İTİRAF (2001)
Senaryo ve Yönetmen: Zeki
Demirkubuz, Görüntü Yönetmeni: Zeki Demirkubuz, Yapım: Mavi
Filmcilik Zeki Demirkubuz Sanat Yönetmeni: Bahar Evgin,
Kurgu: Zeki Demirkubuz, Ses Kayıt: İsmail Karadaş, Mix: Erkan
Aktaş, Işık: Zafer Saka, Set: Apo Demirkubuz, Görüntü Yön.
Yrd.: Türksoy Gölebeyi, Yapım Sorumlusu: Filiz Pekşen, Yapım
Koordinatörleri: Ahmet Boyacıoğlu, Başak Emre Negatif Kesim: Tuncay
Koçtürk, Osman Yıldız, Laboratuar: Yahya Öztürk, Mustafa Oruç, Renk
Uzmanı: Adnan Şahin, Baskı Zekeriya Şahin, Negatif Kurgu: Eyüp
Yıldız, Işık servisi: Can Film, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır
)
Oyuncular: Taner Birsel
(Harun), Başak Köklükaya (Nilgün), İskender Altın (Süha), Miraç Eronat, (Ayşe)
Gülgün Kutlu (Anne), Serdar Günaydın, Sinan Adıyaman, Apo Demirkubuz, Bal
Ertürk, Tülay Koluçolak, Cafer Güngör
Konu: Harun (Taner Birsel), büyük bir
inşaat şirketinde mühendis olarak çalışmaktadır. Süha, Harun'un iş arkadaşı ve
dostudur. Harun'un karısı Nilgün (Başak Köklükaya) ile sorunları vardır. Harun
uzun bir süredir Nilgün'ün kendisini aldattığını düşünmekte, fakat bunu ispatlayamamakta
ve içi içini yemektedir. Bir iş gezisi için şehir dışına çıkan Harun, kaldığı
otelden karısını arar. Aralarında mesafeli ve kaçamak cümlelerden oluşan bir
konuşma geçer. Karar değiştiren Harun, eve erken dönmeye karar verir. Eve
döndüğünde Nilgün'ü evde bulamaz. Uykusu kaçan Harun, huzursuz bir şekilde
yatmaktadır. Nilgün gece geç saatlerde eve gelir. Yatak odasına gelen Nilgün'ü
duymamış gibi yapan Harun, uyur gibi yapmaya devam eder. Bu arada Nilgün
yatmadan önce biriyle telefonla konuşur. Nilgün, ertesi sabah Harun'un uyanmasını
beklemeden erkenden evden çııkar. Harun telefonun hafızasında kalan numaradan
Nilgün'ün aradığı yerin bir otel olduğunu öğrenir. İşine giden Harun, Nilgün'ü
arayarak zamanından önce erken döndüğünü ve akşam birlikte dışarıya yemeğe
çıkmak istediğini söyler. Harun ve Nilgün lüks bir lokantada yemeklerini yerken
aralarındaki gerginlik ortama hakim olmaya başlar. Nilgün ilişkinin
yürümediğini ve ayrılmak istediğini söylediğinde, Harun nezaketi bırakmış ve
karısına karşı kabalaşmaya başlamıştır. Nilgün gitmeye yeltendiğinde ise Harun
kendisini öldürmekle tehdit eder. Gözleri yaşlarla dolan kadın, korkusundan
yerinden kalkamamıştır. Harun takıntı haline getirdiği, Nilgün'ün kendisini
aldattığı fikrinden sıyrılamamaktadır. Ertesi gün evde karısını önceki gece
kiminle telefonda konuştuğunu öğrenmek için sıkıştırır. Nilgün, konuştuğu
kişinin arkadaşı Nermin olduğunu söylese de inandıramaz Harun'u. Aralarında
başlayan tartışma kavgaya ve giderek şiddete dönüşür. Harun delirmiş gibidir.
Yatak odasına kaçan Nilgün'ü yatağa yatırmış ve boğazını sıkmaktadır. Genç
kadın ölmek üzereyken parmaklarını gevşeten Harun, katılarak ağlamaya başlar.
Nilgün kendisini zorlukla banyoya atmıştır. Ağlarken, bir yandan da boğazına
gargara yaparak yaşadığı şoku atlatmaya çalışmaktadır. Biraz kendine gelen genç
kadından Harun özür dilemeye yeltense de Nilgün kabul etmez ve Harun'un evi
terk etmesini ister. Harun evi terk etmek istemez, bunun üzerine eşyalarını
toplayan Nilgün evi terk etmek istese de kendisini engellemeye çalışan Harun'u,
Nilgün camdan atlamakla tehdit eder. Harun çaresiz kalarak Nilgün'ün gitmesini
engelleyememiştir. Nilgün'ün ayrılışının üzerinden uzun bir süre geçtikten
sonra Harun, varoş semtlerinden birinde bir eve gelir. Ev kan kardeşi Taylan'ın
evidir. Harun'u, Taylan'ın annesi ve kardeşi içeri alır. Harun evin
duvarlarındaki Taylan'ın fotoğraflarına bakar. Bir süre içeride kalan Harun,
arabasından bir şey almak için dışarı çıkar. Arkasından gelen Taylan'ın annesi
ve erkek kardeşi yere çömelmiş ve ağlamakta olan Harun'dan hemen evi
terketmesini isterler. Harun'a saldırmak üzere olan Taylan'ın erkek kardeşini
ise zor zapt ederler. Harun, kan kardeşi Taylan'ın karısı olan Nilgün'le ilişki
kurmuş ve sonra onunla evlenmiştir. Yaşadıklarını kaldıramayan Taylan ise
intihar etmiştir. Harun, Nilgün'ün birlikte olduğu adamdan ayrıldığını ve
hamile olarak bir gecekonduda tek başına yaşadığını öğrenmiştir. Harun bir gece
Nilgün'ün oturduğu gecekonduya gider. Kapıyı açan Nilgün'e kendisini görmek
istediğini söyler. İçeri giren Harun otururken Nilgün yemeğini yemektedir.
Harun, Nilgün'e görüşmeyeli uzun zaman olduğunu ve kendisini özlediğini söyler.
21.
Uluslararası İstanbul Film Festivali (2002)
►"En
İyi Yönetmen" (Zeki Demirkubuz),
FIPRESSCI
Uluslararası Film Eleştirmenleri seçiminde
► En
İyi Film
SİYAD
seçiminde (2003):
►"En
iyi Senaryo" (Zeki Demirkubuz),
►"En
iyi Erkek Oyuncu" (Taner Birsel).
Karanlık' Üzerine Öyküler" üçlemesinin ikinci filmi olan
itiraf, aldatmayı, sadakatsizliği anlatan bir filmdir. Başarılı bir işadamı
olan Harun, anlamadığımız bir nedenden dolayı eşi tarafından aldatılmaktadır ve
buna tahammülü kalmamıştır. Karısının her hareketini takip ederek, sonuçlar
çıkarmak yaşantısını dayanılmaz hale getirmiştir. Sonunda Nilgün'le büyük bir
kavgaya tutuşur. Bu kavga ve Harun'un tutumu Nilgün'ü evi terk etmeye ve yeni
bir hayata başlamaya zorlayacaktır. Başlangıçta Harun, aldatılan ve acı çeken
taraf olduğu için izleyici olarak ona sempati duymamıza rağmen kavga sırasında
öfkeyle söylenen sözler ve özellikle Nilgün'ün söyledikleri karakterlere bakışı
değiştirmektedir. Üçüncü Sayfa'da Meryem'in bir anda suçlu pozisyonuna geçmesi
gibi Harun'da suçu paylaşan taraf olmuştur. Harun'un eşine olan tavrı, küfürlü
konuşması ve Nilgün'ün eskiden en yakın arkadaşının karısı olduğunu ve
arkadaşının intihar ettiğini öğrenmemiz ona olan acıma duygularının azalmasına
neden olmaktadır. Bu anlamda Nilgün, Harun'dan daha suçlu değildir. Zeki
Demirkubuz'un karakterlerinin hepsinde iyi ve kötü yanların yan yana olduğunu
görmek mümkündür.
Güvensizlik Harun için dayanılmaz noktaya
geldiği zaman karısının ilişkisini itiraf etmesini istemiştir. Başlangıçtaki
yalvarmaları şiddete döner. Ancak asıl öfkesi kendisinedir. Karıısının
ihanetinde kendi arkadaşına yaptığı ihaneti görmüştür. Aldatılan kocanın
öfkesinden ziyade karısının bir türlü ilişkisini itiraf etmemesi onu
sinirlendirmiştir. Çünkü yıllar önce kendisi arkadaşına ihanetinin itirafını
yapamamanın suçluluğunu yaşamaktadır. Bu nedenle katillerin cinayet mahalline
dönüşleri gibi o da Taylan'ın ailesinin yanına giderek itirafını yapacaktır.
Taylan'ın annesinin söyledikleri filmin de temel noktasını oluşturmaktadır:
"Defol git, günahını başka yerde temizle."
Aldatmak her iki tarafa da yaramamıştır.
Yıkılmış bir şeylerin üzerine tekrar bina inşa etmeye çalışmak mümkün
olmamaktadır. Toplum tarafından da hoş görülmeyen bir davranıştır bu.
Aldatmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilen bedenler kendilerini toparlayamamaktadırlar.
Filmin en çarpıcı bölümü olan kavga sahnesinde oyuncuların başarılı oyunları sayesinde de konuşulmayanların
konuşulmaya başlanmasıyla duyguların taşması aldatmanın suçluluğunu güzel yansıtmaktadır.
Özellikle Harun, geçmişteki suçunun yükünü şimdi yine aynı suçu işleyen
Nilgün'e yüklemeye çalışmıştır. Harun'un bütün ısrarına rağmen Nilgün aldattığını
itiraf etmez. Film içerisinde de telefonla geldiğini bildirmesi dışında aldattığına
dair bir şeylerle karşılaşmayız. Yönetmenin sinemasının özelliği olmaya
başlayan hareketsiz kamera, durağan ve uzun planlar, TV'nin sürekli bir öğe olarak
kullanılması, müziğin olmaması, sinema dilinin fazla kullanılmaması seyirciyi
röntgenci pozisyonuna sokmaktadır. Diğer filmlerinde olduğu gibi flashback
kullanmadan karakterlerine geçmişlerini anlattırmıştır. Harun'da arkadaşı
Taylan'ın annesi ve kardeşine itirafta bulunurken; Nilgün'le evliliklerinin
öncesini öğrenmiş oluruz. Filmdeki karakterlerin maddi durumlarının iyi oluşu
suçun varoşta yaşamakla alakalı olmadığı mesajını vermektedir. Suç işleme ve
kötülük insanın içindedir. Bu anlamda iyi ve kötü yanların aynı karakterlerde
toplanması yönetmenin insan doğası konusundaki umutsuzluğunu yansıtmaktadır.
“Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması, syf 95”
&
Günümüz Türk sineması üzerine ne zaman bir tartışmaya girilse ilk konulardan
biri üretimin ne kadar düştüğü olur. Bir türlü endüstri oluşturamamaktan, Türk
filmlerini dağıtım ağına sokamamaktan şikayet edilir. İşte tüm bu koşullar
altında Türkiye'de 90'lardan beri sürekli film üreten, ve bunu bağımsızca
sürdürebilen, film üretim döngüsünü kendince yeniden tanımlayan ve Türk
sinemasının son dönemde en yaratıcı örneklerini üreten bir isim var: Zeki
Demirkubuz. 2001 yazında herkes kriz sebebiyle projelerini ertelerken Zeki
Demirkubuz iki film birden çekti. Gezici Avrupa Filmleri Festivali'nde Zeki
Demirkubuz: Aşk, Acı ve Merhamet Öyküleri ismi altında bir toplu gösterim
yapılırken yönetmenin son iki filmi Yazgı ve İtiraf da gösterildi. Kasım ayında
vizyona giren Yazgı, izleyiciden ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremedi. Oysa,
Gezici Festival'de ve Altın Portakal'da her iki filmde merak ve heyecanla
karşılanmıştı. Zeki Demirkubuz hayatta gördüğü, kendi içinde fark ettiği, ona
rahatsızlık veren acı hissettiren şeylerle film yaparak hesaplaşan birisi.
Sinemaya böyle bir yaklaşım da seyirciyi seyirlik bir izleyişin ötesinde daha
aktif bir sürece sokmaya zorluyor. Yazgı'ya ve önceki filmlerine göre çok daha
yavaş ama gerilimi yüksek bir anlatımda ilerleyen İtiraf bir evliliğin çöküşünün
öyküsü. Taner Birsel'in ve Başak Köklükaya'nın izleyenin içini acıtan mükemmel
oyunculuklarıyla İtiraf, aşkla, hüzünle, suçla, sırlarla, konuşamamayla
hesaplaşmanın öyküsü. Demirkubuz'un 'Karanlık Üstüne Öyküler' üçlemesinin
ikinci filmi İtiraf bu ayın kaçırılmaması gereken filmlerinden. “Kyn: Altyazı
Mayıs 2002”
& Zeki
Demirkubuz, art arda, neredeyse iç içe çektiği son iki filmi İtiraf ve Yazgı
ile büyük bir başarı kazandı. Itiraf, 2002 Cannes Şenliği'ne katılan tek Türk
filmi seçildi. Ardından Yazgı da programa alındı. Her iki film de Un Certain
Regard Belli Bir Bakış bölümünde
sunuldu; yani yarışmadı ama festivalin resmi seçimi içinde yer aldı.
Ayrıca İstanbul Festivali'nde
FIPRESCI Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu jürisi, hem ulusal, hem de
uluslararası bölümdeki iki ödülünü birden Demirkubuz'a verdi:
İtiraf ve Yazgı için Jüri başkanı Macar
yazar biraz duraksamış ve buna karşı çıkmıştı: çünkü iki ayrı bölümde aynı
yönetmenin ödül alması FIPRESCI tarihinde görülmüş şey değildi!... Ama diğer
dört üyenin bastırmasıyla bu gerçekleşti. Demirkubuz'un ayrıca Eczacıbaşı ödülü
için yarışan yerli filmlerde en iyi filmi Ümit Ünal'ın Dokuz'una kaptırmakla
birlikte, en iyi yönetmen seçildiğini ve festivalden böylece 30 bin dolar artı
25 milyar liralık ödül aldığını da belirtmeliyim. İşte böyle ... Kimi laf
üretiyor, kimi film ...
Demirkubuz, tüm filmlerinde olduğu gibi
senaryoyu kendisi yazmış. Bu kez üstelik kameranın ardında da o var.
Alabildiğine yalın ve ekonomik bir anlatımla, bizlere hayatın yüreğinden gelen
bir çığlığı duyuruyor sanki. .. Son derece yaşayan kişilikler, sanki yanı
başımızda ellerimizle dokunabileceğimiz karakterler yaratıyor. Sürekli çalan ve
genelde açılmayan telefonlar, önünde en tepkisiz biçimde oturulan
aptallaştırıcı televizyon ekranları, hep açık duran bilgisayarlar, sanki
teknolojinin insan yaşamını daha da mutsuz ve anlamsız kılmak için yarattığı
buluşlara dönüşüyorlar.
Sadece Harun'un gece
gezilerinde duyulan müzik, yönetmenin yapaylıklara tümüyle uzak tavrını
belgeliyor. Ve büyük kent görüntüleri, akıp duran trafik, sersemletici kent
gürültüsü, bu içe dönük kırık aşk hikayesine döşeklik ediyor. Demirkubuz, son
dönemde sinemamızın yetiştirdiği en kişisel, en içe dönük ve en özgün sanatçı.
Filmleri akla Camus, Dostoyevski, Strinberg, Bresson, Antonioni gibi adları
getiriyor. Ve o ölçüde de dünyadan ilgi topluyor. Onun sanatının bizde de
hakettiği ilgiyi bulması umuduyla ... “Atilla Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve
Rönesans Yılları” syf, 97
Demirkubuz, özellikle son filmlerindeki
sinema anlayışını minimalizm üzeerine temellendirmiş görünüyor. Demirkubuz
filmlerinde, öz ve anlatımı öne çııkarırken, biçimsel unsurlara ikincil derece
de önem veriyor. Bu bağlama, biçimi oluşturan temel unsur olan görüntüleri,
derdini ifade etmeye dönük bir biçimde kullanıyor. Demirkubuz sinemasının
özellikle son örnekleri, yönetmenin bir filmin oluşum süreçlerinin tümüne
egemen olmaya çalıştığı bir yapıda gelişiyor. Örneğin itiraf, Yazgı ve Bekleme
Odası gibi filmlerini yönetmekle kalmayıp görüntü yönetmenliğini de yapıyor. Bu
tercihi ise Zeki Demirkubuz şöyle açıklıyor: "Aslında giderek
özgürleştiğimi düşünüyorum ama bir taraftan da ne kadar yozlaştığımı gösteriyor
bu durum bana. Yani ben hayat bilgimi, bugün çok fazla ciddiye alınmayan,
aşağılanan, görmezlikten gelinen kimi kaynaklardan alıyorum. Ama yine ben,
hayat bilgisini tam da bu sistemden, bugünün işleyişinden alan insanlarla iş
yapmak zorunda kalıyorum. Burada insanların iyi olması, benim kötü olmam ya da
tam tersi gibi bir mesele yok. Sinema deyince insanların kafasında bir bilgi
var. Bir oyuncuyu, bir kameramanı, bir asistanı istediğin zaman, sahip
oldukları bilgiyle bu işe katabiliyorsun. Fakat o bilgi benim işime yaramıyor.
Ben başka bir bilginin peşindeyim ... Senaryo, kurgu, görüntübelki oynamak gibi
birçok şeyi bizzat yapmak gibi bir sürecin içine sokuyor beni ... Yani bir
insan düşünün, hayatında hiç pozometre kullanmayan ... Bu insan bir gün sahiden
çekilen bir filmde kameranın başına geçip 180 derece pan yapmak zorunda
kalıyorsa ('itiraf'ın görüntü yönetmeni de kendisi) bence burada trajik bir
durum var" (Aktuğ, Radikal, 10.11.2001).
&
Biçimin araç olarak sürdürüldüğü bir yaklaşım Demirkubuz'un filmlerine
egemenmiş gibi görünse de, özellikle ses ve görüntünün kullanımındaki kimi
olumsuzluklar, yönetmenin yukarıdaki görüşlerinden temel buluyor. Örneğin;
itiraf filminde özellikle kadın karakteri oynayan Başak Köklükaya'nın sesleri
zor anlaşılıyor. Ayrıca filmin bütününe egemen olan yetersiz bir ses dünyası,
filmin gücünü zayıflatıyor. İtiraf'da sorgulanan aldatma/aldatılma olgularını
yönetmen sanki inancı sorgularcasına deşiyor. "Her şeyi paylaştığınız en
yakın arkadaşınızın karısına aşık olup ilişkiye girdiğinizi düşünün. Ve bu ihanetin
sonucunda arkadaşınız intihar ediyor hem de size hiçbir suçlamada bulunmadan.
Ama sevmişsiniz bir kere hemen arkadaşınızın karısıyla evleniyorsunuz ve aynı
ihaneti bu sefer siz tadıyorsunuz. Karınız hiçbir şey olmamış gibi sessizliği
oynayıp ve sizden ayrılmak istediğini belirtiyor. Ruhunuzu bir anda nefret ve
eziklik duygusu sarıyor. Aldatılan sizsiniz ama terk etmemesi için eşinizin
ayaklarına kapanıyorsunuz... Aşk ve aldatmanın bireylerde yarattığı çöküntü
üzerinde yoğunlaşan usta yönetmen, yine bir çözüm arayışı içersinde değil"
(Tezel, Hürriyet Pazar Vizyon, s.6) ...
&
Son dönemde Türk sinemasından yetişen, gerçek anlamda iki 'yaratıcı
yönetmen'den biri saydığımız Zeki Demirkubuz'un (öteki ruh kardeşimiz Nuri
Bilge Ceylan) 'Karanlık Üstüne Öyküler' alt başlığını verdiği, Kieslowski'nin
'On Emir' dizisi filmlerini çağrıştıran üçlemesinin 'Yazgı' dan sonra gelen
ikinci 'Opus’u’ 'itiraf', aşk, nefret, ihanet, şiddet sarmalına dolanarak
unufak olup dağılan bir evlilik çıkmazı üstüne anlatılmış, usta işi bir film
... 'Hayatı boyunca yaşadığı suçluluk duygusunu, ayrıcalıklılara ve ayrıcalık
isteyenlere karşı hissettiği nefreti' anlatmak istediğini belirten
Demirkubuz'un 1993'ten günümüze ortaya koyduğu 5 film ('C Blok', 'Masumiyet',
'Üçüncü Sayfa', 'Yazgı', 'itiraf') sayesinde, bu 'auteur'un yalın, durağan,
kendine özgü takıntılarını, temalarını içeren, her türlü süslemeden, efektten
kaçınan, yalınlık, gerçekçilik, duruluk vb. gibi temel özellikler gösteren
özgün sineması, artık meraklısınca tanınıyor diyebiliriz" (Çapan,
Cumhuriyet, 10.05.2002:15). “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar,
“20 Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 349”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder