HİÇBİR YERDE (2001)
Senaryo ve Yönetmen: Tayfun
Pirselamoğlu, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yapım: Mine Film/ Kadri
Yurdatap, Zeynep Ozbatur, Gudrun Ruuzlckova Steiner Co Production ve Almanya (Luna Film ortak
yapımı )Sanat Yönetmeni: Natali Yeres, Yönetmen Yardımcısı: Nur
Arık, Ceyda Demir, Kamera Asistanı: Hakan Dinçkuyucu, Focus Puller: Ercan
Özkan, Işık Şefi: Nezir Yücel, Işık Asistanı: Berzan Yücel, Ses
Kayıt: Nuh Mete Deniz, Boom Operatörü: Onur Yavuz, Kurgu: Şevket Uysal,
Hamdi Deniz, PostProdüksiyon Danışmanı: Serkan Temiz, Hukuk
Danışmanı: Erdem Turkekul, PostProdüksiyon Danışmanı: Serkan Semiz,
Eurimages'in katkılarıyla. (Fono film Laboratuarında hazırlanmıştır)
Oyuncular: Zuhal Olcay
(Şükran), Parkan Özturan (Ahmet), Meral Okay (Melek), Ruhi Sarı (Veysel), Cezmi
Baskın, Devin Özgür Çınar (Şule), Sehsuvar Aktaş, Selçuk Uluergüven, Erdinç
Dinçer, Uğurtan Sayıner, Nazlı Tosunoğlu, HaliI Kumova (Derviş Ağa), Muhammed
Cangören, Nedim Doğan, Sermet Yeşil, Mustafa Turan, Yücel Kambur, Sermiyan
Midyat, Kaan Çakır, Yıldırım Şimşek, Bülent İnal, Sefa Zengin, İsmail Hacıoğlu,
Adnan Acar, Aydın Erel, Engin Günay, Alper Yakıcı, Murat Günvardar, Faruk
Akgören, Fikret Urucu, Kâmil Gençtürk, Şahabettin Dağ, Bülent İnal, Gezmiş
Satıcı, Emin Yalçınkaya, Şehsuvar Aktaş, Kamil Gençtürk, Zafer Özbilici, Ayhan
Gümüş, Suat Alpaslan, Ercan Özdal, Miraz Bezar ve misafir oyuncu: Michael
Mendl, (Gerhard)
Konu: İstasyon'da bilet satış memuru
olarak çalışan Şükran'ın oğlu Veysel bir süredir kayıptır. Şükran oğlunu
bulabilmek için polis nezaretinde, morgda üç ayrı cesede bakmıştır. Son
baktığı, yüzü parçalanmış cesedi gördüğünde bayılır. Şükran işine geri
döndüğünde kendisini şefin görmek istediğini söylerler. Şef, Şükran'ın ölmüş
olan kocası Kadir'le de çalışmış, Şükran'ı grevlerde filmler çeken kocası
Kadir'in emaneti olarak görmektedir. Şef buna karşın, Şükran'ı işe geliş
gidişlerine dikkat etmesi yönünde uyarır. Şükran işten çıkarken berber Ahmet ve
aşçı Melek yanına gelip durumu sorar. Şükran morgda yaşadıklarını anlatırken
yeniden bayılır. Şükran evine döndüğünde Veysel'i bulamaz. Onun eşyaları
kaaının yeniden duygulanmasına neden olmuştur. Şükran sürekli polis merkezine
uğramakta ve oğlunun durumunu sormaktadır. Ayrıca Kayıplar Derneğine de sık sık
uğrayarak bilgi almaya çalışmaktadır. Şükran bir gün bilet satarken,
kalabalığın arasında Veysel'i gördüğünü zanneder. Hemen müşterilerin beklediği
bölüme koşan kadın, Veysel'i bulamaz. Eve döndüğünde Veysel'in sevgilisi
Şule'yi kendisini beklerken bulur. Şule, Veysel'in öldüğünü söylese de Şükran
kabul etmek istemez. Şule yüzü parçalanmış cesedin Veysel olduğunu söyler.
Şükran, tomacı Rıfat efendiye uğrar. Adam sinirlidir, Veysel'in yüzünden
karakolda sorguya çekilmekten rahatsız olduğunu söyler. Bu arada Rıfat'ın
yanında çalışan çocuklardan biri, Halil isminde birinden bahseder ve babasının
yerini tarif eder. Şükran istasyonda kanepelerde otururken Melek yanına gelir.
Kocasının da Zonguldak'ta göçük altında öldüğünü ve bir daha gelmediğini
ısrarla söyler. Şükran evdeyken cevapsız telefonlar almaktadır. Şükran seks
filmleri oynatan bir sinemanın makinistine, Veysel'le aynı yerde çalışan oğlu
Halil'i sorar. Adam Şükran'a tepki gösterir ve başından savar. İşe döndüğünde,
Şule'yi kendisini beklerken bulur. Şule, Şükran'ı bir varoş semtinde, bir kadının
evine götürür. Kadının oğlu Hüseyin kaybolmuş ve sonra öldürülmüştür. Berber
Ahmet sabah saatlerinde Şükran'a uğrayarak, bir gün önce kendisine uğrayan ve
yakını olan polisin anlattığı öyküden bahseder. Polis Cezmi'ye göre, Veysel
adında biri nakil sırasında araba kaza yapınca kaçmıştır. Ahmet, Şükran'ı
Cezmi'ye götürür. Polis, Ahmet'in olaydan Şükran'a bahsetmesinden rahatsız
olmuştur. Şükran, Cezmiye Veysel'in fotoğrafını gösterir. Cezmi kaçan kişinin
Veysel olabileceğini ve onun Mardin civarında görüldüğünü söyler. Şükran trenle
Diyarbakır'a, oradan minübüsle Mardin'e gider. Yolda askerler kimlik kontrolü
yaparlar. Şükran Mardin' e geldiğinde bir otele yerleşir. Emniyete ve
jandarmaya giden Şükran, müspet bir yanıt alamaz. Valilikte vali yardımcısı
Şükran'a dilekçe vermesini söyler. Bir kahveye çay içmek için oturan kadının
yanına gelen bir adam, yanında olan bir Alman gazetecinin onunla konuşmak
istediğini söyler. Alman gazeteci Şükran'ı bir süredir takip etmektedir. Duruma
sinirlenen Şükran, masadan kalkar. Şükran' ın kaldığı otelde kalan Alman
gazeteci gece odasının kapısını çalarak yeniden onunla görüşmek ister. İsteği
reddeden Şükran, gazetecinin odasından gelen sesler üzerine sabah odasına
bakar. Oda darmadağınıktır ve adam yoktur. Şükran yemek yerken oğlu hakkında
konuşmak isteyen bir adam, medresenin oraya gelmesini oğlunu tanıyan birini getireceğini
söyler. Medreseye gittiğinde lokantada gördüğü adam, daha fazla paraya
gereksinme olduğunu söyler. Şükran parayı vermesine karşın kimse gelmez,
dolandırılmıştır. Şükran kendisine bahsedilen Derviş ağaya gider. Adam
Veysel'in fotoğrafını görünce ona geri dönmesini söyler. Şükran yolda yürürken
onu Halil bulur ve Veysel'e ne olduğunu anlatmak üzereyken arkadaşı vurulan
Halil kaçar. Otele dönen Şükran'a lobide oturmakta olan bir adam, yanlışlıkla
alındığını söylediği parasını ve bileziğini geri verir. Bu arada Şükran'ı
arayan iki adam, ona otelden ayrılmamasını onu Veysel'e götüreceklerini söyler.
Adamlar Şükran'a otel katibi aracılığıyla haber gönderirler. Kadını
kullanılmayan bir gardan alarak bir köye götürürler. Şükran gittiği evde oğlu
Veysel Aksu yerine başka bir Veysel'le karşılaşır. Adamlar kadını şehre
bırakırlar. Ertesi gün Şükran kahvede otururken gelen iki polis, onu merkeze
götürerek merkezin bodrumundaki odada, bir ceset gösterirler. Ceset, oğlu
olmayan diğer Veysel'e ait olmasına karşın, polislere onun oğlu olduğunu söyler
ve cenazesine katıldıktan sonra her şeyi, valizini bile geride bırakarak
İstanbul'a döner.
" Tayfun Pirselimoğlu'nun
ilk uzun metrajlı sinema filmi, gösterim sonrası denetleme kurulu tarafından
yasaklandıysa da bir süre sonra serbest bırakıldı.
ÖDÜL:
21.
Uluslararası Film Festivali'nde (1328 Nisan 2002)
►
Zuhal Olcay "en iyi kadın oyuncu"
Radikal
Gazetesinin seçiminde (22 Ağustos02 Eylül 2002)
►"Jüri büyük özel ödülü
Montpelier (Fransa) Film Festivali Genç
Halk Jürisi (2002) ödülü
SiYAD Sinema Yazarlaan Dernegi'nin seçiminde (2003)
►
Zuhal Olcay "en iyi kadn oyuncu",
►Meral
Okay "en iyi yardımcı kadın oyuncu" Ruhi Sarı "en iyi yardimci
erkek oyuncu"
10.ASOD
Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği'nin seçimlerinde (2003)
►Zuhal
Oleay "en iyi kadm oyunncu"
Montreal
jüri özel büyük ödülü 2002
6.
Gokçeada Film Festivali'nde
Zuhal
Olcay en iyi kadın oyuncu
& Çok
yönlü sanatsal ilgileri (ressam, romancı) olan metalurji mühendisi Tayfun
Pirselimoğlu'nun, ilk uzun metrajlı filmi "Hiçbir Yerde", ülkemizin
gündemini yakın geçmişten başlayarak, oldukça işgal eden kayıp insanlar sorunu
üzerine yoğunlaşan bir film. Pirselimoğlu bir aydın olarak, çevresindeki
duyarlı her insanı rahatsız edecek bir olguya, filminde kayıp insanların ve
yakınlarının dramı üzerinden yaklaşmayı tercih etmiş. Pirselimoğlu'nun üzerinde
yoğunlaştığı kayıplar salt sıradan nedenlerle ortadan yok olan insanlar değil;
onlar yok edilen, kaybettirilen insanlar.
Aslında Hiçbir Yerde, bir ilk film
olmasına karşın, rahat işleyen sinema diliyle dikkati çekiyor. Yönetmen bir
durumun sunumunu, irdelemesini yapmaktan öte, bu durumla bizleri de karşı
karşıya bırakarak durumun birinci dereceden tarafı olan insanların yaşadığı
çaresizliği hissetmemizi istiyor. Çok kısa planlarla gördüğümüz Veysel'e,
fotoğraflarından bir yakınlık duyuyor ve bir empatiyle başına gelenleri merak
ediyoruz. Bu salt bir merak ve üzüntü olarak tecelli bulmuyor, sonrasındaki
gelişmeler "neden" sorusunu insanın zihnine asıyor. Pirselimoğlu,
tercihini siyasal bir olaydan yana kullanarak kaybolan bir kişinin kaybolma
nedenlerini işlerken, onun kaybolmasına veya kaybettirilmesine neden teşkil
edebilecek siyasal ve sosyologlar, yaşam tarzları ve koşullar üzerinde
kamerasını gezdiriyor. Diğer yandan Pirselimoğlu" doğal olarak politik
ortamın içine oturuyor film. Bu anlamda politik. Ama politik film denilince
akla gelecek kaygıların ötesinde kaygı taşıyor bu film" derken kendisi için
filmin politik olmanın ötesindeki anlamını ise "Bir anneoğul ilişkisi. Ana
eksende bu var. İnkar ve takip teması var. Bu ikisinin filmin omurgasını
oluşturan ögeler olması bana cazip geliyor. Filmi çekmemin nedeni bu"
diyerek açıklıyor (Aktuğ, Radiikal, 9.10.2002).
&
Bu ilişkiyi ise kendi inançları ve yanlış bulduğu şeyler hakkında sloganlar
üretmek yerine, bir annenin, annelerin acıları üzerine yoğunlaşmayı tercih
ederek işliyor. Pirselimoğlu'nun filmindeki kayıplar, yaşama hakkı ellerinden
alınan kişiler sorununu gündeme taşırken, filmin satır aralarında özellikle
belli bir grubun üzerine yoğunlaşılmış duygusu yaratıyor; bu duygu ise farklı
açılımlarla benzerlik taşıyabilecek kişilerin durumunun görülmemesine neden oluyor.
Daha açık ifade etmek gerekirse Pirselimoğlu, uzun bir süredir ülkemizin
gündemini işgal eden PKK ayrılıkçı terörüne katılma girişiminde bulunan
insanların kaybettirilmesi olgusu üzerinde filminin odak noktasını oluşturuyor.
Pirselimoğlu'ndan önce ve sonra başka sinemacıların da ilgi alanına giren PKK
terörü ve nedenleri hakkında yapılmış diğer film örnekleri de canlılığını henüz
koruyorlar. Altını çizdiğimiz olgu bağlamında oluşan kayıpların dramını anlatan
film, diğer siyasi talepleri derin devlet tarafından tehlikeli bulunan kişiler
üzerine de eğilebilseydi belki de insanların yaşama hakkının elinden
alınmasında bir toplumun kendi iç çelişkilerinden oluşan durumların altını
çizmede daha etkili olabilir ve daha objektif bir başarı oluşturabilirdi. Pirselimoğlu
filminde, Şükran isimli sıradan bir annenin kaybolan oğlunu bulmak için verdiği
mücadelenin öyküsünü anlatıyor. Bu süreçte özellikle Zuhal Olcay nedenlerin
kendisini kısmen ilgilendirdiği acılı bir annenin dramını yansıtmakta oldukça
başarılı bir oyunculuk düzeyi tutturuyor. Başarılı oyuncu Zuhal Olcay ise, film
ve rolü hakkında şunları söylüyor: "Rolümün etkisinden kurtulamadım.
Sonuçta 40 gün süren bir çekim süreci. Filmin ilk karesinden son karesine kadar
kamera üzerimdeydi. Acılı bir konu, hassas bir mesele. Sahicilik dozunu
yakalamak için çok güç sarfettim, çünkü başka türlüsünü bence kaldırmazdı bu
film. Yani kamera bu kadar burnunuzun dibindeyken onu kandıramazsınız.
Dolayısıyla psikolojik olarak filmin her anında bütün ruhumla içindeydim. Bu
her filmde olması gereken, olan bir şey olmayabilir. Benim yıllar sonra
gerçekten bu kadar benliğimle içinde olduğum özel bir film Hiçbir Yerde"
(Aktuğ, Raadikal, 21.09.2002). Aslında Hiçbir Yerde, neredeyse tek kişilik bir
film gibi görünüyor. Zuhal Olcay dışındaki diğer oyuncuların tümü, onun
yaşadığı dram ve yansıtılmak istenilen olgunun açılımına hizmet eden unsurlar
olarak filmde yerlerini almışlar. Haydarpaşa garının görkemli mekanları dışında
filmin Mardinde geçen bölümleri, Pirselimoğlu'nun filminin öyküsünün
gereksindiği atmosferi başarıyla yansıtırken, diğer yandan doğu atmosferinin
koşullarına ilişkin de sinematografik açılımlar yaratıyor. Pirselimoğlu,
"filmin iki rengi var. İstanbul...Soğuk yani mavi. Mardin ... Orasının
rengi kızıl. Şu bir gerçek, doğuya doğru açılınca her anlamda daha sıcak
atmosfere giriyoruz" diyerek filminde biçimin taşıdığı önemi vurguluyor
(Aktuğ, Radikal, 9.10.2002).
"Bresson'vari bir acı, katlanma,
inancı yitirme temalarını ileterek seyirciyi bir yüzleşme hesaplaşma faslına
sokan filmde anlatılan öykünün sıcaklığı el yakıyor. Pirselimoğlu, tip yaratma
mekandan yararlanma, diyalog ve oyuncu yönetimi bakımından geçerli notu alıyor
anlatımıyla ... Fazla derinleştirilememiş ve sonunda aramaktan vazgeçen ana
karakter (anne) rolüne oturmuş Zuhal Olcay, alışılmış bakışlarını, mimiklerini
çokça tekrarlasa da Kaybolanın ardından umutla ya da umutsuz, yapılabilecek pek
bir şey olmadığının altını çizerek insanın boğazına düğümlenen filmin
kadrosunda yer alan, gerçek hayatta çocukları kaybolmuş iki anne de kendilerini
oynuyor. İnsanların 'derin devlet'in dişlilerinde sürekli öğütülüp kaybedildiği
ve aslında kimsenin de bunu algılamadığı genel tepkisizliğin de gitgide
kemikleştiği ülkemizde böylesi bir konuya el atma yürekliliğiyle baştan
sempatiyi hak ediyor Hiçbir Yerde" (Çapan, Cumhuriyet, 20.09.2002: 15).
& Hiçbir
Yerde'nin, oyunculuk ve sinema dili açısından tutturduğu başarıyı, özellikle
görüntü yönetimi açısından da sağlayabildiğini iddia etmek zor görünüyor.
Özellikle Şükran'ın evine geldiği her zaman içersi pırıl pırıl aydınlıkken,
holdeki ışığı yakması mantıksal anlamda tutarsız görünüyor. Yönetmen kadının
içinde yaşadığı karanlıktan kurtulabilmek için bu eylemi bir simge gibi
kullanmış olsa bile, filmin öyküsünün ilerlemesine paralel olarak sıradan bir
eylem gibi yapılan işlemin bir gereksinmeyle buluşmaması aydınlatma hatası gibi
algılanmasına neden oluyor. Ayrıca apartman içi aydınlatmalarıyla, yer yer
Şükran'ın ev içi aydınlatmalarındaki göze ciddi şekilde batan aydınlatma
tasarımındaki hataların altını çizmekte fayda var . “Prof. Dr. Alim Şerif
Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf,
345
& Yitip giden bir varlığın yarattığı boşluk...
Oğul, sevgili, eş, anne, baba ya da kardeş... 'Hiçbir Yerde', bu toplam içinde
oğlunu kaybeden bir annenin öyküsünü anlatıyor. Şükran, Haydarpaşa Garı'nın
gişesinde çalışan 40 yaşlarında bir kadındır. Politik olaylara karışan eşi,
vefat etmiştir. Elinde, hayata dair tek tutunma noktası olarak oğlu Veysel
kalmıştır. Ama günün birinde Veysel de sahneden çekilir. Şükran kaybolma
gerekçesi bilinmeyen Veysel'i her yerde aramaktadır. Yönetmen Tayfun
Pirselimoğlu, ilk filmi 'Hiçbir Yerde'de kendine, Costa Gavras'ın 'Missing'iyle
Nanni Moretti'nin 'Oğul Odası' arasında bir yer tanımlamış. Film bir arayış
süreci etrafında ilerliyor. Ama öte yandan ön planda bir annenin dramı ve
çaresizce de olsa, süreci bitirmeme çabası var.
Tayfun
Pirselimoğlu, belki ilk filmini çekiyor ama onu kimi kısa filmleri ve
senaryoları itibarıyla tanıyoruz. Özellikle 'İz'deki (Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu)
kapanan ve finalde sürprizler içeren senaryosuyla... Pirselimoğlu, 'Hiçbir
Yerde' de benzer bir yol izlemiş ve hoş bir finalle çemberi noktalamış. Film
sade bir anlatımla ilerliyor ve öykü, bir noktadan sonra İstanbul'dan Mardin'e
taşınıyor.
'Camdan Kalp'le başlayan,
seyirciyi Doğu'nun gerçekleriyle yüzleştirme çabasına son dönem filmlerinde
daha çok şahit oluyoruz. 'Güneşe Yolculuk', 'Melekler Evi', 'Deli Yürek' ve
nihayetinde 'Hiçbir Yerde'. Dört film de, arka fonda ülkenin siyasi
manzarasından kesitler sunuyor ve bir anlamda, yaşananlara tanıklık etme
görevini de üstleniyor. Ama 'Hiçbir Yerde'de fondaki politik meseleler sanki
birer hatırlatma. Çünkü filmin ana derdi kayboluşun nedeninden çok öznesinin
peşinden koşan bir anne. Zaten Şükran da arayışını legal platformlarda
sürdürüyor ve karakollara ya da valiliklere girip çıkmaktan gocunmuyor.
Ya sinemasal meseleler? 'Hiçbir Yerde'de sarkan,
mantık hataları içeren bölümler yok. Bir ilk filmin içerebileceği acemiliklere
de rastlanmıyor. Sadece tercihler var. Yönetmenin yer yer durağan anlatımı,
handikap oluşturmuş ve sanki bütün bunlar, daha kısa sürede anlatılabilirmiş
gibi bir his uyandırmış. Belki belgesele yakın tatlar elde etme isteği böylesi
bir tercihe yöneltmiş Pirselimoğlu'nu ama, bütün bu çabalar, akılda kalacak
sahneler yaratma konusunda 'Hiçbir Yerde'yi yetersiz kılmış. (Uğur Vardan,
Radikal G. 20 Eylül 2002)
& Bu
film, ortadan kaybolan ve günlerce, aylarca annesi tarafından her yerde
aranırken, Türkiye gerçeklerinin içinden süzülerek gelen "nerede"
sorusunun çengeline yanıtıyla takılmasını umut ettigimiz genç adamın kayboluşuyla
ilgili ...
Bir kayboluş öyküsü olmanm ötesinde
de anne olmanın ne demek olduğuna dair sessiz hıçkırıklarla yüreğinizi ele
geçiren bir güçlü yapıt. Bir kadının, bir annenin odaında bu ülke insanlarının
içinden geçip giderken, giderek, kaybetme acısının saf sevgiye üstün
gelemeyeceğini de hissediyorsunuz... Duru, akıcı her ayrıntısının olması
gerektiği gibi ele alındığı bir senaryo; çok güçlü bir baş kadın oyuncu; tümü
yönetmenle aynı dalga boyunda buluşmuş yardımcı oyuncular. Bu ülkenin içinde
bulunduğu kahredici durumlardan siz de çok hicap duyuyorsanız, gidin ve
paylaşın o annenin duygularını (Ali U1vi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema g. S.:
4,0110 Ekim 2002)
&
Hiçbir Yerde, o keyif ve haz tutkunu, sinemayı yalnızca bir eğlencelik olarak
gören seyirci için olmayabilir. Ama bir yandan sinemayı ciddiye alan ve çağın
en büyük anlatım ve hikayeleme sanatı olarak görenler, öte yandan sinemaya
başlarda sahip olduğu ve sonları biraz unutur gibi olduğu yağma ve toplumuna
tanıklık etme ve yanına kalacak sosyolojik belgeler oluşturma işlevini
yakıştıranlar, bu filmi çok sevecek. Ben kendi adıma çok sevdim.
Film kabaca koyu diktatörlük
veya siyasal baskı dönemlerinde ya da bizde daha çok olduğu gibi insan hayatına
genel bir değer vermeme tavrının toplumsal bir hastalık gibi ortalarda
gezindiği ilkelerde sıkça rastlanan bir olaya, ortadan kaybolan kişilere dair.
20 yaşında, üstelik bilindiği kadarıyla siyasal işlere bulaşmamış oğlu Veysel
birden ortadan kaybolan Haydarpaşa gar memuresi, kocasını da yıllar önce
yitirmiş Şükran, inatla, ısrarla, tutkuyla oğlunun peşine düşer. Bu artık onun
için bir saplantı, bir inat, bir yaşama nedenidir. Morgdaki cesetlerden
hiçbirini ona yakıştıramaz, hiçbir kötü deneyim veya anı oğlunun ölümünü ona
kabul ettiremez. Bir söylentinin peşinde kalkıp Doğu'ya, Mardin' e gider. Ama kayıp
Veysel'ler tek bir tane değildir ki ...
Hiçbir Yerde, sinemamızda az
gördüğümüz düzeyde sakin, haykırmadan, sesini yükseltmeden anlatılmış bir
toplumsal, hatta siyasal film denemesi. Bir ilk film olmanın tüm handikaplarını
aşıp son derece sade ve olgun bir sinemaya, yalınlığı içinde büyüyen bir
sinemaya imzasını koymuş Tayfun Pirselimoğlu. Filmde sanki hiçbir fazlalık,
hiçbir abartma, gerçeklerden hiçbir sapma yok. İstanbul'un bildik dekoru da,
Mardin'in herkes için Şaşırtıcı efsanelerden süzülüp gelmişe benzeyen mekanları
da hiçbir anlamda hikayenin önüne çıkmadan, ona hizmet ediyor. Hafif
kararmalarla sağlanan geçişler filme çağdaş, ama aym zamanda klasik bir tempo
sağlıyor.
Tüm yardımcı oyuncuların yanı sıra, baş
roldeki sevgili Zuhal Olcay bir güneş gibi parlıyor. Bu, bir oyuncunun
karşısına ömründe bir iki kez çıkan rollerden... Tüm hikaye Şükran'ın,
dolayısıyla tüm film Zuhal'in üzerinde duruyor. "Zuhal Olcay iyi
oynuyor," demenin artık bir anlamı yok. 0 sanki gerçekten de oğlunu,
herkes için cennet olamamış bu cennet vatanda yitiren bir anne, hayatta tek
sevdiği varlığın ölümünü kabullenemeyen gişe memuresi Şükran... Ona bu rolü
için sonsuz hayranlığımı sunmak istiyorum.
Elbette herkes bu filme farklı
bakacak. Özellikle 12 Mart 1971'den sona siyasal konularda toplumda oluşan
farklr görüşleri, diyelim ki Deniz Gezmiş ve arkadaşları için ülkeyi gerilla
savaşıyla kana byamak isteyip layığını bulmuş zibidiler" ile "haksrz
yere hayatlarına el konmuş taze fidanlar" diyenler arasındaki derin
çelişkiyi unutmayalım. En azından Türkiye'de bu kadar 'kayıp' olmadığını,
filmin tam da AB'ye girmek üzere olduğumuz şu sıralarda ülke aleyhine
propaganda fırsatı verdiğini falan sananlar olacak. Ama bu aydın işi, sade ve
etkili film, tıpkı benzer temalara değinen Arjantin filmi Resmi Tarih ya da
Amerikan filmi Kayıp gibi, siyasal sinemanın dünya yaşamdaki başyapıtları
arasındaki yerini alacak. Kim ne derse desin ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda
Çöküş ve Rönesans Yılları, Syf: 87”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder