadı.

Çok kabaca, dizinin başarısını içerdiği çelişkilere bağlıyorum. Bir yanıyla tümüyle feodal ilişkilere dayalı, ağalıkonaklı bir düzen, ama öte yandan aynı aile ve çevresinin çağdaş teknolojiyle, uygarlıkla, Batılı yaşam tarzıyla olan inanılmaz yakın ilişkisi... Bir yanıyla Doğu Anadolu egzotizmi, öte yanıyla istediğinde ver elini Paris, New York diyebilen bir yaşam... Bir yanıyla tümüyle ataerkil bir düzen, öte yanıyla birer otorite anıtı gibi.

Ve de bir yanıyla hemen aynen alınmış eski Yeşilçam duyarlılıkları, ama öte yandan en son sinema tekniğiyle çekilmiş, hafiften videoclip estetiğiyle donatılmış modern, biçimci, çarpıcı bir anlatım... Yani, tüm çelişkileriyle sanki günümüz Türkiye'si…


Filmin de bunlara yaslanacağı belliydi, yaslanması kaçınılmazdı. Ama dikkatle düşünülüp çok iyi yazılmış bir senaryoya, kusursuz hazırlanmış bir projeye dayanmak yerine, alelacele, yangından mal kaçırırcasına çekilmiş bir film… Yani hazır mirası en kolay ve çabuk biçimde tüketme güdüsü... Ve işte sonuç.


TV dizileriyle sinemanın mantığı tümüyle farklıdır. Sinemada bir filmi olabileceği en mükemmel biçimde yapıp bitirmek, hiçbir noktasını açıkta bırakmadan, paketi en mükemmel biçimde ambalajlamak zorundasınız. TV dizileri ise temelde sinema sanatına dayanmakla birlikte, hikayenin yayılması, uzatılması düşüncesiyle yapılır. Yani her şey tüketilmez, birçok şey sürekli ertelenir, gelecek bölümler için ipuçları atılır, malzeme yığılır. Ve entrikalar hep geleceğe dönük olarak tasarlanır.

Asmalı Konak'ın sinema uyarlamasından alınan sonuç parlak değil. Öncelikle, sayısız mantıksal, psikolojik, coğrafi, tıbbi hata ya da eksiklik var. Konağın tam önündeki bankamatikten, koma sonrası davranışlara... Ailenin tam bir yıl boyunca olayı neredeyse unutmasından Amerikan hastane düzenine…

Meraklıları ya da uzmanları filmi dikkatle izleyip bunları not edebilir, burada sıralayacak değilim. Kendi adıma, filmin diziyi izleyip sevmiş olmayanlara verebileceği şeylerin oldukça az olduğunu düşünüyorum. Yapımcıları her ne kadar bu apayrı bir olay, diziyle ilişkisi yok deseler de, kişilikler öylesine havada ve adeta çizilmemiş olarak sunuluyor ki, ancak diziden onları tanıyanlar bu kişilere ve onların yaşadıklarına bağlanabilir. Başta Müşfik Kenter'in sesinden duyulan biriki cılız açıklamanın da buna çare getirmesi olanaksız.

Öte yandan, dizinin hastaları da, sevdikleri birçok yan karakteri hiç görmemekten ya da çok az görmekten ve de ana karakterlerin başına gelen aykırı ve sert olaylardan şikayet edecekler.

Filmde her şey inanılmaz bir yapaylıkla, eski deyimiyle sunilikle anlatılmış. Hayatı bire bir yansıtan hiçbir sahne yok gibi… Herkes, her şey, müthiş tumturaklı biçimde, sanki 'Bakın, biz müthiş bir diziden geliyoruz, bir çağdaş efsanenin kahramanlarıyız' dercesine ortalıkta dolaşıyor. Dizide var olan belli bir doğallık ve yaşam duygusu, filmde hemen tümüyle yok olmuş.

Oyuncular, tüm bu abartı içinde helak olmuşlar. Bunca isme karşın, benim kendi adıma en beğendiğim oyuncunun Amerikalı zenci hemşire Nancy'yi oynayan adını bilmedigim oyuncu olduğunu söylersem, bilmem bana çok mu kızarlar?

Ama film, sıfıra sıfır elde var sıfır değil. Çünkü çekimler büyük özenle yapılmış, çok güzel kadrajlar ve yüksek bir estetik düzey yakalanmış. Kimi sahneler ustaca çekilmiş: Kapadokya bozkırındaki Mevlevi gösterisinden yağmurla kesilen tangoya, finalde (finallerin birinde?) Seymen ağanın 'intihar' (köprüden atlama) sahnesinden yine Seymen'in Bahar'ı yanlışlıkla vurmasına kadar... Sorun şu ki, tüm bu sahneler bütünün içinde birbirine yapışmıyor, tek başlarına kalıyorlar Yani bir TV dizisi için doğal olan kopukluk bir sinema filminin kaçınılmaz olan bütünlüğüne dönüşememiş.Ayrıca, dizinin gerçek yaratıcısı olan Meral Okay'ın niye filmin senaryo çalışmasına katılmadığını ya da dizinin başarılı yönetmeni Çağan ırmak yerine niçin yönetmenliği Yapımcı Abdullah Oğuz'un yüklendiğini de doğrusu merak ediyorum...

Asmalı Konak sanırım sinema tarihimize sinema olarak kalitesi ve önemiyle değil, popülerliğiyle, pazarlama yöntemleriyle ve toplumsal olay oluşuyla geçecek. Aslında bunlar da önemli, ama ne yazık ki işin esası değil.

"Niye başarılı olamadı?" sorusuna yanıt

TV dizileri ile sinemanın mantığı tümüyle farklıdır. Sinemada bir filmi olabileceği en mükemmel biçimde yapıp bitirmek, hiçbir noktasını açıkta bırakmadan, paketi en mükemmel biçimde ambalajlamak zorundasınız. TV dizileri ise temelde sinema sanatına dayanmakla birlikte, hikayenin yayılması, uzatılması düşüncesiyle yapılır. Yani bir şey tüketilmez, birçok şey sürekli ertelenir, gelecek bölümler için ipuçları atılır, malzeme yığılır. Ve entrikalar hep geleceğe dönük olarak tasarlanır.

Uzun boylu tartışılması gereken nedenlerle, böylesine tutmuş bir dizinin aceleyle film haline getirilmesi yanlıştı. Çok iyi tasarlanmış, yazılmış ve hazırlanmış bir film gerekiyordu. Bu yapılamamış. Dizinin hastaları, sevdikleri birçok yan karakteri hiç görmemekten ya da çok az görmekten ve de ana karakterlerin başına gelen aykırı ve sert olaylardan şikayet edecekler. İzlememiş veya az izlemiş olanlar ise, bu muamma kişilikleri ve gelişmeleri kolay çözemeyecekler. Diziye ustalıkla sindirilmiş olan eski Yeşilçam duyarlığı ise filmde öylesine kör kör parmağını gözüne biçiminde sunulmuş ki, sanki bir büyü bozulmuş. Ve geriye kötü makyajlı, yorgun yüzlü bir kadın kalmış... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları”


FİLMİ İZLE 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder